YAZILAR (YOLA VE YOLCULUĞA DAİR)-8: “ANKARA YAZAR, İSTANBUL YAPAR, İZMİR BAKAR” MIYDI? (2)
YAZILAR (YOLA VE YOLCULUĞA DAİR)-8: “ANKARA YAZAR, İSTANBUL YAPAR, İZMİR BAKAR” MIYDI? (2)
İnanın, problemin ne olduğuna dair bir bilgim olduğunu ve bu duyumlardan sonra, “hadi canım sen de, ayrılanlar saçma sapan şeyler savunuyor; ben yerimde kalıyorum” dediğimi, söyleyemem. Şaşkındım, O yıllarda, iletişim, bugünkü gibi değil elbette, hani, bir şey duyduğumuzda, açıp telefonu, alo, bu işin aslı astarı nedir, diye soralım ve doğru ya da yanlış, bir bilgi edinelim. Doğal olarak, biz, birbirimize soruyoruz ne olup bittiğini ya da çok doğal olarak “abi”ye. Yine, inanın, yeterli bir bilgi edindiğimi(zi) ya da ayrılığın neden kaynaklandığını öğrendiğimi(zi) söyleyemem.
Bir gün, zaman zaman İzmir'e gelip giden Ali (Alfatlı) abimiz beni çağırdı ve İstanbul'dan, ayrılanlardan birisinin İzmir'e geleceğini ve onunla Karşıyaka TÖB-DER'de tartışma yapılacağını, söyledi; bu toplantıda, “bizi/Devrimci Yolu” savunmamı istedi. İyi de, ayrılığa dair ben bir şey bilmiyordum ki; gelen arkadaş ile nasıl tartışacaktım? Elinde bir kitap vardı; okumuş ve bazı yerlerini çizmiş. Hani şu, Devrimci Sol'un, ayrılık sonrası yazdığı kitap. (Adı aklımda değil, ama “tasfiyecilik” diye bir kelimenin, kitabın kapağında yazılı olduğunu, anımsıyorum.) Kitabın sayfalarını karıştırmaya ve anlatmaya başladı; şurada şunu söylüyorlar, burada bunu yazıyorlar, bunlar yanlış falan, filan...
Neyse, Karşıyaka TÖB-DER'e gittik; Ali abi de yanımda. Oturduk. Tam karşımızda, İstanbul'dan gelen arkadaş; Celalettin Can olduğunu ve ayrılıkta başı çekenlerin içerisinde yer aldığını bilmiyordum. İlk önce ya o ya da ben konuştum. Konuşmam yeterli olmamış olmalı ki, Ali abi de konuştu.
Tartışmanın sonuna doğru, Çınarlı Meslek Lisesinden çok genç bir arkadaş, el kaldırdı, söz verdim; saf saf, ayrılığa karşı olduğunu söyleyecek, sanıyorum. Ama hayır, bizim pasif olduğumuzu vb. söyleyerek, kendisinin Devrimci Sol'da yer alacağını, söyledi. Hiç beklemiyordum; İDOD'un (İzmir Demokratik/Devrimci Orta Öğrenin Derneği) belkemiğini oluşturan okullardan birisi olan Çınarlı Meslek Lisesi'nden ve üstelik o okuldan öğrenci arkadaşların bir kısmının yatıp kalktığı Gündoğdu Öğrenci Yurdu'ndan genç bir arkadaşımızdı. (*) Çok sempatik, çok içten, çok kararlı, çok çalışkan, öğrenmeye çok meraklı... başka nasıl anlatabilirim bilemiyorum, işte öyle pırıl pırıl bir kardeşimiz, işte o, böyle konuşunca, içimden bir şeylerin akıp gittiğini hissettim, ne diyeceğimi şaşırdım, tamam Gökhan, dedim, sağlık olsun.
Gökhan (Mahmut Gökhan Özocak), İzmir'de, bizden ayrılıp Devrimci Sol saflarında yer alacağını söyleyen ilk arkadaşlardan birisiydi.(**)
Bu toplantıdan sonra, Bornova Campüsü içindeki “Küçük Amfi”de de bir toplantı yapıldı; sonra herkes yoluna gitti.
Bu arkadaşlarımızın dışında, daha sonraları, bir kaç kişi daha kendisini Devrimci Solcu olarak ilan etti; ama ayrılık sonrası İstanbul'da, Tekirdağ'da, Bursa'da, Konya'da olduğu gibi yekun tutan ve İzmir'deki örgütlü mücadelemize ciddi zarar verebilecek kitlesel bir ayrılık yaşanmadı; Devrimci Sol, İzmir'de, asla kitleselleşemedi.
Devrimci Yol-Devrimci Sol ayrılığında, İzmir'de, 5-10 kişinin dışında ana gövdenin Devrimci Yol'da kalması, Devrimci Gençlik döneminde İstanbul'daki arkadaşlarca dillere pelesenk edilen “Ankara yazar, İstanbul yapar, İzmir bakar” tekerlemesinin, en azından “İzmir bakar” bölümünün doğru olmadığının kanıtı oldu.
Ayrılığın İzmir'e yansıması öncesi dönemde, biz, üniversitelerde, orta öğrenimde, mahallelerde elbette çok ideal bir noktada değildik ama anti-faşist mücadelede yapılması gerektiğine inandığımız her şeyi de yapıyorduk. İlk başlarda, İzmir dışında, özellikle İstanbul, Ankara ve başka bazı yerlerde olup biten, haliyle ulusal basında haber de olan bazı gelişmelerin sonucu bizde oluşan “psikolojik baskılanma” nedeniyle hiç bir şey yapılmadı, diyemem, ama biz, başkalarına özenerek ya da onlarla yarışırcasına saçma sapan işlere asla soyunmadık; ne yapılması gerekiyorsa, onu yaptık.
Biz, Devrimci Solcu arkadaşların, ülke genelinde yürütülen anti-faşist mücadeleye dair konuştuklarında “yapılmıyor; yapılmalı” dedikleri her şeyin İzmir'de yapıldığını ve bundan ötesinin “fantastik” kaçacağını düşünüyorduk. Bizim farkımız, yetiştirilme tarzımızdan olabilir, belki de şuydu; biz yapılması gerekenleri yapıyor ve asla bunların reklamını yapmaya yönelmiyorduk. Biz, yaptıklarımızı reklam olsun diye değil, mücadelenin başarıya ulaşması için gerekli olduğunu düşündüğümüz için yapıyorduk; mahalleli ve yürütülen mücadele içinde yer alan arkadaşlarımız, bu gerçeğin farkındaydı. Haa hem mücadelenin kıyısında köşesinde kalmayı yeğleyip hem de her şeyden haberdar olmayı düşünenler var idi ise, ki vardı (bu tip arkadaşlar her daim de var olacaklardır), ya da “fantastik” eylem yapılmasını hayal edenler var idi ise, ki onlardan da vardı (her daim de olacaktır), onlar için yapabileceğimiz herhangi bir şey yoktu.
Bu nedenlerle, Devrimci Gençlik-Devrimci Yol'u “pasiflikle” eleştirerek ayrılan ve daha “sol”da bir çizgi izleyen Devrimci Solcu arkadaşlar, İzmir'e geldiklerinde, haliyle, umduklarını bulamadılar; Bugün hayatta olmayan arkadaşlarımızdan Selim Martin, İsmail Şahin, Ahmet Özdil, mahallelerden (Gültepe'den) Salih Kukuş, Mustafa Keskin, (Karabağlar'dan) Sezer Filiz (namı diğer “Hortuna”), Mustafa Olpak (***), (Şirinyer'den) marketçilik yapan İlkin ..., (Yeşilyurt'tan) İlyas Tuğlan ve bugün yaşamaya devam eden bizler, Devrimci Yol'da kaldık.
Her neyse, fazla uzatmayayım, ayrılıkta umduklarını bulamayan Devrimci Solcu arkadaşlar İzmir'e ağırlık vermeye başlamadan önce EGE DEV-GENÇ kuruldu ve bu ismi almayı düşünen Devrimci Solcu arkadaşlarımız BATI ANADOLU DEV-GENÇ adıyla kendi derneklerini kurmak zorunda kaldılar.
İzmir, çok değil, sonraki 2-3 yıl içinde Tariş, Çiğli ve Gültepe direnişlerine sahne oldu ve Devrimci Yolcular, bu direnişleri yaratan güçlerin çok önemli bir parçası olarak tarihte yerlerini aldılar.
29.01.2022/Datça/Mehmet Erdal
(*) Gündoğdu Öğrenci Yurdu, annesiz-babasız öksüz öğrencilerin yatıp kalktıkları ve barınmalarını sağladıkları bir yurttu; şimdilerde, devlet, “sosyal devlet” olmasının gereği olan bu tür yurtları yapma ve bu çocuklarımızı bu yurtlarda bakıp büyütme ve yetiştirme görevini büyük ölçüde tarikatlara ve cemaatlere devretmiş durumdadır.
(Not: Bu yazı yayınlandıktan sonra, Gökhan'ın bir arkadaşı, Gökhan'ın Alsancak'ta bulunan Gündoğdu Öğrenci Yurdu'n da değil, Bornova'daki yurtta kaldığı bilgisini iletti; bu bilgi nedeniyle teşekkür ediyorum ve bu bilgiyi paylaşıyorum. 05.02.2022)
(**) Ayrılan arkadaşların, 3'ü öğretmen olmak üzere 5 kişi olduğunu, bunların 2'sinin kadın ve 3'nün erkek, erkeklerden 2'sinin Elazığlı (Dursun Karataş'ın memleketi) olduğunu aımsıyorum. Bir arkadaşım, Gökhan'ın ölümünden söz edilen bir kaynakta 7 kişi olduğunun yazıldığını, kendi bilgisi çerçevesinde bu 7 kişinin 3'nün Çınarlı Endüstri Meslek Lisesinden olduğu bilgisini, iletti; olabilir.
Gökhan, 2001 yılındaki ölüm orucunda öldü; Marmaris taraflarında pazarcılık yapıyordum ve duyduğumda kahroldum. 1981 sonbaharında, Denizli T Tipi Kapalı Cezaevinde iken, böyle yaşamaktansa ölmek yeğdir, noktasına gelen ve müşahede bölümünün alt katında arkadaşlarıyla birlikte, eee yeter, deyip, yemenin yanı sıra su içmeyi de kesen ve ne olacaksa olsun, diyen birisi olarak, insanın, içinde yaşadığı koşullarda, bazen “ölmeye yatabileceğini” bir olasılık olarak gören birisiyim; ama, ölüm orucu üzerinden “bir mücadele”(!) örgütlemeye çalışmanın da saçma sapan bir düşünce olduğuna inanıyorum.
(***) Mustafa Olpak, namı diğer Arap Mustafa: Karabağlar'da, çalıştırdığı tost arabasının başındayken faşistler tarafından kurşunlanıp yaralandıktan bir süre sonra, önce TEP'e, sonra TSİP'e ve daha sonra da “örgütsüz-bağımsız” olmaya doğru evrildi; yıllar sonra, “Afrikalılar Kültür ve Dayanışma Derneği”ni kurduğunu, etnik kökeni üzerine kitaplar yazdığını, 2016 yılında da öldüğünü öğrendim. Huzur içinde yatsın. (Bknz:Google)
Güzel bir yazı insanı geçmişe götürüyor,hayatta olmayanları saygıyla anıyorum..
YanıtlaSil