23 Aralık 2019 Pazartesi

2018.09.04.KİM YOLCU KİMLER YOLLARDA

  Hiç yorum yok

     KİM YOLCU? KİMLER YOLLARDA?
     1986 yılında (kesin ay ve günü anımsayamıyorum) bizi (bir grup DY davası tutukluyu) Buca Kapalı Cezaevinden alıp ringlere bindirdiler ve yeni yapılan Aydın E Tipi Kapalı Cezaevi'ne sevk ettiler.
     Aydın'da öteden beri açık olan eski bir Kapalı Cezaevi vardı, ancak 'yetersiz' kaldığı için yeni bir cezaevi yapımı yoluna gidilmiş ve bu yeni cezaevi,o zamanların popüler cezaevi modeli olan E Tipinde inşa edilmiş ve biz bu yeni cezaevinin ilk mahkumları olarak oraya sevk edilmiştik.
     Buca Kapalı Cezaevi'ne göre daha küçük koğuşlardan oluşan bu cezaevine biz ilk mahkumlardan sonra ülkenin farklı yerlerinden, örneğin Adana'dan, Erzincan'dan, Ankara'dan, Gaziantep'ten..ve dahi gıyaplarında yapılan yargılamalar sonucu tutuklanmalarına karar verilen ve infaz sürelerini bu cezaevinde tamamlayacak olan farklı siyasi kimliğe sahip, hatta MHP davalarından yargılanıp mahkum olmuş mahkumlar sevk edilmeye devam edildiler.
     İlk başlarda 'Sol' ve 'sağ' mahkumların farklı koğuşlara yerleştirilmesiyle yetinilirken,zaman içerisinde 'Sol' nitelikli mahkumların sayısının artmasına paralel olarak, farklı 'Sol' hareketlerden gelen mahkumların 'gönüllülük' temelinde istedikleri koğuşlarda bir araya gelerek birlikte kalmaları yoluna gidildi.
     Ülkenin farklı illerindeki farklı davalarda yargılanan ve farklı cezaları olan biz DY'cu tutsaklar, karşılıklı iki koğuşta (ki birisinin 'koğuş' statüsünde çatı katı da bulunuyordu ve böylece, gerçekte 3 koğuşta) bir araya gelmiş ve bir ara sayımız 70'lere ulaşmıştı.
     Hem ilk giden kafile olmamız ve doğal olarak 'bir düzen' tutturmamız hem de 'il/yöre' bazında görece daha kalabalık olmamız nedeniyle günlük işlerin yürütülmesinde ve yönetimle, diğer koğuşlardaki farklı siyasi hareketlerden mahkumlarla ilişkilerin sürdürülmesinde EGE'deki davalardan giden bazı arkadaşlar ön planda ve 'belirleyici' konumdaydılar.
     Başlarda bu durum, en azından görünüşte, 'genel kabul' görüyor ve çok ciddi bir tepkiyle karşılaşmıyordu.
     Ancak yıllardır birbirlerinden çok uzak ve kopuk yerlerde yaşayan ve doğal olarak o yaşadıkları yerlerde 'görece' farklı yaşam tarzları ve anlayışlar geliştiren, olaylara ve gidişata ve hatta geleceğe dair farklı yorumlar yapan, farklı tepkiler geliştiren ve hatta farklı beklentiler içerisine giren bizlerin, bütün bu gerçekliği 'yok' kabul eden bir çerçevede yaşamamız ve 'tabiri caizse' kafalarımızı 'kuma gömmemiz' daha fazla mümkün değildi.
Nitekim gelişmeler o yönde oldu ve 'su' fokurdamaya başladı.
*****
     1982 ve 1983 yıllarında Buca ve Şirinyer Askeri Cezaevlerinde (yaşadığım ve tanığı olduğum yıllarda) DY'cular arasında belli bir işleyiş vardı ve bu genel kabul görüyordu; hiç şüphesiz her şey mükemmel ve dışarıdan bakıldığında görüldüğü gibi 'sütliman' da değildi.
     Ama 1984 ve 1985 yıllarında DY'cular içinde (ayrıca ele alınması gereken pek çok nedenin sonucu olarak) mevcut 'iç' ilişkilere ve yönetime dair memnuniyetsizlik dile getirilmeye başlanıyor ve bu memnuniyetsizlikler karşısında da bildik 'dışlama/susturma/baskılama' yoluna gidiliyordu.(1985 ve 1986 yılında bir dönem kaldığım Şirinyer Askeri Cezaevinde Yunanlı Komünistlerin direnişini anlatan KAPETANİOS adlı otobiyografik kitabı okuduğumda 'şok' olmuştum: Örgüt içi yaşamlar ne kadar da çok birbirine benziyordu. Bu kitabı okumalarını, pek çok arkadaşa önerdiğimi anımsıyorum.)
     1986 yılına kadar EGE'de bizler bu çerçevede cezaevleri yaşamımızı devam ettirirken, ülkenin başka cezaevlerinde benzer ve bazı yerlerde de (ÖR:Gaziantep) biraz daha farklı çerçevede (kısmen Yurtdışı kaynaklı 'DY içi' tartışmalardan da etkilenerek) tartışmalar yaşanıyormuş: Bizler, bunların böyle olduğunu, 1986 yılında getirildiğimiz Aydın E Tipi Kapalı Cezaevinde, oraya diğer illerden ve 'dışarıdan' getirilen DY'cu arkadaşlarla yüzleşince öğreniyorduk.
*****
     EGE dışındaki illerden veya 'dışarıdan' gelen bazı arkadaşlar, var olan DY topluluğundaki işleyişi yüksek sesle eleştiriyor, Gaziantep'teki arkadaşlar gibi 'ortak bir yönetim' mekanizması oluşturulmasını ve sorunların 'ortaklaşa' tartışılmasını ve çözüm yöntemlerinin de 'ortaklaşa' üretilmesini/belirlenmesini/kararlaştırılmasını' söylüyorlardı.
     Şahsen benim hislerime tercüman olan (ama pek çok nedenle 'yüksek sesle' dile getiremediğim) bu karşı çıkışlar, tahmin edilebileceği üzere, var olan durumda 'ön planda' olan arkadaşlarca çok şiddetli tepki görüyor ve bunun 'örgüt düşmanlığı', 'Sivil Toplumculuk' vb. hatta 'Tanercilik' olduğu yollu görüşler ileri sürülüyordu.
     (Özünde 'ÖRGÜT/PARTİ ve DEMOKRASİ', bunlar arasındaki ilişki olan bu tartışmayı biz, Aydın Cezaevinde günlerce yaptık; çok da yararlı oldu ama bu yazının konusu bu tartışmaların bir bölümü olduğu için bu konuyu bir başka yazıya bırakıyorum).
     EGE'den gidenler olarak bizler ilk olarak bu cezaevinde ve bu tartışmalar başlayınca (önceden duyan var mıydı ve bu bilgileri kendine mi/kendilerine mi sakladılar bilemiyorum) Yurt dışı kaynaklı GÖÇMEN/TANER , KULECİ ve DEVRİMCİ İŞÇİ tartışmalarını duyduk, bir ölçüde öğrendik ve bilmeden 'TARAF' olduk veya öyle değerlendirildik.
     'Ön planda' olan arkadaşlardan bazıları kendilerini alenen 'DAYICI/DEVRİMCİ İŞÇİ TARAFTARI' olarak lanse etmekten kaçınmıyor ve karşı çıkanlara 'TANERCİ' sıfatlamasında bulunuyorlardı; yine 'ön planda' olan bazı arkadaşlar kendilerine 'KULECİ' diyor ve başlarda yüksek sesle itiraz eden 3 kişiyi (ben, FADIL ÖZTÜRK ve bir başka arkadaşı) 'TANERCİ', diğerlerini ise, onların kendilerine verdikleri 'DAYICI' sıfatlaması ile tanımlıyorlardı.
 Anımsadığım kadarıyla DEVRİMCİ İŞÇİ'nin bir-iki sayısı dışında taraflara dair hiçbir yayının ve yazının girmediği/olmadığı/okunmadığı, haliyle (bu ayrıma dair) sağlıklı hiçbir tartışmanın yapılmadığı cezaevi koşullarında yapılan bu sıfatlamaların herhangi bir değeri ve kalıcılığı yoktu; nitekim sonrası süreçteki gelişmeler de bu doğrultuda oldu.
     Ben, bu 'iç' gelişmeler karşısında (daha donanımlı olabilmek ve var olan sorunla baş edebilmek için) o güne kadar öğrenmeye çalıştığım ve bir yere kadar ilerlediğim İNGİLİZCE okuma ve konuşma çabalarını bıraktım ve ağırlıklı olarak 'KLASİKLERİ' ve bu tartışma konuları çerçevesinde ARNAVUTLUK EMEK PARTİSİ TARİHİ vb. de dahil olmak üzere cezaevinde var olan bütün yayınları elden geçirmeye ve didik didik etmeye yöneldim..
     (Bu tartışmalar, bir biçimde, bir arkadaşımızın yönetiminde çıkarılan 'Duvar Gazetesi'ne de yansıyor ve orada çok ilginç ve bugün okunsa çok gülünecek yazılar yazılıyordu: Acaba o arkadaşımız o yazıları saklıyor ve bir gün bir biçimde yayınlamayı düşünüyor olabilir mi ?)
Bu özet anlatım çerçevesinde gündeme gelen ve başlayan bu tartışmalar, bugünden geriye bakıldığında, 'zamanı gelen' ve tamamen 'ihtiyaçtan' kaynaklanan tartışmalardı: Günlerce sürdü, çok derinlikli bir tartışma oldu ama 'çok çirkin' şeyler de yaşandı ve çok çirkin şeylere de tanık olundu. ( Bu tartışma sürecini bu cezaevinde yaşayan pek çok arkadaşın arasında, bugün var olmaya devam eden 'gerginliklerin' temelinde, bu yaşanan 'çirkin' şeyler yatar.)
     İşte bu tartışmalı günlerde, başlarda, kendisini 'KULECİ' olarak adlandıran ve konumlandırmaya çalışan, akabinde, tartışma sürecinde (KULECİ olmayı öyle sandığı için) 'HAKEM' olmaya çalışan arkadaşımız, tartışmaların aleyhine döndüğünü anladığı an 'BELDEN AŞAĞIYA' vurma yolunu seçti (keza başka bazıları da): Tartışmaları yaşayan bütün arkadaşların tanık olduğu üzere, başka bazı yolların dışında, benim Denizli Cezaevinde 'DY'cu olmadığımı, bıraktığımı' söylediğimi diline pelesenk etme yoluna gitti.
     Finale doğru, tartışmanın (bu yolla) çığırından çıkartılma çabaları karşısında yapılması gereken, bu 'BATAKLIĞA' girmeden tartışmalardan çekilmekti ve öyle de yaptık.
*****
     Ben 14.02.1981 (Cumartesi) günü Uşak ili Ulubey ilçesi Banaz deresi kıyısındaki bir sığınağın, arama faaliyeti yürüten Jandarmalarca, sabaha karşı tespit edilmesi üzerine başlayan çatışmada 2 ölü 5 yaralı arkadaşla birlikte yakalandım.(Bu olayla ilgili olarak ve özellikle ölenlerden Cemil Tıpırdamaz arkadaşımız çerçevesinde İnternet ortamında yalan yanlış şeyler yazılıyor; bu olayı ayrıntılı yazmak veya yazımına katkıda bulunmak şart oldu).
     66 gün süren Emniyet sorgusundan sonra tutuklanarak (Denizlili iki arkadaşla birlikte) Denizli Kapalı Cezaevi'ne konuldum.
     Biz, kuşak olarak Kaypakkaya'yı, Mahir Çayan'ı, Deniz Gezmiş'i, Kızıldere'yi... okumuş, dinlemiş ve de kendimize örnek almıştık. Ama ben (o zamanki değerlendirmelerime göre) örnek alınan bu kişilere ve çıkılan yola, bu yolda benden beklenen tavra yaraşır bir 'tavır' gösterememiş; 'yakalanma' ve 'sorgulanma' sırasında 'zaaflı' davranmıştım. Bence bu, 'DY'cu OLAMAMAK'tı.
     Cezaevi süreci 'yeni bir süreç'ti ve mücadele edilmesi gerekiyordu; pek çok insan bana bakıyor ve benden bazı şeyleri bekliyorlardı; bunun böyle olması da doğaldı.
     Bana göre, bu beklentiyi ben değil, bir başka arkadaş karşılamalıydı; bu kişi veya kişiler, yakalanma anında ve sorgu sürecinde 'en iyi' tavrı gösteren kişi veya kişiler olmalıydı.
     O dönemde bu çerçeveye en uygun arkadaş, Muracalı (Kutlubey'li) Muammer Özdemir'di: Bu arkadaşımız Jandarma ile çatışarak yakalanmıştı.(1986 yılında Buca Cezaevinde iken SİROZ teşhisi konuldu ve bilahare tahliye edildikten sonra vefat etti.)
     Başka bazı arkadaşlarla konuştuk ve ona bu görevi alması gerektiğini söyledim; aldı.
     Teorik olarak yeterli değildi ve bizim, bu konuda kendisine yardımcı olabileceğimizi söyledim;
yardım ettik de.
     1982 Yılı Mart ayında Buca Kapalı Cezaevi'ne sevk edildiğimiz ana kadar o cezaevinde 'DEVRİMCİ MÜCADELE VE MÜCADELE BİÇİMLERİ ÜZERİNE', 'DEVRİM TEORİSİ VE HALK SAVAŞI ÜZERİNE' ile 'ÖRGÜTLENME SORUNU' başlıklı 3 adet çalışma kaleme aldım, bunlarla eğitim çalışmaları yaptık; o cezaevinde (o gün var olan ülke koşullarında 'ilk'lerden sayılabilecek) ciddi bir duruş ve direniş ortaya koyduk.( Bekir Öğretici arkadaşımız, bu dönemi kaleme almaya başladığını söylüyor.)
     O cezaevi ve sonrasında Buca'da, Şirinyer Askeri Cezaevinde, Aydın'da (tartışmalar sonrası 1989 yılında gittiğimiz Nazilli'de) bütün direnişlerde katılımcı ve bazen örgütleyicilerden birisi olarak yer aldım: Buca Cezaevinde 1982 Mart-1986 yılları arasında yapılan eğitim çalışmalarının yazılı materyallerinin bir kısmını kaleme aldım ...ama gelin görün ki, 1988 yılında, bir tartışmada, Lenın'in 'geçici yol arkadaşı' dediği türden bir 'yol' arkadaşı kalkıyor ve çok safiyane niyetlerle söylenmiş (keşke herkes söyleyebilseydi) ve gereği de yerine getirilmiş (keşke herkes gereğini yapabilseydi) bir 'öz eleştiri' niteliğindeki değerlendirmeyi, 'rakibi' gördüğü 'ben'i ekarte etmek amacıyla diline pelesenk ediyordu.
     Ne diyeyim?
*****
     Bence, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi dönemde 'aynı YOL'da yürüyorduk; sonrası dönemde 'yollar' ayrılmaya başladı; düzene eklemlenen bazıları dışında herkes birey, grup, çevre, parti vb. olarak kendisi için doğru olduğuna inandığı 'Yol'da yürümeye devam etti.Yürüyor da...
     Ben, bu çerçevede düşünen birisi olarak, kardeşim Musa Erdal (SETTAR) öldüğünde (04.10.2016), onun gazetedeki ölüm ilanına ve yakaya asılan resimlerine 'İNANDIĞI DEVRİMCİ YOL'DA YÜRÜDÜ' yazılmasını istemişimdir ve öyle de yazılmıştır.
     Bugün doğru bildiği 'yol'da birey, grup, çevre, parti vb. olarak yürümeye devam edebilenlere ne mutlu....
     (Not: Bu tartışma sürecinde 'aktif' olarak yer alan arkadaşlara 'bugünden geriye baktığınızda ne düşünüyorsunuz ve bugünkü konumunuzu nasıl açıklıyorsunuz?' diye sormak ve söyleyeceklerini dinlemek çok öğretici olabilir, diye düşünüyorum.)
     05.09.2018 / Datça
     Mehmet Erdal

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder