2018.09.10.ÖRGÜT DEDİĞİN NEDİR Kİ (3. Bölüm)
ÖRGÜT' DEDİĞİN NEDİR Kİ ?
(3.Bölüm)
1978 yılı Kasım ayında (6136
sayılı Ateşli Silah bulundurma ve taşıma nedeniyle
tutuklandıktan sonra) ikinci kez Buca Cezaevi 'Siyasi Mahkumlar
Koğuşu'na geldiğimde, bu kez, her şey önceki gelişimden çok
farklıydı.
Anımsadığım kadarıyla,
koğuşta, benden önce hem 'bizim' arkadaşlardan hem de diğer
siyasi fraksiyonlardan, örneğin; kendilerine THKP-C PARTİZAN diyen (bunlar 3-5 kişilik ve tabiri caizse bir aile örgütüydü, ki
asıl bundan sonraki 'mücadelenin yükseldiği' dönemde, kah içinde
yer aldığı kesimden şu veya bu nedenle ayrılan kah kendileri bir
'yapı' oluşturan benzeri 3-5 kişilik sayısız 'örgütler' pıtrak
gibi ortaya çıkacak ama bir sabun köpüğü gibi zamanla veya
bir-iki sözde eylemle 'tarih sahnesinden silinip gideceklerdi), yine 1977-1978 yıllarında İzmir'de adları sıkça duyulan
THKP-C DEVRİMCİ KURTULUŞ/EYLEM BİRLİĞİ örgütünün
'yönetici' kadroları (ki birisi '2. Mahir Çayan' olarak tanıtılıyordu, taraftarlarınca, cezaevi öncesinde) olduğu iddiası
ile yargılanan vb. kişiler bulunuyordu.
Bunlar, adlarını, cezaevi öncesi
dönemde bir biçimde duyduğumuz ama okullarda ( haklarını
yemeyelim, 1976-1977 yıllarında bir dönem bazı Devrimci
Kurtuluşçu arkadaşlar İTBF'de bizimle birlikte mücadelede
vardılar), mahallelerde, iş yerlerinde ve başkaca 'günlük
yaşamın sürdüğü hiç bir yerde karşılaşmadığımız ve
izlerine rastlamadığımız siyasilerdi.
'Biz' ise (o gün) 'Devrimci
Gençlik' dergisinin yanı sıra, 1 Mayıs 1977 yılından itibaren
'Devrimci Yol' dergisini (ve başkaca yayınları) yayınlamaya
devam eden, bu yayınlarda Türkiye ve Dünya meselelerine dair ciddi
tezler ileri süren, bütün ülke genelinde 'Anti-Faşist Mücadele'
eksenli 'Devrimci bir Mücadele' yürütmeye çalışan ve bu alanda
oldukça iddialı olan/iddialı olduğunu söyleyen, bu çerçevede
YERALTI MADEN İŞ'i, ODTÜ-ÖTK'yı, UŞAK'ı...yaratan ve
örgütleyen, ülke genelinde var olan pek çok meslek örgütü'nün
yönetiminde ağırlığı bulunan, herkesin ve her kesimin 'ne
diyorlar ?' diye söylediklerine ve söyleyeceklerine kulak
kabarttığı bir hareketin mensupları, sempatizanları veya
taraftarı konumundaki kişilerdik.
Çok kısa bir sürede, 1975 Kasım
ayından o güne kadar ki o kısa zaman aralığında, hiç kimsenin
ve hatta pek çoğumuzun (belki de hiçbirimizin) önceden
öngöremediği ölçekte bir 'ilerleme' kaydetmiştik.
Hani, 'Ayinesi iştir kişinin
lafa bakılmaz' denir ya, öyle bir durum söz konusuydu...
'Biz'im bu ' olağanüstü'
büyüme sürecimizde, 'Devrimci Yol' dergisinin yayınlanmaya
başlaması sonrası dönemde, (bugüne kadar olduğu gibi bugün
bile tartışılmaya devam edilen) 'Devrimci Sol
-Devrimci Yol' ayrılığı yaşanmış,
bu ayrılık, bir süre , pek çok yerde olduğu gibi İzmir'de de
'moral bozucu' bir etki yaratmış, ama sonra bu 'halet-i ruhiye', hızla
kaybolmuştu. ( Ayrılık öncesi dönemde,
ağırlıkla İstanbul kaynaklı olmakla birlikte Ankara kesimindeki
bazı arkadaşların da katıldıkları ve dillendirdikleri bir
tekerleme şöyleydi: 'Ankara yazar, İstanbul yapar ve İzmir
bakar.'...-2018 yılında dahi bazı eski Ankara kökenli
arkadaşlarımızın bugünkü davranışlarının altında, bu
EGE'yi küçümseme bakışının izleri görülebilir - Bu tekerleme
doğru idi ise, 'sol'dan 'eleştiri' yönelterek ayrılan bu
DEV-SOL'cu arkadaşların, İzmir'den/hatta EGE'den 'dişe dokunur'
ciddi ve yaygın bir 'ayrılma' olayını gerçekleştirmeleri
gerekirdi. Ama öyle olmadı; 'hemşehrici' olmak çerçevesinde
götürdükleri bir-iki kişi dışında 'havalarını' aldılar.
Bence, bunun nedeni, bütün 'eksikliklerine' ve 'yetersizliklerine'
rağmen, İzmir'de/EGE'de bizlerin izlediği çizgi ve günlük
yaşama müdahale 'performasyonu' idi.)
Cezaevi dışında olduğu gibi
cezaevi içinde de 'psikolojik üstünlük' bizdeydi.
.....
Anti-Faşist Mücadele'nin okullar
dışındaki alanlarda da yükseltilmesi anlayışı çerçevesinde
gidip çalışmaya başladığımız mahallelerde, biz, yalnızca
faşistlerin etkinliğini kırma, bunların etkisi altındaki veya
'sıradan' dediğimiz insanları bir biçimde kazanmaya çalışma
ile yetinmiyor, zaman zaman 'sol' kesimde olan bazı siyasi
oluşumlarla da karşı karşıya geliyor, bu grupların mensupları
ile günlerce oturup tartışıyor ve birbirimizi ikna
etmeye/kazanmaya çalışıyor (Karabağlar'da TİKP/AYDINLIK
taraftarları iken 'Hortuna' namı ile tanınan Sezer Filiz'i, 'Arap
Mustafa' namı ile tanınan Mustafa Olpak'ı ve arkadaşlarını bu
çerçevede kazanmış, KARA-DER'i bu arkadaşlarla kurmuştuk;
her iki arkadaşımızı da tarihe not düşüyorum) ya da (Balçova'da
HK, Karabağlar'da TKP/İGD...ile olduğu gibi) bir başka düzlemde
(ki bugünden geriye bakıldığında,kesinlikle mahkum edilmelidir)
'kozlarımızı' paylaşıyorduk.
Devrimci Mücadele içerisindeki
bu tür 'kazanım' veya 'kayıplar', yaptığımız 'iş'in doğasına uygun
gelişmelerdi.
Günlük yaşam içerisinde, siyasi
anlamda, 'sen'den ayrıldığını veya 'sana' katılacağını
söyleyen kimse, bu tavrını yalnızca 'söylem'de bırakmaz ve
günlük yaşamında, bu yeni 'duruş'una uygun olarak günlük
olayları ve sorunları yorumlamaya, çözümleri bu 'yeni duruş'
çerçevesinde üretmeye ve pratiğe geçirmeye, ona göre
konumlanmaya vb. yönelir.
Bütün bunlar gözle görülebilir
ve değerlendirilebilir şeylerdir.
Cezaevi koşullarında ise, bazı
'istisnai' durumlar dışında, (şeklen) bunun benzeri 'gel-git'
olayın/olayların başkaca nedenleri vardır; bu 'gel-gitlere' biraz
daha 'farklı' yaklaşmak gerekir.
.....
Benim ikinci kez içeride olduğum
o günlerde, bir 'öldürme' olayına karıştığı iddia edilen bir
arkadaşımız D.Kurtuluşçulara ; buna karşın, birisi Merkez
Komitesi üyesi olduğu söylenen iki DK'lı da 'bize' katılacaklarını söylemişlerdi.
Cezaevi dışında böyle bir
olay gündeme gelse/geldiğinde yapılması gereken şey belliydi:
'Gelen' kişi/kişiler, bulundukları birimde/alanda/iş yerinde...her
nerede iseler, orada, yeteneklerine, olanaklarına ve 'hareket'in
oradaki gereksinimlerine göre bir biçimde görevlendirilir, haliyle
o günkü mücadele ve 'örgütlenme' gerçekliğine denk şekilde
'çok değişken' olan 'hiyerarşi' içinde yer alır, eğer daha 'ön
planda' olabilecek biriyse ona göre konumlandırılırdı; 'giden'
için ise 'tersi' bir gelişme söz konusuydu.
Cezaevi ve cezaevindeki 'biz'im
gerçekliğimizde, olayın 'kahramanları' aksi iddiada bulunsalar
dahi (ki böyle ifadelendirilmesi, her zaman 'daha ikna edici' bir
yol olarak tercih ediliyordu), 'nesnel olarak, 'gelen', 'Komün'e
geliyor; 'giden' ise 'Komün'den gidiyordu.
Benim tanık ve 'karar verici'
konumda olduğum o olayın da bu bağlamda değerlendirilmesi
gerekiyordu.
Ama öyle olmadı.
'Taraflar' bu 'gel-git' olayını,
olması gereken gerçekliğinin dışında, 'gel-git' olayının kahramanlarının iddiaları bağlamında değerlendirmeyi tercih
etti (her kesim kendi kafasında kurguladığı nedenlerle) ve
haliyle bu çerçevede 'kısa süren bir gerginlik' yaşandı. (Bu 'gelmek' isteyen ve MK üyesi
olduğu söylenen DK'cu arkadaş, cezaevinde, ben oradayken,
'Komün'e katılmadı; benimle dışarıya haber gönderdi ve
'abi/abiler'den 'onay' beklemeyi tercih etti. Belli ki,'biz'i de
'kendileri' gibi değerlendiriyordu.)
.....
Cezaevinde kaldığım o dönemde,
bizimle aynı avluya 'volta atmaya' çıkan 3 arkadaş, bir gün ve
güpegündüz, hiçbirimizin haberi olmadan ve hiç kimseye haber
vermeden 'firar' etmiş ve biz de şaşırmıştık.
İş'in aslı sonradan
anlaşılmıştı: 'Örgüt içi bir darbe' ile kenara itilen 2 Eylem
Birlik'ci ve 'nevi şahsına münhasır' başka bir arkadaş,
kaçanlardan birinin köylüsü olan bir gardiyanı 'suistimal' etmiş
ve bir biçimde, o gardiyan dahil o gün orada görevli gardiyanları
bağlayarak adli mahkumların ziyaretçilerinin arasına karışarak
'sırra kadem' basmışlardı.
'Devrimci Gençlik' dergisi 'yazı
işleri müdürü' göründüğü için cezaevi'ne giren ve bir gün,
bazı arkadaşlarıyla birlikte, cezaevi duvarına ' o duvar, o
duvarlarınız vız gelir bize vız' diye yazı yazarak 'firar' eden
Taner Akçam, o günlerde, bizim 'onur' ve 'gurur' vesilemizdi; haliyle, 'biz' bu olaya çok sıcak bakmıştık.
.....
1979 yılı Mart ayı sonunda, 4
ay 10 gün içeride kaldıktan sonra, ilk duruşmada 'tahliye' olmuş
ve bir kez daha 'özgürlüğe' adım atmıştım.
11.09.2018/DATÇA
Mehmet Erdal
Mehmet Erdal
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder