2018.09.04.KİM YOLCU KİMLER YOLLARDA
12 Eylül sonrası
Aydın cezaevi
Buca Cezaevi
komünler
örgüt içi demokrasi
Şirinyer cezaevi
Hiç yorum yok
KİM YOLCU? KİMLER YOLLARDA?
1986 yılında (kesin ay ve günü
anımsayamıyorum) bizi (bir grup DY davası tutukluyu) Buca Kapalı
Cezaevinden alıp ringlere bindirdiler ve yeni yapılan Aydın E
Tipi Kapalı Cezaevi'ne sevk ettiler.
Aydın'da öteden beri açık
olan eski bir Kapalı Cezaevi vardı, ancak 'yetersiz' kaldığı
için yeni bir cezaevi yapımı yoluna gidilmiş ve bu yeni cezaevi,o
zamanların popüler cezaevi modeli olan E Tipinde inşa edilmiş ve
biz bu yeni cezaevinin ilk mahkumları olarak oraya sevk edilmiştik.
Buca Kapalı Cezaevi'ne göre daha
küçük koğuşlardan oluşan bu cezaevine biz ilk mahkumlardan
sonra ülkenin farklı yerlerinden, örneğin
Adana'dan, Erzincan'dan, Ankara'dan, Gaziantep'ten..ve dahi gıyaplarında
yapılan yargılamalar sonucu tutuklanmalarına karar verilen ve
infaz sürelerini bu cezaevinde tamamlayacak olan farklı siyasi
kimliğe sahip, hatta MHP davalarından yargılanıp mahkum olmuş
mahkumlar sevk edilmeye devam edildiler.
İlk başlarda 'Sol' ve 'sağ'
mahkumların farklı koğuşlara yerleştirilmesiyle
yetinilirken,zaman içerisinde 'Sol' nitelikli mahkumların sayısının
artmasına paralel olarak, farklı 'Sol' hareketlerden gelen
mahkumların 'gönüllülük' temelinde istedikleri koğuşlarda
bir araya gelerek birlikte kalmaları yoluna gidildi.
Ülkenin farklı illerindeki
farklı davalarda yargılanan ve farklı cezaları olan biz DY'cu
tutsaklar, karşılıklı iki koğuşta (ki birisinin 'koğuş'
statüsünde çatı katı da bulunuyordu ve böylece, gerçekte 3
koğuşta) bir araya gelmiş ve bir ara sayımız 70'lere ulaşmıştı.
Hem ilk giden kafile olmamız ve
doğal olarak 'bir düzen' tutturmamız hem de 'il/yöre' bazında
görece daha kalabalık olmamız nedeniyle günlük işlerin
yürütülmesinde ve yönetimle, diğer koğuşlardaki farklı siyasi
hareketlerden mahkumlarla ilişkilerin sürdürülmesinde EGE'deki
davalardan giden bazı arkadaşlar ön planda ve 'belirleyici'
konumdaydılar.
Başlarda bu durum, en azından
görünüşte, 'genel kabul' görüyor ve çok ciddi bir tepkiyle
karşılaşmıyordu.
Ancak yıllardır birbirlerinden
çok uzak ve kopuk yerlerde yaşayan ve doğal olarak o yaşadıkları
yerlerde 'görece' farklı yaşam tarzları ve anlayışlar
geliştiren, olaylara ve gidişata ve hatta geleceğe dair farklı
yorumlar yapan, farklı tepkiler geliştiren ve hatta farklı
beklentiler içerisine giren bizlerin, bütün bu gerçekliği 'yok'
kabul eden bir çerçevede yaşamamız ve 'tabiri caizse'
kafalarımızı 'kuma gömmemiz' daha fazla mümkün değildi.
Nitekim gelişmeler o yönde oldu
ve 'su' fokurdamaya başladı.
*****
1982 ve 1983 yıllarında Buca ve
Şirinyer Askeri Cezaevlerinde (yaşadığım ve tanığı olduğum
yıllarda) DY'cular arasında belli bir işleyiş vardı ve bu genel
kabul görüyordu; hiç şüphesiz her şey mükemmel ve dışarıdan
bakıldığında görüldüğü gibi 'sütliman' da değildi.
Ama 1984 ve 1985 yıllarında
DY'cular içinde (ayrıca ele alınması gereken pek çok nedenin
sonucu olarak) mevcut 'iç' ilişkilere ve yönetime dair
memnuniyetsizlik dile getirilmeye başlanıyor ve bu
memnuniyetsizlikler karşısında da bildik
'dışlama/susturma/baskılama' yoluna gidiliyordu.(1985 ve 1986
yılında bir dönem kaldığım Şirinyer Askeri Cezaevinde Yunanlı
Komünistlerin direnişini anlatan KAPETANİOS adlı otobiyografik
kitabı okuduğumda 'şok' olmuştum: Örgüt içi yaşamlar ne kadar
da çok birbirine benziyordu. Bu kitabı okumalarını, pek çok
arkadaşa önerdiğimi anımsıyorum.)
1986 yılına kadar EGE'de bizler
bu çerçevede cezaevleri yaşamımızı devam ettirirken, ülkenin
başka cezaevlerinde benzer ve bazı yerlerde de (ÖR:Gaziantep)
biraz daha farklı çerçevede (kısmen Yurtdışı kaynaklı 'DY
içi' tartışmalardan da etkilenerek) tartışmalar
yaşanıyormuş: Bizler, bunların böyle olduğunu, 1986 yılında
getirildiğimiz Aydın E Tipi Kapalı Cezaevinde, oraya diğer
illerden ve 'dışarıdan' getirilen DY'cu arkadaşlarla yüzleşince
öğreniyorduk.
*****
EGE dışındaki illerden veya
'dışarıdan' gelen bazı arkadaşlar, var olan DY topluluğundaki
işleyişi yüksek sesle eleştiriyor, Gaziantep'teki arkadaşlar gibi
'ortak bir yönetim' mekanizması oluşturulmasını ve sorunların
'ortaklaşa' tartışılmasını ve çözüm yöntemlerinin de
'ortaklaşa' üretilmesini/belirlenmesini/kararlaştırılmasını'
söylüyorlardı.
Şahsen benim hislerime tercüman
olan (ama pek çok nedenle 'yüksek sesle' dile getiremediğim) bu
karşı çıkışlar, tahmin edilebileceği üzere, var olan durumda
'ön planda' olan arkadaşlarca çok şiddetli tepki görüyor ve
bunun 'örgüt düşmanlığı', 'Sivil Toplumculuk' vb. hatta
'Tanercilik' olduğu yollu görüşler ileri sürülüyordu.
(Özünde 'ÖRGÜT/PARTİ ve
DEMOKRASİ', bunlar arasındaki ilişki olan bu tartışmayı
biz, Aydın Cezaevinde günlerce yaptık; çok da yararlı oldu ama
bu yazının konusu bu tartışmaların bir bölümü olduğu için
bu konuyu bir başka yazıya bırakıyorum).
EGE'den gidenler olarak bizler ilk
olarak bu cezaevinde ve bu tartışmalar başlayınca (önceden duyan
var mıydı ve bu bilgileri kendine mi/kendilerine mi sakladılar
bilemiyorum) Yurt dışı kaynaklı GÖÇMEN/TANER , KULECİ ve
DEVRİMCİ İŞÇİ tartışmalarını duyduk, bir ölçüde öğrendik
ve bilmeden 'TARAF' olduk veya öyle değerlendirildik.
'Ön planda' olan arkadaşlardan
bazıları kendilerini alenen 'DAYICI/DEVRİMCİ İŞÇİ TARAFTARI'
olarak lanse etmekten kaçınmıyor ve karşı çıkanlara 'TANERCİ'
sıfatlamasında bulunuyorlardı; yine 'ön planda' olan bazı
arkadaşlar kendilerine 'KULECİ' diyor ve başlarda yüksek sesle
itiraz eden 3 kişiyi (ben, FADIL ÖZTÜRK ve bir başka arkadaşı)
'TANERCİ', diğerlerini ise, onların kendilerine verdikleri
'DAYICI' sıfatlaması ile tanımlıyorlardı.
Anımsadığım kadarıyla
DEVRİMCİ İŞÇİ'nin bir-iki sayısı dışında taraflara dair
hiçbir yayının ve yazının girmediği/olmadığı/okunmadığı, haliyle
(bu ayrıma dair) sağlıklı hiçbir tartışmanın yapılmadığı
cezaevi koşullarında yapılan bu sıfatlamaların herhangi bir değeri
ve kalıcılığı yoktu; nitekim sonrası süreçteki gelişmeler de
bu doğrultuda oldu.
Ben, bu 'iç' gelişmeler
karşısında (daha donanımlı olabilmek ve var olan sorunla
baş edebilmek için) o güne kadar öğrenmeye çalıştığım ve
bir yere kadar ilerlediğim İNGİLİZCE okuma ve konuşma çabalarını
bıraktım ve ağırlıklı olarak 'KLASİKLERİ' ve bu tartışma
konuları çerçevesinde ARNAVUTLUK EMEK PARTİSİ TARİHİ vb. de
dahil olmak üzere cezaevinde var olan bütün yayınları elden
geçirmeye ve didik didik etmeye yöneldim..
(Bu tartışmalar, bir biçimde, bir
arkadaşımızın yönetiminde çıkarılan 'Duvar Gazetesi'ne de
yansıyor ve orada çok ilginç ve bugün okunsa çok gülünecek
yazılar yazılıyordu: Acaba o arkadaşımız o yazıları saklıyor
ve bir gün bir biçimde yayınlamayı düşünüyor olabilir mi ?)
Bu özet anlatım çerçevesinde
gündeme gelen ve başlayan bu tartışmalar, bugünden geriye
bakıldığında, 'zamanı gelen' ve tamamen 'ihtiyaçtan' kaynaklanan
tartışmalardı: Günlerce sürdü, çok derinlikli bir tartışma
oldu ama 'çok çirkin' şeyler de yaşandı ve çok çirkin şeylere
de tanık olundu. ( Bu tartışma sürecini bu cezaevinde yaşayan
pek çok arkadaşın arasında, bugün var olmaya devam eden
'gerginliklerin' temelinde, bu yaşanan 'çirkin' şeyler yatar.)
İşte bu tartışmalı günlerde,
başlarda, kendisini 'KULECİ' olarak adlandıran ve konumlandırmaya
çalışan, akabinde, tartışma sürecinde (KULECİ olmayı öyle
sandığı için) 'HAKEM' olmaya çalışan arkadaşımız,
tartışmaların aleyhine döndüğünü anladığı an 'BELDEN
AŞAĞIYA' vurma yolunu seçti (keza başka bazıları
da): Tartışmaları yaşayan bütün arkadaşların tanık olduğu
üzere, başka bazı yolların dışında, benim Denizli Cezaevinde
'DY'cu olmadığımı, bıraktığımı' söylediğimi diline pelesenk
etme yoluna gitti.
Finale doğru, tartışmanın (bu
yolla) çığırından çıkartılma çabaları karşısında yapılması
gereken, bu 'BATAKLIĞA' girmeden tartışmalardan çekilmekti ve
öyle de yaptık.
*****
Ben 14.02.1981 (Cumartesi) günü Uşak ili Ulubey ilçesi Banaz deresi kıyısındaki bir sığınağın,
arama faaliyeti yürüten Jandarmalarca, sabaha karşı tespit
edilmesi üzerine başlayan çatışmada 2 ölü 5 yaralı arkadaşla
birlikte yakalandım.(Bu olayla ilgili olarak ve özellikle
ölenlerden Cemil Tıpırdamaz arkadaşımız çerçevesinde İnternet ortamında yalan yanlış şeyler yazılıyor; bu olayı ayrıntılı
yazmak veya yazımına katkıda bulunmak şart oldu).
66 gün süren Emniyet sorgusundan
sonra tutuklanarak (Denizlili iki arkadaşla birlikte) Denizli
Kapalı Cezaevi'ne konuldum.
Biz, kuşak olarak Kaypakkaya'yı,
Mahir Çayan'ı, Deniz Gezmiş'i, Kızıldere'yi... okumuş, dinlemiş
ve de kendimize örnek almıştık. Ama ben (o zamanki
değerlendirmelerime göre) örnek alınan bu kişilere ve çıkılan
yola, bu yolda benden beklenen tavra yaraşır bir 'tavır'
gösterememiş; 'yakalanma' ve 'sorgulanma' sırasında 'zaaflı' davranmıştım. Bence bu, 'DY'cu OLAMAMAK'tı.
Cezaevi süreci 'yeni bir süreç'ti
ve mücadele edilmesi gerekiyordu; pek çok insan bana bakıyor ve
benden bazı şeyleri bekliyorlardı; bunun böyle olması da
doğaldı.
Bana göre, bu beklentiyi ben
değil, bir başka arkadaş karşılamalıydı; bu kişi veya
kişiler, yakalanma anında ve sorgu sürecinde 'en iyi' tavrı
gösteren kişi veya kişiler olmalıydı.
O dönemde bu çerçeveye en uygun
arkadaş, Muracalı (Kutlubey'li) Muammer Özdemir'di: Bu arkadaşımız
Jandarma ile çatışarak yakalanmıştı.(1986 yılında Buca
Cezaevinde iken SİROZ teşhisi konuldu ve bilahare tahliye
edildikten sonra vefat etti.)
Başka bazı arkadaşlarla konuştuk
ve ona bu görevi alması gerektiğini söyledim; aldı.
Teorik olarak yeterli değildi ve
bizim, bu konuda kendisine yardımcı olabileceğimizi söyledim;
yardım ettik de.
1982 Yılı Mart ayında Buca
Kapalı Cezaevi'ne sevk edildiğimiz ana kadar o cezaevinde
'DEVRİMCİ MÜCADELE VE MÜCADELE BİÇİMLERİ ÜZERİNE', 'DEVRİM
TEORİSİ VE HALK SAVAŞI ÜZERİNE' ile 'ÖRGÜTLENME SORUNU'
başlıklı 3 adet çalışma kaleme aldım, bunlarla eğitim
çalışmaları yaptık; o cezaevinde (o gün var olan ülke
koşullarında 'ilk'lerden sayılabilecek) ciddi bir duruş ve
direniş ortaya koyduk.( Bekir Öğretici arkadaşımız, bu dönemi
kaleme almaya başladığını söylüyor.)
O cezaevi ve sonrasında Buca'da,
Şirinyer Askeri Cezaevinde, Aydın'da (tartışmalar sonrası 1989
yılında gittiğimiz Nazilli'de) bütün direnişlerde katılımcı
ve bazen örgütleyicilerden birisi olarak yer aldım: Buca
Cezaevinde 1982 Mart-1986 yılları arasında yapılan eğitim
çalışmalarının yazılı materyallerinin bir kısmını kaleme
aldım ...ama gelin görün ki, 1988 yılında, bir tartışmada,
Lenın'in 'geçici yol arkadaşı' dediği türden bir 'yol' arkadaşı
kalkıyor ve çok safiyane niyetlerle söylenmiş (keşke herkes
söyleyebilseydi) ve gereği de yerine getirilmiş (keşke herkes
gereğini yapabilseydi) bir 'öz eleştiri' niteliğindeki
değerlendirmeyi, 'rakibi' gördüğü 'ben'i ekarte etmek amacıyla
diline pelesenk ediyordu.
Ne diyeyim?
*****
Bence, 12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi öncesi dönemde 'aynı YOL'da yürüyorduk; sonrası dönemde
'yollar' ayrılmaya başladı; düzene eklemlenen bazıları dışında
herkes birey, grup, çevre, parti vb. olarak kendisi için doğru
olduğuna inandığı 'Yol'da yürümeye devam etti.Yürüyor da...
Ben, bu çerçevede düşünen
birisi olarak, kardeşim Musa Erdal (SETTAR) öldüğünde
(04.10.2016), onun gazetedeki ölüm ilanına ve yakaya asılan
resimlerine 'İNANDIĞI DEVRİMCİ YOL'DA YÜRÜDÜ' yazılmasını
istemişimdir ve öyle de yazılmıştır.
Bugün doğru bildiği 'yol'da
birey, grup, çevre, parti vb. olarak yürümeye devam edebilenlere
ne mutlu....
(Not: Bu tartışma sürecinde 'aktif'
olarak yer alan arkadaşlara 'bugünden geriye baktığınızda ne
düşünüyorsunuz ve bugünkü konumunuzu nasıl açıklıyorsunuz?'
diye sormak ve söyleyeceklerini dinlemek çok öğretici olabilir,
diye düşünüyorum.)
05.09.2018 / Datça
Mehmet Erdal
Mehmet Erdal
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder