2018.09.07.ÖRGÜT DEDİĞİN NEDİR Kİ (1.bölüm)
'ÖRGÜT' DEDİĞİN NEDİR Kİ?
(1.Bölüm)
1974-1975 Öğretim Yılı
başında, 512 toplam puanla kazandığım Atatürk Üniversitesi
İşletme Fakültesine kayıt yaptırmıştım. (Neden burası ve hele
bu puanla? sorusunun ilginç öyküsünü belki ileride yazabilirim.)
O yıllarda Erzurum ve Atatürk
Üniversitesi, MHP'lilerin etkin olduğu ama bu kesimin dışındaki
öğrencilerin de görece okula gidip gelebildiği, yurtlarda
kalabildiği ve bir ölçüde nefes alabildiği bir yer olarak
tanımlanabilirdi.
Üniversitedeki Ülkücü
öğrencileri, Üniversitenin Kütüphanesinde memur olarak çalışan
ve Doğu'nun Başbuğu olarak tanımlanan Yılma Durak'ın yönetip
yönlendirdiği söyleniyordu.( Merak duygusuyla bu kütüphaneye
gittiğimi ve -hiç kimseye soramadığım için- göremeden
çıktığımı anımsıyorum.)
Ben, okul açıldığında,
üniversitenin 'yurt' olarak o yıl hizmete açtığı ( ve bilahare,
sonraki dönemde Araştırma Hastanesi olarak kullanılacak olan)
binada kalmaya başlamıştım.
Ülkücü olmayıp da benim
kaldığım binada veya eskiden beri 'yurt' olarak kullanılan diğer
(eski) binalarda kalan başka öğrenciler de vardı ve ben gün
geçtikçe,hem fakültemdeki hem de üniversitenin diğer
fakültelerindeki sol veya kendini 'ülkücü değilim' diye
tanımlayan bu arkadaşlarla tanışıyordum. (Ziraat ve Edebiyat
Fakültelerindeki tanışmalar, şu an isimlerini anımsayamasam da,
hala belleğimdedir): Her yeni tanışma bana moral ve güç
veriyordu.
Şimdi ayrıntısını
hatırlayamadığım (ve haliyle bugünden geriye baktığımda
sorgulayamadığım) bazı 'boykot' girişimleri, özellikle Ziraat
Fakültesindeki 'solcu – ülkücü' öğrenciler arası fakülte
kantininde çıkan kavgalar vb. şu an çok ayrıntılı
anımsayamadığım gelişmelerle birlikte kaldığım 'yurt'ta benim
için yaşanmaz bir ortam oluşmuş ve ben de bazı tanıdık/dost
öğrencilerin kaldığı bir otele taşınmaya karar vermiştim.
Aklımda ' Otel Aras' olarak kalan
bu otelde, farklı fakültelerden başka öğrenci arkadaşlar da
vardı.
Şehir içinde, benzeri nedenlerle
yurtlardan ayrılan veya yurtlara hiç kayıt yaptırmayan öğrenciler
de bulunuyordu: Dadaş sineması karşısından aşağıya doğru
inen Mumcu caddesi girişindeki köşe bina olan Güney
Apartmanı, Üniversite Kampüsü girişi'ne yakın bir yerde ve o
zamanlar MSP'nden parlamentoda bulunan bir milletvekiline ait bir
daire ve şu an adlarını anımsayamadığım bazı oteller
bunlara örnek olarak söylenebilir.
Anımsadığım kadarıyla, o kış
Erzurum'a gelen CHP Genel Başkanı olan Ecevit 'i karşılamaya
gitmiş ve sonrası dönüşte, Atatürk Heykelinin bulunduğu
meydandan şehrin ana caddesine girip yürümeye başladıktan sonra,
yüzlerce kişinin önceden gelip toplanarak kurduğu tuzağa düşmüş
ve sokak araları dahil taşlı-sopalı saldırıya maruz kalmıştık;
bu benim yaşamımda tanık ve maruz kaldığım ilk toplu linç
girişimiydi: Koşarak otelime geldiğimde, nefes nefese olduğumu
gören ve bizden daha yaşlı bir arkadaşın 'Ne oldu?' sorusuna
'provokasyon bu' dediğimi unutamıyorum.
Aynı kış, Erzurum'da, Atatürk
Heykelinin bulunduğu meydandaki kültür merkezinde (adı aklımda
değil) 'ALPAGUT OLAYI' adlı tiyatro gösterisini engellemek isteyen
Erzurum'un bütün gericileri binlere varan sayıda meydanı
doldurmuş ve gösteriyi izlemeye gelenleri linç etmeye
çalışıyorlardı; benim de dahil olduğum çok az sayıdaki kişi
içeriye girmeyi başarabilmiş ama ne gösteri başlayabilmiş ve ne
de (dışarıdaki kalabalık nedeniyle) dışarıya çıkabilmiş,
içeride hapsolup kalmıştık. Akşamın ilerleyen saatlerinde polis
kontrolünde arabalara bindirilerek şehrin farklı kesimlerinde
bırakılarak evlerimize veya kaldığımız otellere gidebilmiştik.
Böyle bir havanın solunduğu
Erzurum'da, bizler, akşamları, eğer kaldığımız yerlerden
dışarıya çıkarsak, çoğunlukla CHP lokaline gidiyor, çay
içiyor, konuşuyor ve bir ölçüde de olsa o gün Erzurum'un farklı
yerlerinde olup bitenleri birbirimize aktarabiliyorduk.
Evet, yanılmıyorsam, o kış
dönemi, bazı arkadaşlar EYÖD (Erzurum Yüksek Öğrenim Derneği)
adı altında örgütlenme yoluna gitmişler ve bilahare ben, bazı
arkadaşlar aracılığıyla bu girişimden haberdar olmuştum.
Bu koşullarda böyle bir girişim
bana 'iyi' görünmüş ve dernek binasına gidip gelmeye
başlamıştım.
Yaşamımdaki ilk 'Dernek/aynı
anlama gelmek üzere Örgüt', bu EYÖD idi.
O günlerde, Demokratik bir Kitle
Örgütü'nün ne olduğu, nasıl kurulduğu, program-tüzük vb. ne
işe yaradığı, nasıl üye olunduğu, üyenin ne iş yaptığı
vb. bu çerçevedeki bütün konularda kelimenin gerçek anlamında
'zırcahil' birisiydim. (Önceki yıl olan 1973-1974 öğretim yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler öğrencisi
idim ve okuldaki Anti-Faşist gruplaşma ve mücadelenin içerisinde
yer almıştım ama herhangi bir derneğimiz veya adını
anabileceğim bir örgütümüz olmamıştı.)
Bazı toplantılarda bazı kişiler
(simaen ve isimce tanıdık/tanımadık) Aziz Nesin'den bile
alıntılar yaparak konuşuyor ve ben zerrece bir şey anlamıyordum.
Bana, bu koşullarda böyle bir
araya geliş 'çok iyi bir olay' olarak görünüyordu ve haliyle,
bence bu derneğe üye olmak ve onun çatısı altında toplanmak
gerekiyordu.
Yalnızca o öğrenim döneminde
kaldığım Erzurum'da, bu derneğe ilişkin, çok daha farklı bir
şeyleri anımsayamıyorum
Aklımda kalan isimler ise EYÖD
başkanı olan ve daha sonraki süreçlerde DY'un DABK (Doğu Anadolu
Bölge Komitesi) sorumlusu olarak aranacak, yakalanacak, itirafçı
olduğu ve sonrasında 'sırra kadem bastığı' duyumları alınacak
olan Naci Yalman, Erzurum'un orta yerinde öldürülen Mahmut
Yıldırım, bir faşisti öldürdüğü gerekçesiyle uzun yıllar
içeride yatan (Zonguldaklı) Muhammet ve şu an hala görüştüğüm
veya görüşemediğim ama bir biçimde 'evet tanıyorum'
diyebileceğim bazı arkadaşlardır.
O kış dönemi babam vefat etmiş (öğrenci kredisi alıyordum
ve gerektiğinde aileden birisi de yardım ediyordu ama) ve ben
'istemeyerek' geldiğim buradan, babamın ölümünü de bahane
ederek (başka bazı 'özel' nedenlerimin de etkisiyle) İzmir'deki
Ege Üniversitesi İTBF (İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi)'ye
nakil olma düşüncesini gerçekleştirmeye karar vermiştim.
....
Erzurum'daki fakültede okuyup da benim gibi 1975 Yaz aylarında
İTBF'ye nakil başvurusunda bulunan 7(veya 8) kişinin
başvurularının Fakülte Yönetimince kabul edilmesi üzerine,
İzmir'de öğrenimime devam etme dönemine geçmiştim. (Bizim bu
naklimiz,1978-1979 Öğretim Dönemi başlarında Erzurum'dan İzmir'e
olan ve 'sol' gruplar arasında ve içinde uzun süren tartışmalara
ve tavır alışlara yol açan 'zorunlu toplu nakil' olayından iki
dönem öncedir ve farklıdır.)
....
İzmir'e geldikten sonra ben, rahmetli Ahmet Özdil (nam-ı
diğer, EGE'nin PASPAL AHMET'i), bir başka arkadaş (bu yazılara
başlarken,'yazacaklarım her şeyi ile ya doğru olacak ya da hiç
yazmayacağım' diye kendimi bağlayan bir karar aldığımdan, belki
bir gün, Erzurum'dan İzmir'e gelirken ve geldikten sonra uzun zaman
birlikte olan ve zaman içinde pek çok kez yolları kesişen bu üç
kişilik 'biz'in ilginç ve karmaşık öyküsünü, bir biçimde,
yazmayı başarabilirim), biri rahmetli Musa olmak üzere iki
kardeşim ile birlikte bir evde kalıyorduk.(Zaman içerisinde farklı
nedenlerle evler ve evlerde kalanların sayısı değişip durdu.)
Ben İzmir'e geldikten sonra Karabağlar'daki AVCI KURŞUN
FABRİKASI'nda işçi olarak çalışmaya (kısa bir süre çalıştım)
ve de İTBF'de gece bölümünde öğretime devam etmeye başlamıştım.
Okula ilk geldiğim gün, içeriye ilk adım attığım anda
bir nedenle ilk karşılaştığım ve konuştuğum kişiler, daha
sonraki süreçte 'yol arkadaşı' olacağım kişilerdi ve onların
kanalıyla, Kemeraltındaki Başdurak İşhanındaki
ANT-YÖD(Antalya Yüksek Öğrenim Derneği)'e gidip gelmeye
başladım.
ANT-YÖD, Antalya kökenli bir grup öğrencinin kurduğu bir
dernekti ve o gün için, Ege Üniversitesinin herhangi bir
fakültesinde veya fakültelerinde somut bir Akademik-Demokratik
faaliyet yürütmüyor, gördüğüm kadarıyla böyle bir iddia da
taşımıyordu.
Bu derneğe, ağırlıkla, kendisini 'CEPHECİ' olarak
tanımlayan farklı fakültelerden öğrenciler ve yanı sıra, bazı
öğrenci olmayan ama 'genç' kişiler de gelip gidiyorlar ve
aralarında sohbet ediyorlardı.
Bu 'cepheciler', kendilerine başkaca bir ad vermiyorlar ama
aralarındaki konuşmalardan, her konuda aynı düşünmedikleri ve
bazı konularda farklı şeyleri savundukları da anlaşılabiliyordu.
1975 Kasım ayında 'EMPERYALİZME VE FAŞİZME KARŞI DEVRİMCİ
GENÇLİK' dergisinin çıkması ve ilk sayısının gelmesiyle
birlikte tartışmalar yüksek sesle yapılmaya ve saflar belirmeye
başlamıştı.
ANT-YÖD'ü kuran ve yönetimde bulunan ve bir kısmı bizim
okulda okuyan öğrenci (veya değil) arkadaşlar, bu dergiyi
savunmadıklarını ve almayacaklarını/satmayacaklarını
söylüyorlardı. (Daha sonraki süreçte kendilerini Devrimci
Kurtuluş olarak adlandıracak bu arkadaşlardan hala görüşüp
konuştuğum ve görüşmekten mutlu olduğum kişilerin yanı
sıra,12 Eylül sonrası operasyonlarda itirafçı olan ve Tercüman
gazetesinde günlerce itirafları yayınlanan İsmet Unutma, Mustafa
Kemal İyison gibi isimleri anımsıyorum.)
Ben, genel olarak 68 kuşağı kabul edilen Deniz Gezmiş, Mahir
Çayan,İbrahim Kaypakkaya...vb. devrimcilere içten bir sevgi ve
sempati besliyor ama bunların aralarındaki farkların neler
olduğunu, kimin neyi savunduğunu veya eleştirdiğini, bütün
bunların nedenlerini bilmiyor ve haliyle ANT-YÖD'deki bu
tartışmalara yabancı kalıyordum.
Devrimci Gençlik Dergisinin çıkması sonrası günlerde,
bendeki ibre, yavaş yavaş dergiyi savunan ve dağıtan
arkadaşlardan yana doğru kaymaya başladı: Dergi ve onu
savunanlar, benim Diyarbakır Eğitim Enstitüsü, Erzurum Atatürk
Üniversitesi ve İTBF'de yaşayarak tanık olduğum ve hala içinde
yaşamaya devam ettiğim koşullara ve bu koşullarda neler yapılması
gerektiğine dair somut şeyler söylüyor ve öneriyor; Devrimci
Kurtuluşçu arkadaşlar ise 'günlük yaşamı pas geçen' ve daha
çok söylem düzeyinde ve oldukça 'keskin' laflar ediyorlardı.
Dergiyi İzmir'de dağıtacağını söyleyen 'abi', Başturak
İşhanının yanındaki Harputlu İşhanında 'GENÇLİK KİTABEVİ'
adlı bir kitabevi açmış ve dergi oradan dağıtılmaya
başlanmıştı.
Ben, okula ilk adım attığım gün bir biçimde tanıştığım
arkadaşlar ve yeni katılanlarla birlikte, okulda, 'Devrimci Gençlik'
taraftarı olarak kendini tanımlamaya ve tanınmaya başlamıştım.
Okuldaki bazı Devrimci Kurtuluş, Halkın Kurtuluşu,TDY(Türkiye
Devriminin Yolu-ki THKO teorisyeni Hüseyin İnan'ın yazdığı
broşürün adından gelir adları), TEP (Mihri Belli'nin kurduğu
Türkiye Emek Partisi) taraftarı öğrenci arkadaşlarla birlikte
(çoğunluğu İnciraltı Öğrenci Yurtlarında kalıyordu),
okulumuzun çok yakınında bulunan ÇANKAYA ÜLKÜ OCAĞIndan
topluca gelip okulu ele geçirmek isteyen 'sağcı' saldırganlara
karşı ciddi bir tavır ve duruş ortaya koymaya çalışıyorduk.
1976 Yılı başlarında,bu saldırılardan birisini püskürtme
olayına karıştığım ve kavga sırasında bazı 'ülkücü'
öğrencileri yaraladığım iddiasıyla aranmaya başlandım ve
akabinde 'teslim oldum', haliyle tutuklandım;bazı arkadaşlarla
birlikte DGM'de yargılanmaya başlandık, 3 ay 10 günlük bir
tutukluluk süreci sonrası tahliye oldum.(Sonraki süreçte,bu
'teslim olma' olayı nedeniyle,'git teslim ol' diyen 'abi'nin
eleştirildiği duyumunu aldım.)
08.09.2018Datça
Mehmet Erdal
Mehmet Erdal
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder