24 Aralık 2019 Salı

2018.09.10.ÖRGÜT DEDİĞİN NEDİR Kİ (3. Bölüm)

  Hiç yorum yok

     ÖRGÜT' DEDİĞİN NEDİR Kİ ? (3.Bölüm)
     1978 yılı Kasım ayında (6136 sayılı Ateşli Silah bulundurma ve taşıma nedeniyle tutuklandıktan sonra) ikinci kez Buca Cezaevi 'Siyasi Mahkumlar Koğuşu'na geldiğimde, bu kez, her şey önceki gelişimden çok farklıydı.
     Anımsadığım kadarıyla, koğuşta, benden önce hem 'bizim' arkadaşlardan hem de diğer siyasi fraksiyonlardan, örneğin; kendilerine THKP-C PARTİZAN diyen (bunlar 3-5 kişilik ve tabiri caizse bir aile örgütüydü, ki asıl bundan sonraki 'mücadelenin yükseldiği' dönemde, kah içinde yer aldığı kesimden şu veya bu nedenle ayrılan kah kendileri bir 'yapı' oluşturan benzeri 3-5 kişilik sayısız 'örgütler' pıtrak gibi ortaya çıkacak ama bir sabun köpüğü gibi zamanla veya bir-iki sözde eylemle 'tarih sahnesinden silinip gideceklerdi), yine 1977-1978 yıllarında İzmir'de adları sıkça duyulan THKP-C DEVRİMCİ KURTULUŞ/EYLEM BİRLİĞİ örgütünün 'yönetici' kadroları (ki birisi '2. Mahir Çayan' olarak tanıtılıyordu, taraftarlarınca, cezaevi öncesinde) olduğu iddiası ile yargılanan vb. kişiler bulunuyordu.
     Bunlar, adlarını, cezaevi öncesi dönemde bir biçimde duyduğumuz ama okullarda ( haklarını yemeyelim, 1976-1977 yıllarında bir dönem bazı Devrimci Kurtuluşçu arkadaşlar İTBF'de bizimle birlikte mücadelede vardılar), mahallelerde, iş yerlerinde ve başkaca 'günlük yaşamın sürdüğü hiç bir yerde karşılaşmadığımız ve izlerine rastlamadığımız siyasilerdi.
     'Biz' ise (o gün) 'Devrimci Gençlik' dergisinin yanı sıra, 1 Mayıs 1977 yılından itibaren 'Devrimci Yol' dergisini (ve başkaca yayınları) yayınlamaya devam eden, bu yayınlarda Türkiye ve Dünya meselelerine dair ciddi tezler ileri süren, bütün ülke genelinde 'Anti-Faşist Mücadele' eksenli 'Devrimci bir Mücadele' yürütmeye çalışan ve bu alanda oldukça iddialı olan/iddialı olduğunu söyleyen, bu çerçevede YERALTI MADEN İŞ'i, ODTÜ-ÖTK'yı, UŞAK'ı...yaratan ve örgütleyen, ülke genelinde var olan pek çok meslek örgütü'nün yönetiminde ağırlığı bulunan, herkesin ve her kesimin 'ne diyorlar ?' diye söylediklerine ve söyleyeceklerine kulak kabarttığı bir hareketin mensupları, sempatizanları veya taraftarı konumundaki kişilerdik.
     Çok kısa bir sürede, 1975 Kasım ayından o güne kadar ki o kısa zaman aralığında, hiç kimsenin ve hatta pek çoğumuzun (belki de hiçbirimizin) önceden öngöremediği ölçekte bir 'ilerleme' kaydetmiştik.
     Hani, 'Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz' denir ya, öyle bir durum söz konusuydu...
     'Biz'im bu ' olağanüstü' büyüme sürecimizde, 'Devrimci Yol' dergisinin yayınlanmaya başlaması sonrası dönemde, (bugüne kadar olduğu gibi bugün bile tartışılmaya devam edilen) 'Devrimci Sol
-Devrimci Yol' ayrılığı yaşanmış, bu ayrılık, bir süre , pek çok yerde olduğu gibi İzmir'de de 'moral bozucu' bir etki yaratmış, ama sonra bu 'halet-i ruhiye', hızla kaybolmuştu. ( Ayrılık öncesi dönemde, ağırlıkla İstanbul kaynaklı olmakla birlikte Ankara kesimindeki bazı arkadaşların da katıldıkları ve dillendirdikleri bir tekerleme şöyleydi: 'Ankara yazar, İstanbul yapar ve İzmir bakar.'...-2018 yılında dahi bazı eski Ankara kökenli arkadaşlarımızın bugünkü davranışlarının altında, bu EGE'yi küçümseme bakışının izleri görülebilir - Bu tekerleme doğru idi ise, 'sol'dan 'eleştiri' yönelterek ayrılan bu DEV-SOL'cu arkadaşların, İzmir'den/hatta EGE'den 'dişe dokunur' ciddi ve yaygın bir 'ayrılma' olayını gerçekleştirmeleri gerekirdi. Ama öyle olmadı; 'hemşehrici' olmak çerçevesinde götürdükleri bir-iki kişi dışında 'havalarını' aldılar. Bence, bunun nedeni, bütün 'eksikliklerine' ve 'yetersizliklerine' rağmen, İzmir'de/EGE'de bizlerin izlediği çizgi ve günlük yaşama müdahale 'performasyonu' idi.)
     Cezaevi dışında olduğu gibi cezaevi içinde de 'psikolojik üstünlük' bizdeydi.
.....
     Anti-Faşist Mücadele'nin okullar dışındaki alanlarda da yükseltilmesi anlayışı çerçevesinde gidip çalışmaya başladığımız mahallelerde, biz, yalnızca faşistlerin etkinliğini kırma, bunların etkisi altındaki veya 'sıradan' dediğimiz insanları bir biçimde kazanmaya çalışma ile yetinmiyor, zaman zaman 'sol' kesimde olan bazı siyasi oluşumlarla da karşı karşıya geliyor, bu grupların mensupları ile günlerce oturup tartışıyor ve birbirimizi ikna etmeye/kazanmaya çalışıyor (Karabağlar'da TİKP/AYDINLIK taraftarları iken 'Hortuna' namı ile tanınan Sezer Filiz'i, 'Arap Mustafa' namı ile tanınan Mustafa Olpak'ı ve arkadaşlarını bu çerçevede kazanmış, KARA-DER'i bu arkadaşlarla kurmuştuk; her iki arkadaşımızı da tarihe not düşüyorum) ya da (Balçova'da HK, Karabağlar'da TKP/İGD...ile olduğu gibi) bir başka düzlemde (ki bugünden geriye bakıldığında,kesinlikle mahkum edilmelidir) 'kozlarımızı' paylaşıyorduk.
     Devrimci Mücadele içerisindeki bu tür 'kazanım' veya 'kayıplar', yaptığımız 'iş'in doğasına uygun gelişmelerdi.
     Günlük yaşam içerisinde, siyasi anlamda, 'sen'den ayrıldığını veya 'sana' katılacağını söyleyen kimse, bu tavrını yalnızca 'söylem'de bırakmaz ve günlük yaşamında, bu yeni 'duruş'una uygun olarak günlük olayları ve sorunları yorumlamaya, çözümleri bu 'yeni duruş' çerçevesinde üretmeye ve pratiğe geçirmeye, ona göre konumlanmaya vb. yönelir.
     Bütün bunlar gözle görülebilir ve değerlendirilebilir şeylerdir.
     Cezaevi koşullarında ise, bazı 'istisnai' durumlar dışında, (şeklen) bunun benzeri 'gel-git' olayın/olayların başkaca nedenleri vardır; bu 'gel-gitlere' biraz daha 'farklı' yaklaşmak gerekir.
.....
     Benim ikinci kez içeride olduğum o günlerde, bir 'öldürme' olayına karıştığı iddia edilen bir arkadaşımız D.Kurtuluşçulara ; buna karşın, birisi Merkez Komitesi üyesi olduğu söylenen iki DK'lı da 'bize' katılacaklarını söylemişlerdi.
     Cezaevi dışında böyle bir olay gündeme gelse/geldiğinde yapılması gereken şey belliydi: 'Gelen' kişi/kişiler, bulundukları birimde/alanda/iş yerinde...her nerede iseler, orada, yeteneklerine, olanaklarına ve 'hareket'in oradaki gereksinimlerine göre bir biçimde görevlendirilir, haliyle o günkü mücadele ve 'örgütlenme' gerçekliğine denk şekilde 'çok değişken' olan 'hiyerarşi' içinde yer alır, eğer daha 'ön planda' olabilecek biriyse ona göre konumlandırılırdı; 'giden' için ise 'tersi' bir gelişme söz konusuydu.
     Cezaevi ve cezaevindeki 'biz'im gerçekliğimizde, olayın 'kahramanları' aksi iddiada bulunsalar dahi (ki böyle ifadelendirilmesi, her zaman 'daha ikna edici' bir yol olarak tercih ediliyordu), 'nesnel olarak, 'gelen', 'Komün'e geliyor; 'giden' ise 'Komün'den gidiyordu.
     Benim tanık ve 'karar verici' konumda olduğum o olayın da bu bağlamda değerlendirilmesi gerekiyordu.
     Ama öyle olmadı.
     'Taraflar' bu 'gel-git' olayını, olması gereken gerçekliğinin dışında, 'gel-git' olayının kahramanlarının iddiaları bağlamında değerlendirmeyi tercih etti (her kesim kendi kafasında kurguladığı nedenlerle) ve haliyle bu çerçevede 'kısa süren bir gerginlik' yaşandı. (Bu 'gelmek' isteyen ve MK üyesi olduğu söylenen DK'cu arkadaş, cezaevinde, ben oradayken, 'Komün'e katılmadı; benimle dışarıya haber gönderdi ve 'abi/abiler'den 'onay' beklemeyi tercih etti. Belli ki,'biz'i de 'kendileri' gibi değerlendiriyordu.)
.....
     Cezaevinde kaldığım o dönemde, bizimle aynı avluya 'volta atmaya' çıkan 3 arkadaş, bir gün ve güpegündüz, hiçbirimizin haberi olmadan ve hiç kimseye haber vermeden 'firar' etmiş ve biz de şaşırmıştık.
     İş'in aslı sonradan anlaşılmıştı: 'Örgüt içi bir darbe' ile kenara itilen 2 Eylem Birlik'ci ve 'nevi şahsına münhasır' başka bir arkadaş, kaçanlardan birinin köylüsü olan bir gardiyanı 'suistimal' etmiş ve bir biçimde, o gardiyan dahil o gün orada görevli gardiyanları bağlayarak adli mahkumların ziyaretçilerinin arasına karışarak 'sırra kadem' basmışlardı.
     'Devrimci Gençlik' dergisi 'yazı işleri müdürü' göründüğü için cezaevi'ne giren ve bir gün, bazı arkadaşlarıyla birlikte, cezaevi duvarına ' o duvar, o duvarlarınız vız gelir bize vız' diye yazı yazarak 'firar' eden Taner Akçam, o günlerde, bizim 'onur' ve 'gurur' vesilemizdi; haliyle, 'biz' bu olaya çok sıcak bakmıştık.
.....
     1979 yılı Mart ayı sonunda, 4 ay 10 gün içeride kaldıktan sonra, ilk duruşmada 'tahliye' olmuş ve bir kez daha 'özgürlüğe' adım atmıştım.
     11.09.2018/DATÇA
     Mehmet Erdal


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder