25 Şubat 2022 Cuma

DATÇA'DA COVİD 19 (PANDEMİ) SÜRECİ VE SOL PARTİ İLÇE ÖRGÜTÜ

  Hiç yorum yok

   



 


                

     DATÇA'DA COVİD 19 (PANDEMİ) SÜRECİ VE SOL PARTİ İLÇE ÖRGÜTÜ (*)

    "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ

     Korona virüs salgınına bağlı bir panik havasının kamuoyunda esmeye başlamasının ardından, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere pek çok büyük şehirden yurttaşların, bu mevsimde daha az kalabalık ve büyük şehirlere göre daha korunaklı olarak gördükleri Ege ve Akdeniz'deki sahil yerleşim yerlerine akın ettikleri, yerel ve ulusal basında haber olarak yer almıştı.

     Bu yerleşim yerlerinden olan ve coğrafi olarak da en uzak bir noktada bulunan Datça, büyük şehirlerde yaşayan ve bugünlerde Korona virüs salgını nedeniyle rağbet gören yerlerden birisidir.

     Geçtiğimiz on beş gün içerisinde, bu çerçevede, bazı büyük şehirlerden erkenci yazlıkçıların geldiği, sokaklarda kiralık ev ya da satılık ev arayanların dolaştığının sıkça görüldüğü duyumları alınmasına karşın; sokaklarında dolaşan ve farklı iş yerlerinde alış-veriş yapan insan sayısında belli bir hareketlilik göze çarpmıyordu. Konuştuğum bazı esnaflar, ya siftah etmediklerini ya da satışların çok düştüğünü; bu durumda ne yapacaklarını bilemediklerini söylüyorlardı.

     Bu duruma dair en gerçekçi gözlem, her Cumartesi günü açılan Halk Pazarında yapılabilir ve geneli yansıtan ortalama bir bilgi farklı pazarcılardan alınabilirdi.

     Pazar yerine gitmeden önce uğradığımız büyük bir marketin Datça'daki en büyük şubesinde içeride gezinen ve alı-veriş yapan müşteri, beklentilerimize karşın oldukça az ama özellikle sebze, kuru bakliyat, unlu mamullerin olduğu raflar bomboştu; bazı aradıklarımızı bulamadık.

     Oradan Halk Pazarına yöneldik.

     Arabamızı, pazar yerine yakın bir yere park etmeye özen gösterdik; önceleri, çarşının merkezindeki otoparka park eder ve yürüyerek pazar yerine giderdik.

     Pazar yeri girişindeki giyimcilerin bulunduğu bölümde pek fazla müşteri göze batmıyordu; eski bir pazarcı olarak, satıcıların tamamına yakınını tanıdığımdan, selamlaşarak yürüdük. Sebze ve meyve satılan bölümün girişi yerine üzerinde müşteriler için ellerini dezenfekte edebilecekleri malzeme olan bir masanın konulduğunu gördük; Belediye, yaptığı bir paylaşımda, bugün tuvaletlerin parasız olarak kullanılabileceğini ve pazar yerinin farklı yerlerine yerleştirilen dezenfekte noktalarından yararlanabileceklerini de duyurmuş...

     Sebze ve meyve bölümü, öğle saatleriydi girdiğimizde ve her zamanki gibi, öğleden sonra biraz daha kalabalıklaşması olasıydı ama önceki haftalara göre çok tenha idi. Yiyeceklerin tümünün, poşetlere konulduğu ve satışa öyle sunulduğu görülebiliyordu. Pazar yerinde görevli olan zabıta, sormam üzerine, bunun, Ticaret ve Sanayi Bakanlığından gelen genelge çerçevesinde belediye tarafından pazarcılardan istendiği, bilgisini verdi.

     Bazı pazar tezgahları boştu ve o yerlerin sahibi pazarcılar, bugün pazara gelme ve satış yapma gereksinimi duymamışlardı.

     Pazar yerinde çay, tost vb. satılan yerde her zamanki oturakların ve masaların olmadığını gördük. İş yerinin sahibi Yusuf Yaşar, işlerin durduğunu ve bekleşip durduklarını, söyledi.

     Giyim satan yerden geriye dönerken kadın üst giyim satan Yasin Kırbaş, siftah ettiğini; karşısındaki, kadın elbiseleri ve farklı giyimleri satan Mesut Evci, daha soran bile olmadığını söyledi.

     Bazı pazarcıların, gelecek haftaya dair endişeli olduklarını gördük; Muğla Yatağan, Akyol, Menteşe ve başka bazı yerlerdeki .pazar yerlerinin gelecek haftalarda açılmayacağının ilgili belediyelerce tebliğ edildiğini duymuşlardı ve Datça Pazarı için durumun ne olacağını bilemiyorlardı.

     Bu konuyu, belediyeden sorumlu konumunda olan bir yetkiliye sorduk; bazı belediyelerin inisiyatif kullanarak böyle bir karar aldıklarını duyduklarını ama şimdilik Datça Pazar yeri için buna benzer bir düşüncenin olmadığını; tam aksine, pazar yerini açık tutmak istediklerini ama yine de bu konuda, Ticaret ve Sanayi bakanlığının genelgesinin belirleyici olacağını, söyledi.

     Fazla kalmadan pazar yerinden ayrıldık.

     İş yerleri kapanan ve şimdi işsiz kalan, ne yapacağını ve nasıl geçineceklerini bilemeyen çalışanlar gibi pazarcı esnafı da kara kara düşünüyordu yarınlarını; bunda da yerden göğe kadar haklıydılar...

     21.03.2020/Datça Mehmet Erdal "


   " 'YASAKLI' PAZARCILARIN DURUMU VE BEKLENTİLERİ.

'DEVLET ÖDESİN!...'

     21.03.2020 tarihli yazımda (Bknz:https://mehmeterdalyazilar.blogspot.com /'BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ'), pazarcıların, başka yerlerdeki gelişmelere bakarak, Datça Pazar yerinin de gelecek haftalarda açılıp açılmayacağına dair bir endişelerinin olduğunu ve bunda da, '...tıpkı işsiz kalan, ne yapacağını ve nasıl geçineceklerini bilemeyen çalışanlar gibi...yerden göğe kadar haklı...' olduklarını yazmıştım.

      ***

     Bu yazımın yayınlanmasının hemen ardından, 23.03.2020 günü, Datça Belediyesi, kendi internet sayfasında, önce, her ayın son Pazar günü açılan '2.el pazarının' ve bilahare ardından, aynı gün, her hafta sonu Cumartesi günleri kurulan Halk Pazarı'nda, sebze ve meyve, yani temel gıda maddeleri dışında satış yapan pazarcıların tezgah açmasının da, Korona virüs ile mücadele kapsamında, ikinci bir emre kadar yasaklandığını duyurdu; İçişleri Bakanlığı ise, 24.03.2020 günü gece yarısı yayınladığı bir genelge ile bu yasağın ülke genelinde uygulanacağını, dahası, tezgah açmasına izin verilen sebze-meyve vb. temel gıda maddesi satıcısı pazarcı esnafının da belli kurallar çerçevesinde bu faaliyetlerini sürdüreceklerini resmen ilan etti.

     ***

     Datça Pazar Yeri, 28.03.2020 günü, yasaklı olan pazarcıların tezgah açtıkları yerlere, tezgah açan pazarcıların ve pazara temel gıda maddelerini satın almak için gelen oldukça az sayıdaki müşterilerin araçlarını park ettikleri bir görüntüyle açıldı. (Bunun böyle olduğunu, bizim için de alış veriş yapan yasaklı bir pazarcı arkadaşın benim bu yazım için çektiği fotoğraflardan anlıyoruz.)

     ***

     21.03.2020 günü pazar yerini gezerken bazı pazarcı arkadaşların ağzından ilk kez 'Yasaklanabilir mi?' sorusunu duyduğum andan itibaren kendi kendime sorup durduğum sorular beynimde giderek büyüdüler; 1992-2017 yılları arasında tam 25 yıl birlikte olduğum bu kadın ve erkek pazarcı arkadaşlar, şimdi ne düşünüyorlardı? Ne yapacaklardı? Nasıl geçineceklerdi? Günlük yaşamlarını devam ettirebilmek için gereksinimlerini nasıl karşılayacaklardı? Belediyeden, Esnaf ve Sanatkarlar Odasından, Devletten beklentileri nelerdi? Geleceklerine dair öngörüleri nelerdi?...

     ***

     Datça Belediyesinden alınan bilgilere göre, Datça Belediyesi'ne kayıtlı 250 pazarcı vardır ve bu kayıtlı pazarcıların, sebze-meyve vb. temel gıda ürünü satmayan 58'i, şu an için ne kadar devam edeceği öngörülemeyen bir zaman diliminde, Datça dahil hiç bir yerde tezgah açamayacaklardır; yani, 'yasaklı'dırlar.

     Ülke genelinde sayıları on binleri bulan bu 'yasaklı' pazarcıların Datça'da yaşayanlarının ve/veya Datça dışında yaşamalarına karşın Datça'da da tezgah açtıkları için bir biçimde tanıdıklarımın şu an içinde bulundukları maddi koşulları, halet-i ruhiyelerini ve beklentilerini (ülke genelini de kavramamıza yardımcı olabilmesi amacıyla) öğrenmek için, 3'ü Datça'da 4'ü de Datça dışında yaşayan olmak üzere 7'si ile telefon üzerinden söyleştik:

     BURAK GERİDÖNMEZ: Kadın dış giyimi satıyor. Marmaris'te oturuyor ve oradan gelip gidiyor. Datça dışında Ak-Tur'a, Ak-Tur açılıncaya kadar Turunç'a ve Muğla merkezde Perşembe günleri açılan pazara çıkıyor. Evli. Çocuğu yok. Eşi, çalışıyor. Kirada oturuyor. Bağ-Kur borcu var. Başka borcu yok. Şu an keseden yiyorlar. Arkadaşlarıyla oluşturdukları, 13-14 kişilik bir WhatsApp grupları var; yolda belde gider gelirken lazım olur, ortak bilgilenmeleri gereken bilgileri paylaşırız, düşüncesiyle kurmuşlar.

     Belediyeden, pazar yerine tezgah açamadıkları süreçte işgaliyelerin borç hanesine işlememesi gerektiğini, düşünüyor. Belediyenin yapabileceği başka bir şey yok, diyor.

     Esnaf Odası'nın kredi vereceğini duyduğunu ama bu konuda fazlaca bir şey bilmediğini, sorup soruşturacağını, söylüyor.

     Hükumete, 'Sezona girecektik, giremiyoruz. Destek paketi, diyorlar; bu ne ki? Bize nakdi destek lazım. Açıklamalar muallak. Belirsiz bir süreç bu...süre belli olsa, tedbirimizi alırız. Şimdi neye göre ne yapacağız? Bilemiyoruz. Bize faizsiz kredi lazım, gelecek sezon ödemeli. Böyle olmaz ise, biz bu aldığımız kredileri kış sezonunda nasıl ödeyeceğiz? Bağ-Kur ötelendi, diyorlar. Gelecekte ödenir, diyorlar. Kimsenin bu borcu böyle ödeme şansı yok. Bunu peşinen söyleyeyim. Devletin yanımızda olmasını istiyorum. Biz onu dinliyoruz. O da bizi dinlesin. Bizim yanımızda olsun.' diye sesleniyor.

     MEHMET SÖYLEMEZ (ATA): Ayakkabı ve terlik satıyor. Datça'da oturuyor. Datça, Ak-Tur, Karaincir, Palamutbükü, Çeşme Köy, Yazı Köy pazarlarına çıkıyor. Evi, kira. Emekli. Evli. İki çocuğu var. Büyük çocuğu kız ve üniversitede öğrenci. Oğlu, lisede okuyor. Eşi, çalışmıyor. Toptancıya mal ve belediyeye işgaliye borcu var. Şu an keseden yediğini, belediyenin, tezgah açamadıkları süreç için işgaliye almamasını; önceki işgaliye borçlarını yapılandırmasını, yoksa kimsenin bu borçları ödeyemeyeceğini, söylüyor.

     Hükumetin faizsiz kredi vermesini, bazı kurallar çerçevesinde değil, ihtiyacı olan herkese vermesini, bunun başka yolu olmadığını; Kaymakamlıktan, sosyal güvencesi olmayanlara 300-400 TL verildiğini, duyduğunu ama kendisi emekli olduğu için, bundan da yararlanamayacağını; 1600 TL emekli maaşı aldığını, evin kira olduğunu ve bu durumda bununla nasıl geçineceğini, soruyor.

     TURGUT GÜN: Marmaris'te oturuyor. 3 kardeş olarak çalışıyorlar. Datça, Ak-Tur, Palamutbükü, Karaincir, Beldibi, Söğüt, Bozburun, Selimiye ve Bayır pazarlarına tezgah açıyorlar. Evli. İki çocuğu var ve ikisi de okuyor. Plastik ve cam eşya mamulleri satıyorlar. 3 kardeşin üçünün de evi var. Toptancılara, Esnaf Odasına, bankalara kredi borçları var. Şimdi, eldekilerle bir şekilde geçinmeye çalışıyorlar.

     Belediye için, 'Kendisi de zor durumda; ondan bir beklentimiz yok.' diyor. Üç kardeş, kendileri çare arıyormuş. Bir an önce pazarların açılmasını, bekliyorlarmış. Pazarların açılmadığı sürece işgaliyeler konusunda, herkesin mağdur olacağını, söylüyor.

     Hükumete, 'Gelir gideri zaten karşılamıyordu, gelir giderek düşüyordu; ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı. Büyüklere verildi; bize de bir kaynak ayırılsaydı da biz de açmasaydık. Elimiz kolumuz bağlı. Küçük esnafa destek verilmeli.' diye sesleniyor.

     HÜLYA ÇAKMAKOĞLU: Evli. Datça'da oturuyor. Datça'ya ve Palamutbükü'ne çıkıyor. İki çocuğu var; ikisi de kendilerine bakabilecek durumdalar. Ev, kendisinin. Emekli maaşı var. Kredi kartı ve Bankalara kredi borcu var. Mal borcu yok. Hali hazırda Datça Knidos Pazarcılar Derneği başkanı. Başkanı olduğu derneğin, farklı mallar satan toplam 42 (kırk iki) üyesi var.

     Belediye için 'Nakdi ve yiyecek desteği yapmalı. İşgaliye borcunu ertelemeli, yarısını affetmeli. Mutlaka yardım yapmalı. Belediye Başkanı ne düşünüyorsa açıklamalı.' diyor.

     Kaymakamın sosyal yardım yapması gerektiğini, düşünüyor. Kaymakamlık bünyesindeki Sosyal Yardım bölümündeki Deniz bey ile görüşmüş ve Deniz beyin, kendisine, Bağ-Kur'lu oldukları için 'yasaklı' kapsamına giren pazarcılara yardım edemeyeceklerini; Yeşil Kart sahibi olsalardı, yardım yapabileceklerini söylediğini, söylüyor.

     Devlet için, 'Madem yasakladı, destek vermeli. Nasıl geçineceğiz? Sosyal yardım yapılmalı.' diye de ekliyor.

     İBRAHİM KELEŞ: Marmaris'te oturuyor. Evli. Evi, kira. İki çocuğu var ve ikisi de üniversitede okuyor. Deri çanta, kemer vb. deri ürünleri satıyor. Datça, Fethiye ve Fethiye/Hisar Önü pazarlarına tezgah açıyor. Kredi kartı, SSK, Bankalara kredi ve piyasaya mal borcu var. Şimdilerde kredi kartında yiyip geçiniyorlar.

     Belediye için, 'Yardım edebilirse etmeli; ne yiyip ne içeceğiz? Erzak vb. olur; çalışmıyoruz' diyor.

     Hükumet için 'Kredi veriyormuş. Geçmişte SSK borcum var. Sicilim temiz değil. Kefil istiyormuş; neyin kefili? İhtiyacı olan kredi ister; biz kefil mi bulabiliriz? Devlet bizi aç mı bırakacak? Bu durum ne kadar sürecek? Ne yapacağız?..., diyerek, devam ediyor.

     ERCAN GÜNGÖZ: Marmaris'te oturuyor. Çocuklara ve büyüklere karışık penye giyim eşyaları satıyor. Datça, Turunç ve Beldibi pazarlarına çıkıyor... Bekar. Kirada oturuyor. Maliyeye, kredi kartına ve her yere borcu var. Şimdilerde, hazırdan ve kredi kartından geçiniyor.

     Belediyeden, işgaliyeleri dondurmasından başka bir beklentisi, yok.

     Hükumetin kredi ve kredi kartları borçlarının faizini iptal etmesini; ana paraların ödenmesini de ötelemesini istiyor. Halihazırdaki pakete göre, faiziyle birlikte ötelendiğini, söylüyor ve peki, sonra ne olacak?, diye soruyor. Bu borçlar , günü geldiğinde, nasıl ödenecekti?...

     Bağ-Kur, vergi vb. zaten ödeyemiyormuş. Önceki yıllarda, bu borçları Yaz sezonunda ödüyormuş, ödeyemediği zaman ise öteliyormuş. Şimdi nasıl yapacakmış? Ne zaman tezgah açılacağı belli değil; yardımcı olsalar iyi olur, diyor. Bağ-Kur dondurulsun, vergi dondurulsun...Eskileri yatırmayalım....Tezgah açmaya başlayınca, yeniden başlasın..., diye devam ediyor.

     BİRCAN USTA ÜNSAL: Datça'da oturuyor. Evi, kira. Eşinin 2, 2 de kendisinin olmak üzere toplam 4 çocukları olduğunu; 4'nün de kendilerine bakabildiklerini, söylüyor. Kredi, Kredi Kartı, toptancı, Maliye...daha bir sürü yere borçları varmış. Eşi ile birlikte bu işi yapıyorlar. Buldan bezinden yapılma ağırlıklı bayan ve erkek giyim satıyorlar. Datça, Ak-Tur, Palamutbükü ve zaman zaman da Yazı Köy ile Çeşme Köy pazarlarına çıkıyorlar. Şimdilerde çağla toplamaya gidiyor ve elde ne varsa onunla geçiniyorlarmış; önümüzdeki sürece dair de, açık açık, hiç bir fikrinin olmadığını, söylüyor.

     Düşüncelerini, açık bir biçimde ve en yalın kelimeler ile ifade etmekten kaçınmıyor: 'Esnaf Kefalet kredi veriyor; ama kime? Borçlar 3 ay erteleniyor; ama 3 ay sonra kim ödeyecek? Kazancımız yok ki...3 ay sonra aynı anda hepsini nasıl ödeyeceğiz? Bu, milletin gözünü boyamaktan başka ne işe yarıyor? Kira, elektrik, su... Ödemeyi bile düşünmüyorum. Versinler mahkemeye. Hakim sormayacak mı, neden ödemiyorsun?, diye; ben de derim ki, neyle ödeyeceğim? Yok...

     Devlet, 3 ay tezgah açmayın, diyor ve biz de açmıyorsak, o zaman 3 aylık bütün borçları silsin; kredi borcunu, kredi kartı borcunu, elektrik, su... desin ki, ben ödüyorum. Ben o zaman göreyim Devletin, Hükumetin, Bankaların...büyüklüğünü....Pazara çıkma! Tamam, ama 3 ay sonra bütün bu borçları nasıl ödeyeceğiz? Bunları, ödenmiş, kabul edecekler; keyfimizden değil. Yaz bunları, aynen yaz; ben ne söylüyorsam, yaz.

     Pazarcılar, çalışan kesimlerin en alt kısmıdır. Pazarcılık, çok zordur. Sen de yaptın; bilirsin. Beni ne konuşturuyorsun? Öyle değil mi? Bu böyle bilinmelidir. Ahım şahım bir gelirimiz de yok...Kredi kartı ile geçiniyoruz.

     Hükumetin yaptığı, benim aklımla oynamaktır.

     Belediyenin durumunu biliyorum. Bir şey yapamaz. Çok zor dönüyor. Var olan bütçe ile ancak kendini döndürüyor. Belediyenin yapabileceği bir şey olsa, bizim belediye yapar. Bunu biliyorum.

     Tezgah açmadığımız sürece işgaliye almasa iyi olur; ama alır. Neden? Çünkü, ona sorarlar, o nedenle o da bizden almak ister. O da sistemin içinde. Deseler ki, her belediye kendi bildiği gibi yapsın; o zaman Datça belediyesi almaz....'

     ***

     Korona virüs salgını ile mücadele kısa sürede pozitif bir sonuca ulaştırılamaz ve pazarcıların korktuğu gibi 2-3 ay ya da daha fazla sürer, haliyle pazarcılar da pazar yerlerine tezgah açıp çarklarını döndüremezler ise; bu, onların bazıları için tam bir yıkım olur.

     Pazarcılık yapmaları belirsiz bir süre için yasaklanan bu pazarcılar, şu an var olan koşullarda evlerini geçindiremeyecekleri için ev içi ve/veya yakın çevreleriyle, kaçınılmaz olarak, çok ciddi sorunlar yaşayacaklar; dahası, yeniden normal koşullara dönüldüğünde ya bir kısmı artık bu işi yapamayacak kadar kötü durumda/batmış ya da ödeyemeyecekleri bir borç batağı içerisinde ne yapacaklarını bilemeyecek kadar şaşkın olacaklardır; 25 yılını, pazarcılık yaparak yaşayan birisi olarak, bunları çok rahat öngörebilirim.

     Bu nedenle, şu an tezgah açmaları yasaklanan pazarcıların sesine kulak verilmeli ve Belediyeler, Esnaf ve Sanatkarlar Odaları, Devlet olarak onların dertlerine deva olunmaya çalışılmalıdır; şimdi, bugüne kadar söylenen her şeyin test edileceği ve ayan beyan görüleceği günleri yaşıyoruz.

     Not:1-Bu yazı yazılırken, bir sorumuz üzerine, Datça Belediyesi'nden yetkili bir kişi, Belediye Başkanı'nın, pazarcıların, Korona virüs salgını günlerinde (yasak nedeniyle) tezgah açamadıkları günler için işgaliye parası ödemeyeceklerini, söylediği, bilgisini verdi.

     2- Hükumetin açıkladığı 100 milyar TL civarındaki 'Destek Paketi' içerisinde esnafa yönelik olarak sözü edilen 25 bin ve 50 bin TL'lik kredilerle ilgili pazarcı esnafının duyumlarını ve beklentilerini ilettiğimiz Datça Esnaf ve Sanatkarlar Odası başkanı Cemal Demirtaş, şunları söyledi: Bu krediler ve pazarcı esnafının bu kredilerden yararlanacağı duyumları doğrudur. Ancak, bu kredilerden yararlanmak için, tabir-i caizse sicilin temiz olması gerekmektedir. Sicilin temiz olması da yeterli değildir; bu devirde kefil bulmak kolay olmadığından ve haliyle kimse kefil bulamayacağından, kefil bulma konusunu pas geçiyoruz; aracın kasko değerinden ya da başka bir şeyin ipotek edilmesi, yani teminat olarak gösterilmesi gerekmektedir. Bu olmaz ise, krediden yararlanamıyorsun. Haliyle, bugün bu kredilerden, yalnızca durumu iyi olanlar yararlanabilir. Hükumetin bu paketi iyileştirmesi, esnafı desteklemesi gerekir. Ayrıca, bu kredilerin yalnızca bir banka üzerinden yapılması da doğru değildir; diğer bankalar da bu konuda devreye sokulmalıdır. Halk bankası, bu konuda Esnafı Kooperatife yönlendiriyor. Onlar da işi zorlaştırıyorlar. Gittim, onlarla konuştum; 15 bin TL kadar kredileri kişiye verin; kefil vb. bir şey istemeyin. 15-30 bin TL arasında kefil isteyin, sonra ipotek isteyin vb., ama hayır, ikna edemiyorum. Sorun çok....

     3-Pazarcı esnafının bu konudaki sorularının yanıtlarını bulabilmek için Datça'daki esnafın kredi gereksinimlerini karşılamakla görevli Esnaf Kefalet ve Kredi Kooperatifi Datça Şubesi Başkanı Hasan Esat Deniz'i de aradım: Esat bey, kendilerine kredi için baş vuracak esnafın ilk kez mi kredi talebinde bulunduğunun ya da daha önce de kredi kullanan birisi mi olduğunun önemli olduğunu, söyleyerek açıklama yaptı: Eğer, kredi talebinde bulunan esnaf daha önce de kredi kullanmış ve ödemelerinde herhangi bir sıkıntı yaratmamışsa, bir başka deyişle sicili temiz ise, Kooperatif olarak, o esnafın kefil bulup bulamayacağına bakıyor ve eğer hem sicili temiz hem de kefil bulamayacağı kanısına varırlarsa, o esnafa, 25 bin tl. kadar kefilsiz kredi verebiliyorlarmış; elbette, onların hazırladığı dosyanın, Halk Bankası tarafından da onaylanması gerekiyormuş.

     Açıklamaların özünün şu olduğunu söyleyebiliriz: Kooperatif, kendileri açısından sicilinde sorun bulunmayan bir esnafa kefilsiz kredi verebiliyor ve o esnafın dosyasını hazırlayarak Halk Bankasına yolluyor; ama ister bu biçimde ister kefilli olarak Halk Bankası'na dosyaları gönderilen esnafın banka tarafından yapılan incelemesinde, kredi ya da kredi kartı ödemelerinde herhangi bir soruna rastlanırsa, banka, otomatikman o esnafın dosyasını ilerletmiyor ve geri gönderiyormuş.

     Bu durumda, hükumetin, Halk Bankası'nın esnaf kredilerine yönelik kriterleri konusunda yeni bir düzenleme yapılması gerektiğini bankaya söylemesi gerekiyor; anlatılanlardan, yapılması gerekenin bu olduğu anlaşılıyor.

     4- Bu konuda en tam ve sağlıklı bilginin alınabileceğini düşünerek, Esnaf Kefalet ve Kredi Kooperatifleri Birliği'nin Ankara'daki Merkezi'ne 30.03.2020 günü bir mail atarak, bu konuda durumun ne olduğunu ve bize yazılı bir veri yollayıp yollayamayacaklarını sordum; 24 saat geçti ve hala beklemeye devam ediyorum.

     31.03.2020/Datça Mehmet Erdal"

     "YASAKLI PAZARCILARIN AYAKTA KALMA ÇABALARI.

     'NİSAN-MAYIS NEYSE, AMA HAZİRAN'DA DAYANAMAYIZ!...'

     İçişleri Bakanlığı'nın 24 Mart 2020 günü gece yarısı yayınladığı genelge ile pazar yerlerine tezgah açmaları (süresi baştan ilan edilmeyen bir zaman dilimi için) yasaklanan (giyim, deri çanta-kemer, ayakkabı ve terlik, plastik eşya, hediyelik vb. ürün satıcısı) pazarcıların durumu ve içine girilen süreçteki beklentilerinin neler olduğuna dair yedi (7) pazarcı esnafı ile telefon üzerinden söyleşi yapmış ve bu söyleşiyi, 31.03ç2020 tarihinde yayınlamıştım.(Bknz: Yasaklı Pazarcıların Durumu ve Beklentileri/ https://mehmeterdalyazilar.blogspot.com)

     Söyleşi yaptığım Pazarcılar, söyleşide, kendi durumlarına ve (Belediyeden, Esnaf ve Sanatkarlar Odası'ndan, Devletten) beklentilerine dair düşüncelerini açık açık ifade etmişlerdi.

     Bu yasağın üzerinden üç (3) hafta civarında bir süre geçti.

     ***

     Bu 'yasak' durumu, halihazırda devam ediyor ve daha ne kadar devam edeceğine dair de hiç bir yetkili kişi ve kurum, herhangi bir somut açıklama yapmıyor.

     Peki, bu pazarcı esnafı, şimdi ne düşünüyor? Ne yapıyor? Kendisinin ve evinin geçimini nasıl devam ettiriyor? Belediyeden, Esnaf ve Sanatkarlar Odası'ndan, Devletten beklentilerine somut bir yanıt bulabildiler mi? Şimdilerde kimden ve ne tür beklentileri var? Gidişata dair düşünceleri nedir?

     Fikri takip yaparak, aynı pazarcılar ile yeniden bir söyleşi yapmaya karar verdim; önceki söyleşi sıralamasına uygun olarak, telefonlarını çaldırdım:

     BURAK GERİ DÖNMEZ: (Marmaris'te oturuyor. Evli. Çocuğu yok. Kadın giyim eşyaları satıyor ve Datça, Ak-Tur, Ak-Tur açılıncaya kadar Turunç, Perşembe günleri de Muğla Pazarı'na tezgah açıyordu) Halet-i ruhiyen nasıl, diye soruyorum, anlamıyor; ne?, diyor. Kuşak farkı, doğal. Nasılsın? Psikolojik durumun nasıl?, diyorum; orta şekerli, diye cevap veriyor. Ne iyi ne de kötüymüş. Sürekli TV'lere bakıyormuş. Yakın zamanda her şeyin güzel olacağını, söyleyemem, diyor. Bir köpeği varmış ve gündüzleri onu gezdiriyormuş. Bugünlerde, kirada oturduğu evi boyayacakmış. Eşi çalışmaya devam ediyormuş, ama onun maaşı ile geçinemeyecekleri için hazırdan yemeye devam ediyorlarmış. Kredi için, bağlı olduğu Datça Esnaf ve Sanatkarlar Odası'nı aramış. Oda Başkanı, Cemal Demirtaş, Halk Bankası'na başvurmasını, eğer orada bir sorun yaşarsa kendilerini aramasını söylemiş. Odadan verilen bilgiye göre, 5-25 bin TL. arasında kefil, ipotek vb. herhangi bir şey istenmiyormuş. 25-100 bin TL. arasındaki kredi taleplerinde kefil ve ipotek isteniyormuş. Marmaris'te oturduğu için, Devletin sözünü ettiği yardımlar konusunda Marmaris Kaymakamlığı'nı aramış; oradan, kendisine bir telefon numarası vermişler ve o numarayı aramasını söylemişler. Aramış, aramış, bir türlü düşürememiş. İçinde yaşanılan mevcut durumun, Haziran sonuna kadar devam edebileceğini düşünüyor. O saatten sonrası için, yurtdışına yönelik sınırları açarlar mı açmazlar mı?, Açmaları mı iyi olur ya da açmamaları mı?, Açarlarsa, turistlerin gelmeleri mi iyi olur yoksa gelmemeleri mi?, diye kendi kendine soruyormuş. Çünkü, bu virüsün öyle kolay kolay engellenemeyeceğini, engelledik deseler de gerçekten tehlike olmaktan çıkıp çıkamayacağını, bilemediğini ve bu konularda, TV'lerden dinledikleri çerçevesinde, kafasının karışık olduğunu, söylüyor. Bu nedenle, Devletten, kira ve geriden gelen borçlar konusunda, nakdi yardım ya da gelecek yıl ödemeli kredi vermesini istiyor. Bu konuda, İç Anadolu ile sahillerdeki esnafa yönelik iki ayrı yaklaşımın gösterilmesinin iyi olacağını, söylüyor. Eğer, Devlet, Bankalar, Esnaf Odaları, gelecek yıl değil de normal kredi verirse, Haziran ayının da bu durumda geçeceği ve geriye 2-3 ayın kalacağı, o ayların da nasıl geçeceğinin bilinmediği bir durumda, bu krediler, nasıl ödenir?, diye soruyor. Nisan-Mayıs-Haziran ayları Bağ-Kur borçları Ekim-Kasım-Aralık aylarına ertelendi, o aylarda hem ertelenenleri hem de o ayları, yani sezonun, haliyle işin bittiği o kış aylarında iki aylık Bağ-Kur borcunu birlikte kim ödeyebilir ki?, bu imkansız bir şey, diye de ekliyor. Ben, bu borçları, ancak gelecek yıl ödeyebilirim, diyor. Toptancıları ile konuşuyormuş. Onlar da bir beklenti içerisindeymiş. Ben, diyor, Haziran ayında neye güvenerek mala gireyim? Toptancı, biliyorsun, önceden mal yapar; peki, onlar kime güvenerek, şimdiden mal yapsın? Bilemiyorum, bekliyorum, diyerek sözünü bitiriyor.

     MEHMET SÖYLEMEZ (ATA): ( Datça'da oturuyor. Evli. İki çocuğu var. Birisi üniversitede olmak üzere, her ikisi de okuyor. Ayakkabı ve terlik satıyor. Datça, Ak-Tur, Palamutbükü, Çeşme Köy ve Yazı Köy Pazarlarına çıkıyordu.) Ne yapıyorsun?, diyorum; ne yapacağım?, boş boş oturuyorum, diyor. Boş olduğu zamanlarda kahvelere giden ve arkadaşlarıyla 'taş döşeyen' (Okey oyunu) birisi olduğunu bildiğim Ata, şimdilerde kahveler de kapalı olduğundan, evden dışarıya çıkmıyormuş. Evde sorun çıkmıyor mu, diye soruyorum, yok, ne sorunu çıksın, diyor. Hanımı da evde oturuyormuş. Evin geçimini, emekli maaşı ile sağlamaya çalışıyormuş. Durumunu az çok bildiğimden, emekli maaşından kesilen bir şey yok mu, diyorum; varmış; 875 TL. civarında bir kredi borcu kesintisi varmış. Evi kira olduğu için, ev sahibi ne diyor?, diyorum. Şimdilik, bir şey istediği yok, diyor. Üniversitede okuyan kızı da, şimdi evdeymiş. Kredi için, İnternetten Ziraat Bankası'na baş vurmuş. Sana döneriz, demişler; bir hafta olmuş başvuralı ve ses seda yokmuş. Döneceklerine dair umudu da yokmuş. Kendisi gibi tezgah açması yasak olan bir pazarcı arkadaşı ile Datça Kaymakamlığı'na gitmişler. Kaymakamlıktan, SSK güvenceleri olduğu için, yardım edemeyeceklerini, söylemişler. Kaymakamlık, herhangi bir güvencesi olmayanlara yardım ediyormuş. Peki, Devlet, açmayın, dediği için tezgah açmadıklarını, onlara yönelik bir yardımın olup olmadığını bilip bilmediğini, soruyorum. Bilmiyormuş. Bu durumun Mayıs ortalarına kadar süreceğini düşünüyor muş; daha doğrusu, TV'lerde söylenenlere bakarak bu öngörüde bulunuyormuş. Peki, diyorum, diyelim ki bu durum Haziran sonu ve Temmuz ortalarını buldu, ne yapacaksın? Ne yapacağım, bekleyeceğim, diyor. Beklemekten başka çaresi olmayan her yurttaş gibi...

     TURGUT GÜN: (Marmaris'te oturuyor. Evli ve okuyan iki çocuğu var. Ev kendisinin. Üç kardeş birlikte aynı işi yapıyorlar. Plastik ve cam eşya mamulleri satıyorlar. Datça, Ak-Tur, Palamutbükü, Karaincir, Beldibi, Söğüt, Bozburun, Selimiye ve Bayır pazarlarına tezgah açıyorlardı) Evde oturuyorum, hanıma ev işlerinde, bahçe işlerinde yardım ediyorum, diyor, sormam üzerine. Çocuklarla ilgileniyor, TV izliyormuş. Yazdan yaptıkları yiyecek stokunu kullanıyorlarmış. Şu ara elektrik, su, İnternet ödemelerini pas geçiyormuş. Başka yapılacak bir şey yok, diyor. Durumuna şükrediyor. Şimdilik idare edecekleri kadar paraları varmış. Ama öte yandan, Halk Bankası ve faizli olarak da Yapı Kredi Bankası'na olan borçları ötelemişler. Kredi kartı borcum var, ödeyemeyeceğim, diyor. Bağlı oldukları Kavaklıdere Esnaf Odası'na 25 bin TL'lik kredi için kardeşi başvurmuş; kefil istemişler. Kefil gösterip o krediyi alacağız, başka çaremiz yok, diyor. Kaymakamlığa ya da Belediyeye, ayni yardım için başvuruda bulunup bulunmadıklarını soruyorum, hayır, bulunmadık, bulunmayız da; çünkü durumumuz o kadar kötü değil, bizden daha kötü durumda olanlar var, onlar gitsinler ve onlara yardım yapılsın, diyor. Bu durumun ne kadar süreceğine dair somut bir öngörüsü yokmuş, TV'lerde söylenenleri dinliyormuş, bir an önce bu durum bitsin ve işimize gücümüze bakalım; akşam ki (10 Nisan Cuma günü akşamı yaşananları kastediyor) gibi olursa, işimiz zor...diye bitiriyor.

     HÜLYA ÇAKMAKOĞLU:(Datça'da oturuyor. Evli. Datça ve Palamutbükü Pazar yerlerine tezgah açıyor. Evi kendisinin. Emekli maaşı var. İki çocuğu var ve ikisi de kendilerine bakacak durumdalar. Halihazırda, 42 üyesi olan Knidos Pazarcılar Derneği Başkanı. Hediyelik eşya satıyor.) Çok zor, etrafımdaki tanıdıklara üzülüyorum, diyerek söze başlıyor. 10 Nisan günü akşamı olan olay, çok canımı sıktı, diyor. 'Bu ülke ne olacak? Ekonomi ne olacak? Biliyorsun, benim, baktığım, evcil hayvanlarım var. Bir hayvan barınağım var. Ben onlar için pazarlara çıkıyorum. Bunların, aylık 2-3 bin TL'lik ihtiyaçları var. Pazarcı arkadaşlar için, çok üzülüyorum. Muğla Büyükşehir Belediyesi ile görüştüm; on (10) kadar arkadaşa, koli ile yardım gönderttim.' Tekrar, soruyorum; kaç kişi?, on kişi var, diyor. Şaşırıyorum. Duymamıştım. Ama yeterli değil, diyor. Bu insanlar için, daha başka şeyler de yapmalı, diye devam ediyor. 'Şu Nisan ayı geçsin, hani, salgın, tepe noktasını bulacak, diyorlar ya, bulsun; Mayıs ayı başı tekrar Büyükşehir ile görüşmeli, Milletvekilleri ile görüşmeli, Ankara ile görüşmeli, bu insanlar çok zor durumda. Çoğu kiralık evde oturuyor ve ev kiralarını ödeyecek, hadi bir ay dayandılar diyelim, ondan sonra karınlarını doyuracak paraları yok.' Söylediklerinden, bir parçası olduğu pazarcılar için endişe duyduğu, bir şey yapmak için çırpındığı ama var olan olanakları ve ilişkileri içerisinde, ne yapacağını bilemediği, anlaşılıyor. Kaymakamlığın, SSK güvenceleri nedeniyle, pazarcılara yardım yapamayacaklarını söylediklerini, söylüyor. Datça Belediyesi CHP Meclis üyelerinden bazıları ile görüştüğünü, onların, kendilerine, ellerinden bir şey gelmediğini, söylediklerini, söylüyor. 10 Nisan akşamı yaşananların salgın konusunda yapılan her şeyi yok ettiğini ve şimdi durumun düzelmesinin daha zor olduğunu ve uzun süreceğini; tanıdığı ve bu konularda bilgisine güvendiği bazılarının, Korona virüs ile mücadelenin Ekim ayına kadar süreceğini söylediklerini, ekliyor. Bütün bu olayların, hep birlikte hareket etmemekten, birilerinin, hep, ben bilirim, demesinden kaynaklandığını, kendisinin, buna karşı olduğunu; daha fazla insanın ölmemesi gerektiğini, bu salgın çıkalı, panik atak olduğunu; Datça merkezde tanıdığı bazı (kuaför gibi) iş yeri sahiplerinin iş yerlerini boşalttıklarını, daha da boşaltacak kişiler olduğunu, tahmin ettiğini, söyleyerek, sözünü bitiriyor.

     İBRAHİM KELEŞ:(Marmaris'te oturuyor. Evi kira. Evli. Üniversitede okuyan iki çocuğu var. Deri çanta ve kemer satıyor. Datça, Fethiye ve Fethiye/Hisarönü pazarlarına tezgah açıyordu.) Ortaca/Sarıgerme'de, bir kaç yıldır işlettiği dükkanın arkasına yaptığı iki göz odada yaşıyormuş, eşi ve şu an okullar açık olmadığı için yanına gelen üniversite öğrencisi iki oğluyla. Marmaris'ten buraya kaçtım, Marmaris çok kalabalık, diyor. Sezonun ne zaman başlayabileceği konusunda net bir öngörüsü yok. Sarıgerme'de sezon Mayıs ayı ortalarında başlıyormuş, bu nedenle, Haziran ayı başları açılırsa, fazla bir kaybının olmayacağını, düşünüyor. Şimdilerde evde oturuyoruz, yiyip içiyoruz, vakit geçiriyoruz, diyor. Hayatın sıkıcı olduğunu, söylüyor. 'Yapacak başka bir şey yok. Kredi kartlarına asılıyoruz. Bütün harcamaları ondan yapıyoruz. Bir kredi kartı borcum ile bir banka kredisini, biraz faizi kabul ederek öteledim. Benim ilişkim, özel bankalar ile. Kredi için, Esnaf Kefalet'e baş vurdum; 4-5 gün oluyor. Cevap bekliyorum. Muğla Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı'nı aradım, İbrahim, verirler, sıkma canını, dedi. İstediğim, 25 bin TL. Bu ne kadar beni ayakta tutar? Sonra nasıl ödenecek? Biz, şimdi bunları düşünmüyoruz. Benim ilişkilerim var. Toptancı, sezon başlasa, malı getirir ve yıkar. Kardeşlerim var. Ama onlara, zor durumdayım, yiyecek ekmeğe muhtacım, desem, yardım ederler; demiyorum. Utanıyorum. Geçenlerde, bizim partiyi (AKP-Marmaris) aradım, onlar da burayı (Ortaca) aramışlar; böyle böyle, bir üyemiz var orada, yardım edin, demişler. İnan, üzerine düşmedim. Utandım. Biz böyle yardım istemelere alışkın değiliz. Yarın, laf eden olur. Dayandığımız kadar, dayanırız. Canımızı alacaklar değiller ya. Çok üzerimize gelirlerse, alın, bir arabam var, sizin olsun, derim. Haa böyle daha ne kadar dayanabiliriz? 1,5-2 ay daha dayanırız. Sonra? Sonra, topu dikeriz.' Kaymakamlığa ayni yardım için başvurup başvurmadığını, soruyorum. Hayır, başvurmamış. Duyduğuna göre, kaymakamlık, TC'yi istiyormuş, SSK güvencesi olduğunu görünce, hayır, diyormuş. Dükkan için kredi çekmiş, bu Korona virüs salgını başlayınca, sonra her şey tepe taklak olmuş. Daha önce, SSK ile mahkemelik bir durum yaşamış; mahkemeyi kaybetmiş. Oradan da bir fatura geldi, diyor.

     ERCAN GÜNGÖZ:(Marmaris'te oturuyor. Bekar. Evi kira. Çocuklara ve büyüklere, karışık, parti malı penye giyim eşyaları satıyor. Datça, Turunç ve Beldibi pazarlarına çıkıyordu.) İş yapmıyoruz, evde yatıp kalkıyoruz, diyor. Bir arkadaşının dükkanına yardım ediyormuş, ama o da açık olduğu günlerde bile 100-200 TL. satış yapıyormuş. Psikolojisi, normalmiş. Günlük geçimini kredi kartlarından sağlıyormuş. Bu durumun Haziran sonunu bulabileceğini, bazı otel sahiplerinin, Haziran ayı başında sezonun başlayacağını, bazılarının da, bu sezon bitti, bu iş uzar, dediklerini, söylüyor. Yapabileceği bir şey yokmuş ve bekliyormuş. Konuşmasından, gelişmeler konusunda pek umutlu olmadığı; iktidarın, Korona virüs ile mücadelede anlık kararlar verdiğini düşündüğü, anlaşılıyor.

     BİRCAN USTA ÜNSAL: (Datça'da oturuyor. Evi kira. Evli. Eşinin 2, 2'de kendisinin, toplam 4 çocukları var. 4'ü de kendilerine bakabilecek durumdalar. Buldan bezinden yapılma kadın ve erkek giysileri satıyorlar. Datça, Ak-Tur, Palamutbükü ve Çeşme Köy pazarlarına çıkıyorlardı.) Önceki söyleşide çağla topluyordu; şimdilerde, evde oturuyormuş. Evi, Palamutbütü'nde. Nasılsın? diyorum. Nasıl olayım?, yalnızca kendim için söylemiyorum, genel için konuşuyorum; akıl hastanesine gidecek potansiyel hasta adayıyım, diyor. Hem de en önde, diye ekliyor. 'Düşünüp duruyorum. Çıkış bulamıyorum. Biz tezgah açmayalı ne kadar oldu? Üç hafta. Gelir yok. Öncesinde ancak kendimize yetmeye çalışıyorduk. Borçları vs. erteledik, diyorlar. Ertelemek çözüm değil ki! Sonra ne yapacağız? Nasıl ödeyeceğiz?'. Nasıl geçiniyorsun?, diye soruyorum. 'Her Türk ailesinin yaptığı gibi, yazdan bir şeyler hazırlayıp bir kenara koymuştuk; onları yiyoruz. Bu kumanya ile yetiniyoruz. Ayrıca, bulunduğum yer köy olduğu için yardımlaşma oluyor; ben pişirdiğimden komşuya, o da pişirdiğinden, bana veriyor. Komşu yardımı, yani. İdare edip gidiyoruz.' Esnaf Kefalet'e kredi için baş vurmuş. Esnaf Kefalet, kiradaki dükkanı daha önceden Esnaf Kefalat'e ipotekli olduğu için, 25 bin TL krediyi vermiş. Ama, diyor, ona dokunmuyoruz. Neden? 'Nedeni şu; korkuyorum. Bunun yarını var. Sonumuz ne olacak, belli değil.' Bu durumun daha ne kadar devam edebileceğine dair herhangi bir öngörüsü olup olmadığını soruyorum. 'Biz zaten toplum olarak cahiliz. Ama başımızdakiler, okumuşun cahilleri oldukları için, herhangi bir öngörüm yok. Ali, yani eşim, bu yıl sezon hiç açılmaz, diyor.' 10 Nisan akşamı sokağa çıkma yasağı ilan edildikten sonra yaşananlara yönelik olarak İçişleri bakanı Süleyman Soylu'nun 'Böyle olacağını öngöremedim' sözünü aktarıyorum; ateş püskürüyor. '1 kişi, 16 kişiye bu hastalığı bulaştırıyor. Özrü kabahatinden büyük. Öngörememiş ise, o zaman orada ne işi var? (1) Onun işi öngörüde bulunmak. Orada yalnız değil ki. Danışmanları var, yardımcıları var...Öngöremedim, diye bir şey olmaz. Bu işin siyaseti olmaz. Bu, bütün dünyanın problemi. Bunun şakası yok.' Bu durum ne kadar sürerse ne yaparsın? Ne kadar zaman dayanabilirsin?, diyorum. 'Haziran ayında da bu durum devam ederse, bunu kaldıramayız. Biliyorsun, bu pazar yerinde en uzun dayanabilecek 5-10 kişi varsa, birisi de benimdir. Ama, ben bile Nisan-Mayıs neyse, ama Haziran ayında tezgah açmaya başlamalıyız. Ali'nin emekli maaşı, dükkan kirası olmasına rağmen böyle...Diğer esnaf arkadaşlar ne yaparlar, bilemiyorum.' Herhangi bir yerden ayni yardım isteyip istemediğini, bazı pazarcı arkadaşların Kaymakamlığa gittiğini, bazılarına Muğla Büyükşehir'den koli ile yiyecek yardımı yapıldığının söylendiğini söylüyorum. Ona da Muğla Büyükşehir Belediyesinden yardım istemesi için bir telefon numarası verildiğini, ama kendisinin istemediğini, çünkü kendisinin o noktada olmadığını, daha zor durumda olanların istemesi gerektiğini düşündüğünü söylüyor. 'Yalnız, şunu söyleyeyim: Ben, maske için İnternetten başvuruda bulundum, Datça Belediyesi'ne de gittim; Ali de gitti. Yok...Maske yok. Geçenlerde markete gideceğim, maske olmadan içeriye almıyorlar. Jandarmayı aradım. Ya bana maske getirin ya da market alış verişimi yapın, dedim. Bir maske getirdiler. Şimdi onu markete giderken kullanıyorum, eve dönünce asıyorum; sora, yeniden aynı şey...' Bunun sağlıklı olmadığını, o maskelerin, bir kullanımlık olduğunu, söylüyorum; o dediğin, maske varsa olur, diyor; ben de bir tek var, o bir tek maske ile o dediğin nasıl olacak?...Söyleşi bittikten ve ben bunları yazarken, telefon ediyor: 'Bak bir şey okudum, sana da aktarayım. Biliyorsun, ben doğrucuyum'dur. Adam yapıyor, çalışıyor'. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın, bütün pazarcıların elinde var olan sebze ve meyveleri satın alıp yoksul kesimlere dağıttığını, aktarıyor ve ekliyor; 'Diğer pazarcılar ne yapacak? Bu, belediyenin vereceği bir cevap değil. Bu soruya Devlet cevap vermeli'. Tamam, bunu da yazacağım, diyorum ve yazıyorum..

     (1)-Bircan Usta Ünsal ile bu söyleşi, 12 Nisan günü gündüz yapıldı; bilindiği üzere, akşamında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu istifa etti, ama Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı Fahrettin Altun, gece yarısına çeyrek kala, bu istifanın uygun bulunmadığını duyurdu.

     --- Yardımlar konusunda, Datça Belediyesinden, Meclis üyesi de olan Başkan Yardımcısı İnci Bilgin'i aradık: İnci hanım, Datça belediyesi olarak, bağışçıların yardımıyla, anlaştıkları üç (3) market üzerinden yoksul, zorda olan ve yardıma muhtaç 51 aileye ayni (yiyecek-içecek) yardımı yaptıklarını; yine, ihtiyacı olanlara bedava çorba dağıtan Murat beyin bildirdiği 9 aileye, 13.04.2020 günü yardım gönderdiklerini; ayrıca, Muğla Büyükşehir Belediyesinin verdiği telefon numarasına, yardım isteyen ailelerin baş vurmaya devam ettiğini; Datça Belediyesi'nin ve CHP İlçe Örgütü'nün de mahallelerdeki muhtarlar ve başka ehil kişilerden öğrendikleri ailelerin isimlerini, 'bu ailelere yardım edilsin' diyerek, Büyükşehire bildirdiklerini...söyledi.

     ---Datça Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Cemal Demirtaş'ı bu kez yine aradık: Cemal bey, Devletin, Esnaf kefaletlere, kredi talebinde bulunan esnaflardan kefil gösterme ve ipotek verme konularında esnek davranılması doğrultusunda yazı yolladığını ama Esnaf Kefalet'in ya da Bankanın, yine bildiği gibi davrandığını; sistemde bir problem olduğunu; sistemin değişmesi gerektiğini; Sol olmuş, Sağ olmuş, kimin yönetimde olduğunun önemli olmadığını, sistemin değişmesinin önemli olduğunu; Datça Esnaf Odası olarak, esnaflara, yardıma muhtaç durumda olan varsa kendilerine baş vurması, kendilerine yardım edecekleri doğrultusunda mesaj attıklarını ama gerçekten yardıma muhtaç olan kimsenin kendilerine gelmediğini; Datça Esnaf Odası olarak maske, eldiven ve iş yerlerinin dezenfekte edilmesi konusunda esnafa yardımcı olduklarını; dezenfekte malzemelerini ve gerekli aleti aldıklarını..., söyledi. Ayrıca, Cemal beye, şu içinde bulunduğumuz durumun ne kadar devam edebileceği konusunda herhangi bir öngörüsünün olup olmadığını, soruyorum; Mayıs 20'yi işaret ediyor, eğer diyor, Mayıs 20 gibi bu iş sonlandırılmaz ve normale dönülmez ise, bırak esnafı, Devlet bile sıkıntı yaşar...

     ---Datça Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanı Hasan Esat Deniz: Bizde, öncekinden farklı olarak yeni bir gelişme yok. Bizim ortaklarımızdan, yani bizden daha önce kredi kullanmış ve bizde ipoteği bulunan bir esnaftan, biz herhangi bir şey istemiyoruz; istediği krediyi veriyoruz. Bize gelen yazıda, ilk kez kredi baş vurusunda bulunan esnaftan kefil isteyin, diyor. Biz, yine de, durumuna bakıyoruz ve hem herhangi bir sorunu yok hem de bu devirde kefil bulmasını olanaksız görüyorsak, kredi veriyoruz. Ama, bir esnaf, doğrudan Halk Bankası'na baş vurur ise, banka, kefil aramadan, o esnafa kredi veriyor; Halk Bankası'nın bu konudaki kuralları, bizden biraz daha farklı, diyor.

     14.04.2020/Datça Mehmet Erdal"

  

    " ESNAF, ÖTELENEN BORÇLARI ÖDEYEMEZ !

     Seyyar ticari faaliyet yürütürken ve geçimlerini bu yolla sağlamaya çalışırken, İçişleri Bakanlığı'nın 24.03.2020 günü gece yarısı yayınladığı bir genelge ile pazar yerlerine tezgah açmaları belirsiz bir süre için yasaklanan binlerce pazarcının genel ortalamasının halet-i ruhiyesini ve bilinçli/bilinçsiz 'çare arayışlarını' yansıtan ve önceki haftalarda yayınlanan ( Bknz: https://mehmeterdalyazilar.blogspot.com ) söyleşileri okumuştunuz.

     Şimdi, yine bu yasaklı pazarcıların, ama daha dar ve bazı yönlerden, eşitlerine göre 'görece' farklı özellikler gösteren (hem pazarcılık yapan hem de bir iş yeri bulunan ya da bu işi aileden 'miras' gibi devir alan ya da aileden birisinin yanında çalışarak ya da bu işi yapan aile bireylerine özenerek kendine 'iş' edinen, 'büyüme' düşleri olan vb...) bir kesiminin, yine bugünkü 'yasaklı' koşullardaki durumlarını, beklentilerini, çare arayışlarını, geleceğe yönelik öngörülerini vb. vb. öğrenmeye çalışacağız.

     Bu nedenle, biraz daha ayrıntılı sorular sorduk ve sorgulama yaptık.

     Buyurun:

     İSA PAŞALI: (30 yaşında. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İşletme Fakültesi 2012 yılı mezunu. Kendisi gibi üniversite mezunu ve yaz sezonunda turizm sektöründe çalışan kız arkadaşı ile nişanlı; Korona virüs salgını öncesi günlerde, bu yıl sonbahar aylarında evlenmeyi düşünüyorlardı.)

     Muğla/Akçaovalı. 'PAŞALI' olarak bilinen ve tanınan çok kalabalık bir sülalenin bir kolunun ferdi. Babası, Muğla bölgesinde, Denizli'deki ev tekstili ürünleri üretenler ve pazarcılar arasında, adından daha çok soyadı ile tanındığından, ailesi 'PAŞALILAR', kendisi de 'Paşalının oğlu' olarak biliniyor.

     Dedesi ve babası, 1980'li yılların başında göç ettikleri Muğla Merkez'de, birlikte, sahip oldukları traktör ile nakliyecilik yapmaya başlıyorlar; babaanne ise market işine soyunuyor. Sonra, babaanne ev tekstil ürünleri satma işine geçiyor; dede ve babasından daha küçük olan iki amcadan en küçük olan amca da bu ticari faaliyete katılıyor; yıl, 1980'li yılların sonu 1990'lı yılların başları... Amca askere gidince, baba Ali Paşalı, nakliyecilik işini bırakıyor ve 1993 yılında, o da ev tekstil ürünleri satmaya başlıyor. (1994 yılında, İçmeler Pazar yerinde, birlikte iş yaptığım bir arkadaş adına sahip olduğumuz ilk pazar tezgahı, tamamen tesadüfi bir şekilde, Paşalılar ile yan yana idi; onlar 8 numara, biz ise 9 numara idik.; o günden beri tanışırız.) Amcası, 2007-2008 yıllarında, pazar pazar dolaşmayı bırakıp, Muğla Merkez'de dükkan açıyor ve aynı işi, yerleşik olarak sürdürmeye karar veriyor.

     Baba Ali Paşalı, anne ve üç kardeş, toplam beş (5) kişi, ailecek, ev tekstil ürünlerini pazarlarda satarak, kendi yollarında yürümeye başlıyorlar.

     Ali Paşalı, 1990'lı yılların ortalarından 2004/2005 yıllarına kadar Marmaris merkezli olarak faaliyet yürüten Marmaris Pazarcılar Derneği'nin (Bknz: PAZAR YERİ YAZILARI 1,2,3,4,5,6/ https://mehmeterdalyazilar.blogspot.com ) değişmez yöneticilerinden birisi oluyor; ama, o, laf lafı açtığında ve konuşma o günlere geldiğinde, o günleri bilen pazarcıların yüzlerini buruşturarak, dişlerini sıkarak, kafasını iki yakaya sallayarak ve bir şeyler mırıldanarak kötü söz söylemediği nadir yöneticilerden birisi olarak kalmayı başarıyor.

     Evin en küçüğü olan İsa'nın en büyük ablası, 2004 yılında, pazar yerlerinden tanıdığı bir pazarcının oğlu olan pazarcı bir gençle evleniyor. (Onlar da, önceleri karışık parti malı penye giyim eşyası satarken, şimdilerde, İsa'lar gibi, ev tekstil ürünlerini hem pazarlarda hem de Datça merkezde açtıkları iş yerlerinde satıyorlar; artı, farklı iş yerlerine, sipariş usulü iş yapıyorlar)

     İki numaralı abla da, bir ara eniştesi ile birlikte pazarcılık yapan bir genç ile evleniyor; ama onlar, aile mesleğini sürdürmeyi değil, Aydın'a gidip bir iş yerinde çalışmayı tercih ediyorlar.

     Geçen yıla kadar Fethiye Pazarına da çıkan aile, Korona virüs salgını öncesi günlerde, bazı konulardaki değerlendirmeleri sonucu, Fethiye Pazar yerini elden çıkarıyor; şimdi, bugüne kadar olduğu gibi, Datça Merkez'deki iş yeri dışında Datça, Ak-Tur, Akyaka ve Muğla Pazarlarına çıkmayı ve aynı zamanda Datça , Palamutbükü, Bozburun, Selimiye...civarlarında otellere, restoranlara, sipariş üzerine iş yapmayı sürdürmeyi düşünüyorlar.

     İsa, kendi ifadesiyle, 2007 yılında liseyi bitirdikten sonra, önce iki yıl Turizm ve ardından, iki yıl da İşletme okuyor ve İşletme Fakültesinden üniversite diplomasını alıyor.

     Üniversiteye giderken ya da üniversitede okurken, pazarcılık dışında başkaca bir hayalin var mıydı?, diyorum; yokmuş. O, okumak istemiyormuş. Babası zorlamış. Onun hayali, pazarcılık yapmakmış. Neden?, diyorum; çocuğum, pazar dönüşü babam eve gelince, hasılatı, bir kutu içinden önümüze döküveriyor; ablamlar ile bana, sayın, diyordu. Gözlerim fal taşı gibi açık, başlıyoruz saymaya. O zamanlar, satışlar şimdilerdeki gibi değil; deli satış yapıyoruz. Bunu görünce, kim okumak ister? (Onu anlıyorum, çünkü, 1990'lı yıllarda, dış turizme yönelik olarak sahillerde pazar yerlerine tezgah açan pazarcılar iyi satış yapıyorlardı ve haliyle iyi de kazanıyorlardı...O yıllarda Aydın/İncirliovalı deri-çanta ve kemer satıcıları, Muğla/Menteşe-Kavaklıdere-Yeşilyurt ve Milaslı imitasyon ürün satıcıları, tabir-i caizse, 'çuvalla' para kazanıyorlardı; bu konuda, aslı var-yok, dilden dile çok söylenti dolaşıyordu... Haa bugünden geriye bakıldığında, bu pazarcılardan kaç tanesi bu kazandıklarını elde tutmayı ya da başkaca bir alanda değerlendirmeyi başarabilmiştir?..1993 yılından beri Marmaris ve civar bölgelerde tam 25 yıl pazarcılık yapan birisi olarak, bu sorunun cevabının ne olduğunu, çok iyi biliyorum...)

     Paşalılar, pazarcılar arasında, parmakla sayılacak kadar az olan 'kazananlar' ya da daha doğrusu, kazandığını başka bir alanda değerlendirmesini bilenler tarafındaydılar; şimdilerde, Datça'da kaldıkları ev ve iş yerleri kiralık olmasına karşın, hem Muğla merkez ve Akçaova'da evleri ve işyerleri, hem de Datça Merkez'de iş yerleri, haliyle kira gelirleri var. Ayrıca baba ve anne fiilen olmasa da resmen emekli ve dolayısıyla, emekli maaşı da alıyorlar. Bu nedenle, Korona virüs salgını ile mücadele süresinde, ayakta kalmayı başarabilecek esnaflardan birisi sayılabilirler. İsa, bu gerçeği, benim çıkışım var, diye ifade ediyor.

     Salgın başlayınca ne yaptınız?, diye soruyorum; Halk Bankasına olan kredi borçlarını ertelemişler ve ardından, bazı mülkleri ipotekli olduğu için, Esnaf Kefalet'ten bir miktar kredi çekmişler. Ama bu paraya dokunmuyorlarmış. Neden?, diyorum; önümüzü göremiyoruz, bırak bizi, kimse önünü göremiyor, diyor. Toptancılara vb. yerlere toplam 100 bin TL. civarında bir borçları varmış, ayrıca satılacak mal sorunları yokmuş; elimizde yeterli mal var, diyor. Korona virüs salgını ile mücadele belli bir yere gelse ve Haziran ayı başı gibi pazar yerlerine tezgah açma izni verilse bile, tedirginliğin süreceğini; insanların sahillere illaki geleceğini ama alış veriş yapma konusunda öyle, geçen yıllarda olduğu gibi harıl harıl para harcamayacaklarını, haliyle, gözle görülür bir canlılığın olmayacağını; kendileri nasıl para harcamada çekingen iseler, gelenlerin de aynısını yapacağını; buralarda sezonun zaten 90 gün olduğunu, 12 ay satış yapılmadığını...söylüyor. Ona göre, bu salgın nedeniyle, en az 2-3 yıl geriye gidilmişti; bu nedenle, durumlar, öyle kolay kolay düzelemezdi; bugün yaşananların sarsıntısı, bir kaç yıl devam ederdi. (1)

     Peki, bu borçlar?, diyorum; biz bugünü kurtarmaya çalışıyoruz; illaki bu borçlar ödenecek, ama nasıl? Onu bilmiyoruz. Bakacağız bir çaresine...Hükümetin yaptığı kredi taksiti, Bağ-Kur...ödemesi ertelemelerini, soruyorum; erteleme çözüm değil ki, diyor. Ona göre, bu ertelemeler, esnafa yapılmış bir iyilik değildi... Bugün bir aylık Bağ-Kur borcunu ödeyemeyen, yarın iki aylık borcunu nasıl ödeyecekti? Olmayacak işti bu... İş yerini ya da pazar yerine tezgahını açamayan esnafların kira, stopaj, Bağ-Kur, vergi, elektrik, su, İnternet vb borçlarını, tıpkı Kanada...gibi Devlet'in ödemesi gerektiği düşüncesine/önerisine ne diyorsun?, diyorum; iyi olur ama bizimkilerin kasasında para yok ki, nasıl ödesinler? diye cevap veriyor. Sonbahar'a doğru bir yapılandırma olabilir mi? diye soruyorum; illaki, diyor. Peki, o zaman bu borçlar ödenebilir mi?...Biz, diyor, İç Anadolu Bölgesi esnafları gibi 12 ay tezgah açmıyoruz; Devlet, bizim bu durumumuzu bilerek bize kredi vermeli. Alacaklarını, para kazandığımız aylarda istemeli.

     Sokağa çıkma yasağının olduğu 18-19 Nisan öncesi 15-16-17 Nisan günlerinde dükkanlarının cirolarını soruyorum;15 Nisan günü şiftah yok, 16 Nisan günü 35 TL oldu ve 17 Nisan günü 200 TL alacak geldi, diyor. Bununla ne yapılabilir ki?, kira bile ödenemez.

     Kimden ne bekliyorsun?, diye soruyorum; Belediye, işgaliye borçları konusunda bir iyileştirme yapmalı, Devlet ise mazotun fiyatını düşürmeli, diyor.

     Önünü nasıl görüyorsun? diyorum; Korona virüs salgını olmasaydı, Sonbaharda düğün yapacaktık. Şimdi 'gelecek bahara' kaldı gibi. Altın aldı başını gitti...Gelecekten çok umutlu değilim, diyor.

     ÜZEYİR SÖZERİ: ( 1970, Denizli Tavas/Nikfer doğumlu; ikisi kız ve birisi erkek 3 çocuk babası. Babasının adını verdiği büyük çocuğu Ali, 2 yıllık yüksek okul mezunu; iki numara olan kız çocuğu İşletme Fakültesi birinci sınıfta ve en küçük kız Lise ikide okuyor. Şu an, Marmaris'te oturuyor ve orada ev tekstil ürünleri satan bir iş yeri var.)

     1987-1988 yıllarında, amcalarından Ahmet ile Marmaris'e geliyor ve birlikte, Marmaris ve civar yerleşim birimlerindeki pazar yerlerinde, giyim tekstil ürünleri satarak pazarcılığa başlıyorlar. Bir süre sonra babası ve diğer erkek kardeşi de Nikfer'den Marmaris'e geliyorlar; ondan sonra baba, Üzeyir ve diğer erkek kardeş, birlikte pazarcılık yapmaya başlıyorlar; artık, ev tekstil ürünleri satışı yapmaktadırlar.

     1995 yılında, Marmaris'te, Uzunyalı caddesi üzerinde, bir butik açıyorlar; bu iş yeri 2005 yılına kadar açık kalıyor.

     2002 yılında, erkek kardeşi, motosiklet kazasında ölüyor.

     Butiği Üzeyir beklerken, baba pazarları takip ediyor. (Babası Ali Sözeri, özellikle Datça ve Ak-Tur pazarlarında, müşteriler açısından, Denizli'den aldığı ve sattığı export ev tekstil ürünleri nedeniyle, çok popüler olmuş birisidir. Öyle ki, pazarlara çıktığım günlerde tanık olmuşumdur; bazı müşteriler, Üzeyir'e de, kendi adıyla değil, babasının adıyla hitap ediyorlardı.)

     Butik kapandıktan ve baba da köye döndükten sonra pazarlara yalnız çıkmaya başlıyor.

     Marmaris, İçmeler, Armutalan ve Turunç pazar yerlerinin CHP'li Marmaris belediye Başkanı Ali Acar tarafından kapatılmasından sonra ise yalnızca Datça ve Ak-Tur pazarlarına çıkmaya devam ediyor. Marmaris'te ev tekstil ürünleri satışı yapan iş yerini açıyor; iş yeri, şimdilerde, Marmaris Kapalı Çarşı içindedir.

     18-19 Nisan günleri sokağa çıkma yasağı olduğu için 15-16-17 ve 21 Nisan günkü dükkan satışlarının ne kadar olduğunu soruyorum; 100-200 TL arasındaymış; örn: 21'deki satış, 150 TL imiş.

      Bu yıl, Yaz sezonu için mal alınacağı zaman, Korona virüs salgını gündeme geldiğinden, fazlaca mal alamamış. (Bu, maldan dolayı fazlaca bir borcu olmadığı anlamına geliyor.) Öteden beri gelen bazı borçları varmış, Denizli'den mal aldığı bazı fabrikalara ve toptancılara; ama, onlar da, durumu bildiklerinden ve aynı koşulları kendileri de yaşadıklarından, para için arayıp durmuyorlarmış. Onlar, diyor, işler açıldığında ve piyasada para dönmeye başladığında, borcumu ödeyeceğimi, bilirler. Onun için beklemedeymişler. Zaten diyor, tekstilde, ihracat da durdu; mal yapan ve satan yok. İş yerlerinin çoğu kapalı. Kim, satamayacağı malı neden üretsin? İplikçiye, boyahaneye, kumaşçıya, atölyelere durduk yere borçlansın?

     Bağ-Kur, stopaj, vergi, kredi, kredi kartı...vb. erteleme yaptırdığı herhangi bir borcu yokmuş; durumumuz, diğer arkadaşlara göre iyi sayılır; öyle, sıkışık bir durumum yok, diyor. Yalnızca, Halk Bankasından 25 bin 'destek' kredisi çekmiş ve 25 bin TL'lik de kredi kartı almış.

     Önümüzdeki süreci nasıl görüyorsun?, diyorum; Haziran ayı ortası bu içinde bulunduğumuz süreç bitse bile, Temmuz ayında normale döneriz, ama beklenilen, olması istenen iş olmaz; bu yıl böyle gider, diyor. Neden?, diyorum. İnsanlarda tedirginlik olacağını, bu nedenle sahillere İstanbul'dan, Ankara'dan tatilcilerin değil, çoğunlukla yazlık evi olanların gelebileceğini, onların da önceliği, hepimiz gibi, yemeye içmeye vereceğini, tekstil ürünlerini vb. ikinci planda tutacağını, söylüyor.

     Devlete ya da bankalara olan borçları erteleyenler, hem bu ertelenenleri hem de bunların ödeneceği tarihteki ödemeleri aynı anda ödeyebilirler mi?, diye soruyorum; zor öderler, diyor. Bu yaz pazarlardan iş alamayız, ancak geçen yılların üçte birini alabiliriz; yani geçen yıl 3 bin TL alıyor idi isek, bu yıl bin TL alabiliriz, iş düşük olacak; bu nedenle, öteden beri borçlu gelenlerin işi zor, diye devam ediyor. (1)

     Ona göre, Devlet, borçları olana değil, borcu olmayana kredi veriyormuş. Esnafa, her birinize bakamam, diyormuş. Verdiği parayı geri alabileceği kişilere para veriyormuş; işi düzgün olana yardım ediyormuş. Yardım etmediği esnafa, yapmayın, bırakın bu işi, diyormuş.

     Aile ve yaptıkları iş açısından, önümüzdeki süreçte ne düşünüyorsun?, diyorum; yeni fırsatlar da çıkabilir, daha kötü de olabilir, diyor. Karamsar olunmamalı imiş. Bu günler mutlaka geçer, ama önümüz kapalı, bu nedenle herhangi bir plan yapamıyoruz; yaşadıkça ve gelişmeleri gördükçe plan yapacağız, diyerek sözünü tamamlıyor.

     YUNUS EMRE PAŞALI: (İzmir doğumlu ve halihazırda İzmir'de yaşıyor; 32 yaşında, Celal bayar Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu. Evli, bir çocuk babası.)

     Adı, Yunus Emre'ye atfen verilmemiş; annesi ile babası, isim konusunda anlaşamamış; birisi Yunus, diğeri de Emre olacak, demiş; olmuş Yunus Emre Paşalı.

     İsa Paşalı ile soyadı benzerliği dışında herhangi bir akrabalık ilişkisi yok; Yunus Emre'nin babası, Akhisar'ın Süleymanlı mahallesinden. Baba Ali Paşalı (şaka gibi, ama okuduğunuz doğru; İsa'nın babasının adı gibi Yunus Emre'nin babasının adı da Ali Paşalı; ama onu tanıyan bütün pazarcılar, babasını, 'Enişte' diye bilirler ve öyle çağırırlar.) Süleymanlı'da bir rençber (çiftçi) iken, komşularının kızı ile evlenen ve 2 kardeşi ile birlikte İzmir'de pazarcılık yapan İzmirli Hüseyin Geridönmez'in (Önceki söyleşilerde söyleşi yaptığımız pazarcı Burak Geridönmez'in babası, Bknz: https://mehmeterdalyazilar.blogspot.com ) kız kardeşi ile evleniyor; bir süre sonra, eşi ile birlikte İzmir'e göçüyorlar. İzmir'de pazarcılığa başlıyor; iç çamaşırı satıyor... Yıl 1987'ler...

     Baba, bu yeni işinde, ilk başlarda iyi para kazanıyor; ama sonra, ticareti el yordamıyla yapmaya ve öğrenmeye çalışan pek çok kişinin başına gelen, onun da başına geliyor; tepe taklak oluyor, yani batıyor. Sonrasında, ver elini Rusya...Yıl, 1993-1994'ler...

     Rusya'da iki yıl kadar kalıyor. Sonra ülkeye ve haliyle eşinin yaşadığı İzmir'e dönüyor. Yunus Emre, daha çocuk, 8 yaş civarında.

     Baba Ali Paşalı, yeniden ticarete başlıyor; yine iç çamaşırı ve çocuk giyimi, alıp satıyor, pazar pazar dolaşarak. Eşi, onunla. Yunus Emre de onlarla birlikte.

    2003 yılında, İzmir Çamdibi Mahallesinde, şu anda da pazar yeri olan yerin yakınındaki dar bir sokakta, iş yerlerini açıyorlar; Yunus Emre üniversiteye başlıyor.

     Üniversiteye giderken, okulu bitirip bankacı olmak istiyormuş ama sonradan ticaret ağır basmış. Şimdilerde, iyi ki bankacı olmamışım, bankacıların işi, öyle sanıldığı gibi kolay değilmiş, tanıdıklarım var içlerinde ve hiç mutlu değiller. Bizim iş de zordur ama onların başında sorumluları var; biz istediğimizde kaytarabiliyoruz, diyor.

     2007'de okul bitiyor ve bir süre babası ile birlikte pazarlara çıkıyor; sonra, babası, dükkan mı? Pazarlar mı? diye soruyor. Yunus Emre, pazarlar, diyor. Babası, özverili her baba gibi, pazar düzenini, olduğu gibi; yani içi mal dolu arabayı ve Muğla, Ortaca, Datça Pazar yerlerini Yunus Emre'ye bırakıyor ve hanımının çalıştırdığı dükkana, bir başka deyişle, eşinin yanına çekiliyor.

     Yunus Emre 2016 yılı sonuna kadar Muğla, Ortaca ve Datça pazarlarına çıkıyor; yılda birer kez kurulan Ortaca ve Dalaman panayırlarına katılıyor.

     2016 yılında, Ortaca ve Datça pazar yerlerini elden çıkarıyor. Şimdilerde Muğla, Bostanlı, Yeni Girne, Özkanlar ve Hatay pazarlarına çıkarak ticari faaliyetini sürdürüyor. Parti malı iç çamaşırı, bebe ve çocuk giyimleri, bazen de bayan badileri satıyor.

     Evleniyor.

     Satışını yaptığı çocuk giyimlerini, kumaşçılardan ihracat fazlası uygun parti malı kumaş alarak kendisi imal etmeye çalışıyor; kesimini, ütüsünü, baskısını ve poşetlemesini kendisi yapıyor; yalnızca, dikimi, fason atölyelerine veriyor.

     Korona virüs salgını öncesi günlerde, Instagram'da bebek ve çocuk giyimi satan kişilere, sipariş alıp yapma ilişkisi çerçevesinde, toptan iş yapmaya başlamış ve bu konuda ilerlemeyi düşünüyormuş; ama, şimdilik, bu konu rafa kalkmış.

     Ne ile geçiniyorsun?, diye soruyorum. Kredi kartına asılıyoruz, sonra, pazar işi bitince, Ziraat Bankasından 5 bin TL kredi çektim, onunla idare ettik, diyor. Bu söyleşi 21 Nisan günü yapılmıştı; iki gün önce, İçişleri Bakanlığına maske diken bir tekstil atölyesinde parça başı poşetleme işi bulmuş; bu, pazarlara çıkıncaya kadar bizi idare eder, diyor.

     Kirada oturduğu ev sahibine, binanın inşaatı yapılırken, bir yıllık kira karşılığı kadar yardım etmiş; o nedenle, kira ödeme derdi yokmuş. O konuda kafası rahatmış. Deposu da aynı kişiye aitmiş. Ev sahibi, iyi bir insanmış ve Korona virüs salgını ile mücadele çerçevesinde bugün içinde yaşadığımız koşullar gündeme gelince, bütün kiracılarına, Nisan ayı kiralarını düşünmeyin, bu durum Mayıs'ta da devam ederse yine duruma bakarız, demiş; kendisi, bir yıllık kirayı peşin ödediği için, ona, artı bir ay, opsiyon tanımış.

     Toplam 150 bin TL civarında bir borcu varmış. Pazarcılık yaparken, babasının iş yerinde sigortalı işçi de olduğundan, Devletin sözünü ettiği 'Destek Kredisi'nden hiç yararlanamamış.

     Bu süreç ne zaman biter ve pazarlara ne zaman çıkabilirsiniz?, diye soruyorum; Haziran ayını geçtik, Temmuzu ayını da kaybedilmiş olarak görüyor. Temmuz ayı ortaları normale dönülse bile Ağustos'ta işler açılmaya başlar ama Korona virüs tehlikesi kesin olarak ortadan kalkmayacağı için, tedirginlik devam edecek, diyor. Bu nedenle, geleceğe yönelik karamsarmış. İzmir'de Pazar yerlerindeki tezgah açılan yerlerin yüzde sekseni yatırımcıların, yani asıl işi pazarcılık olmayan avukat, doktor, zabıta vb. elinde, ancak yüzde yirmi kadarı pazarcıların, diyor. Bu durumda, yer bulmakta zaten zorlanan pazarcılar, diyelim ki pazarlara tezgah açabilirsiniz, dendi ve tezgah açmaya başladılar; devam eden tedirginlik nedeniyle iş yapamıyorlar...eee ne olacak? Mazot para, yer sahibi yerin kirasını isteyecek. Pazarcı evini geçindirecek. Ama, satış, bütün bunları karşılamaya yetmeyecek. Bu durumda ne yapacak? Pazardaki yeri bıraksa bir daha yer bulması zor, yer sahibine ödeme yapsa evi geçindiremez, arabasına mazot alamaz, mal alıp tezgahına koyamaz....Tam bir çıkmaz. Peki, pazarcı ne yapabilir?, diyorum. Pazarcı, sıfırı tüketinceye kadar pazarlara çıkmaya devam eder, haliyle sermayeyi tüketir ve top atar; bu anlattığım durum 2 ay devam etsin, İzmir'de pek çok pazarcı sen sağ ben selamet, der, diyor. (1)

     R.T. Erdoğan'ın da ifade ettiği, Korona virüs salgını sonrası hiç bir şey eskisi gibi olmayacak, yollu söylemlere ne diyorsun?, diyorum. Bu söz, diyor, her yöne çekilebilir; kimin için iyi kimin için kötü, olacak? Bilemiyorum. Aklıma somut bir şey gelmiyor. Biliyorsun, önceleri, iştahlı kumaş alıyordum; ben stoklu çalışmayı seviyordum. Ama şimdi, yalnızca gerekli olanı almak ve daha çok nakit de kalmak istiyorum.

     Peki, sence, bu anlattığın çerçevede, şimdilerde, harıl harıl kredi peşinde koşan ve alanlar için ne diyorsun?, bu esnaflar, bu borçları nasıl ödeyecekler?, diyorum. Devletin ertelediği borçları ve alınan kredileri geri ödemeyi, şu sıralar kimse düşünmüyor ki, diyor. Herkes anlık hareket ediyor. Günü kurtarmaya ve ayakta kalmaya çalışıyor. Sonrası Allah kerim, diyorlar...

     (1) Prof. Hayri Kozanoğlu hoca da, bu söyleşileri yaptığım günlerde, 21.04.2020 günkü BirGün gazetesinde (Bknz: IMF Raporları ve Türkiye) şunları yazıyordu:

     24.04.2020/Datça Mehmet Erdal"


    " DEVLET, ESNAFTAN, FAALİYETTEN MEN ETTİĞİ SÜRE İÇİN, HİÇ BİR TALEPTE BULUNMAMALI!

     İçişleri Bakanlığı'nın Korona virüs salgını ile mücadele kapsamında 24 Mart 2020 günü yayınladığı genelge ile pazar yerlerine tezgah açmaları belirsiz bir süre için yasaklanan pazarcıların bazıları ile yaptığımız söyleşilerin son bölümünü yayınlıyoruz.

     BAHRİ ÇARKÇI: (44 yaşında. Adana Merkez doğumlu. Ortaokuldan terk. Evli. Bir kızı var.)

     Adana'da ortaokulda okurken aynı zamanda çıraklık eğitime gitmeye ve bir markette çalışmaya başlamış. Kendi ifadesiyle, markette çalışırken, marketçi sormuş, kaç lira istersin?, haftalık 5 bin TL, demiş, o günkü parayla; marketçi, sana 10 bin TL, demiş, gel ve servis işine başla. O zamanlarda, diyor, babam alıyordu emekli maaşını aylık 23 bin TL, annem alıyordu 20 bin TL; ben neredeyse onların ikisinin toplamı kadar alıyordum, artı, bunun iki katı kadar da bahşiş, etti mi 120 bin TL civarı; bu durumda kim okur?.. Hesap böyle olunca, Ortaokulu terk etmiş. Markette bir yıl kadar çalışmış, annesi, marketçilik, meslek değil, demiş ve bir marangozun yanına yerleştirmiş; o marangozun yanında iki yıl kadar çalışmış. Sonra askerlik...

     Acemilikten sonra önce Datça Merkez ve sonra AK-TUR'a göndermişler.

     1998 yılında askerlik bitiyor, 'Ev yapacaksan tuğladan, kız alacaksan Muğla'dan' diyorlardı, ben de Datça'da kalmaya karar verdim, diyor; kalıyor. Askeri Lojmanların yanındaki bir markette çalışmaya başlıyor. Eşi ile tanışıyor. 2002'de evleniyorlar. O günlerde Datça'da isminden söz edilen SUN markette çalışmaya başlıyor. 2004'te kendi marketini açıyor.

     Marketinin şimdiki yeri, Özbel civarında, Burgaz Ören yeri yolu üzerinde; yoldan gelip geçenlere ve mahalleliye de satış yapabilen bir site marketi.

     Eşinin ailesi, Datça'nın yerlisi; Kızlanlı. Kayınpeder, rençber ve aynı zamanda hayvan yetiştiricisi; KASAP namı ile biliniyor. Kayınbirader, pazarlara çıkıyor; hem üretici hem de manav sertifikalı.

     2014 yılında, marketçiliğin yanı sıra, pazarlara, terlik ve ayakkabı satmak için çıkmaya başlıyor. (O ilk açtığı yıl, yanımdaki yerin sahibinin kartı, devamsızlıktan iptal edildiğinden, Belediye, Bahri'ye, yanımdaki yeri tahsis etmişti. O günden beri tanışırız.) Yasak öncesi, Datça ve Palamutbükü pazarlarına çıkıyordu.

     24 Mart 2020 gününden beri pazarlara tezgah açması, diğer pek çok pazarcı gibi, yasak olduğundan, yalnızca, sabah 09.00-akşam 21.00 arası, marketini açabiliyor. 25 ve bu söyleşinin yapıldığı 26 Nisan günleri sokağa çıkma yasağı herkes için geçerli olduğundan 21,22,23 ve 24 Nisan günkü market satışlarını soruyorum; 4 günlük yasak öncesi günlere denk gelen 21'de 800, 22'de 350 TL; sabah 09.00-öğle sonu 14.00 arası açtıkları 23'de 600 ve 24'de 350 TL satış yapabilmiş. Bu satışların çoğunun tekel ürünlerinden, ekmek ve gazeteden oluştuğunu söylüyor. Geçen yıllarla kıyaslandığında, çok düşük, geçen yıl, ortalama, 800-1200 TL arasındaydı, diyor. Bu fark nereden kaynaklanıyor?, diyorum; salgın ve asıl olarak da büyük-zincir mağazalarından, diyor. Datça 20 bin civarında bir nüfusa sahip, sayısız büyük market var; neredeyse her mahallede bir ya da birbirine inat açtıkları için, bir baç zincir market var; 23 ve 24 Nisan günleri, biz alınan karar gereği saat 14.00'te marketi kapadık ve eve gittik, ama ben geçerken o büyük marketler hala açıktı; karar uygulanacaksa, herkes uygulasın, çifte standart olmamalı, diye devam ediyor.

     Şu an 70-80 bin TL civarında bir borcu varmış. Evi ve iş yeri, kira.

     Korona virüs salgınından sonra hükumetin açıkladığı 'Destek Paketi' çerçevesinde Esnaf Kefalet'e borç ertelemesi ve yeni kredi talebinde bulunmuş; hala cevap verecekler, yarın, yani 27 Nisan günü gidip, gelişmeyi soracağım, diyor. (27.Nisan günü akşamı: Sormuş; 25 bin TL kredi talebi kabul edilmiş.)(1)

     Devlet, yani Reis, dedi ki, borç vb. yok. 30 Nisan 2020 günü, 2019 yılının birinci taksit vergi ödemem var 1250 TL ve gel ödemeni yap, diyor muhasebecim, erteleme falan yokmuş. Geçen yıl yapılan yapılandırmalarda da yok... Elektriği, 18-19 günde okuyorlar. Şubat ayından bugüne kadar 800 TL fatura geldi.

     Kimden ne bekliyorsun?, diyorum; Devletten, yardım bekliyormuş. İş, bundan sonrasında... Salgından sonra ne olacak? Önümüzü göremiyoruz! Çıkacak mıyız? Batacak mıyız?...Temmuz, Ağustos...diyorlar. O zaman, işimiz bitik. Herkes, çıkış peşinde...Pazarlara çıkamıyoruz, Market 3 gün kapalı, 4 gün açık, ya da başka türlü...Toptancılar, her şey peşin, diyorlar. Sonraki süreçte de bu sistem eskiye dönmez; fırsat bu fırsat, derler, devam ederler. Küçük esnaf, zaten bitti. Büyük esnafa yol veriliyor. Ama vergiyi küçük esnaf ödüyor.

     Yeni Pazar Yerinde terlik, ayakkabı vb. satmamıza izin verilmez ise, eşimin adına üretici belgesi alarak sebze ve meyve satışı yapacağız, aç kalacak halimiz yok ya, diyor. Market işi ise, bitmiş; sen de biliyorsun, 65 yaş üstü dahil herkes, büyük marketlerde; duruma bakacağız. Sonra, Bursa Karacabey Fen Lisesi'nde okuyan kızın okul durumuna da bakacaklarmış; şurada kaldı iki yılı, bu okulun ne zaman yeniden normale döneceğini de bilemiyoruz, diyerek sözünü bitiriyor.

     ALİ GÖKÇE:(50 yaşında. Eskişehir Sivrihisar doğumlu. 3 çocuk babası. İlk çocuğu Üniversite mezunu, ikincisi Üniversitede öğrenci, üçüncüsü liseyi bitirdi. Marmaris'te oturuyor.)

     Lise dengi Sanat Okulu'nun Torna Tesviye bölümünü bitirdikten sonra 1992 yılında Eskişehir'deki ENTİL fabrikasına tornacı olarak işe giriyor. 1994'te evleniyor. 3 çocuğu oluyor.

     Daha önceden Marmaris'e gelip yerleşen ve Marmaris ile civarındaki yerleşim birimlerinde pazarcılık yapan kayınpederi gibi pazarcılık yapmak amacıyla 2001 yılında Marmaris'e geliyorlar ve yerleşiyorlar. Marmaris, Armutalan, İçmeler, Turunç ve Datça pazarlarını dolaşarak pareo ve şapka satmaya başlıyor.

     2008 yılında Marmaris Merkez'de iç ve dış turizme yönelik olarak faaliyet yürütecek dükkanını açıyor.

     Şu an, bütün ödemeleri bitmiş bir evi var, iş yeri ise kira.

     150 bin TL civarında borcu bulunuyor.

     Korona virüs salgını ille mücadele başladıktan sonra içine girilen koşullarda Hükumetin sözünü ettiği 'Destek Paketi' çerçevesinde Halk Bankası'ndan 25 bin TL kredi çekmiş; 25 bin TL'lik kredi kartı ise hala gelmemiş.

     Erteleme yaptığı bir borcu yokmuş. Var olan borç taksitlerini ödemeye devam ediyormuş.

     Bağ-Kur, SSK, vergi vb. borçların hiç birisini ödeyemiyoruz, diyor. Bunların önüne geçilemiyormuş. Aşırı fazlalarmış. Vergi, peşin vergi çok yüksek geliyormuş. Bir elamanın yıllık maliyeti 50 bin TL, diyor. O nedenle elaman çalıştıramıyorlarmış. Kendisi iş yerinde eşine yardım ediyormuş. Şu an kendisinin hiç bir sosyal güvencesi yokmuş. Yaz bunları, bunun böyle olduğunu, kendileri de biliyorlardır, diyor.

     Kimden ne bekliyorsun?, diyorum. Kimseden bir şey beklediğim yok; Devlet, şimdi yaptığı gibi borç vereceğine, bize, sıfır faizli ve 24-36 ay ödemeli taksitlendirmeli kredi versin, var olan borçları yapılandırsın...Biz böyle şeyler istiyoruz. Pazara çıkamıyoruz. İşyerini açamıyoruz, açtığımız günlerde zor siftah yapıyoruz. Habire Devlet'in verdiği borç parayı yiyiyoruz. Ne zamana kadar? Devlet, iş yapamadığımız süre için, bizden Bağ-Kur, SSK, vergi, kira...gibi konularda hiç bir talepte bulunmasın. İnan, bankadan aldığım krediyi tüketiyoruz. Kız, salgın başlayınca işten çıkarıldığı için çalışmıyor. Oğlan, okullar kapandığı için yanımızda. Dağ dayanmaz.

     Geleceği nasıl görüyorsun?, diye soruyorum. Ümitsizim, bitkinim, yorgunum...ne yapacağımı bilmez bir durumdayım. Ruhsuzum. Hiçbir şey para etmiyor. Psikolojik olarak bitiğim. Mal alsak mı? Almasak mı? Bilemiyorum. Mal almamız gereken parayı tüketiyoruz. Devlet, borçları erteledik, diyor. Arkadaşlardan duyuyorum, hiç bir borç ertelenmiyor. Erteleyenler de yüksek faizleri kabullenerek erteliyorlar. Oğlana, kredi kartı borcunu ertele, dedim. Faiz istiyorlarmış. Askıya alınmış arabanın boşa dönen dört tekeri gibi boşa dönüp duruyorum. Bal yapmaz arı gibi evin içinde dönüp duruyoruz. Yaz bunları, aynen yaz, diyor. Yazıyorum.

     YASİN KIRBAŞ: (43 yaşında. Aydın İncirliova doğumlu. Evli. İki çocuğu var. Muğla Merkez'de oturuyor. İlkokul mezunu.)

     İlkokulu bitirir bitirmez, 12 yaşında, sahil yerlerinde pazarcılık yapan dayılarının yanında işe başlıyor; bazen birinin yanında bazen de diğerinin...En çok, büyük dayısının. O zamanlar, diyor, Aydın, Söke, Fethiye, Marmaris, İçmeler ve Datça olmak üzere çok geniş bir bölgede dolaşıp duruyorduk. 2003-2004'e kadar dayılarının yanında çalışıyor; iç çamaşır konusunda uzmanlaşıyor. Askere gidip geliyor. Dayısı, Marmaris'e dükkan açıyor; bir süre sonra, pazar yerlerini Yasin'e devrediyor. Artık, o kendine çalışmaya başlıyor.

     Uzun süre, dayılarının yanında öğrendiği iç çamaşır satış işini yapıyor; bir ara, iki yıl kadar imitasyon ürün satıyor.

2011 yılında evleniyor; bacanağı, pazarlarda hediyelik eşya satan iyi bir insan; şimdilerde, küçük kardeşi ile müteahhitlik yapıyor.

     Evlendiğinde Marmaris'te otururken, Muğla'ya taşınıyor ve 2014 yılında Muğla Merkez'de, dar bir sokakta küçük bir dükkan açıyor. Bebe giyim ve iç çamaşırı satmaya devam ediyor.

     2017 yılında export badi giyim işine giriyor.(Ben, 25 yılı tamamladıktan sonra 2017 yılında pazar işini bırakmaya karar vermiş ve işi kime bırakabileceğimi kendi kendime sormaya başlamıştım; bir-iki arkadaş üzerinde düşünürken, şu veya bu nedenle o arkadaşlar vazgeçince, Yasin'e teklif ettim; kabul etti. Uzun yıllar çalıştığım fabrika ile ilişkileri ve Datça Pazar yerini, ona bıraktım. Sözü edilen export badiler, bu badilerdir.)

     Şu an ev ve iş yeri kira. Dükkan sahibi, iyi bir adammış; Korona virüs salgını ile mücadele başladıktan sonra içine girilen süreçte arıyor ve Nisan ayı kirasını düşünme, durum böyle devam ederse, Mayıs ayına da bir çözüm buluruz, diyor; o konuda kafası rahatlıyor.

     Salgın gündeme geldiğinde toplam 50-60 bin TL civarında bir borcu varmış; ilk elde, kardeşi üzerinden mal alımı için Ziraat Bankasından çektiği krediyi erteletiyor. Sonra Halk Bankası'na başvuruyor; 25 bin TL kredi çekiyor. 25 bin TL'lik kredi kartı talebinde de bulunuyor.

     Dükkanın satış durumunu soruyorum; 20'da 3o TL, 21'de siftah yok, 22'de 100 TL imiş. Açıyorum ama çoğu zaman siftah olmuyor, diyor.

     Bu durumda nasıl geçiniyorsunuz?, diyorum; anne-baba ve kardeşlerimden, diyor. Aç kalmıyorlarmış...

     Kimden ne bekliyorsun?, diyorum.

     Durum düzelsin, başka ne bekleyebilirim ki?, diyor. Devletten yardım bekliyormuş. Bağ-Kur, SSK...vb. borçlar erteleniyormuş; iyi de bunlar, daha sonra nasıl ödenecek?, diye soruyor. Bizim nasıl olsa Bağ-Kur, vergi vb. ödediğimiz yok; ödeyemiyoruz ki!.. Gelecek yıllarda durumlar düzelirse, öderiz.

     Datça ve Yaz sezonu Ak-Tur'a tezgah açıyor.

     Mayıs ayı sonu Haziran ayı başı gibi giyim vb. satan pazarcıların da pazar yerlerine tezgah açmaya başlaması gerekiyor, diyor. Tamam, biz de, sebze ve meyve satanlar gibi aralıklı açalım, maske takalım, kurallara uyalım ama açalım...Bu salgının kısa sürede biteceği yok, o zaman bir çözüm üretilmeli. (2)

     Yardımlar, bir yere kadar. Asıl olarak, biz kendi çarkımızı döndürmeliyiz.

     Devlet, önceden ihtiyacı olana değil, ihtiyacı olmayana yardım ediyordu; niye ki? Asıl ihtiyacı olana yardım etmeli. Kredi verirken kefil, ipotek vb. istemek de neyin nesi?, diyerek sözünü bitiriyor.

     (1)Pazarcı esnafı ile yapılan bu söyleşilerde sıkça sözü edilen borç ertelemeleri ve 'Destek Kredileri' konusunda, 27.04.2020 günü BirGün gazetesinde Ozan GÜNDOĞDU'nun '200 milyarlık hokus pokus' başlıklı haberi, okunmaya değer bir haberdir. (Bknz: https://www.birgün.net )

     (2) Bu konuda, bütün ülke genelinde aynı uygulama biçimini esas almak yerine, Korona virüs salgınının yayılma ve görülme haritasına bakılarak, İlçe ve İl bazında farklı uygulama biçimlerinin gündeme getirilmesi daha akla yatkın bir çözüm olabilir mi?(Bu konuda Bknz: 27.04.2020 günkü

 BirGün gazetesi haberi.)

     28.04.2020/Datça Mehmet Erdal"


    "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ (2)

     15 Mayıs Cum günü akşamleyin, halihazırda bahçıvanlık yapan bir arkadaşım aradı ve istersem, bana limon verebileceğini, söyledi. Tamam, olur, gelirim, ama bugün gelemem, yarın gelsem, olur mu?, diye sordum. Olur, dedi.

     16 mayıs Cumartesi günü sabahleyin 05.00'te kalktım. Yürüyüşümü yaptım. Duş, kahvaltı derken saat 11.00'e doğru aradım. İskele tarafındaymış. Belediyenin yanından Çevre Yoluna girdim; Kargı Yolunu takip ettim, Hava Lojmanlarının oradan döndüm.

     O yoldan gidip gelenler bilirler; Seyir tepesinin oradan Gölet'in, Taşlık Plajının, Liman'ın ve göz alabildiğine, Simi Adası'na kadar çarşaf gibi uzanıp giden Akdeniz'in seyrine doyum olmaz. İşte, tam oradan geçerken bomboş haldeki Taşlık Plajına gözüm takıldı. Aklıma, geçen yıl bugünlerde, erken saatlerde bu plaja gelip denize girişimiz ve şimdilerde İnternette dolaşan ''AVM'lere gitmek serbest, deniz kıyısında dolaşmak ve denize girmek yasak'' esprileri geldi. Gülümsedim. Bu akılları, kim veriyor, uygulayan da neden uyguluyordu ki?

     Arkadaşımı buldum. Bir poşet dolusu limonu aldım. Baktım, elinde bir paket maske. Eczaneden, tanesi bir liradan almış. Burnun üzerine gelecek yerinde teli var mı, dedim; yokmuş. İktidarın, söylemlerinin aksine, Korona virüs salgınına karşı ne ölçüde hazırlık yapılıp yapılmadığının göstergesi (turnusol'u) haline gelen bu maske olayı, hala sallapati durumdaydı. Bunlar sağlıksız, tekstilde kullanılanlar sağlıklı olanları, dedim; burnun üzerine gelen kısımda tel olacak ve o teli bastıracaksın ki, oradan mikrop girişi önlenmiş olacak.

     Ayrıldım. Yolda, bir arkadaşımın marketinden gazeteyi aldım ve eve döndüm. Sonra, ver elini, pazar yeri.

     ***

     Belediye, 24 Mart'ta yayınlanan İçişleri Bakanlığı'nın genelgesinden sonra, bu genelge çerçevesinde, Cumartesi günleri açılan İskele Mahallesi Halk Pazarı'nın 27 Mart'tan itibaren Cuma ve Cumartesi günleri olarak iki gün açılmasına ve tek-çift numara uygulamasına geçilmesine karar vermişti; bütün ülkede, tekstil, züccaciye, deri çanta-kemer vb. satıcılarının tezgah açmaları geçici bir süre yasaklanmasına karşın, tezgah açmaya devam edebilecekleri söylenen sebze ve meyve satıcılarının tezgahları arasında 3'er metre mesafe koyma kuralı getirildiğinden, en uygun çözüm yolu olarak bu görülmüştü. Çarşamba günü kurulan Özbel Köylü Pazarı da Salı ve Çarşamba günleri olmak üzere iki gün açılacak ve aynı tek-çift numara uygulaması orada da geçerli olacaktı. (Bir süre sonra, Belediye, yaşanan bazı sorunlar nedeniyle, Özbel Köylü Pazarı'ndaki bu uygulamaya son verecek, bir hafta tek numaralar, bir hafta çift numaralar tezgah açacak, diyecekti.)

     Yedi hafta süren bu uygulamanın ardından, İçişleri Bakanlığı, yeni bir genelge yayınlamış ve Belediye, yayınlanan bu yeni genelge (1) çerçevesinde, uygulamayı yeniden değiştirmeye karar vermişti.

     İçişleri Bakanlığı'nın yeni genelgesinde, 24 Mart'ta tezgah açmaları yasaklanan pazarcıların yeniden tezgah açmasına izin verildiği ama açılan her tezgah arasında 3'er metre mesafe olması gerektiği kuralının devam ettiği yazıldığından, Belediye, şöylesi yeni bir karar almıştı: Yedi haftadır Cuma ve Cumartesi günleri açılan İskele Mahallesi Halk Pazarı Cumartesi ve Pazartesi günleri açılacak ve tek-çift numara uygulamasına devam edilecek; Pazar günleri kurulurken, 27 Mart'tan itibaren Pazar ve Pazartesi günleri kurulan Palamutbükü Pazarı ise yalnızca Pazar günleri kurulacak ama tıpkı Özbel Köylü Pazarı gibi, her pazarcı, 15 günde bir Palamutbükü Pazarına tezgah açabilecekti. (İçişleri Bakanlığı'nın genelgesinde, genelgeyi uygulayacak yerel yönetimlere, uygulamanın üzerinde herhangi bir tasarruf yapma hakkı tanınmadığından, yani, genelgede, çok açık bir biçimde, tezgahlar arasında 3'er metre mesafe konulacak, denildiği için, belediye, başka bir çözüm yolu bulamamış ve mecburen her yerde tek-çift numara uygulamasına yönelmişti; halbuki, Korona virüs salgını ile mücadele konusunda genel değil de lokal uygulama yöntemleri geliştirilebilse ve bu çerçevede yerel yönetimlere inisiyatif tanınabilse idi, örn: Datça'da, yöreye has uygulama biçimleri geliştirilebilirdi. Şimdi, Datça'da yaşayan ve Datça'nın içinde bulunduğu durumu bilenlerin aklına yatsın ya da çok saçma gelsin, yerel yönetimler ve merkezi yönetimin yerel kurumları, isteseler de istemeseler de bu uygulamaları uygulamak zorunda kalıyorlar.)

     ***

     İçişleri Bakanlığı'nın yeni bir genelge yayınlayıp tezgah açmaları yasaklanan pazarcıların yeniden tezgah açmalarına izin verileceği duyumları İnternette yayılmaya (2) başladıktan sonra, 7 haftadır tezgah açamayan ve haliyle, öfkeden, burunlarından soluyan pazarcılardan bazı tanıdıklarım, kendi aralarında ve (bir kısmı ile söyleşi yapıp, sorunlarını ve beklentilerini anlattıkları bu söyleşileri 31 Mart, 14 Nisan, 24 Nisan ve 28 Nisan tarihleri arasında yayınlayan) benimle hızlı bir haberleşme trafiğine girmişlerdi; Bu söylenti doğru muydu? Bu haberin doğruluğunu nereden öğrenebilirlerdi?

     Neyse, 8-9 Mayıs günleri durum netleşmiş, İçişleri Bakanlığı'nın genelgesinin belediyeye geldiği ve belediyenin, 11 Mayıs'tan sonra gerekli düzenlemeyi yapıp duyuracağı belli olmuştu.

     Bu kez, yasaklı olup da yeniden tezgah açacak pazarcılar açısından bu düzenlemenin ne tür yapılırsa en iyi olacağı üzerine bir haberleşme trafiği başlamıştı. Sonunda, 11 Mayıs günü öğle saatleri civarında, belediyenin, yeni uygulamayı İnternete koyarak, kendi sayfasından duyurduğu görüldü.

     Belediyenin duyurduğu (yukarıda anlatılan) uygulama biçiminden memnun olmayan ve hoşnutsuzluk ifade edenler vardı ama alternatif olarak birbirlerine dillendirdikleri düşünceleri, belediyeye çıkıp, belediyeyi ikna edecek şekilde anlatacak kişi ya da kişiler kimler olacaktı? Bu konuda gönüllü kişi bulmak, 25 yıl pazarcılık yapmış birisi olarak yazıyorum, her zaman çok zordur; pazarcıların büyük çoğunluğu, şu veya bu nedenle, belediyelere çıkıp, ortak olan sorunlarını ve ne istediklerini anlatmakta çekingendirler. Topu, sürekli birbirlerine atarlar ve birbirlerinin gözüne bakarlar. (Ola ki içlerinden birileri gönüllü olarak ya da şu veya bu nedenle kendini bu belediyeye çıkma işini yapmaya mecbur hisseder ve belediyeye çıkar ise, hiç şüpheniz olmasın, dönüşte, bazılarınca, kendisinin ya da bazılarının menfaatleri doğrultusunda konuştuğu vb. vb. şeklinde suçlanır.)

     11 Mayıs günü, Datça'da yerleşik konumda olan üç pazarcı arkadaş, bu konuyu görüşmek için belediyeye çıkmış ama alınan kararın ötesinde, kendi aralarında konuştukları alternatif uygulama biçimleri konusunda herhangi bir değişiklik yaptıramamışlardı.

     ***

     İşte, 16 Mayıs Cumartesi günü, bu uygulamaya dair yerinde gözlem yapabilmek ve yeniden tezgah açan arkadaşlar ile sohbet edebilmek için pazar yerine gidiyordum.

     Arabayı, PTT'nin arkasındaki, şimdilerde fiilen otopark olarak kullanılan boş alana park ettim. Eskiden pazarın kurulduğu ama şimdilerde giderek ticari bir cadde olarak öne çıkan sokak boyunca ilerledim. İş yerlerinin çoğu kapalı, açık olanlarında ise iş yeri sahipleri iş yerlerinin içinde, önlerinde ya da karşılarındaki banklarda oturuyorlardı. Aralarında sohbet edenler de vardı. Sokak, ıpıssızdı.

     Sokağın sonundaki balıkçı kapalı ama önünde iki kişi, sandalyeleri maviye boyuyorlardı; anlaşılan, 27 Mayıs ya da 1 Haziran'da açılacakları söylendiğinden, hazırlık yapıyorlardı. Balıkçıyı geçtim, 90 derece açı ile sağa, yukarıya doğru yöneldim. Karşıdan, tek tük, pazar alış verişi yapıp dönen kişilere rastladım. İskele Mahallesi Muhtarlığının bürosunu geçince, daha AYDEM'e varmadan, pazar yerinin girişindeki ilk tezgah sahibi arkadaşların kurduğu çadırları gördüm. Yaklaştıkça, girişte, üzerinde POLİS yazan demir bariyerler gözüme çarpmaya başladı. Gerçekten, belediye, girişin düzenli olmasını sağlamak için bu uygulamayı gündeme getirmiş ama ortalıkta düzenli girişi sağlanacak herhangi bir kalabalık görünmüyordu.

     Demir bariyerleri geçince, hemen sol tarafta, kaldırımın üzerinde, bir zabıta ve iki özel güvenlik görevlisi taburelerin üzerinde oturmuş sohbet ediyorlardı; biraz ilerilerinde de bir kaç pazarcı...

     ***

     Giyim, züccaciye, deri-çanta-kemer vb. satan pazarcıların tezgah açtığı sokak hiç alışık olunmadığı oranda ıssızdı. Halbuki, saat 12.00'yi geçiyordu ve ben bilerek gelişimi bu saate ayarlamıştım. Hava çok sıcaktı ve belki onun da etkisi vardı, bilemiyorum; ben, iki-üç saat kalırım ve bu da bana, ortalama/sağlıklı bir gözlem yapmam için yeter diye düşünmüştüm.

     Selam vererek, hayırlı işler dileyerek, ayak üstü ya da 5-10 dakika yanlarında oturarak kısa sohbetler yapıp, yavaş yavaş ilerlemeye ve dolaşmaya başladım.

     Gerçekte, Datça'da, Korona virüs salgını ile mücadele başladıktan sonra bile bir biçimde gelenlerle birlikte oldukça çok yaşayan vardı. Sabah yürüyüşlerinde sokak aralarında rastladığım arabalardan ve bir de, büyük marketlerde tanık olunan kalabalıklara dair İnternetteki eleştirel içerikli paylaşımlardan anlıyordum, bu durumu. Ama pazarda in cin top oynuyordu.

     Sebze-meyve satılan bölüme yöneldim. Evde elime tutuşturulan alış veriş listesine baktım, acaba hangi tezgaha gidip almalıydım? Pazar alış verişlerini hiç sevmem, bugüne kadar hep Sevda yapmıştır. Kadınların bütün pazar yerlerini dolaşmalarını ve maydanozun, rokanın, dere otunun vb. fiyatını dahi pazarlık konusu yapmalarını hiç anlayamam. Yıllarca pazarcılık yaptım, kadınların bu huyunu hiç sevmem. Benim bildiğim, alacağın ürünü beğendin mi?, üzerinde fiyatı yazıyor mu?, tamam sorun bitmiştir; alırsın ya da almazsın. Satıcı, müşterinin daimi müşteri olup olmadığına, kendisi ile arkadaşlık, akrabalık, meslektaşlık vb. herhangi bir özel durumu varsa ona bakar ve hesabı yapar. Ben, çoğunlukla bu çerçevede hareket ettim.

     Sebze-meyve bölümünde de gözle görülür bir tenhalık vardı; hem satıcılar hem de alıcı müşteriler açısından.

     Baharatçıların bulunduğu yerden sebze-meyve satan bölüme girmiştim, sağa doğru yöneldim. Baktım, peynircilere varmadan, duvar kıyısında, genç bir kadın satıcının tezgahı var, ona yaklaştım. Bu tezgahta çeşit daha fazla idi. Satıcı kadını, benim tezgahtan yaptığı alış verişlerden tanıyordum. 2 kilo portakal, 2 kilo Golden elma, 4 baş Sarımsak ve 1 kğ.800 gram gelen muz aldım. Dere otu ile kuru soğan yokmuş. Kaç lira? Bana istediklerimi veren orta yaşlı ve saçlarını arkadan bağlamış kişi, 28, artı 21 daha 49....eder 85 TL. dedi. Tamam, deyip çıkardım 100 Tl'yi uzattım. Üzerini aldım. Yürüdüm. Bir başka tezgahtan kuru soğan aldım; 3 TL. Dere otunu bulamadım. Eyvallah. Yukarıdaki, zabıta kulübesinin yanındaki kapıdan sebze-meyve bölümünden çıktım. Giyim satan bölüme geçtim. Kapının tam karşısındaki havlu, çarşaf, nevresim vb. ürünler satan arkadaşın tezgahına gittim. Oturduk. Hal hatır sorma ve ardından ne olacak bu yeniden tezgah açmalarına izin verilen pazarcıların durumu, muhabbeti başladı. Gören bir iki arkadaş daha yaklaştı. Muhabbet derinleşti. Bugünkü uygulamanın kendileri açısından yarattığı sorunlar üzerine düşünceler dile getirildi; tezgahlar arasındaki boşluk nedeniyle satılan ürünlerin güneşte kalmaları, müşterinin hem çeşit bulamayacağını düşünerek hem de güneş altında yürümek istememesi nedeniyle bu bölüme gelmemesi vb...Sebze-meyve bölümü de bomboştu ama neler yapılabilirdi? Belediyeye neler önerilebilirdi? Neden belediyeye gidilmiyordu? Belediye, İçişleri Bakanlığı'nın genelgesi ortada iken başka neler yapabilirdi? vb. vb... Muhabbetin sonlarına doğru ben artan fiyatlardan ve yaptığım alış verişten söz ettim. Anlattım. Bazı sebze-meyve satıcıları ile yakın ilişkisi olanlar, tanıdıklarına seslendiler, portakal kaç lira?, elma kaç lira?, diye. Fiyatları duyunca, bozuldum. Benim elma ve portakallar, alenen bana kğ 9 TL.'den gelmişti. Bu işte bir yanlışlık var, git yeniden hesaplat, dediler. Kalktım. Ulan, dedim, bu kadınlar, fiyat sormakta ve bütün pazar yerini dolaşmakta haklılarmış. Resmen aptal yerine konuldum. Yürüdüm. Alış veriş yaptığım tezgaha vardım. Biraz önce alış veriş yapmıştım sizden, hele şunların fiyatını bir daha hesaplar mısınız, kafam karıştı, dedim. Kadın satıcı, tezgahın öbür tarafında, saçlarını arkadan bağlayan orta yaşlardaki erkek geldi ve aldı elimdekileri, yeniden tartmaya başladı; muz 27 TL, Sarımsak 20 TL, etti 47 TL.; sonra portakal ile elmayı tarttı, eder 73 TL. Döndü bana ve senden kaç lira almıştık?, diye sordu; 85 TL. aldınız. Bu yaptığınız ayıp, şimdi zabıtayı çağırıp tutanak tutturacağım, tezgahı beğendim, malları beğendim, fiyat sormadım ve aldım, ama siz resmen hile yapıyorsunuz. Bu oldu mu?...Özür üstüne özür, yok kasıtlı yapılmamış da, yok olurmuş böyle yanlışlık da...Kadına, sen beni tanıyorsun, aha şurada giyim sattım, sen gelip alış veriş yapıyordun; ben böyle bir şey yaptım mı hiç? 12 TL iade ettiler. Sinirlenmiştim. Yürüdüm. Çıktım pazardan. Tamam hava çok sıcaktı falan filan ama öyle yoğun bir müşteri de yoktu; anlaşılan o idi ki, bazıları, az satıştan da bütün masrafları çıkarmak için bu tür alavere dalavere yollara tenezzül ediyordu...Yazık. (Eve vardım, Sevda, muzlar ekşimiş, köpürüyor, portakal ve elmada da çürükler var, dedi. Anlaşıldı, kadınlar haklı, onların pazar alış veriş yöntemleri konusunda tek söz etmemek gerekiyor. Bu tür pazarcıların hakkından ancak onlar gelebilir.)

     ***

     Bazı pazarcı arkadaşlar, bugün böyle ise alış veriş, Pazartesi kimse gelmez bu pazara; o halde pazartesileri gelmeye gerek yok!... Göreceksiniz, Pazartesi daha az pazarcı tezgah açacak vb. vb... diye konuşmuşlardı; olabilir miydi? En iyisi, Pazartesi günü de pazarı gezmek ve gözlem yapmak gerekiyordu.

     ***

     18 Mayıs Pazartesi günü yine aynı saatte evden çıktım, arabayı aynı otoparka park ettim, aynı yolu izledim; manzara aynı idi.

     Pazar yeri girişine vardım. Görünüm daha derli toplu idi. Belli ki, bugün tezgah açan tekstil, züccaciye, deri çanta-kemer vb. ürün satıcıları, Cumartesi günü tezgah açanların yaptığı hataları yapmamışlar, çadırları birbirlerine yaklaştırmışlar ve böylece daha gölgeli bir koridor yaratmışlardı. Yine tek tük olan müşteriler, bu gölgelik yerlerden gidip geliyorlardı.

     Selam vererek, hayırlı işler dileyerek, ayak üstü hal hatır sorarak, sohbet ederek ilerledim. Sevda'nın baharatçılardan alınacak bir siparişi vardı; baktım, hiç bir baharatçı gelmemiş. Devam ettim. İki yıl önce tezgahımı ve bütün ilişkilerimi devir ettiğim, benim yıllarca tekstil ürünleri alıp sattığım yerden aynı ürünleri alıp satan arkadaşın tezgahına vardım. Bugün akşama kadar burada kalacak, hem ona yardım edecek hem de gördüğüm pazarcı arkadaşlar ile sohbet edecektim.

     Cumartesi günü tezgah açan bazı arkadaşların kendi satışlarına dair söyledikleri abartılı rakamlara dayanarak, bazı arkadaşlar, Cumartesi günü iyi iş olmuş, bugün kimse gelip gitmiyor, diyor ve sızlanıyorlardı. Yok, doğru değil, aynı durum söz konusu idi; en iyisi 500 TL. almıştır, ya da o civarda...diyorum, ne ölçüde ikna edici oldu ise...

     Karşı tezgahlardan, gün boyu gelen giden oldu, muhabbet ilerledi. Bir ara, bugün görevli ve aynı zamanda pazar yerinden sorumlu zabıta amiri arkadaş gelip oturdu. Mevcut durumun nedenleri ve olabilecekler konusunda karşılıklı fikirler ifade edildi.

     ***

     16 Mayıs Cumartesi ve 18 mayıs Pazartesi günü sohbetlerden, pek çok pazarcının kafasının karışık olduğu ve aralarında, belediyeye götürebilecekleri somut bir önerinin oluşturulamadığı kanısına vardım...

     ***

     Zaman ise akıp gidiyordu. Haziran ayı gelmiş ve normal Bağ-Kur, vergi, sigorta primleri, stopaj vb. kim hangi ödemeyi yapıyor ise onun normal ödemeleri başlayacaktı. (3) 16 ve 18 Mayıs günleri yapılan ciroları esas alır isek, bu cirolar ile ne belediyenin işgaliyeleri, ne Bağ-Kur, ne arabaların vergi borcu, ne 6 ay sonrasına ötelenen borçlar ne de Esnaf kefaletten veya Halk bankasından 6 ay sonra ödemeli alınan kredi taksitleri ödenebilirdi.

     Yanımıza gelen genç bir pazarcı arkadaşa bir biçimde bunu anımsatıyorum; alacaklı olan düşünsün, ben niye düşünüyorum ki?, diye cevap veriyor, gülerek...

     (1) 

     (2) 

     (3) 

     18.05.2020/Datça Mehmet Erdal"


    "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ (3)

     Öğle civarı arabaya bindim ve Cumartesi günü kurulan İskele mahallesi Halk Pazarına gitmek için evden çıktım. Her zamanki gibi, arabamı, PTT arkasında şimdilerde fiilen otopark olarak kullanılan boş alana park ettim.

     Eski pazar yeri sokağından pazar yerine doğru yürümeye başladım; önceki haftalara göre, ellerinde pazar çantaları ve arabaları ile gidip gelenlerin sayıları daha fazla idi. Bu, eski bir pazarcı gözü ile bakıldığında, pazara gidip alış veriş yapanların sayılarının arttığı anlamına geliyordu ki, bu iyiye işaretti; içimden, sevindim. Açık olan iş yerleri sahiplerinin tamamına yakınını bir biçimde tanıdığımdan, gördüklerime mırıldanarak ya da seslenerek ama mutlaka başımla da destekleyerek hayırlı işler, diyerek, yürümeye devam ettim.

     Pazar yerine giriş kapılarından birisi olan giyimcilerin oraya vardığımda, girişin, yine üzerinde POLİS yazan demir bariyerler ile kapatıldığını ve dar bir giriş bırakıldığını, gördüm. Bariyerin başında bir özel güvenlikçi demir bariyerlere yaslanmış ayakta bekliyordu. Giyim eşyası satan pazarcılar, bu kez, önceki haftalardan ders çıkarmış olacaklar ki, çadırları birbirlerine yaklaştırarak kurmuşlar ve böylece güneş ışınlarını büyük ölçüde engellemişler; müşterilerin güneş altında kalmadan yürüyebileceği bir koridor oluşturmuşlardı.

     Her tezgahta ikişer, üçer müşteri vardı; fiyat soruyorlar ya da alış veriş yapıyorlardı. Yalnızca plastik ve cam eşya satan pazarcı arkadaşın tezgahında bir müşteri yüksek sesle fiyattan yakınıyordu; anlaşılan o idi ki, kadın müşteri, artan maliyetler nedeni ile ya da fırsatçılıktan daha fabrikalarda yapılan astronomik zamları ve artan maliyetler nedeni ile fabrikadan sıradan bir pazarcıya kadar gelirken arada yapılan fiyat ayarlamalarını hesaba katmayıp, ürünlerin satış fiyatlarındaki artışın tek sorumlusunun pazarcı arkadaş olduğunu düşünüyor ve ona veryansın, ediyordu; bu, yurttaşlarımızın pek çoğunun yaygın bir düşünce ve davranış biçimi idi. Pazarcı ya da zincirin en sonundaki parekendeci, gösterilen tepkiye eş değil, daha alt bir düzeyde, müşteriye, şikayet ettiği sorunun sorumlusunun kendisi olmadığını ya da yalnızca kendisi olmadığını sabırla açıklamak zorunda kalıyordu. Nitekim, tezgahın sahibi arkadaşın eşi de hem işini yapmaya çalışıyor hem de yüksek sesle konuşarak tezgahtan uzaklaşmaya başlayan kadın müşteriye derdini anlatmaya çalışıyordu. Yardım için tezgahına gittiğim arkadaşın istediği kiloluk soğuk suyu bir an önce götürüp vermek istediğimden, tanık olduğum bu olaya ve sağlı sollu pazarcı arkadaşlara bu kez fazlaca takılmadan, hayırlı işler, diyerek, hızlıca yürüdüm.

     Bu hafta Cumartesi günü hem sebze-meyve hem de giyim bölümünde numarası tek olanlar açtığından, 17 numarada tezgah açan arkadaşın tezgahına vardım; selam verdim ve tezgahın arkasına geçtim.

     ***

     Önceki haftalarda gelip tezgah açma gereği duymayan bazı pazarcı arkadaşların da bu hafta geldikleri ve tezgah açtıkları, tezgahlar arasında üç metre aralık bulunması gerektiği kuralı bazı pazarcılar tarafından biraz suistimal edildiğinden, görevli zabıta arkadaş tarafından uyarıldıkları, konuşuluyordu; pazar yerinde görevli olan zabıta arkadaş görevini yapmıştı ve ona söylenecek bir şey yoktu; görevli, görevini yapmakla mükellefti...

     ***

     Datça Pazar yerinde, hem sebze-meyve tezgahlarının açıldığı hem de giyim, deri çanta ve kemer, plastik ve cam eşya satan bölümlerde halihazırda uygulanmakta olan tek-çift numara uygulaması ne kadar doğru bir uygulama idi? Pazarcı arkadaşlar, aralarında, farklı açılardan yaklaşarak, bu konuyu tartışıyorlardı. Onlara göre, şu anki uygulama, hiç tezgah açmamaktan iyi idi ama böyle devam eder gider ise, bırakın ödemelerin altından kalkmayı, sermayeyi kediye yüklemek kaçınılmazdı; özellikle, Pazartesi günleri külliyen zarar yazıyordu. Asıl bunu sorgulamak ve bu sorunu çözmek gerekiyordu.

     Eski bir pazarcı olarak benim de görüşüm o idi ki, Datça, saat 19.00 haberlerinde TV'lerde görüntülerine yer verilen İstanbul, Ankara ve hatta İzmir gibi büyük yerleşim yerlerindeki pazar yerleri gibi müşterilerin sıkış tepiş dolaştıkları ve alış veriş yaptıkları bir pazar yerine sahip değildi. Burada nüfus azdı ve yaşayanların yaş ortalaması çok yüksekti; bunlar ya sokağa çıkma yasağı nedeniyle ya da kendilerini koruma kaygısıyla zaten pazara uğramıyorlar; büyük zincir marketlere gidiyorlar, internet üzerinden sipariş verip istedikleri şeyleri kargo ile evlerine getirtiyorlar, sokak aralarında dolaşan seyyar manavlardan alış veriş yapıyorlar, tanıdıkları marketlere telefon ediyorlar vs...idi. Ayrıca Özbel'de, Ak-Tur'da, Karaincir'de, Palamutbükü'nde, Çeşmeköy'de... pazarlar kuruluyor ve müşteri bölündükçe bölünüyordu. Datça Merkez'de kurulan pazara şu an kaç kişi gelip alışveriş yapıyordu ki?

     Yalnızca giyimciler değil sebze-meyve satan pazarcılar da bu gidişattan memnun değillerdi; geçenlerde, Kızlan'da yaşayan bir ağabeyimiz, üretici çok şikayetçi, pazara götürdüğü malı satamayıp geri getiriyor, bize veriyor, alın, tavuklarınıza yedirin, diyor; tek-çift numara uygulamasından ve pazarların günlerinin duyurulmasından şikayetçiler; herkes de internet yok ki, internetten yapılan duyuruları görüp öğrensinler; belediye, cami hoparlöründen ya da araç çıkarıp anons ettirerek bu duyuruyu yapmalı, diyordu.

     Pazarcılarla gün boyu yapılan sohbetlerde, Datça'da, Palamutbükü dahil, tek-çift numara uygulamasına gerek olmadığı, bunun beklenen ve sağlayacağı var sayılan yarardan çok pazarcıların mağduriyetine yol açtığı; pazarcılarda ve müşterilerde maske vb. kurallara uyulmasını sağlama temelinde tek güne dönülmesinin çok daha iyi olacağı; Köyceğiz, Fethiye, Bodrum ve başka bazı yerlerde bunun uygulanmadığı, Yatağan'da sebze-meyve bölümünde uygulandığı ama giyim bölümünde uygulanmadığı...konularında uzun uzun konuşmalarımız oldu. (Hiç şüphesiz, bu aktarılan bilgilerin bir sohbet ortamında dillendirildiği ve dillendirenlerin de var olan durumdan mağdur olduklarını söyleyenler olduğu düşünülmelidir.)

     Bence, Korona virüs salgını ile mücadele sürecinin başından beri siyasal iktidar tarafından yapılan genel uygulamalar yerine, merkezi otoritenin koordine ettiği ama yerellerde yerel yönetimlerin inisiyatif sahibi olduğu ve yerellere özgü koruma ve mücadele yöntemlerinin geliştirilip uygulamaya sokulabildiği esnek bir uygulama çizgisi esas alınsa idi, şimdi, tartıştığımız konuda Datça'da ya da başka yerlerde başka bazı sorunlar yaşanmaz ve yurttaşlar bu ölçüde mağdur olmazlardı.

     Her ne ise, şimdi yeniden başa dönüp süreci sil baştan yapmak olanaksız ise, varılan noktada yapılabilecek olanı yapmak gerekirdi; bir başka deyişle, İlçe Hıfzıssıhha Kurulu bu soruna el atıp, bir an önce bu soruna bir çözüm bulmalı ve pazarcıların mağduriyetlerini giderecek gerekli adımı atmalıydı. (Pazarın, akşamleyin saat 19.00'da kapanması uygulamasının biraz esnetilerek saat 20.00'e çekilmesinin de çözülmesi istenen sorunlardan birisi idi.)

     ***

     Saat 17.00 gibi sebze-meyve bölümüne gidip dolaşayım, dedim; tezgahların çoğu boşalmış ve pazarcılar evlerine gitmişlerdi. Kızlanlı bir üretici/manav tanıdık, Cumartesi günü, özellikle de bu Cumartesi iyi ama Pazartesi günü çok kötü oluyor, dedi. Ayrıca, yazdığımı bildiği için, belediye, mahalle aralarındaki seyyar dolaşanlara, özellikle Datça dışından gelip dolaşanlara müdahale etsin, bunları da yaz, diye seslendi. Tamam, dedim, yazarım. Yazdım. İyi de, evlerinden çıkması yasaklı olan yaşlılar, kronik hastalığı olanlar ve kendini virüsten koruma endişesi ile çıkmak istemeyenler, bu seyyar manavların dolaşmasından memnun idiler; kendi sokağımdan biliyorum.

     Bu durumda, belediye, ne yapsa, birileri memnun olmayacaktı; belediyenin işi zor...

     06.06.2020 / Datça Mehmet Erdal"


      "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ-4: S.O.S...

     21 Haziran günü öğleye doğru, aynı zamanda pazarda terlik, ayakkabı vb. de satan marketçi arkadaşım aradı; hadi, daha gelmiyor musun?, dedi.

     Hemen hemen her gün öğle civarı ya da öğle üzeri onun marketine uğrar ve mutlaka eşinin yaptığı kahveyi içer, dereden tepeden laflardık; tamam, geliyorum, dedim. Arabama atlayıp, yola çıktım. Üç-beş dakika sonra, marketin önündeydim.

     Pazarda işler kötü imiş, senin ortak (bazı pazarcı arkadaşlar, işi devrettiğim ve haliyle, bazen Cumartesi günleri öğle üzerileri gidip yardım ettiğim arkadaş ile aramda 'dostluk' değil 'ortaklık' ilişkisi olduğunu düşündüğünden ve bu çerçevede konuştuğundan, ona atıfta bulunuyor) ağlıyor, dedi.

     ***

     Korona virüs salgını ile mücadele başladığında, İçişleri Bakanlığı, ilk elde, pazar yerlerinde sebze ve meyve bölümünün açık kalmasına ama giyim, züccaciye, deri-çanta-kemer, hediyelik eşya, takı vb. satıcılarının tezgah açtığı bölümün ise belirsiz bir süre kapalı olmasına karar vermişti; nitekim, yedi (7) hafta kadar, bu bölümlerde tezgah açan pazarcılar faaliyetten men edilmişler ve Allah'ın tek bir günü bile tezgah açamamışlardı.

     Yedi hafta sonra, İçişleri Bakanlığı, kendi bildiği ve haliyle açıklamadığı (yaygın olarak, 'tepkilerden dolayı açmak zorunda kaldı' şeklinde yorumlanan) nedenlerle, bu bölümde yer alan pazarcıların da yeniden tezgah açmalarına ama belediyeler/yerel yönetimler tarafından, tıpkı sebze ve meyve bölümünde olduğu gibi bu bölümde de 'sosyal mesafe' kuralına uygun bir düzenleme yapılmasına karar vermişti.

     Datça Belediyesi, İçişleri Bakanlığı'nın bu kararı çerçevesinde, tıpkı Mart ayı ortalarından itibaren, ilçe sınırları içerisindeki bütün pazar yerlerinde var olan sebze ve meyve satış bölümlerinde yaptığı gibi tek-çift numara uygulamasına gidilmesine karar vermişti; bu uygulamaya göre, bazı pazar yerlerinde haftada iki gün tezgah açılıyor; bir hafta, tek numaralar bir gün, çift numaralar ertesi gün tezgah açıyorlar; gelen haftada ise tersi oluyordu. Bazı pazar yerlerinde ise, öncesinde olduğu gibi tek gün pazar kuruluyor; tek numaralar bir hafta, çift numaralar ise gelecek hafta tezgah açabiliyorlardı. Belediyeye göre, böylece, pazarcılar arasında, tezgah açma ve haliyle iş yapabilme açısından bir eşitlik sağlanmış oluyordu.

     ***

     Hiç şüphesiz, bu uygulama, 'şeklen' doğru bir uygulama idi ve belediye, bu konuda başkaca bir uygulama yapamayacağını, yetkinin kendisinde olmadığını, kendilerinin, İçişleri Bakanlığı tarafından alınan bir kararı uygulamakla mükellef olduğunu, o kararı değiştiremeyeceğini, söylüyordu.

     Pazarcılara göre ise, başka yerlerde, Örn: İzmir'de, Muğla Menteşe'de, Bodrum'da, Köyceğiz'de, Fethiye'de vb. daha başka yerlerde ilk anlarda benzeri uygulamalar gündeme gelmiş ama bir-iki hafta sonra uygulamada esnemelere gidilmiş; bugün Datça'dakine benzer bir uygulama artık hiç bir yerde söz konusu değildi. Doğrucu Davut olan tek yer Datça idi. Bu nasıl oluyordu?

     Keza, günlerin duyurulmasında da yalnızca İnternet ortamında duyuru yapmayı yeterli gören belediye hatalı idi; Datça'da kaç kişi İnternet kullanıyordu? Günlerin duyurulması cami hoparlöründen ya da araç çıkarılarak da yapılabilirdi, ama belediye bu yolları hiç kullanmamıştı... Haliyle, vatandaş, alışkın olduğu gün pazara çıkıyor, diğer gün pazar yerine uğramıyordu bile. Bu durumda, pazarcılar, bir hafta iş yapıyor, diğer hafta ise sinek avlıyordu. Yani, gerçekte, pazarcılar açısından pazara tezgah açma olayı, haftada bir günden iki haftada bir güne düşmüş oluyordu. Bu da ciddi bir mağduriyet, demekti.

     ***

     Datça (İskele Mahallesi) Halk Pazarı, gerçekte, benim bu yazılarımı okuyanlar artık ezberlemiş olmalılar, Cumartesi günleri kuruluyordu; bu hafta, Cumartesi günü, bütün ülkede LGS yapılmıştı ve haliyle o gün, İçişleri bakanlığı, Korona virüs salgını ile mücadele çerçevesinde 'sokağa çıkma yasağı' ilan etmişti. Bunun üzerine, Datça belediyesi, 18 Haziran'ı 19 Haziran'a bağlayan gece yarısı, İnternet üzerinden, Cumartesi kurulan pazarın Pazar gününe kaydırıldığını duyurmuştu.

     Aynı gün, Palamutbükü pazarı da kuruluyordu ve Datça Halk Pazarına çıkan pazarcıların bir kısmı Palamutbükü Pazarına da tezgah açıyordu; belediye, akla en yatkın çözüm olarak bunu görmüş ve ilan etmişti; başkaca bir yol da yok, gibiydi.

     Haliyle, bu karar, bu hafta, pazarın asıl günü olan Cumartesi günü, hem de 'Babalar gününün' bir gün öncesi tezgah açacak oldukları için sevinen pazarcıların bu sevincini kursaklarında bırakmıştı; öyle ya, pazarın Pazar gününe alınarak gün değişikliğine gidilmesi ve o gün, aynı zamanda Palamutbükü pazarının da açılacak olması, müşterilerin pazara gelip gelmeyecekleri konusunda ciddi soru işaretlerine yol açıyordu.

     Nitekim, Cuma günü, bazı arkadaşlar telefon ederek, Pazar günü pazarın nasıl olabileceğine dair düşüncemi sormuşlar; onlara, Datça'ya çok gelenin olduğunu ve müşterinin pazara çıkmaktan başka çaresi olmadığını, çok fazla sorun yaşanmayabileceğini, söylemiştim.

     'Ortak' olarak nitelenen arkadaşım da bu ikirciklenen ve nihayetinde, pazar günü Datça'ya tezgah açarım, Muğla'ya dönmem, orada kalırım ve Pazartesi günü de Ak-Tur'a tezgah açarım; böylece mazot parasından tasarruf ederim, diye düşünen pazarcılardan birisi idi.

     Marketçi arkadaş da bu konuşmaları ve gelişmeleri, bir ölçüde de olsa biliyordu.

     ***

     Kahveyi içtim, tamam, pazara gidiyorum, dedim. Sen gide dur, ben de birazdan uğrayacağım, dedi, marketçi arkadaşım.

     Araba ile her zamanki gibi PTT arkasındaki otopark alanına gittim; arabayı park ettim. Sağa sola bakınarak pazar yerine doğru yürümeye başladım. İlk gözüme çarpan, otopark çıkışındaki işçi kahvehanesinin tenhalığı oldu. Yanındaki lokanta kapalı idi. Yürümeye devam ettim. Gelen giden yoktu. Eyvah, dedim, korkulan oldu, sanırım; pazarcı arkadaşlar sinek avlıyorlardır, şimdi. Ama, diyorum, bir yandan, kendimi avuturcasına; bugün pazar, belki de insanlar deniz kıyısındadırlar, akşamleyin gelirler.

     Pazar yerine yaklaşıyorum; ellerinde pazar arabaları ile gelen bir-iki dışında kimsecikler görünmüyor. İçim kararıyor. Yürüyorum. Pazar yerindeki çadırları görüyorum. Yaklaşıyorum. Bir gün önce Marmaris Beldibi mi? Yoksa Datça mı?, diye ikirciklenen ve telefon açıp fikrimi soran çocuk giyimi satan arkadaşın girişte, solda, ilk numara olan tezgahına varıyorum. Oturmuş, öğle yemeğini yiyor. Nasıl?, diyorum; yok bir şey, diyor. Halbuki bu tezgah, pazarda iyi iş yapan tezgahlardan birisi olarak bilinir. Kalkıyorum ve devam ediyorum. Biraz ileride bir-iki arkadaş ile ayak üstü sohbete başlıyoruz. Ne olacak bu durum?, diyorlar. Belediye, elimizden bir şey gelmez, diyor; neden Kaymakama çıkmıyorsunuz ki? İlçe Pandemi Kurulu Başkanı, o. kararı o verecek. Neden çekiniyorsunuz? Kaymakam iyi birisi. Bir arkadaş, yok kardeşim, diyor; geçenlerde, bir tanıdığım anlattı; kaymakam bey, bana pazarcının durumu şu, bu, demeyin. Elimden bir şey gelmez; yukarısı bu konuyu çok sıkı tutuyor, demiş. Tamam da bir de siz çıkın. Derdinizi anlatın. Kendi kulağınız ile duyun. Tamam, ben hazırım, falan, deniyor ama biliyorum, arkası gelmez. Pazarcı, bu konuda, her zaman ayağını sürür... Hep, bir başkası öne düşsün, ister.

     Valla, siz bilirsiniz; Devletçe ötelenen borçların ve aldığınız 25'er bin liralık kredilerin ödeme zamanına şurada ne kaldı ki? Belediye de 2018 ve 2019 işgaliyelerini 1 Temmuz'a kadar ödeyin, diyor. Ya kaymakama çıkar derdinizi ve çözüm önerinizi anlatırsınız, CİMER'e falan yazar durursunuz ya da siz bilirsiniz...

     'Ortağın' tezgahına varıncaya kadar sağlı sollu başka pazarcı arkadaşlara da hayırlı işler diliyorum.

     ***

     Öğle sonrası gün boyu tezgahtayım; saat 15.00/16.00 civarı gelen gidenler tek tük artmaya başladı ama yaşanan tam bir hayal kırıklığı, oluyor.

     Sıkıntı, başka pazarcıların da ilgisine çeken ve onların da düşüncelerini dile getirdiği bir sohbeti tetikliyor.

     Pazarcılar, pazarın, yine eskisi gibi, tek-çift uygulaması olmadan, tek güne dönüşmesi konusunda İçişleri Bakanlığı'nın genelgesinin bağlayıcı olduğunu kabul ediyorlar ama başka yerlerde değil de neden yalnızca Datça'da katı bir biçimde uygulandığını, anlayamıyorlar.

     Bazıları o sözünü ettikleri yerlerde yaşadıkları ya da oralara da tezgah açtıkları için kesin bir dille, Datça dışında bu tek-çift uygulamasının uygulanmadığını, pazarcılara, sağlık kurallarına uyun, eğer herhangi bir sorun yaşanır ise siz bilirsiniz, tek-çift uygulamasına geçeriz, denildiğini, söylüyorlar. Eğer, bu tek-çift uygulaması devam eder ise, çoğunun sezon sonu ya da Ekim-Kasım aylarından itibaren, Kış aylarında topu dikmiş olacaklarını, biliyorlar. Çaresizler. Özellikle Datçalı üreticiler... Bir arkadaş, köylünün, arkadaşım, salatalık, biber, domates vb. 15 günde bir toplanmaz; 2.3 güne bir toplanmalı. Topluyoruz, ama Cumartesi dışında pazara çıktığımız gün gerisin geri getirip hayvanların önüne döküyoruz, dediğini, söylüyordu. Üreticinin halinin perperişan olduğunu, anlatıyordu. Onlara göre, Datça'da yerel yöneticiler, üreticinin halini görüyor ama bir çözüm getirmiyorlardı.

     ***

     Arada bir, can sıkıntısında ve meraktan, Palamutbükü Pazarına tezgah açmış arkadaşlarına telefon edenler ya da oradan arayanlar oluyor; karşılıklı, satış durumları soruluyordu. Anlaşıldığı kadarıyla, her iki yerde de durum birbirinden farklı değildi.

     Yarın, yani pazartesi günü, buraya kimse gelmez; bugün böyle ise, yarın durumu düşünemiyorum bile, diyen pazarcı arkadaşlar, akşamleyin 18.00'e doğru tezgahlarını toplamaya başladılar. Görevli zabıta arkadaş, arkadaşlar, saat 19.00'da çadırlar inmiş olacak, biliyorsunuz, değil mi?, diyerek dolaşmaya başladılar.

     19.15'te biz tezgahı toplamış ve çadırı indirmiştik.

     ***

     Bu yıl, (Mart ayından beri yazıp duruyorum) pazarcılar ve küçük yerleşim yerlerindeki üreticiler başta olmak üzere küçük esnafın durumu, giderek kötüleşiyor.

     Onlar, şimdilik yüksek sesle dile getirmiyorlar ama çoktan S.O.S vermeye başladılar bile...

     23.06.2020/Datça Mehmet Erdal."


      "BASIN AÇIKLAMASI

     Sol Parti Datça İlçe Örgütümüz, 23.06.2020 tarihinde kongresini yapmış, 26.06.2020 günü İlçe Seçim Kurulundan mazbatasını almış ve 29.06.2020 günü de İlçe Örgütü Yönetim kurulumuz toplanarak kendi arasında bir görev bölüşümüne gitmiştir.

     İlçe Örgütümüz, var olan siyasal İslamcı iktidardan kurtulma, demokratik ve bağımsız bir ülke yaratma mücadelesinin yanı sıra Datça'da yaşayan her yurttaşın içinde yaşadığı sorunlara çözüm bulma ve sahiplenip gurur duyabileceği demokratik bir yerel yönetimi yaratma mücadelesinin de içerisinde yer alacak ve yapılması gereken her şeyi yapacaktır.

     Biz, çok yönlü yürütülecek bu mücadelenin ancak el birliği ve güç birliği ile yürütülmesi halinde kalıcı sonuçlar elde edebileceğine inanıyoruz.

     Bu çerçevede, her yurttaşımızı partimizde örgütlenmeye ve bu mücadelede yer almaya çağırıyoruz.

     ***

     Bilindiği üzere, Mart ayı ortalarından itibaren gündeme getirilen Korona virüs ile mücadele çerçevesindeki uygulamalardan en çok mağdur olanların başında üreticilerimiz, pazarcılarımız ve küçük esnaflarımız gelmektedir.

     Bu nedenle, biz, Sol Parti ilçe Örgütü olarak:

     1-İlçe Pandemi Kurulu'nun Datça sınırları içerisinde yaşayan ve faaliyet gösteren üreticilerimizi ve pazarcılarımızı dinlemesini, sorunlarına çözüm bulmasını ve pazar yerlerinde uygulana gelen tek-çift numara uygulamasını yeniden gözden geçirmesini; Datça gerçekliğine uygun yeni bir düzenleme yapmasını,

     2-Siyasal iktidarın, küçük esnafın 6 ay ötelenen Mart-Nisan ve Mayıs aylarına ait Bağ-Kur, sigorta vb. borçlarının öngörülen Ekim, Kasım ve Aralık aylarında da ödenmeyeceğinin az-çok belli olmasından hareketle devlet tarafından ödeneceğini ve bu çerçevede silineceğini ilan etmesini,

     3- Mart ayı ortalarından itibaren Esnaf kefalet kooperatifleri ile Halk bankası tarafından küçük esnafa verilen 6 ay ödemesiz 25.000 TL. ve altındaki kredilerin ilk taksitlerinin öngörülen tarihlerde ödenmeyeceğinin anlaşılması nedeni ile 6 ay daha uzatılarak 12 aya çıkarılmasını,

     Böylece çok zor durumda olan ve yok olmanın eşiğinde bulunan üreticilerimizin, pazarcılarımızın ve küçük esnafımızın ayakta kalma mücadelesine destek verilmesini istiyoruz.

     29.06.2020 Sol Parti Datça İlçe Örgütü"


    "DATÇALI ÜRETİCİLERİN VE PAZARCILARIN İMZA KAMPANYASI

Korona virüs salgını ile mücadele çerçevesinde Datça Pandemi Kurulu tarafından Datça ilçe sınırları içerisinde kurulan pazar yerlerinde gündeme getirilen tek-çift numara uygulamasından mağdur olan Datçalı üreticilerin ve pazarcıların topladığı 158 imza bugün (Salı) Datça Kaymakamlığına ve Datça Belediye Başkanına teslim edildi.

***

Mart ayı ortalarından itibaren hükumet tarafından gündeme getirilen sosyal (fiziki) mesafe kuralı bağlamında Datça ilçe sınırları içerisinde kurulan pazar yerlerinde de önce yalnızca sebze-meyve bölümünün açılmasına ama tek-çift numara uygulamasına geçilmesine; bilahare, İçişleri Bakanlığı'nın aldığı yeni bir karara bağlı olarak giyim, deri çanta-kemer , plastik ve cam eşya vb. satan bölümlerinin de yine aynı kural çerçevesinde tezgah açabilmelerine olanak tanınmıştı.

Hiç tezgah açamamaktansa bu çerçevede de olsa tezgah açıyor olmaktan mutlu olan üreticiler ve pazarcılar, sürecin uzamasına bağlı olarak bırakın belediyeye işgaliye, devlete Bağ-Kur, bankalara kredi... borçlarını ödemeyi; evlerine götürecek ekmek parası bile kazanamadıklarını, ürettikleri ürünleri toplayamadıklarını ya da topladıklarını satamayıp gerisin geriye evlerine götürüp hayvanlarının önüne attıklarını gördüklerinde çare arayışlarına yönelmeye başlamışlardı.

İşte bu çare arayışlarının bir ifadesi olarak 4 Temmuz günü Datça İskele Mahallesi, 5 Temmuz günü Palamutbükü ve 6 Temmuz günü bu kez çift numaraların tezgah açtığı yine İskele mahallesi pazar yerlerinde kendi aralarında 158 imza toplamışlardı.

Pazar yerlerinde ayakkabı ve terlik satan Bahri Çarkçı, imza verenler adına, bu imzalanan metni ve imzaları, bugün (7 temmuz Salı) önce Datça Kaymakamlığına ve bilahare, Datça Belediyesi aylık olağan meclis toplantısı bitiminde bizzat elden Datça Belediye Başkanına teslim etti.

Datçalı üreticiler ve pazarcılar, imzaladıkları metinde şunları söylüyorlardı:


     “KAYMAKAMLIK MAKAMINA ve BELEDİYE BAŞKANLIĞINA

                                                                                                                     DATÇA

     Bizler, Datça ilçe sınırları içerisindeki pazar yerlerinde tezgah açan pazarcılar, Mart ayı ortalarından itibaren Korona virüs ile mücadele kapsamında gündeme getirilen uygulamalardan birisi olan pazar yerlerimizdeki tek-çift numara uygulamasından çok mağdur konumundayız.

     Bilindiği üzere, Datça, yaş ortalaması oldukça yüksek az bir nüfus yoğunluğuna sahiptir; Korona virüs salgını endişesi ile yaz sezonu önceki yıllardan çok kötü gittiği için bu gerçeklik, şimdi de değişmemiştir; sokaklarda dolaşan kişi ve özellikle bizlerin tezgah açtığı pazar yerlerinde alış verişe gelen müşteri sayısı parmakla sayılabilecek kadar çok azdır.

     Bizler, Datça'da yaşayanların büyük çoğunlukla İnternet üzerinden ya da büyük zincir marketlere giderek alış veriş yaptığı bugünkü koşullarda zaten kendiliğinden azalan müşterilerin tek-çift numara ile bu kez de ikiye bölündüğünü ve bunun doğal sonucu olarak mağduriyetimizin katlandığını bilmenizi istiyoruz.

     Bu süreç böyle devam eder ve sizlerin katkılarınız ile İlçe Pandemi Kurulu bizim bu çaresizliğimize bir çözüm getiremez ise bizler ne belediye işgaliyelerini, ne Mart-Nisan-Mayıs aylarına ait olup da 6 ay ötelenen borçlarımızı, ne Halk bankasından ve/veya Esnaf ve Sanatkarlar Kooperatifinden çektiğimiz kredileri ödeyebiliriz; bu gidiş ile bizlerin çoğu, günlük gereksinimlerimizi bile karşılayamaz hale geliriz.

     Bizler, aşağıda imzası olanlar, durumumuzu size arz ediyor ve çözüm bekliyoruz.

     Saygılarımızla.”

     ***

     İmzalanan metni ve imzaları Kaymakamlığa ve Belediye Başkanına teslim eden Bahri Çarkçı şunları söyledi:

     “ Kaymakam bey yıllık iznine ayrılmış. Dilekçeyi yazı işlerine teslim ettim. Kayıt numarası aldım. Yazı işleri müdürü, bu konuda belediyeye yazı yazılacağını, söyledi. Belediye Başkanımız ise, biraz önce meclis toplantısında bu konudaki düşüncelerini meclis üyeleri ve izleyiciler ile paylaştığını, söyledi. Belediye Başkanımız, üreticilerin ve pazarcıların mağduriyetleri konusunda her şeyin farkında olduklarını, bu konuda şu an tatilde olan Kaymakam ile de görüştüğünü; Kaymakam beyin bu konuda kendisine sözlü iletilen şikayetleri Muğla Valiliği ve İçişleri Bakanlığı ile paylaştığını ama oralardan, yeni bir karar çıkıncaya kadar halihazırdaki uygulamanın devam edilmesinin söylendiğini, kendisi ile paylaştığını; bu durumda, sosyal (fiziki) mesafe kurallarına uyma çerçevesinde pazarcı arkadaşların bir önerisi varsa onu tartışabileceklerini aksi halde mevcut durumun devam etmesinden başka bir yolun olmadığını, söyledi. Ben Belediye başkanımızın, kaymakam bey gibi şikayetlerimiz konusunda hassasiyet gösterdiğini gördüm ama bu hassasiyet, bizim mağduriyetimizi ortadan kaldırmıyor. Biz bir an önce, somut bir çözüm istiyoruz.' dedi.

     07.07.2020/Datça Mehmet Erdal"

 

     "Sol Parti Datça İlçe Örgütü Yönetim Kurulu bugün yaptığı toplantıda ilçemiz sınırları içerisinde son bir haftadır yaşanan bazı olayları değerlendirmiş ve yazılı olarak bir basın açıklaması yapılmasına karar vermiştir.

     İlçe Örgütümüz, yaptığı yazılı basın açıklamasında şunları kamuoyu ile paylaşmıştır:

     ''BASIN AÇIKLAMASI

     Datçalı üreticiler, manavlar, seyyar esnaflar, tekne-taksi ve minibüs sahipleri, kiraladığı ya da mülkü kendine ait olan iş yerlerinde faaliyet yürüten küçük esnaflar, tıpkı ülkemizin her yerinde yaşayan meslektaşları gibi, hükumet tarafından Mart ayı ortalarından itibaren Korona virüs ile mücadele çerçevesinde alınan kararlardan ve gündeme getirilen uygulamalardan en çok etkilenen kesimlerin ilk sıralarında yer almaktadırlar.

     Mart ayı ortalarından itibaren, yetersiz bazı yardımların dışında, kaderleriyle baş başa bırakılmışlardır ve çaresizdirler.

     Bu yurttaşlarımızın geleceğe bakışları karamsardır.

     Var olan salgının daha uzun bir süre yaşamımızı birinci dereceden etkileyeceğinin anlaşıldığı bugünkü koşullarda bu üreticilerimiz ve esnaflarımız, 'Sağlık mı?' yoksa 'Ekonomi mi?' şeklinde bir ikilemle değil; kelimenin tam anlamıyla, var olmaya devam etme ya da yok olmayı kabullenme seçeneği ile karşı karşıyadırlar.

     Sol Parti Datça İlçe Örgütü olarak;

     1- Mart ayı ortalarından itibaren pazar yerlerinde geçici bir süre için gündeme getirilen tek-çift numara uygulamasının, süre uzadıkça, ilk uygulanmaya başlandığı anda kendisinden beklenen yarardan daha çok pazar yerlerinde faaliyet yürüten üreticilerimizin ve seyyar esnafımızın zarar görmesine yol açtığını düşünüyoruz. Bu nedenle, pazar yerlerinde satıcıların ve müşterilerin maske takma zorunluluğu, hijyen koşulları vb. uygulamaların sıkıca hayata geçirilmesi çerçevesinde bu uygulamanın sonlandırılmasını ve her pazarın, o pazar yerinde tezgah açan tezgah sahiplerinin hepsinin aynı gün tezgah açması biçiminde yeniden düzenlenmesini öneriyoruz.

     Bu önerimizde ısrar ediyoruz.

     2- Belediye Meclisinin 07.07.2020 günkü toplantısında oy birliği ile aldığı kararı (11. Madde), yani Korona virüs salgını ile mücadele sürecinde beş (5) hafta tezgah açamayan bir kısım seyyar esnafımızın tezgah açamadığı bu beş (5) haftalık yer ve aynı şekilde, iş yeri sahiplerinin üç (3) aylık kaldırım işgaliye (artı, ilan ve reklam) borçlarının silinmesi ile belediye mülkünde kiracı olup da kiralarını peşin ödeyen kiracıların mağduriyetlerinin bir biçimde giderilmesine yönelik olarak alınan belediye meclis kararını doğru buluyor ve destekliyoruz.

     Bizler, yerel yönetimimizin, kamu kurum ve kuruluşlarımızın, Korona virüs salgını ile mücadele kapsamında da dahil olmak üzere yurttaşlarımızın zararına olan bütün kararlarına ve uygulamalarına karşı çıkacağımızın; yurttaşlarımızın yararına olan kararları ve uygulamaları ise kararlıca ve sonuna kadar destekleyeceğimizin bilinmesini istiyoruz.

     10.07.2020 '' Sol Parti Datça İlçe Örgütü"


    "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ-5: İŞ İŞTEN GEÇMEDEN!

     Bu hafta Datça Pazar yerinde olacakların ilk sinyali, Perşembe günü öğle civarı, Muğla Pazarında tezgah açan bir pazarcı arkadaşın açtığı telefondan gelmişti; bir kaç yıl öncesine kadar Datça Pazarına da tezgah açan bu genç pazarcı, telefonda, yandım Mehmet abi, diyordu; söylediğine göre, o güne kadar, fiiliyatta, tek-çift numara uygulaması yok iken, Menteşe Belediyesi zabıtaları, o gün, sabahın erken saatlerinde, tezgah açtığı bölgeyi dolaşmaya başlamışlar ve bazı pazarcılara, biz sizi dün aramadık mı, tek-çift numarası uygulaması nedeni ile yarın gelmeyin, diye? Aradık! Ama siz ne yaptınız? Geldiniz. Şimdi tezgahları hemen toplayacak mısınız? Yoksa işlem mi yapalım?, diye bağırmaya başlamışlar. Anlattığına göre, zabıtaların sıralamasında, kendisi, o hafta tezgah açma sırası olanlardan birisi imiş ve o nedenle onu bir gün öncesi aramamışlar; diğer arananlar ise, önceki haftalarda uygulanmıyordu, bu hafta da uygulanmaz, diye düşünerek, gelmişler. Şimdi ise, eli mecbur tezgahları toplamaya başlamışlar.

     Telefon eden genç pazarcı arkadaşıma göre, bundan sonra eğer bu tek-çift numara uygulaması olur ise zararı çok büyük olacaktı; o nedenle, telefonda, yandım ben, diyordu.

     Mart ayı ortalarından itibaren pazar yerleri ile ilgili yazdığım yazıları okuyan birisi olarak, Datçadakiler gibi şimdi biz de yanacağız, diyordu.

     Tamam, şimdi sloganımız, 'Bütün pazarcılar birleşin'dir, dedim, esprili bir biçimde.

     Yıllarca aynı pazar yerlerinde tezgah açmıştık ve beni iyi tanıyordu; ne dediğimi ve neden dediğimi anlardı.

     ***

     Cuma günü öğleden sonra, Datçalı bir pazarcı arkadaşım aradı; sana kötü haberim var, dedi. Kötü haber dediği, Cumartesi günü tezgahına çıkaracağı malları yüklediği arabasını pazar yerine bırakmaya gittiğinde, zabıtaların, pazar yeri girişlerine, üzerlerinde giriş-çıkış yazan demir bariyerleri koyduklarını ve bir düzenleme yapmaya çalıştıklarını, görmesiydi. Yeniden başa, Korona virüs salgını ile mücadelenin gündeme getirildiği ilk günlere dönüldüğünü, düşünüyordu...

     Anlaşılan, pazarcıların hafta başında birer nüshasını hem Kaymakamlığa hem de Belediyeye verdikleri (tek-çift numara uygulamasının gözden geçirilmesi gerektiği doğrultusundaki talebini dile getiren) imza kampanyasının yerel ve bir ölçüde de ulusal basına yansıması sonrasında soruna çözüm bulunmaya çalışmak yerine, tam tersi bir uygulamaya yönelmek, tercih edilmişti.

     ***

    Cumartesi günü, öğle üzeri, pazar yerine yakın bir yere arabayı park ettim ve giyimcilerin tezgah açtığı bölümden pazar yerine girmek için yürümeye başladım.

     Öncesinde, pazar yerine arabayla ya da yayan giriş-çıkış yapılabilen bazı sokakların demir bariyerler ile kapatıldığı ve yalnızca iki giriş-çıkış kapısı bırakıldığı duyumunu aldığımdan, doğru yönde ilerliyordum. Girişe vardım; gerçekten, önceki haftalara göre, daha ciddi bir görünüm vardı; üzerinde 'POLİS' yazan demir bariyerlerin kapadığı yolun tam orta yerinde 'GİRİŞ' yazan az bir aralık ve onun yanında da, pazar yerinden çıkanların okuyabildiği 'ÇIKIŞ' yazan ikinci bir aralık vardı. 'GİRİŞ' yazan aralıktan girdim. Demir bariyerlerin bir metre kadar ilerisinde bir masa vardı. Bir pazarcı arkadaş, bir özel güvenlikçinin görevli olduğunu, o ara, biten el dezenfektanının yenisini almak için zabıta kulübesine gittiğini, söyledi. Bu ne iş?, dedim. Ne işe yarıyor? Hiiç, dedi, pazarcı arkadaş; bir yerden giriyorsun, diğerinden çıkıyorsun. O kadar. Gülüştük.

     Sağa sola, hayırlı işler, diyerek, yürüdüm.

     Terlik satan arkadaşın getirmemi söylediği ve marketinden alıp getirdiğim buzdolabında soğutulmuş karpuz ile iki ekmeği teslim ettim; bir plastik tabure çekip altıma, oturdum.

     ***

     Satışı, sordum; geçen haftalara göre düşük, olduğunu söyledi.

     Mart ayı ortalarından beri pazar yeri ve pazarcıların durumu/sorunları ile ilgili yazıp duruyorum ya, artık bu herkesçe biliniyor; gelenler oluyor, konuşuyoruz. Dert çok. Sıkıntı büyük. İnsanlar bunalmış durumdalar. Gidişat hiç iyi değil ve ufukta herhangi bir umut görünmüyor. Bir arkadaş, geçen Salı günü, meclis toplantısını, canlı yayından izledim; Başkan konuşurken, senin orada olabileceğini düşündüm ve şimdi, mutlaka konuşur, dedim. Başkan, pazar yerleri ile ilgili konuşurken, yayın birden kesildi, dedi. Meclis toplantısına katılan birisinin, yayının ne zaman açık ve ne zaman kapalı olduğunu bilmesi, olası değil. O nedenle, bilemiyorum. Ama, toplantıya katıldım, dedim; her toplantıya katılıyorum. Bu kez, çok fazla katılan yoktu. Meclis üyelerinin koltukları arasında mesafe bırakıldığından, izleyicilere yalnızca beş sandalye ayrılmıştı. Toplantıda Başkan, pazar yerlerine değindi. Resmi bölüm bitince ben de konuştum. Oldukça uzun konuşuldu. Ama, şunu bilin, mecliste bulunan hiç bir meclis üyesi, bırakın destek vermeyi, kalkıp, Başkanım, bu konuda bir şeyler yapalım, bile demedi...

     İmzaları hem Kaymakamlığa hem de Belediye Başkanına elden teslim eden arkadaş ile birlikte, yanımıza gelip de merak edenlere, Belediye Başkanının odasında pazar yeri ile ilgili konuşulanları ve Belediye Başkanının, Belediye Başkanının ağzından Kaymakamın düşüncelerinin ve yaklaşımlarının neler olduğu üzerine açıklamalarda bulunduk.

     Şahsen ben, hem Belediye Meclis salonundaki hem de Belediye Başkanının odasındaki konuşmalardan sonra, böylesi bir bariyer uygulamasının gündeme getirilebileceğini ve en azından psikolojik olarak pazarcıların demoralize edilebileceğini hiç beklemiyordum.

     Anlaşılan o idi ki, Belediye Başkanını ve Kaymakamı da aşan bir yerlerden yazılı ya da sözlü yeni bir talimat gelmişti; nitekim, gün içinde, demir bariyerler arasındaki o 'GİRİŞ' ve 'ÇIKIŞ' yazısı ile belirtilen uygulamanın, böylesi bir yeni talimattan kaynaklandığı duyumu dolaştı pazar yerinde.

     Biz de her şey kitabi ve şekli, dedim, kendi kendime; ne işe yarayacağını, yapılanın, o yapılandan beklenen amacı gerçekleştirmeye yarayıp yaramayacağını, düşünen bile yok. Yeter ki, şeklen çok güzel görünsün ve talimatlara uygun olsun...

     ***

     Bir pazarcı arkadaş, ben, diyor, açma sıram Cumartesi günü olduğunda, gelip tezgah açıyorum; ama, Pazartesi günü gelmiyorum. Neden? Çünkü zarar, yazıyor. Bu durumda, Belediye, ben sana bir hafta Cumartesi ve bir hafta da Pazartesi günü olmak üzere her hafta yer veriyorum, ister aç ister açma; ben her haftanın işgaliyesini alırım, diyor. Haklı mı? Haklı... Ama, gerçekte ben, her hafta değil, iki haftada bir kez açıyorum; bu durumda Belediye benden açmadığım haftanın işgaliyesini de almış olmuyor mu? Oluyor! Bu haksızlık, değil mi?... Yanıtımız, yok...

     ***

     Bir ara ayağa kalkıyorum; bariyerler ile kapatılmış sokakların resmini çekiyorum ve diğer 'GİRİŞ'-'ÇIKIŞ' yapılan kapıya gidiyorum. Oranın da resmini çekiyorum. Pazar yerleri ile ilgili paylaşımlarımdan sonra bazı kadın ve erkek tüketicilerin ürünlerin çok pahalı olduğu ve o nedenle satılamayıp eve gerisin geriye götürüldüğü şeklindeki; dolayısiyle, gerçekte, alım gücündeki düşüşü, ürünlerin üretim maliyetlerindeki artışı, alış-veriş alışkanlıklarının değişimini, tek-çift numara uygulamasının sonuçlarını vb. vb. göz ardı eden yaklaşımlarının doğruluğunu sorgulamak için sebze ve meyve bölümünde dolaşıyorum. Bir tanıdık, Mehmet abi kiraz almayacak mısın?, diyor; yok, diyorum, o konu hanımın ilgi alanına giriyor. Bakınıyorum. Kirazın fiyatını sorup, on TL. cevabın alınca yürüyüp giden ya da ver bir poşet, deyip kendi eli ile poşete kiraz dolduran oluyor. İki adım ötesinde kiraz sekiz TL; oradan da alanlar var. Daha ileride, zabıta kulübesinin bitişiğinde altı TL. Yani, tek fiyat yok ve hepsinin de alıcısı var. Bu fiyat farkı neden kaynaklanıyor ve neden hepsinin farklı alıcısı var? Bunu, satanlar ve alanlar bilir. Şu konu açık; altı liraya kiraz alana, hatta bekleyip, akşamleyin beş TL'ye kiraz alana on TL. kiraz pahalıdır; doğruya doğru. Öte yandan, on TL'ye satan, neden beş TL'ye vermiyor ya da veremiyor? Onu da o satıcı bilir. Hani derler ya, dışı seni, içi beni yakar; o hesap. Her birimiz, satıcı ya da alıcı olalım, olaya, kendi açımızdan, daha doğrusu, kendi çıkarımız açısından bakarız, karşımızdakini düşünmeyiz ve her birimiz de kendimizce haklıyızdır. Aksini iddia etmek, çok saçmadır!

     ***

     Bir pazarcı arkadaş, biz diyor, kimleri ve kaç kişiyi kastediyor ise, Başkanla konuşmak ve ona bazı öneriler sunmak istiyoruz; ama Başkan, pazarcıları kabul edip konuşmak istemiyormuş; bıktım, anlatamıyorum, diyormuş, dedi. Salı günü Belediye Başkanı ile konuşan kişi olarak, aha, kim dedi?, diyorum. Yalandır. Başkan, varsa bir çözüm öneriniz, getirin, diyor. Var ise götürün. Var, diyor. İyi, götürün, o zaman.

     Bu yazıyı yazarken, sonraki gelişmenin nasıl olduğunu, bilemiyorum.

     ***

     Akşamleyin, kapanış saati 21.00 olmasına karşın, saat 18.00 civarı, sebze ve meyve bölümünden çıkıp evlerine gitmek isteyenlerin olduğu görülüyor; görevli zabıtalar, bariyer açıp kapamaktan bıkkın ve yorgunlar. Onlar, kapılar açılırsa arabaların içeriye doluşacağından ve tezgahında hala satılacak malı olanların bu durumdan mağdur olacaklarından endişeliler. Bazen orta yol bulunamıyor...

     Saat 19.00'a doğru giyimciler de arabalarını getiriyorlar; moralsiz, yavaş yavaş toplanma başlıyor.

     Anımsıyorum, ben pazarcılık yaparken, çok değil, 2017 öncesinde, hatta ve hatta, geçen yıl bazı pazarcı arkadaşlar, saat 21.00 olmasına karşın tezgah toplamakta ayak sürürlerdi; bırakılsalar, gece yarılarına kadar pazar yerinde kalırlardı. O kadar!.. Ama şimdi, saat 20.00 civarı, pazar yerini, zabıtaların hiç bir uyarısı olmadan, herkes terk ediyor. Yani, çok kısa bir sürede, pazar yerindeki alış-veriş yoğunluğu bu ölçüde eksi bir seyir izlemiş ve bugün bu hale gelmişti... Bunun ne anlama geldiğini, yalnızca pazarcılar ve üreticiler bilir.

     ***

     Pazartesi günü, çokça şakalaştığım Kızlanlı bir üretici/manav, beni görünce, duydun mu, dedi; pazarda kavga çıkmış; zabıta ayıramamış, polis çağırmışlar. Neden?, dedim. Neden olacak; Cumartesi günü tezgah açan birisi, bugün de açmak istemiş; yan komşusu şikayet edince kavga çıkmış. İkisi de haklı, dedim; Cumartesi günü açan, yetmediği için bugün de açmak istemiştir; komşusu da haklı, o da ucu kendisine dokunacağı için şikayet etmiştir. Çözüm, bu tek-çift numara uygulamasının bir an önce sonlandırılmasında. Millet perişan ve ne yapacağını bilemiyor. Komşu komşuya sarıyor...

     14.07.2020/Datça Mehmet Erdal."


 "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ-6: UMUT BİTİYOR MU?

     Çarşamba günü Özbel Üretici Pazarı'na tezgah açıp satış yapan ve tezgahındaki ürünlerini satıp bitirdikten sonra Kızlan'a(evine) dönmek için traktörü ile yola çıkan bir üretici pazarcıdan duydum, belediyenin, bazı sebze ve meyve satıcılarına, tek-çift numara uygulamasına aykırı olarak açmamaları gereken günde de tezgah açtıkları için para cezası verdiğini ve bu cezaların tebliğ edildiğini; aha dedim, bunu duyunca, Başkan, Temmuz ayı olağan Meclis toplantısında bu konuya değinmiş ama ben Başkanın bu konuşmasını 'bir uyarı konuşması' olarak değerlendirmiş ve yayınladığım yazımda hiç sözünü etmemiştim; canlı yayında duyan duymuştur ve her duyan olmasa sa bazıları duyduğunu bir başkasına anlatmıştır ve böylece bu uyarı belli bir çevrede yayılmıştır, diye düşünmüştüm. Kaç kişiye ve ne kadar para cezası verilmiş?, diye sordum, üreticiye. Sayıyı bilemediğini ama para cezasının 900- 1000 TL. civarında olduğunu duyduğunu, söyledi.

     Anlaşılan o idi ki, belediye, yanlış-doğru, koyduğu yasağın, şu veya bu biçimde tespit ettiği bazı üreticiler ve pazarcılar tarafından delinmesini, amiyane deyimle, 'emre itaatsizlik' olarak değerlendirmiş ve bu eylemi, 'ders olsun' babında cezalandırma yoluna gitmişti.

     Bugünkü koşullarda, bu cezalandırma biçimi, yerel yönetim açısından, istenen sonucun elde edilmesine mi yoksa tam tersi, hiç istenmeyen ve bugünden öngörülemeyen başka bazı gelişmelere mi yol açardı? Bunu, önümüzdeki süreçte yaşanılacak gelişmeler içerisinde gözleyeceğiz...

     ***

     Cuma günü sabahleyin, Ak-Tur'a tezgah açan bazı pazarcı arkadaşlar, telefonda, Muğla/Menteşe Belediyesi Zabıtasının kendilerini arayıp, gelecek haftadan itibaren, Perşembe günü kurulan pazar yerinde tek-çift numara uygulamasının kaldırılacağını, söylediğini söylediler. Menteşe belediyesi, pazar yerine tezgah açan pazarcıların aralarında birer metre fiziki mesafe koymalarını ve maske takma vb. kurallara uymalarını, istiyordu. Pazarcılar açısından bu iyi bir haberdi ve aklı selim galip geldi, diye düşünüyorlardı. Sevinçliydiler.

     ***

     Öğle üzeri evden çıktım ve yürümeye başladım. Yolumun üzerindeki Datça Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı'nın iş yerinin önünden geçerken, Başkanı gördüm. Ayak üstü sohbet etmeye başladık. Kısa süren ayak üstü sohbette, benim anladığım, Başkanın, üreticilerin ve pazarcıların pazar yerlerindeki tek-çift numara uygulamasına yönelik şikayetleri ve beklentileri konusunda kafası çok net değildi. Onun, kafasını meşgul eden, daha başka sorunlar vardı; oldukça yorgun, bıkkın ve umutsuz görünüyordu.

     Nereye gidiyorsun?, dedi; Belediyeye, dedim. Yürüdüm...

     Dayak yiyen ile dayak olayını izleyenin duyguları, mümkün değil, aynı olmuyor, dedim, kendi kendime; bu duyguyu, 07.07.2020 günü Datça Belediye Meclisi'nin Temmuz ayı olağan toplantısının resmi bölümü bitimi sonrasında, pazar yerlerindeki tek-çift numara uygulaması konusu gayrı resmi olarak tartışılırken Belediye Meclis üyelerinin kayıtsızlığını gördüğümde de yaşamıştım... Üreticilerin ve seyyar esnafın (pazarcının) bu süreçte yaşadıklarını, bu işleri yapmayanların anlaması olanaksızdı; herkesin önceliği, kendince farklıydı ve hiç şüphesiz herkes, kendince haklıydı...

     ***

     Cumartesi günü, öğle üzeri, bir arkadaşım, motosikleti ile beni pazar yerine girişin iki kapısından biri olan giyimciler bölümünün yakınlarında bıraktı.

     Giyim bölümündeki kapı, geçen hafta olduğu gibi 'GİRİŞ' ve ' ÇIKIŞ' yazıları ile ikiye bölünmüştü; bir özel güvenlikçi ayakta bekliyor ve içeriye giren müşterilere dezenfektan malzemesini işaret ediyordu.

     İçeriye girdim. Yürüdüm.

     Sağlı sollu, hayırlı işler, hayırlı işler...diyerek ilerledim. Pazar, oldukça kalabalık, görünüyordu.

     'Ortağın' tezgahına vardım.

     ***

     Günün konusu, Menteşe Belediyesi'nin tek-çift numara uygulamasını sonlandırması ve Datça Belediyesi'nin bu gelişme karşısında nasıl bir tavır belirleyeceği idi.

     Doğrusunu söylemek gerekirse, gelip geçenler ya da bir muhabbet olduğunu görüp gelenler ile yoğunlaşan sohbette asıl olarak giyim bölümündeki pazarcı arkadaşlar düşüncelerini ifade ediyorlardı. Herkes, şu içinde bulunduğumuz süreçte yaşadıklarından etkilendiği ölçüde konuşuyor, dertlerini anlatıyor ve çözüm önerileri dile getiriyordu.

     İyi, tamam da, neden bir araya gelip Belediyeye ya da Kaymakama çıkmıyor ve burada söylediklerinizi onlara da söylemiyorsunuz?, denildiğinde, ya susuluyor ya da adı verilmeyen ya da bilinmeyen bazı üreticilerin ya da pazarcıların Belediye başkanına ve Kaymakama çıktıklarında (ağızdan ağıza aktarılan) aldıkları söylenen cevaplar ve tanık oldukları iddia edilen yaklaşımlar gerekçe gösterilerek, Belediyeye ve Kaymakama çıkmamanın gerekçeleri sıralanıyordu.

     Bu durumda, var olan sorun nasıl çözülebilirdi?

     ***

     Bir ara, Sevda börülce istemişti; sebze ve meyve bölümüne varıp geleyim, dedim. Yürüdüm. Pazar yerindeki çay ocağının yakınındaki Kızlanlı üretici/manavın tezgahına vardım. Börülce, dedim. Yok, dedi. O da köylüsü birisinin bahçesine gidip toplamış ihtiyacı olan börülceyi. Onun adını verdi. Tanıyordum. Yürüdüm. İçeride bir iki fotoğraf çektim. Çay ocağının olduğu bölümde oldukça fazla boş tezgah göze çarpıyordu. O saatte, bu tezgah sahiplerinin mallarını satıp gitmiş olmaları olanaksızdı. Bu boşluk, tek-çift numara uygulaması ile de açıklanamazdı. Vardır bir sebebi, dedim ve sebze-meyve bölümünün içinden baharatçıların ve kuru yemişçilerin oraya açılan kapıya doğru yürümeye devam ettim.

     Börülceyi bulabileceğim tezgahın önüne vardım. Hayırlı işler, dedikten sonra tezgahın üstünde var olan ama çoğu sararmış bir-iki kilo kadar olduğunu tahmin ettiğim börülcelere baktım. Her erkek gibi olmasa da çoğumuzun yaptığı üzere, ne olur olmaz diye, Sevda'yı aradım; börülce buldum ama çoğu sararmış, ne yapayım?, dedim. Alma o zaman, dedi; bana haşlanacak yeşil börülce lazım. Konuşmayı duyan tezgahtaki yardımcı kadın, seçelim o zaman, dedi. Tamam, dedim. Seçmeye başladık. Fiyatını sormamıştım; benim için önemli olan börülcenin bulunmasıydı. Biz börülcenin yeşillerini seçerken, gelip geçenlerden fiyatı soran oluyor ve bana yardım eden kadın, 5 TL. diyordu. Soran, belki börülce kalmadığını gördüğünden belki de fiyatı beğenmediğinden yürüyüp gidiyordu. Hayret, dedim, fiyat çok ucuz. Babam, 1960'lı yılların sonlarında köyümüzün ilk sebze üreticisi olduğu için bilirim; sebze-meyve üreticisi olmak çok meşakkatlidir. Dışarıdan göründüğü gibi değildir. Bu nedenle, hayatlarında toprak ile hiç uğraşmayan ve pazar yerlerinde alış-veriş yapmak için dolaşanlar, küçük üreticinin satış için tezgahına koyduğu ürünlerin fiyatlarını değerlendirirken, biraz insaflı olmalıdırlar. Çok sıkça uğrayıp alış-verişlerinin çoğunu yaptıkları büyük zincir marketlerin reyonlarında gördükleri sebze-meyve fiyatları ile kıyaslama yaparak bir yargıya varmamalıdırlar.

     Pazarda börülce yok, neden ki?, diyorum; zamanı mı geçti yoksa ürün mü yetişmiyor? Hayır be abicim, diyor bana yardım eden kadın, börülce bu, her gün toplamak gerekir; toplamak gerekir ki, yeniden ve yeniden üretsin. Biz topluyoruz 15 günde bir; o zaman, börülce yenisini üretmiyor. Üretsek nerede satacağız? Pazara 15 günde bir çıkıyoruz. Tarlada çok. Dikenin içinde. Bizim Kızlanın dikeni meşhur. Toplarken, elim delik deşik oluyor. Yanıyor.

     İçimde bir şeyler cızz ediyor. Seçtiklerimizi bir poşete doldurup tezgahın asıl sahibi kadına uzatıyorum. Bu, 3 TL. Mehmet abi, diyor. 10 TL uzatıyorum. Üstünü iade ediyor.

     Poşeti alıp 'ortağın' tezgahına yöneliyorum.

     ***

     'Ortağın' tezgahında iken, tanıdığım bir üretici kadın kendine bir şeyler bakmak için tezgaha geldi. 25 yıl bu işi yapınca, hele Datça gibi küçük bir pazarda, tezgah açan pazarcıların çoğunu bir biçimde tanımak çok normal; dahası, sattığım ve şimdi de 'ortağın' satmaya devam ettiği ürünler nedeniyle Datçalı kadınların ezici çoğunluğu, yıllardır bu tezgahın müşterisidir.

     Bakınmaya başladı. Önceki haftaların birisinde, akrabası olan bir satıcı, beni gördüğünde, biliyorum, sen uğraşıyorsun, yazıp çiziyorsun, bir şeyler yapmaya çalışıyorsun, bir de senin partin galiba, bizim için bir şeyler istemişsiniz, ama nafile, demişti. İzin vermeyecekler! Belediye başkanı topu Kaymakam beye, Kaymakam bey Vali'ye ve İçişleri Bakanlığı'na atıyor ve hepsi işin içinden sıyırılıp çıkıyorlar. Olan bizlere oluyor. Biz böyle sürünüp gideceğiz... Bu konuşma aklıma geldi; sordum, tezgahta bakınan satıcı kadına; nasıl olacak bu durum? Olmaz, dedi. Bizim insanımız, memurun amirin karşısına çıkıp derdini anlatmaktan korkar. Her şeyi kabullenir. Ne yapacaklar sana? Yiyecekler mi seni? Ne var bunda? Çık, anlat derdini, böyle böyle, biz yok oluyoruz, bitiyoruz, de.. Ama korkarlar. Onun için ne desen boş..

     Söyleyecek bir şey bulamadım; o söylemişti, söylenmesi gerekenleri!..

     ***

     Saat 15.50 civarı kızımı aradım; Okluk yazan yol ayrımından, Datça'ya giden kestirme yola girmişler. Tamam, dedim, ben 16.45 gibi ayrılırım ve eve giderim. Torunlar geldiğinde, beni kapıda görmeliler. Umut onlarda...

     19.07.2020/Datça Mehmet Erdal"


     "BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ-7: PUSULAYI ŞAŞIRINCA...

     Datça Belediye Meclisi'nin Temmuz ayı olağan toplantısının canlı yayınını izleyenler daha ayrıntılı olarak anımsayacaklardır: Belediye Başkanımız, her ay olduğu gibi toplantının resmi bölümüne geçmeden önce yaptığı açıklamalarının sonuna doğru, tartışmalara ve itirazlara neden olan pazar yerlerindeki tek-çift numara uygulaması konusuna değinmiş ve ''...Korona virüs salgını ile mücadele sürecinin başladığı ilk günlerde...'', yani Mart Ayı ortalarında ''... pazar yerlerinde uygulamanın nasıl olması gerektiği konusunda sebze ve meyve satıcısı pazarcılar ile... '' görüşmeler ve toplantılar yapıldığını; nihayetinde ''...onların önerileri doğrultusunda tek-çift numara uygulaması''nın ''gündeme getiril''diğini; ''...bu uygulama...''nın ''...İçişleri Bakanlığının dayattığı bir uygulama...'' olmadığını; İçişleri Bakanlığı'nın ''...sosyal mesafenin korunması çerçevesinde çözüm...'' istediğini; İlçe ''...Pandemi kurulunda yapılan görüşmelerde, en uygun çözümün, pazarcıların istediği gibi tek-çift numara uygulaması olduğu sonucuna...'' varıldığını söylemişti. (Bknz: 08.07.2020/DATÇA BELEDİYESİ TEMMUZ AYI OLAĞAN MECLİS TOPLANTISI/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )

     Kısacası, Belediye başkanımız, bu konuşmasında, Mart ayı sonlarında sebze ve meyve satıcıları bölümünde uygulanmaya başlanan ve bilahare ( 'açmama' kararının kalkması sonrası) giyim, deri çanta-kemer, plastik ve cam eşya ile hediyelik eşya satış bölümünde de uygulanan tek-çift numara uygulamasının kendilerinin bir dayatması değil; sebze ve meyve satıcıları bölümündeki üreticilerin ve manavların bir tercihi olduğunu, söylüyor ve durum bu iken, şimdi neden ağlayıp sızlıyorsunuz?, siz istediniz, biz de olur dedik ve uygulamaya geçtik; şimdi bu tepki de neyin nesi?, demeye getiriyordu.

     25 Temmuz günü akşamleyin, Kızlanlı bir üretici/pazarcı ile bu tek-çift numara uygulaması konusunda bir kez daha kısaca laflarken, Belediye Başkanı'nın bu konuşmasını anımsattım; Başkan doğru söylüyor, dedi. Bu konu konuşulurken, pazar yerinin kapalı bölümünün dışına çıkma ve sokak aralarına yayılma da dahil pek çok farklı seçeneğin sözü ediliyordu. Bazılarımız, çadırım yok, dedi. Bazılarımız, dışarıya çıkılırsa içeriye girilmez, dedi. Her kafadan bir ses çıktı. Sonra bir baktık, tek-çift numara uygulaması olacak, dendi. Pek çok kişi, tamam, dedi. Ama, abicim, kimse, Başkan dahil, çıkıp da, bu uygulama aylarca ve aylarca uygulanacak; belki hep böyle gidecek; ona göre düşünün ve karar verin, demedi ki. Yani bizi uyarmadı ki. Sen de biliyorsun, o günlerde kim bunun bu kadar uzun süreceğini tahmin ediyordu? Cumhurbaşkanı bile, kısa süre sabredin, her şey yoluna girecek, demiyor muydu? Diyordu. Biz de, bu uygulamanın üç-beş hafta kadar süreceğini sanıyorduk. Peki ne oldu? Şimdiden dört (4) ay oldu. Daha ne kadar süreceğini Allah bilir! Buna kim dayanabilir?

     ***

     Mart ayı ikinci yarısından itibaren pazar yerleri ile ilgili yazdığım yazıları okuyan ya da okumayan ama Datça'da yaşayan ya da bir kulağı Datça'daki yerel gelişmelerde olan hemen hemen herkesin anımsayacağı üzere, özetle, siyasi iktidar tarafından Korona virüs salgını ile mücadele gündeme getirildikten bir süre sonra, 23 Mart günü, Datça Belediyesi, kendi İnternet sayfasında yayınladığı bir duyuru ile her ay sonu açılan 2.el pazarı ile giyim vb. satışın yapıldığı bölümün ikinci bir emre kadar iptal edildiğini, sebze ve meyve bölümünde ise 28 Mart'tan itibaren tek-çift numara uygulamasına geçileceğini açıklamıştı.

     Bu duyuruda, çok doğal olarak, bu uygulamaların ne kadar süreceğine dair herhangi bir süre verilmiyordu. Her şey İçişleri Bakanlığından, daha doğrusu Ankara'dan gelecek yazılı açıklamalara bağlıydı. Datça Belediyesi, diğer yerel yönetimler gibi, bu konuda, Ankara'nın alacağı kararlara uymak zorundaydı.

     Aksi bir olasılık, söz konusu olamazdı.

     Eyvallah!

     Bu durumda, 28 Mart tarihinden itibaren sebze ve meyve bölümündeki satıcılar, Datça İlçe sınırları içerisindeki bütün pazar yerlerinde (bazı ufak ayrıntılar bir yana) tek-çift numara uygulamasına göre tezgah açmaya başlamışlar; buna karşın giyim, deri çanta-kemer, plastik ve cam eşya satıcıları ile hediyelik satışı yapan tezgahlar yasaklı konumunda kalmışlardı.

     Bu sürecin ne kadar devam edeceği söylenmiyordu; ama, hemen hemen herkes, bu durumun, Ankara'nın söylemleri çerçevesinde, çok fazla sürmeyeceğini var sayıyordu.

     Biz, o günlerde, tek-çift numara uygulamasının başlamasından (28 Mart) üç (3) gün sonra, içine girilen bu yeni sürecin en mağdurlarının, tek-çift numara uygulaması biçiminde de olsa tezgah açabilecek olanların değil, süresi belirsiz bir biçimde tezgah açmaları yasaklı olan giyim, deri çanta-kemer, plastik ve cam eşya ile hediyelik eşya satıcılarının olduğu tespitini yapmış ve bu kesim ile birebir söyleşiler yaparak ilk yazıyı 31 Mart tarihinde yazmış; o yazıda şu öngörüde bulunmuştuk: ''...Korona virüs salgını ile mücadele kısa sürede pozitif bir sonuca ulaştırılamaz ve pazarcıların korktuğu gibi 2-3 ay ya da daha fazla sürer, haliyle pazarcılar da pazar yerlerine tezgah açıp çarklarını döndüremezler ise; bu, onların bazıları için tam bir yıkım olur.'' (Bknz: 31.03.2020/YASAKLI OLAN PAZARCILARIN DURUMU VE BEKLENTİLERİ/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )

     Öncelikle yapılması gerekenleri, her yazıda (31 Mart, 14 Nisan, 24 Nisan, 28 Nisan), bizzat söyleşi yaptığımız pazarcıların ağzından tek tek ve oldukça ayrıntılı bir biçimde yazılı halde dile getirmeye çalışmıştık. (Bknz: Bu tarihli yazılar/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )

     Bu taleplerimizden ve uğruna mücadele edilmesi gerekenlerden birisi, tezgah açmaları yasak olan pazarcıların da (bu konuda da farklı yaklaşımlar olmasına ve ortak bir görüş oluşmamasına rağmen) tıpkı sebze ve meyve bölümü gibi tek-çift numara uygulaması biçiminde de olsa tezgah açabilmeleriydi; bu, hiç yoktan iyi idi.

     Nitekim, 16 mayıs günü, haftalardır tezgah açamayan yasaklı pazarcılar da, sebze ve meyve bölümündekiler ile paralel olarak tek-çift numara uygulaması çerçevesinde tezgah açmaya başladılar; ve bu, görece, yani yasaklı olunan dönemle kıyaslandığında, iyi bir gelişme, olarak algılandı ve karşılandı.

     Bu algılamanın yanlış olduğunu kim söyleyebilir ki?

     ***

     Bizim 31 Mart'ta öngördüğümüz sürenin ve Datça Esnaf ve Sanatkarlar Odası Başkanı Cemal Demirtaş'ın ise 14 Nisan'da ''... eğer... Mayıs 20 gibi bu iş sonlandırılamaz ve normale dönülmez ise, bırak esnafı, Devlet bile sıkıntı yaşar... '' (Bknz: 14.04.2020/YASAKLI PAZARCILARIN AYAKTA KALMA ÇABALARI/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com ) dediği tarihin üzerinden bunca zaman geçti; asla o kadar sürmemeli, denilen tarihler geride kaldı.

     Şimdi, Temmuz ayı sonlarındayız.

     Biz, yasaklı pazarcıların tezgah açmaya başlaması sonrasında da pazar yerinde yaptığımız birebir gözlemlerden ve söyleşilerden hareketle pazarcıların sıkıntılarını, beklentilerini ve istemlerini; dahası, bu gidişatın nelere yol açabileceğini çok yalın bir biçimde yazarak kamuoyu ile paylaşmaya devam ettik. (Bknz: 19 Mayıs, 07 haziran, 28 haziran, 14 temmuz, 20 temmuz 2020 tarihli 'BİR SAHİL KASABASI OLAN DATÇA'DA PAZAR YERİ GÖRÜNTÜLERİ'/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com)

     Israrla, bu uygulamanın bir biçimde sonlandırılmasını ve Korona virüs salgını ile mücadele kuralları kapsamında maske takma, dezenfektan kullanma vb. uygulamalarına sıkıca uyulması çerçevesinde var olan tek-çift numara uygulamasının kaldırılarak, her hafta tezgah açılabilecek bir uygulamaya yönelinmesi gerektiğini; var olan durumda Datçalı üreticilerin ve seyyar esnafların (pazarcıların) bir kısmının yok olup gideceğini, yok olmayanların ise borç batağı içinde çırpınıp duracağını; Datça dışında başka yerlerde tek-çift numara uygulamasının kaldırıldığını vb. vb... bıkmadan yazıp durduk; artı, sözlü olarak, karar verme konumunda olanlara bir biçimde anlatmaya çalıştık. Dahası, Datça Pazar yerinde satış yapan üreticiler, manavlar ve her kesimden seyyar esnaf 158 imza toplayarak, bu uygulamanın kendilerini bitirdiğini ve kaldırılması gerektiğini yazılı olarak Datça Kaymakamlığına ve Belediye Başkanlığına ilettiler. (Bknz: DATÇALI ÜRETİCİLERİN VE PAZARCILARIN İMZA KAMPANYASI/ 07.07.2020/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )

     ***

     Şimdi, kim, bu pazarcıların, yani sebze ve meyve satıcılarının Mart ayı ve yasaklı pazarcıların Mayıs ayı ortalarında yukarıda özetlenen nesnel ve öznel koşullar içerisinde tek-çift numara uygulamasını 'gönüllüce' kabul etmelerini gerekçe göstererek, bu uygulamanın, yine bahse konu edilen bu üreticiler ve seyyar esnaflar tarafından kaldırılmasının istenmesini yanlış bulabilir ve bu uygulamanın devamından yana tavır koyabilir?

     Mart ayı ortalarında Korona virüs salgını ile mücadelenin ve haliyle bu mücadele kapsamında gündeme getirilen uygulamaların çok uzun sürmeyeceği var sayılmıyor muydu? Dahası, yerel mülki idare ya da doğrudan üreticilerin ve pazarcıların muhatabı konumundaki yerel yönetim, bunun aksi doğrultuda somut herhangi bir tarih verdiler ya da öngörüde bulundular mı? Üreticiler ve manavlar, bu bilinmezlik koşullarında, her birimiz gibi çok kısa süreceği var sayımıyla bu uygulamayı kabul etmediler mi? Bir başka deyişle, Korona virüs ile mücadelede mademki işe yarayacak, biz bu özveride bulunuruz, satışlarımızın bir kısmından vaz geçeriz, diyerek bu uygulamayı kabul etmediler mi? Giyim, deri çanta-kemer, plastik ve cam eşya ile hediyelik satıcıları da hiç akmamasındansa damlaması iyidir, diyerek bu uygulamayı kabullenmediler mi?

     Bugün, bütün bunların aksini kim iddia edebilir?

     ***

     Bugünkü koşullarda, bizim önerimiz, daha fazla zaman kaybetmeksizin, bir an evvel, Mart ayı ortalarında bu sürecin bu kadar uzun sürebileceğinin ve haliyle o koşullarda gündeme getirilen uygulamaların kalıcı hale gelebileceğinin ve ciddi mağduriyetlere yol açabileceğinin, öngörülememesi gerçeğinden yola çıkarak, bu uygulamanın masaya yatırılmasıdır; diğer yerlerdeki uygulamalar çerçevesinde Datçalı üreticiler ve seyyar esnaflar ile bir biçimde bir araya gelerek mağduriyetlere yol açmayacak yeni bir uygulamaya yönelinmesidir.

     26.07.2020/Datça Mehmet Erdal

     Not: Datçalı üreticilerin ve seyyar esnafların üzerinde ortaklaştıkları talep, çok ciddi mağduriyetlere yol açan (158 imzalı dilekçede de ifade edildiği gibi) tek-çift uygulamasının kaldırılması iken, 21 temmuz günü 4 kadın pazarcının önce Datça Kaymakamlığına ve ardından Belediye Başkanlığına çıkarak, 4 ay önce önerilen ve kimsenin kabul etmediği 'Her tezgah arasında üçer metre mesafe bırakarak pazar yerlerinin yeniden düzenlenmesi' uygulamasını (kendi adlarına değil, genel adına) kabul etmeleri ya da önermeleri, anında gösterilen tepkilerden de anlaşılacağı üzere, pek çok pazarcı tarafından, çaresizliğin sonucu gündeme gelen bir yol kazası, olarak değerlendirilmektedir.

     Kişisel çıkarların söz konusu olduğu yerde, çözüm yolu, ortak noktada buluşabilmekte ve ortak aklı oluşturabilmektedir. Bu ise, hiç de kolay değildir!"

 

    "BASIN AÇIKLAMASI

     Sol Parti Datça İlçe Örgütü Yönetim Kurulumuz dün saat 14.00'te toplanmış ve aşağıdaki görüşlerin kamuoyu ile paylaşılmasına karar vermiştir:

     1- Partimiz, 08.08.2020 tarihinde Ankara'da 'YIKALIM HARAMİLERİN SALTANATINI' üst başlığı altında 1. Konferansını gerçekleştirmiş ve bütün yurttaşları DEVRİMCİ DEMOKRATİK CUMHURİYET İÇİN MÜCADELEYE çağırmıştır. Biz Sol Parti Datça İlçe Örgütü olarak, bu çağrıya tam destek veriyor, Datçalı yurttaşlarımızı partimize üye olmaya ve örgütlü bir mücadele yürütmeye çağırıyoruz. Var olan sorunlarımızın başkaca bir çözüm yolunun olmadığını düşünüyoruz.

     2- Datça Belediye Meclisi'nin 04.08.2020 tarihinde yaptığı toplantıda, Belediye mülklerinde kiracı konumunda olan ve Pandemi nedeniyle iş yerlerini açamayan esnafın 3 ay kira ödemeksizin faaliyet yürütmesi ve pazar yerlerinde tezgah açamayan pazarcıların ise 7 haftalık işgaliye borçlarının tahsil edilmemesi doğrultusunda oy birliği ile alınan karardan dolayı memnuniyet duyuyor; belediye meclis üyelerini kutluyoruz.

     3-Datça Belediyemizin,

     a) Korona virüs salgınının daha uzun süre devam edeceğinin en yetkili ağızlardan ilan edildiği bugünlerde üreticilerimiz ve seyyar esnaflarımız (pazarcılarımız) ile geniş katılımlı bir toplantı yapmasını, bu yurttaşlarımızın içinde yaşadıkları sorunları tartışmasını ve pazar yerlerindeki tek-çift numara uygulaması dahil bütün sorunları masaya yatırmasını; pazar yeri esnafının rızasının olacağı ve onayının alınacağı sürdürülebilir uygulamaları gündeme getirmesini öneriyoruz.

     b) Pazar yerlerindeki tek-çift numara uygulaması nedeni ile (İskele Mahallesi Pazar yerinde) bir hafta Cumartesi, bir sonraki hafta Pazartesi günleri tezgah açması istenen üreticilerimizin ve seyyar esnaflarımızın (bazı büyük manavlar dışında) büyük çoğunluğunun farklı nedenlerle Pazartesi günü tezgah açmadıkları; keza Özbel ve Palamutbükü Pazar yerlerinde ise, Belediyenin aldığı ilgili karar çerçevesinde, sadece 15 günde bir tezgah açtıkları hepimizin bildiği bir gerçektir. Bu nedenlerle, Pandemi sürecinde çok mağdur konuma düşen pazar yeri esnaflarımızın işgaliye bedellerinin Mart ayı son haftasından itibaren yarı yarıya düşürülerek tahsil edilmesine karar verilmesini talep ediyoruz.

     c)Belediye Meclisinin özel bir komisyon kurarak, Pandeminin (küçük üreticiler, seyyar esnaflar ve küçük iş yeri sahipleri başta olmak üzere) Datça ekonomisinde yol açtığı zararı araştırmasını, tespit edilecek zararın yerel yönetim ve Devlet tarafından ne tür katkılar sağlanabilirse daha kolay ortadan kaldırılabileceği konusunda öneriler sunmasını; bu bilgileri kamuoyu ile paylaşmasını ve böylece, elini, bir biçimde taşın altına koymasını doğru buluyoruz.

     Bizim görüşümüz odur ki, Datça Belediyesi, Datçalılarındır; haliyle, Datçalıların yaşadığı sorunlara, Datçalılar ile birlikte çözüm bulmaya çalışmakla yükümlüdür.

     13.08.2020 Sol Parti Datça İlçe Örgütü"

 

     "DATÇALI PAZARCILARIN SONBAHARI!

     Her güne başlarken yaptığımız gibi denizde yüzme (saat 08.00-10.00), duş, kahvaltı, günlük gazeteyi okuma vs. derken öğle oldu ve ben, saat 13.00 civarı evden çıktım. Arabama bindim. İskele Mahallesinde, Korona virüs salgını ile mücadele çerçevesinde gündeme getirilen Tek-Çift numara uygulaması nedeniyle artık hem Cumartesi hem de Pazartesi günleri açık olan pazar yerine gitmek için yola koyuldum. Pazar yerine yakın bir yere arabayı park ettim. Yürümeye başladım.

     Zorunlu nedenlerle bir kaç haftadır gidemediğim ve yalnızca geçen hafta (05 Eylül-07 Eylül) partinin (Sol Parti) 'Artık Yeter' başlıklı merkezi bültenini üreticilere ve seyyar esnaflara dağıtmak üzere bir grup arkadaş ile gidip dolaştığım pazar yerine bu hafta mutlaka gitmeliydim; Ekim ayına, şunun şurasında ne kalmıştı ki?

     Ekim ayı, bütün küçük iş yeri sahibi esnaflar gibi pazarcılar için de ödeme ayı idi. Öyle ya, Korona virüs salgını başladığında, siyasi iktidar, esnafın Mart-Nisan ve Mayıs aylarına ait Bağ-Kur vb. bazı borçlarının ödemesini altı (6) ay, yani Ekim-Kasım ve Aralık aylarına ertelemişti. Keza çok düşük faiz ile (Esnaf ve Kefalet Kooperatifinin yanı sıra Halk Bankasından da) verdiği altı (6) ay geri ödemesiz kredilerin taksitlerinin ilkinin ödeme ayı da Ekim idi.

     Şimdi, Ekim ayı ve sonrasında, yani sahildeki esnafların işlerinin kesat olduğu aylarda, esnaf hem normal her ay ödenmesi gereken Bağ-Kur vb. ödemelerini, hem bu aylara ötelenen ödemeleri, hem de altı(6) ay ödemesiz alınan kredi taksitlerini ödemeye başlayacaktı.

     Önceki yıllara göre biraz karmaşık bir durum söz konusu olsa da, Yaz sezonunun bitme sürecine girdiği Datça'da, içlerinde bir fiil yirmi beş (25) yıl yer aldığım pazarcılar, şimdi ne durumdaydılar? ve bu ödemeler konusunda ne düşünüyorlardı?

     Korona virüs salgının resmen kabul ve ilan edildiği Mart ayından itibaren gündeme getirilen uygulamaların sonuçlarından en çok mağdur olanların içinde yer alan üreticilerin ve pazarcıların yaşadıkları sorunları, şikayetleri, beklentileri ve çözüm önerilerini bizzat kendi ağızlarından yazarak kamuoyu ile pek çok kez paylaşan kişi olarak, bir kez daha onlara kulak vermeliydim.

     ***

     AYDEM'e yakın olan kapıya geldim. Üzerinde POLİS yazan demir parmaklıkların dikleme içeriye doğru uzananın üzerine kolumu koyarak bir fotoğraf çektim. Bugün bir iki yerde daha benzeri fotoğraf çekmeyi düşünüyordum. Pazartesi günü aynı saatlerde gelip, yine aynı yerlerde, bir kez daha fotoğraf çekecektim. Bu yazıyı okuyanlar, iki gün arasındaki farkı somut olarak görsünler ve bu iki farklı görüntünün nedenlerini, haliyle her yerde tartışma konusu ola gelen sonuçlarını bir kez daha düşünsünler, istiyordum.

     Girişte, sol köşede, pazarcı arkadaşımız Ercan'ın tezgahı vardır. Ona baktım. Tezgahını açmış. Beni görmüyor. Tezgahtaki malları karıştıran müşterileri ile meşgul. Ercan, Yaz başı, önceki yıllarda sattığı (çocuk-büyük/kadın-erkek) karışık parti malından çıkmaya ve regüle çocuk malı satımına dönmeye karar vermiş ve nitekim, bu kararına uygun bir dönüşüm geçirmişti. Hayırlı işler, diyorum. Duyuyor. Gülerek, yanıma geliyor. Nasılsın?, diyorum. İyi, imiş. Hayırdır, malların bir kısmını gözden mi çıkardın? Dökmüşsün, diyorum. Yok, bunlar elden çıksın, istiyorum, diyor. Bu Yaz başı, çok mal almamış. Kış aylarının nasıl olacağını, kestiremiyormuş. Marmaris Çarşısında dolaşırken, bazı dükkan sahipleri, gel, bak, mal var, hepsini al-git, diyorlarmış. Almıyorum, istemem, diyorum, diyor. İleride bir tezgah üzerindeki erkeklerin giyebileceği yarım kol tişörtleri gösteriyor. Bunları, diyor, 10 TL'ye vurdum. İnanır mısın, bunların toptan fiyatı 20 ile 30 TL. civarı. İçlerinde, o fiyata aldıklarım da var. Ama şimdi, bir dükkandan, 10 TL'den, dünya kadar buldum. Dükkan sahibi almış, elinde patlamış. Onların açık ya da tekleme olanlarını döküyorum. Serili olanları, öbür Yaz'a saklayacağım. Benim de yıllar öncesinden tanıdığım bir toptancının adını veriyor; o toptancı, serili olanları istemiş; vermemiş.

     Sen kredi çekmiş miydin?, diyorum. Çekmemiş. Pazarlara çıkmadığı zamanlarda yardım ettiği Marmaris'teki iş yeri sahibi (yıllar öncesinden tanıdığım eski bir pazarcı arkadaşımız) çekmiş. Biz de, ödemede sorun olmaz, diyor. Ama, pazarların tadı tuzu yok, diyor. Ak-Tur'a da tezgah açmak istiyormuş...

     İlerliyorum. Çok eskiden pazar yerlerinde kot vb. giyim eşyası satan ama bir kaç yıldır yalnızca terzilik yapan arkadaşa yaklaşıyorum. Hayırlı işler, nasılsın?, diye soruyorum. Sağ ol, diyor. Elinde bir pantolon var, paçalarını kıvırıyor. Dikecek. Pantolonun sahibi müşteri ona bakıyor. Benim de elimde bir pantolon var; cepleri falan sökülmüş. Onu veriyorum. Alıyor. Tamam, bakarım, diyor.

     Sağa sola, hayırlı işler, diyerek, ilerliyorum. Giyim bölümünden sebze bölümüne dönen yolun sol köşesine babası, amcası, halası, kuzeni... neredeyse bütün ailesi öteden beri pazarcılık yapan Burak, tezgah açmış; yanında Tekin var. Belli ki bugün ona yardım ediyor. Daha önce yayınlanan söyleşilerin birisinde, Burak'a, Halk Bankasından çektiği kredinin günü geldiğinde geriye nasıl ödeneceğini sormuş ve o da bana, onu ben niye düşüneyim, alacağı olan düşünsün, demişti. Ona yeniden aynı soruyu sormak istiyordum. Sordum. Ekim ayı geldi, nasıl ödeyeceksin? Onun açısından sorun yokmuş. Ben öderim, diyor. Daha doğrusu, ödeyebilecek ise ödermiş. Yoksa nasıl ödesinmiş! Peki herkes ödeyebilir mi?, diyorum. Öder, öder...diyor. Ellerine bakıyorum ve el hareketi yok, değil mi?, diye soruyorum, gülerek. O da gülüyor, yok, yok, diyor. Ama bu gülüş, hınzırca. Çare yok, Devlet erteleyecek, yoksa neyimi alacak?, diyor. Bugünkü BirGün gazetesindeki haberi (1) anımsayarak, TESK Başkanı Bendevi Palandöken de, ödemeler yıl sonuna kadar ertelensin, diyor, diyorum. Tekin, söze giriyor; yıl başından sonra nasıl ödenecek?, diyor. Bu Yaz aylarında ödenemeyen, Kış aylarında ödenebilir mi ki? Ertelenecek kardeşim, öbür Yaz'a ertelenecek. Başka çaresi yok! Peki, öbür Yaz bu salgın bitmiş ve işler normale dönmüş olacak mı?, diye soruyorum. Dönmez ise, silecekler kardeşim, diye bir yanıt geliyor. Pazarcı arkadaşlar haklılar, diye düşünüyorum. Devlet olarak, sen kalk, büyüklerin trilyonlarını sil, küçük esnafın aracına, malına, bankadaki üç kuruşuna vb...haciz koy. Küçük esnaf da bunu görsün ve sineye çeksin! Bu adalet mi?

     Onların yanından ayrılmadan, baharatçıların ve bazı üreticilerin tezgah açtığı sokağa yüzümü dönerek bir fotoğraf daha çekiyorum.

     ***

     Pazara geldiğimde, yardım amaçlı olarak gün boyu tezgahında durduğum ve akşamı ettiğim Yasin'in yanına varıyorum. Yasin, biraz da bizim telkinlerimiz sonucu, Muğla'da sapa (ölü) bir sokakta bulunan küçük iş yerini kapamaya karar vermiş ve dükkanında bulunan bütün çocuk mallarını, pazar yerine ilk girişte sözünü ettiğim ve kendisine 'Dayı' diyen Ercan'a vermişti; ucuz-pahalı, demeden. Onunla da yetinmemiş, Yaz başı aldığı ve mallarını taşıdığı aracını da elden çıkarmıştı. Aracını satmadan önce, biraz önce konuştuğum Burak ile oturmuş, konuşmuş ve anlaşmıştı; bu Kış onunla gidip gelecekti. Bence, çok akıllıca kararlar almıştı. Tabiri caizse, üzerindeki yükü atmış ve kurtulmuştu. Kış'ın ne getireceği bilinmiyordu. Kimse önünü göremiyordu. Hava giderek kötüleşiyordu. Her gün daha kötü haberler yayılıyordu.

     İşler nasıl?, diyorum. Cacık, diyor. Vardığımda, saat 14.00'e geliyordu. Cebindeki parayı söylüyor. Çok kötü. Ak-Tur, üç-beş haftadır bitik, diyor. Ak-Tur'da da hasta var, diye, Ak-Tur yönetimince anons edildiğinden beri pazara çıkan doğru dürüst kimse yok, diyor. Böyle giderse, ne yapacağını, bilemiyormuş. İyi ki o dükkanı kapattın, arabayı da elden çıkardın, diyorum. Önümüzdeki Yaz başı, önünü görmeye başladığında uygun bir araba alırsın. Araba sorun değil, diyor. Arabanın satışından elde ettiği paranın bir kısmını mala yatırmak istiyor. Uygun olur, diyorum. Mal alınan fabrikadaki, benim de tanıdığım depocuyu arıyor. Biraz mal varmış. Fiyatları soruyor. Fabrika sahibi, Pazartesi bakalım, diyormuş. Belli ki, hafta sonu olması nedeniyle, patron çok meşgul.

     Yasin'in yanına geldiğimi gören pazarcı arkadaşlardan gelenler oluyor. Dert çok. Ankaralı bir kaç kez geliyor ve farklı konulardan söz ediyor...Söylenenlerden yazılabilecek olanlar var, yazılamayacak olanlar var. Bugün gördüklerim ve konuştuklarımız ile ilgili yazı yazacağımı bildiklerinden yazmam için söylenenler var; söylenen her şeyi yazsam hoş olmayacaklar var, söyleyenin başını derde sokacaklar var... Ben, en iyisi, her zaman yaptığımı yapayım; üzüm yeme amacımın dışına çıkmamaya çalışayım.

     ***

     Yunus'un oğlu Emre, KPSS sınavına girmek için Denizli'ye gittiğinden, ağabeyi M. Ali onun yerine tezgaha bakıyordu. Sizin aileden, bir tek Emre akıllı çıkacak; öyle anlaşılıyor. Kazansın, girsin bir yere, diyorum. Nereyi düşünüyor? Neresi olursa, diyor M. Ali. Eski pazar sokağında, öncekinin karşısında, sol çaprazında yeni bir dükkan daha kiralamışlardı; işler nasıl?, diye soruyorum. İyi, diyor. Kredi çekmiş miydiniz? Ben çekmedim, diyor. Tamam, sen çekmedin de, baban da çekmedi mi? Çekmiş. Ödeme ayı geldi, nasıl yapacaksınız? Öderiz, diyor. Peki vergi, Bağ-Kur, kredi taksiti vb. bütün bunlar, hepsi birden nasıl ödenecek? Ben bu yıl vergiye girdim. Gelecek yıl vergi vereceğim, diyor. Peki baban? O, Bağ-Kur ödemiyor. Bir pazarcı adı veriyor, onun gibi yapacak; üç(3) yılı var, günü geldiğinde borçlanacak ve emekli olacak, diyor. Benim kanım odur ki, üç-beş seyyar esnaf dışında kimse Bağ-Kur ödemiyor, ya da ödeyemiyor. Devlet de, bunu biliyor ve kabulleniyor. Bu nedenle M. Ali'nin söylediklerine şaşırmıyorum.

     Bu konuda sohbet ilerliyor. Ortaya çıkan şu; Devlet, önümüzdeki süreçte, yeni bir yapılandırmaya gitmedikten sonra ne bu Bağ-Kur vb. ödemeleri ne de Mart ayından sonra Halk Bankası ve Esnaf Kefalet Kooperatif üzerinden verdiği kredileri geriye alabilecek. Peki, yapılandırma çözüm mü?.. Bu sorunun cevabı, şimdilik yok. Onu, yaşayarak göreceğiz.

     Onur, geliyor. Onur, her pazarcı bilir; nevi şahsına münhasır, bir arkadaşımızdır. Ona da aynı soruyu soruyorum. Ben, diyor, Halk Bankasından kredi çekmedim. Tamam, sen Esnaf Kefaletten çektin. Aynı şey. Onun taksitleri otomatikman ödeniyormuş. Benim, diyor, Allahıma çok şükür, Devlete borcum yok. Bağ-Kur dahil... Bu kez, o soruyor, bu Tek-Çift numara uygulaması devam edecek mi?, diye. Ben ne bileyim, ben her yerde dile getiriyorum. Yazıyorum, Belediye Meclis toplantılarında konuşuyorum... Belediye Meclisinde bulunan üç grup(CHP, AKP, MHP) sözcüsü de, bu konu açıldığında, yalnızca önlerine bakıyorlar. Sanki üreticilerin ve pazarcıların sorunları onları ilgilendirmiyor. Bir kez, Haluk Laçin (AKP), başkana, pazarcıların durumunu sordu; o kadar! Kendisinin ne düşündüğü konusunda tek söz etmedi. Sizden de tık yok. Siz bileceksiniz. Bana ne, diyor. Hiç bir kimseye hiç bir şey söylemem. Uğraşmam. Uğraşsam, madalyamı verecekler? Aksine, arkamdan konuşacaklar. Küfredecekler...Sözü, bir biçimde yıllar öncesindeki bir olaya getiriyor. Erol Karakullukçu zamanı mıydı neydi, sen de biliyorsun; ben Muğla Valiliğine bir şikayette bulunmuştum. Meğer, o güne kadar, pazar yerinde, 'metre' üzerinden işgaliye alınıyormuş ve bu yanlışmış; yasaya göre, 'M2' üzerinden alınmalıymış. Ben şikayet ettikten sonra öyle alınmaya başlandı. Yani, belediyenin kasasına daha çok para girdi. Belediye bir kez bile teşekkür etti mi? Etmedi. O zaman neden uğraşayım? Bunları yazarsam, pazarcılar kulağını çınlatacaklar, diyorum. Yaz, hepsinin bildiği bir şey, diyor.

     ***

     Sohbet uzadıkça, bir arkadaş, duyum olarak, Datça pazarlarında uygulanan Tek-Çift numara uygulamasının İYİ PARTİ Muğla Milletvekili Metin Ergun'a sorulduğunu ve onun da, Datça Belediyesinin isterse bu uygulamadan vaz geçebileceğini, başka yerlerde uygulanmadığını, uygulama devam ettiğine göre, demek ki istemiyorlar, dediğini aktarıyor.

     Bir başka arkadaş, Yaz sezonu bittikten sonra, bazı yasaklamaların gündeme gelebileceğini, haliyle bu Kış durumlarının çok zor olacağını, söylüyor. Önümüzdeki süreçte, ayakta kalmanın büyük bir başarı olacağı konusunda, ortaklaşa bir kanı oluşmuş, görünüyor...

     ***

     Sabah, daha evde iken, pazarda terlik satan ama bu hafta tek numaralılar açtığı için tezgahını açamayan Bahri aramış ve pazara çıkıp çıkamayacağımı sormuş, çıkacağımı duyunca da, bir ara uğrayacağım, demişti. O geldi. Bunların, dedim, çayı yok, kahvesi yok. Hadi o zaman, çay ocağına gidip çay içelim, dedi. Yürüdük.

     Sebze ve meyve bölümüne, zabıta kulübesinin oradan girdik. Saat 16.00 civarı idi ve çay ocağına kadar olan bölümde bir-iki kişi dışında kimse yoktu. Dur, dedim, ben bir fotoğraf çekeyim. Çektim. Ben fotoğraf çekerken, birisine, dur seni meşhur edeceğiz, diye seslendi. Seslendiği kişi, bana göre, gençten birisi. Edin, dedi, şaşkınlıkla karışık bakarken. Sessizce, kim bu?, dedim. Başkanın sözünü edip durduğu, illallah ettiği ... işte bu, dedi.

     Çay ocağına yaklaştık. Bahri'nin kayın biraderi yere çömelmiş, önündeki barbunyaları ayıklıyordu. Annesi ise tezgah üzerinde aynı işi yapıyordu. Adaşa (onun adı da Mehmet), iki haftada bir gidip mal alıp geldiği Denizli'ye, bu hafta, kendi hatası nedeniyle, Perşembe ve Cuma günleri, iki kez gidip gelmek zorunda kaldığından, ne zaman geldin?, dedim. Saat 09.00 gibi, dedi. Annesi, gülmeye başladı. Bahri, yalanını yiyeyim senin, ben 09.15'de buradan ayrıldım, dedi. Tamam, dedi adaş, 09.30 gibi geldim. Karşılaştığımızda o bana 'Başkan', der, ben de ona, ne varsa Mehmetler de var; adamın adı Mehmet olsun, isterse çamurdan olsun, derim; birbirimize takılırız. Mehmet, gerçekte, kimseye değil, yalnızca kendine zararı olan bir arkadaştır.

     Çay ocağına oturuyoruz ve Mehmetten iki çay, diyoruz. Genç bir çalışan, hemen getiriyor. Çay ocağını çalıştıranı tanıyoruz, işler nasıl?, diyoruz. Tadı yokmuş.

     Bulunduğum yerden fotoğraflar çekiyorum.

     Kalkıyoruz. Dönerken, adaşa, tamam Tek-Çift numara uygulaması var da bu (sağ taraftaki bomboş tezgahları göstererek) tezgahlar neden boş?, diye soruyorum. Bitirdiler, gittiler, diyor. Azıcık malları vardı, zaten. Onları da satıp gittiler. Tezgahının arkasındaki kasa kasa dolu durumdaki domatesleri göstererek, soruyorum; bunları bitirebilecek misin? Bunlar ne ki?, diyor. Akşamleyin işçiler gelince hepsini satarız. Annesi, fiyatı azıcık düşürünce bir şey kalmaz, diyor. On yıllar önce babam ile köyde üretip İzmir Eşrefpaşa pazarına getirip sattığımız sebzelerin fiyatlarını akşamleyin indirip eldekileri bitirişimiz aklıma geliyor. Yıllar geçse de, pazar yerlerinde bazı yöntemler değişmiyor. (Bilahare, adaşın ablasına soruyorum, Cumartesi günkü pazar satışını: annelerinin aktardığına göre, malları satmışlar ama gün sonu elde avuçta kalan sıfırmış. Yani, ancak malın parasını ve mazot masrafını çıkarabilmişler. Perşembe ve Cuma günü iki kez Denizli'ye gidiş geliş ile Cumartesi günü tezgahta iki kişinin çalışmasının karşılığı, koskocaman bir sıfırmış. Ablası, bugün, yani Pazartesi günü, evde oturum var, diyor. Datça pazarındaki fiyatlardan yakınan bazı tüketici arkadaşlara, boşuna, hele bir gün, 24 saatinizi Karaköylü ya da Kızlanlı üreticilerden birisi ya da bir manav ile birlikte geçirin, demiyorum.)

     ***

     Dönüşte bir pazarcı arkadaşın yanında geçerken, gelin çay ısmarlayayım, diyor. Sağ ol, inan içtik, diyoruz. Ayak üstü, sohbete başlıyoruz. Yakınıyor. Pek çok şeyden yakınıyor... Bir pazarcı aileden bahsediyor. Sözünü ettiği aile, Datça'da oturuyor. Tanıyorum. Arada bir selamlaşırız. Konuşuruz. Bu pazarı bırakacaklarmış ve yalnızca, eşi emekli oluncaya kadar, köylere çıkacaklarmış. Duyunca, şaşırdım. Bazı pazarcı arkadaşların durumunun sıfırın altında ekside olduğunu biliyor ve bir an önce bırakmaları en akıllıca iş olacak, diye düşünüyordum; ama sözünü ettiği pazarcı ailenin haletiruhiyesinin bu durumda olduğunu hiç tahmin edememiştim. Ben de, dedi, daha bir süre devam ederim ama belki bu Kış, belki de önümüzdeki Yaz'a varmadan burayı bırakırım. Konuştuğumuz, iyi bir arkadaştı. Biz, diyerek devam etti, dizlerimizin üzerinde durduğumuzdan, karşımızdakileri büyük ve baş edilemez görüyoruz; ayağa kalkabilsek, onların çok küçük olduğunu göreceğiz... Sonra, daha başka konulardan söz ettik...(Pazartesi günü yeniden gittiğim pazar yerinde, başka bazı pazarcı arkadaşların da adı doşıyordu, bırakmayı düşünenler ya da bırakabileceği söylenenler arasında)

     Yasin'in yanına döndük. Bahri ayrıldı. Marketine gitti. Ben akşamleyin tezgah toplamaya yardım etmek için beklemeye başladım...

     ***

     Saat 18.30 civarı toplamaya başladık. Terzi arkadaş, pantolonu getirdi; unutmuştum. Tamir parasını vermek istedim, almadı. Teşekkür ettim.

     Pazardan ayrılma saati 21.00 idi ama biz saat 20.00 gibi çadırları toplamış ve arabaya yüklemiştik.

     Artık, her birimiz evimizin yolunu tutmalıydık...

     (1) 

     14.09.2020/Datça Mehmet Erdal"


     "DATÇALI ÜRETİCİLERİN SONBAHARI!

     15 Eylül Salı günü öğle üzeri, önceki bölümde (Bknz: Datçalı Pazarcıların Sonbaharı) adından söz ettiğim adaşın (Mehmet Kuzu) ablasının ve eniştesinin çalıştırdığı Eda Market'e uğradım; bu, benim için, rutin bir olaydı.

     Adaş, 14 Eylül Pazartesi günü akşama doğru bir arkadaşı ile birlikte Denizli Hali'nden mal almak için yola çıkmış ve ertesi günü öğle civarı Datça'ya dönebilmişti. Dönüşünde, her zaman yaptığı gibi, ilk iş olarak markete uğramış ve getirdiği sebze ve meyvelerin bir kısmını, onun adına satmaları için markete indirmişti.

     Ben markete vardığımda, oradaydı. Hayırdır! dedim, bu hafta Özbel Köylü Pazarı'na tezgah açma sırası sende değildi; ne oldu? Evet, çıkmıyorum, dedi. Eee o zaman bunlar neyin nesi? Yoksa, daha önce sana zorluk çıkaran marketlere, yine, toptan mal mı vereceksin? Yok, dedi, onlara değil, pazarda tezgah açan köylülere vereceğim. Anlamadım? Köylülerin tarlasında ürün mü kalmadı? Evet, dedi, pek çok köylünün tarlasında şimdilerde ürün yok ve tezgahlarında, sağdan soldan aldıkları mallar da var.

     Bunu ilk duyuyor değildim! belediye başkanımız bile, ikidir, olağan belediye meclis toplantılarında, korona virüs salgını ile mücadele sürecinde Datça'da gündeme getirilen tek-çift numara uygulamasından çok mağdur olan pazarcıların ve üreticilerin durumları, belediyenin, bu mağduriyetlerin giderilmesi konusunda bir şeyler yapması gerektiği dile getirildiğinde, tezgahında kendi üretmediği malları da satan Kızlanlı bir üreticiyi örnek veriyor ve onun üzerinden, belediyenin bu süreçteki konumunu savunuyordu.

     Sohbetin konusu, üreticiler olunca, hani dedim, sen beni Kızlan Ovası'na götürüp bazı üreticiler ile görüştürecektin? Pandemi ile mücadele kapsamında gündeme getirilen tek-çift numara uygulaması nedeniyle toplanamayan ve tarlalarda kavrulup yok olan salatalıkların, kabakların vb. resimlerini çekecektik? Geçen hafta, pazarcıların Sonbaharını yazdım ve yayınladım. Dün-bugün esnafları dolaşıyorum. Ama benim için öncelikli olan, üreticilerdir. Tamam, dedi, bu Cumartesi günü pazarda, Pazar günü de ovada üreticiler ile seni görüştüreyim. Anlaştık, dedim. Cıllımak yok, ama? Yok, yok dedi.

     ***

     Cumartesi günü, saat 13.00 gibi, pazar yerine vardım. Eniştesi Bahri, pazarda terlik satıyor. Ona, adaş geldi mi?, diye soruyorum. Anne (kaynana) ile geldiler idi, biraz önce sebze ve meyve bölümüne girdiler, diyor. Tamam, ben bir bakayım, diyorum. Sebze ve meyve bölümünü dolaşıyorum. Bulamıyorum. Adaşa, telefon ediyorum. Açmıyor. Adaş, senin adını değiştirmeli, sen Mehmetlerin yüz karasısın, diyorum, kendi kendime.

     Bazı satıcıların tezgahları gözüme çarpıyor; bunlar, diyorum, muhtemelen yalnızca kendi ürünlerini satıyorlar. Bahri'nin yanına varıyorum; bazı tezgahların fotoğraflarını çekmek istiyorum. Şunları, diyorum, bazı tezgahları uzaktan işaret ederek, tanıyor musun? Evet, hadi gidelim, diyor.

     İki bölümün tam orta yerindeki merdivenden aşağıya iniyoruz. Sol tarafta bir tezgah var, sahibi orta yaşlarında bir erkek. Tezgahın üzerinde fazlaca mal kalmamış. Bahri, işte bu tezgahtaki her ürünü kendisi üretiyor, diyor. Adı, Burhan Çetin. Kızlanlı. Tezgahının fotoğrafını çekebilir miyim?, diyorum. Elbette, ama fazla malım kalmadı, diyor. Önemli değil, ben yalnızca kendi ürününü satan tezgahları görmek istiyorum; üretici, bugün neleri satıyor?, onu tespit etmek istiyorum. Tezgahın bir adet fotoğrafını çekiyorum. Sohbete başlıyoruz.

     Kızlanaltı denilen (Denizliler Sitesi'nin yanındaki azmaktan SHELL petrol istasyonuna/Gebekum'a kadar olan) bölgede 21 yıldır sonuçlanmayan ve 400 dönüm (400 bin m2) civarında bir alanı içeren on sekiz (18 ) uygulaması kapsamındaki bölgede bulunan arazilerin kaçta kaçı köylülerin?, kaçta kaçı o bölgeyi yatırım amaçlı alanların?, diye, soruyorum. 1970'li yıllarda Billurkent kurulurken, bazı köylüler, para etmiyor, diye, yerlerini sattılar ve ellerine geçen para ile altlarına birer araba çektiler, her şey böyle başladı, diyor. Bugün Mülayim'in Yeri olarak bilinen restoranın yerine o yıllarda berduşun yeri derlermiş. İşte, altına araba çekenler, o Berduş'un yeri ile Körmen (Karaköy) arasında gidip gelir ve diğer köylülerine hava atarlarmış. Bunu gören diğer bazı köylüler de, bizim neyimiz eksik, deyip, başlamış onlar da yerlerini satmaya ve altlarına araba çekmeye. Gel zaman, git zaman, bugün Uşaklılar Sitesi olarak bilinen bölgenin neredeyse %70'i satılmış. Sonra, Kızlanaltı'ndaki diğer yerler ve Kızlan civarı... İyi de, bugün neden satıyorlar?, diyorum. İhtiyaçtan, diyor. Köylü evini yapacak, düğününü yapacak; nasıl yapacak? Elindeki tarlayı, arsayı satarak. Bunu duyunca, bir süre önce, evlerinin çevresine çekilecek duvar, evin tadilatı, pergule vb. için ellerindeki iki dönüm tarlayı satan Kızlanlı bir aileyi anımsıyorum...

     Şu an, bu pazarda kaç tezgah yalnızca kendi ürettiği ürünü satıyordur?, diyorum. Olsa olsa on, diyor. Toplam olarak, yirmi civarındadır. Anladım, bugün çift numaralar var, tek numaralıları da hesap edersek, o kadar? Evet, diyor. Çok az, diyorum, içimden; Kızlanlı, Karaköylü, Emecikli, Reşadiyeli...Çok az!

     Burhan Çetin'le ayak üstü yaptığımız sohbette, köy yerleşim/gelişim alanları içinde kalan arazilere verilen imar izni ve bu çerçevede belediye meclis toplantısında da kısmen gündeme gelen tartışmalara değiniyoruz... Sonra, teşekkür ediyorum ve yalnızca kendi ürününü satan başka tezgahların fotoğraflarını çekmek için ayrılıyoruz.

     Bahri, bu nitelikteki başka bazı tezgahları da gösteriyor ve ben önce hayırlı işler diliyorum, sonra da izin isteyerek, o tezgahların fotoğraflarını, çekiyorum.

     ***

     İlginçtir, Bahri'nin tezgahında da, sohbete gelen bazı tanıdıklarla, ağırlıkla, köy yerleşim/gelişim alanlarında verilen imar izni ve belediyenin bu konudaki tavrı üzerine sohbet ediyoruz; Pazartesi günü yaptığım bazı esnaf ziyaretlerinde ve sonrasında yaptığım söyleşilerden anlıyorum ki, bu konu, Datça'da çok güncel ve çok popüler. Ben, 1 Eylül günü, belediye meclis toplantısında belediye başkanının, AKP ve CHP grup başkan vekilleri ile CHP belediye meclis üyesi Hayriye Yılmaz Balkan'ın bu konudaki konuşmalarını dinlemiş ama bu konunun bu kadar popüler bir konu olduğunu fark edememiştim. Bu, benim, imar ile ilgili rant tartışmalarından olduğu kadar, bir siyasi partinin ilçe başkanı olarak, Datça'da günlük hayatta yaşanan bazı gelişmelerden bihaber oluşumu da gösteriyordu! Bunu, aklımın bir köşesine yazmalıydım.

     ***

     Bahri ile Cumartesi günü sözleştiğimiz üzere, Pazar günü öğle civarı Eda Market'e gidiyorum; Bahri'nin ön gördüğü gibi, adaş ortalarda yok. Evdedir, diyor ablası.

     Bugün Kızlan Ovası'nı dolaşacağız...

     Kahvaltıları bittikten sonra Bahri, kızı Eda ve ben, benim araba ile yola çıkıyoruz. Bak, diyorum, beni hep CHP'ye ve haliyle belediyenin her yaptığına karşı olanlar ile görüştürme; yarın, Erdal, yalnızca AKP'lileri dinlemiş ve onlardan duyduklarını yazmış, demesinler. Ben herkesi dinlemek ve yazacağım konuların aslını astarını öğrenmek istiyorum. Tamam, diyor, birazdan, seni birisine götüreceğim.

     Burgaz ören yerine paralel uzanan yoldan ve Denizliler Sitesi'nin önünden ilerledikten sonra sahile kıvrılıyoruz. Belediyenin WC ve büfe olarak ihaleye çıkardığı yerin yanından geçiyoruz. Yapılan yapıları ve çevrilen alanı görüyoruz. Burası için ihaleye girip de ihaleyi alanların ve bu yapıları yapanların bildikleri bir şeyler var ki, bunca masrafı göze almışlar, diyorum Bahri'ye; yoksa, bu upuzun ve ıpıssız sahilde kimler buraya gelecek de bunca masraf çıkarılacak ve üstüne ekmek yenilecek?

     Sahil boyunca, hafta sonu nedeni ile ailesini yanına alarak ya da kendi başına arabasına atlayıp balık avlamaya ya da yüzmeye gelenlere rastlıyoruz. Yol tozlu, o nedenle 1. ya da 2. vites ile yol alıyoruz.

     Uşaklılar Sitesi'ne yaklaşırken domates fidanı dikilmiş tarlalar görüyoruz. Arabayı sağa yanaştırıp, fotoğraf çekiyoruz. Bu tarlaları kimin işlemiş olabileceğine dair fikir yürütüyoruz. Domates tarlalarının biraz ilerisinden, Uşaklılar Sitesi'ne varmadan, sola dönüyoruz. Aha! diyor Bahri, bizim “Deli!” orada. İleride küçük bir kulübe görünüyor. Araba ile kulübenin yanına yaklaşıyoruz. Arabanın kontağını kapatıp, iniyoruz. Selam veriyoruz. İki erkek ve bir kadın; oturmuş sohbet ediyorlar.

     Hoş beşten sonra, konuya giriyoruz. Derdimizi anlatıyoruz. Sohbet başlıyor. Biraz önceki domates tarlaları Ercan'ınmış. Ercan, ileride, başka bir tarlaya da domates dikmiş ama orası, bir başkası ile ortakmış. Dışarıdan mı bu arkadaşlar, diyorum. Hayır, buralı imişler. (Bahri, bir gün önce, pazarda, Burhan Çetin ile sohbet yaparken, bugün, Kızlanlıların bir kısmının, sattıkları arazilerinde, arazilerini satın alanların haberi olmaksızın ya da belli bir ücret ödeyerek ekim-dikim yaptıklarını, hatta, bu konuda Datça dışından gelip de Datça'da ürün yetiştirmeye çalışanlarla rekabet ettiklerini; dışarıdan gelenlerin, Kızlanlılardan üç kuruş daha fazla icar parası vererek tarlaları ekip-biçtiklerini vb. anlatmıştı.) Dışarıdan gelip de üretim yapanların tarlaları daha içerilerde imiş. Bu bölgede Kızlanlılara ait araziler ile Kızlanlıların elinden çıkan arazilerin oranını soruyorum; %65 civarında yerlilerdedir, diyor. Bahri söze katılıyor. Yarı yarıyadır, diyerek ortak fikre varıyorlar.. Datça-Marmaris yolunun öte tarafında, Kızlan köyü civarında durum ne?, diye soruyorum. Orada, yerlilerin elindeki arazilerin oranı biraz daha fazla imiş. Bu çerçevede konuşmaya devam ediyoruz...

     Size ne ikram edelim? Karpuz? Ya da başka bir şey?, diye soruyor. Hayır, teşekkür ederiz, diyoruz. Kalkıyoruz. Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?, diye soruyorum. Elbette, diyorlar. Biz vardığımızda “ Deli” ve eşi ile sohbet eden diğer erkek, beni çekmeyin, diyor ve yerinden kalkıp, biraz uzaklaşıyor. Geri kalanların fotoğrafını çekiyorum.(4)

     Arabaya binince, bu arkadaşın adı ne?, diye soruyorum. Bahri, Mehmet Karaçoban ama kimse onu bu adı ile bilmez, sen, 'Kızlanlı Deli', de; herkes öyle bilir, diyor. Ayıp olmaz, değil mi?, diyorum. Hayır, diyor. Bu Mehmet'i sevdim, dedim; tam benim kafadan. Anam da bana, hep, 'Deli Memedim', derdi.

     Uşaklılar Sitesi'nin yanından Datça-Marmaris ana yoluna çıkıyoruz. Datça'ya doğru dönüyoruz. Bahri, yoldaki manavlar ile ilgili bir şeyler söylüyor. Devam edelim, diyorum. Senin kayınpederinin yanına gidelim. Bahri ve Selda, bu bölge ile ilgili en sağlıklı bilginin babalarından, yani Hasan Kuzu'dan alınabileceğini, bu nedenle onunla da konuşmamı söylemişlerdi.

     Hasan Kuzu, iyi adamdır. Dahası, oğlunun deyimi ile eski Demirkıratlılardandır (rahmetli babam Hardal Musa da öyleydi) ama geçtiğimiz yerel seçimde, İnci (Bilgin) hanım, eşi Fatma Kuzu'nun çocukluk arkadaşı olduğu için, evlerine kadar gelen Feyzullah Gülada'ya değil, Gürsel Uçar'a oy vermişlerdi; bunu da, Feyzullah Gülada'nın yüzüne açıkça söylemişti Fatma Kuzu.

     Evet, Hasan Kuzu, iyi bir tanık ve iyi bir danışmandı, bu yazının konusu olan konularda.

     ***

     Ana yoldan sapıyoruz; Kızlanaltı'na doğru, toprak yolda, yavaş yavaş ilerliyoruz. Hasan Kuzu'nun evine varıyoruz. Arabadan iniyoruz. Benim adaş, belden üstü çıplak, biraz ileride, tarlaların içinde, elinde dirgen, büyük baş hayvanlarına saman veriyor. Adaaaşşş! diye sesleniyorum, senin adını değiştireceğiz; hiç sözünde durmuyorsun. Evin ön kısmındaki veranda'da Hasan Kuzu, bir kanepenin üzerine, arkaya doğru yaslanarak oturmuş. (5) Nasılsın?, diyorum. Hoş geldiniz, diyor. Ayağımdaki terliği çıkararak, verandaya adım atıyorum. Hasan Kuzu'ya yüzüm dönük olarak, bir sandalye çekip, oturuyorum.

     Sohbete başlıyoruz...

     Adaş, Bahri ve Fatma hanım da zaman zaman sohbete katılıyorlar.

     ***

     Sohbet, benim için oldukça doyurucu oluyor. Sohbetinin sonuna doğru, dünden beri yaptığım söyleşilerden ve dolaşırken gördüklerimden çıkardığım sonuçları , orada, onların huzurunda, üç (3) maddede özetliyorum; istiyorum ki, bunlar, yani şimdi burada okuyacaklarınız, yalnızca benim vardığım sonuçlar olmasın; ortak bir yargı oluşturalım ve onu paylaşalım.

     1) Datça'daki pazar yerlerinde 28 Mart'tan beri uygulana gelen Tek-Çift numara uygulamasının üreticiler üzerindeki etkisi, oldukça yıkıcı olmuş. Bu konuda daha önceki tarihlerde yazdığım yazılarda da örneklerini verdiğim üzere, üreticiler, gerçekte, ürettikleri ürünleri, 15 günde bir tezgah açıp satabilmeleri nedeniyle, bazı ürünleri toplayamamış ya da topladıkları ürünleri satamamışlardı; haliyle, çok ciddi zararları söz konusu idi. Bu durum, üreticilerin şevkini kırmıştı. İçlerinden, tarlaya, hiç bir şeyi ekmek gelmiyordu. Sohbet sırasında, buraya gelirken, yol üzerinde gördüğümüz bir patlıcan ve kabak tarlasının da fotoğraflarını çekebileceğim, söyleniyor. Sahiplerinden izin almadan olmaz, diyorum. Sorun olmaz, patlıcanların sahibinin haberi var, kabak tarlasının sahibi ile de konuşuruz, deniyor. Konuşuluyor. İzin alınıyor.

     2) Havaların sıcak olması ve mevsim değişikliği nedeniyle, şu ara yeni ürün yetişmiyormuş. Yolda gelirken görüldüğü üzere, güz (Sonbahar) için dikilen domatesler yenice çiçek açmaya durmuşlar, diğer kışlık sebzelerin de (lahana, karnabahar vb.) zamanı değilmiş.

     3) Maliyenin itirazı nedeni ile iptal edildiği söylenen Kızlan altındaki on sekiz (18 ) uygulamasının ileride yeniden gündeme gelmesi ve kesinleşmesi ile bugünlerde üzerinde hararetle fikir yürütülen köy yerleşim ve gelişim alanlarına imar izni verilmesi konusunda kafalar karışıktı.

     Hasan Kuzu'ya göre, Erol Karakullukçu, tamam, zamanında, şunu yapmıştı bunu yapmıştı ama on sekiz (18) uygulamasını, Ankara'dan habersiz kafasına göre de gündeme getirmemişti. Bu nedenle, bu konuda geriye dönüş olmazdı. Ama iki yıl sonra, ama üç yıl sonra ya da hadi diyelim ki beş yıl sonra, bazı parsellerde yeni değişiklikler yapılır ve bu on sekiz (18) uygulaması kesinleşirdi. Bu konuda, zerrece şüphesi yoktu. Ona ve adaşa göre, Kızlanaltı'ndaki Kızlanlıların şu an sahip oldukları araziler, öyle söylendiği gibi çok fazla değildi; % 20-30 gibi bir orandaydı... Bu on sekiz (18) uygulaması kesinleşir de buralara, öyle düşünüldüğü gibi on (10) dönüm üzerinden oteller yapılmaya başlanırsa, bu otellerde çalışacak onca çalışan nerede yatıp kalkacaktı? Elbette, bunlar için de evler, çocukları için okullar, parklar, bunca insan için cami, hastane, alış-veriş merkezleri vb. yapılacaktı. Haliyle, bu on sekiz (18) uygulaması şu anki sınırlarında kalmaz ve Datça-Marmaris ana yoluna kadar dayanırdı. Hatta yolun Kızlan köyü tarafına da geçerdi. Yok, olmaz, o kadar da değil, diyerek, kimse ne kendini ne de bir başkasını aldatmaya kalkmasındı. Peki, bu iyi bir şey miydi? O konuda kafalar karışıktı. İyi olur, diyen de vardı, kötü olur diyen de. Peki, Kızlanaltı'na oteller, geriye kalan, yani yolun her iki tarafında kalan yerlere de evler yapıldı, Kızlanlıların ellerinde ekilip biçilecek hiç arazi kalmadı; bu durumda, diyelim ki on (10), yirmi (20) yıl sonra Kızlanlıların çocukları ya da torunları ne yapacaklardı? Şu an ferah ferah evlerinde yaşayan, bahçelerinde dolaşan köylüler, sıkış tepiş, iç içe geçmiş evlerinde nasıl yaşayacaklardı? Hasan Kuzu'ya göre, köylü, şimdilerde eline geçen paraya bakıp yerini satma yanlısıydı. Ama, dediğin gibi, diyordu, bana dönerek; bugün sattın, eline geçen para dağ olsa dayanmaz, gün geldi, bitti, sonra?... Sonra, Billurkent'te olan olacak. Nasıl ki, zamanında Billurkent'in kurulduğu yerdeki arazilerin sahiplerinin çocukları bugün Billurkent'e çalışmaya gidiyorlar ise, bugün bu ovadaki ya da köy civarındaki yerleri satanların çocukları da yarın o otellerde çalışmaya gidecekler. Bundan kaçış yok! Ben bu öykünün bir benzerini, yıllar önce, Marmaris/İçmeler'de de dinlemiştim, diyorum. Orada da, en baba yiğitleri, İçmeler-Marmaris dolmuş hattında çalışan bir minibüs sahibi olabilmişlerdi. O kadar! Çoğunun çocuğu, İçmelerdeki otellerde temizlikçi, güvenlikçi vb. olarak çalışıyorlardı...

     Hasan Kuzu sessiz, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, kendi halinde ve çok çalışkan birisi; geçmişteki mesleği nedeni ile, namı diğer, kasap... Bu yaşta, soruna bakışı ve akıl yürütmesi, çok duru. Bugünü ve gidişatı iyi analiz edebiliyor.

     Fatma Kuzu, hadi bakalım, yemek zamanı, diyor. Veranda da ki masanın başına toplaşıyoruz, sofraya konulan yemekleri yiyoruz. Çayımızı içiyoruz. Sonra, Eda'yı, anneannesine bırakıp araba ile yola koyuluyoruz. Fazla ilerlememiştik ki Bahri'nin telefonu çalıyor; WhatsApp'tan görüntülü arayan, Eda. Nice zamandır kayıp olan kedi yavrusunu bulmuş eski evin oralarda bir yerde, babasına onu gösteriyor. Neşeli sesini duyuyorum; bulduğu kedi yavrusunu seviyor. Biz yolumuza devam ediyoruz. Yazılacak daha çooook konu var, 1991 sonrası dönemde beni rehabilite eden ve şimdi yurdum olan Datça'da, diyorum, kendi kendime... Yazmaya devam!

     (Not: Şimdi, on sekiz (18) uygulamasının iptal edildiği, köy yerleşim/gelişim alanlarının yapılaşmaya açılıp açılamayacağına dair Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın ilgili biriminden beklenen yazının geldiği bugünlerde, hiç şüphesiz Ankara da dahil ama özellikle, yerelde, uygulamanın başında olup uygulamalara dair yasal tasarruf yetkisine sahip yerel yöneticiler başta olmak üzere Datça'da var olan bütün siyasal partiler, kitle örgütleri, platformlar ve Datça'da yaşayan yurttaşlar, bir konuda, çok net olarak, düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.

     Bugün dahi su sıkıntısının çekildiği, bu gidişle yaşayanların susuzluktan kırılmanın olası olduğu, tarım alanlarının yok edildiği, Kızlan Ovası'nın ve diğer yerleşim yerlerinin betona gömüldüğü, denizinin kirlendiği... bir Datça mı?

     Yoksa, tarım alanlarının büyük ölçüde korunduğu, denizine girilebildiği, havası nedeniyle her yurttaş için çekici olmaya devam eden, eko turizmin temel alındığı ve gelirinin Datça'da yaşayanları doyurduğu...bir Datça mı?)

     22.09.2020/Datça Mehmet Erdal"


     "BASINA VE KAMUOYUNA

     Tek-çift numara uygulaması, hepimizin bildiği üzere, bugün, yalnızca Marmaris ve Datça'daki pazar yerlerinde uygulanmaktadır.

     Bu uygulamanın, Datça'da, Mart ayı ortalarında, üretici ağırlıklı bir grup pazarcı ile yapılan görüşmelerde belirlendiği ve haliyle, belediyemiz tarafından pazarcı esnafımıza dayatılmadığı ve onların rızası hilafına gündeme getirilmediği bilinmektedir.

     Ancak, 28 Mart tarihinden itibaren Datça'daki pazar yerlerinde gündeme getirilen bu uygulamanın belirlendiği günlerde, ülkemizdeki hemen hemen herkes gibi pazarcılarımız da bu salgının ve haliyle bu salgın ile mücadele kapsamında gündeme getirilen uygulamaların/kısıtlamaların geçici olacağını düşünüyordu. Nitekim, Hükumet de farklı ağızlardan, bu doğrultuda açıklamalar yapmaktaydı.

     İşte, belediyemiz tarafından o günlerde oturulup konuşulan ve görüşünün ne olduğu sorulan üretici ağırlıklı pazarcı esnaflarımız, bu uygulamayı, bu varsayım çerçevesinde tercih etmişlerdir.

     Bunun doğru olup olmadığını herhangi bir pazarcı esnafına sorun; gerçeği, size söyleyecektir.

     ***

     Hepimiz aynı süreci yaşadık; artık, biliyoruz. Korona virüs salgını, ilk başlarda ön görüldüğü üzere kısa sürede bitmedi ve haliyle, bu salgın ile mücadele kapsamında bir süreliğine gündeme getirilen uygulamalar da kalıcı olmaya başladı. Nitekim, üretici ağırlıklı pazarcı esnafımız tarafından geçici süre uygulanacağı var sayımı ile kabul edilen tek-çift numara uygulaması da neredeyse altı (6) ayını doldurmaktadır; koşullar böyle devam ederse, kaç altı (6) ay daha devam edeceği de bilinmemektedir.

     Bugün, bu uygulamanın dişe dokunur bir işe yaramadığı, hatta beklenen yarardan daha çok negatif sonuçları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bizce, pek çok üreticimizin ve seyyar esnafımızın yıkımına ve bitimine yol açan bu uygulama, Korona virüs salgınının ve haliyle kısıtlamaların daha ne kadar devam edeceğinin bilinememesi nedeniyle, yeniden gündeme alınarak masaya yatırılmalı; pazar yerlerine tezgah açan esnaflarımız ile birlikte sorgulanmalı; esnafımızın bu konudaki görüşü yeniden sorulmalıdır.

     Bu uygulamadan mağdur olanların , bu konuda ne düşündükleri ve başka bir çözüm/uygulama önerileri olup olmadığı sorulmalıdır. Bu uygulama, artık, pazar yeri esnafımızın rızası yeniden alınmadan devam edemez, etmemelidir. 23.09.2020

     Sol Parti Datça İlçe Örgütü"


    "AÇ KALMAYI MI YA DA VİRÜSE YAKALANMAYI MI GÖZE ALMALI?

     Salı günü, pazarlarda giyim satan bir arkadaşım aradı; Datça Belediyesi Zabıta Amirliğinden bir görevli aramış ve ona, Cumartesi günü açılacak pazar yerinde, pazarcıların, komşusu ile birlikte aralarında 2,5 metre mesafe koymaları gerektiğini, aksi halde, bu kurala uymayan pazarcı(lar) hakkında yasal işlem yapacaklarını, bu bildirimi, bütün pazarcılara yaptıklarını, söylemiş. Arkadaşım, Datça'da yaşayan eski bir pazarcı olarak, benim, bu konuda bilgimin olup olmadığını, merak ediyordu.

     Bilgim yok; ben, evdeki tadilat işleri ile uğraşıyorum, dedim.

     İzmir İl sınırları içerisindeki pazar yerlerinin tamamında giyim, ayakkabı, plastik ve hediyelik eşya vb. bölümünün belirsiz bir süreliğine faaliyetlerinin durdurulduğu duyumlarının ortalıkta dolaştığı bir zamanda, anlaşılan oydu ki, Datça belediyesi, bu kez, aklı selim davranmış; pazar yerinin giyim, ayakkabı, plastik ve hediyelik vb. eşya satan bölümünü kapamak yerine, bu yolu seçmiş. Çok akıllıca bir karar almış. Ben olsam, pazar yerini kapattırma ya da tek-çift numara uygulamasına dönme yerine, bu kararın uygulanmasını savunurdum, dedim.

     ***

     Datça İlçe sınırları içerisindeki pazar yerlerinde faaliyet yürüten pazarcılar (üreticisinden seyyar esnafına kadar), Korona virüs salgınının var olduğunun resmen kabul edildiği Mart ayından bugüne kadar, ne zorluklar içerisinde iş yapıyor ve yaşamlarını devam ettirmeye çalışıyorlardı.

     Önce, İçişler Bakanlığı'nın yayınladığı genelge çerçevesinde sebze-meyve ve yiyecek-içecek satıcıları bölümünde tek-çift numara uygulamasına geçilmiş; giyim, ayakkabı, plastik ve hediyelik eşya vb. satıcıları ise bir süreliğine faaliyetten men edilmişti. Aradan yedi (7) hafta geçtikten sonra giyim, ayakkabı, plastik eşya vb. satıcıları bölümüne de tek-çift numara uygulaması çerçevesinde faaliyet yürütmelerine izin verilmişti.

     Yalnızca Datça Merkez'de Cumartesi günü kurulan pazarda değil, Pazar günü Palamutbükü'nde ve Çarşamba günü Özbel'de kurulan pazar yerlerinde de aynı uygulama yapıla gelmişti.

     Virüsün (AVM'lerde, büyük zincir marketlerde vb değil) pazar yerlerinde hızlıca yayıldığı-yayılabileceği ön yargısının ve haliyle, bir yönetici olarak, bu bulaşın önlenmesi gerektiğine dair bir inancın ifadesi olan bu uygulamanın, ne ölçüde bu amaca hizmet ettiği bilinmez; ama, yaşanılarak görüldü ki, bu süreçte, Datçalı üreticiler ciddi oranda zarar ettiler ve ürettikleri ürünlerin bir kısmını toplayamayıp tarlada çürümesini çaresizce izledikleri için, üretimden soğudular. Seyyar esnaflar, ayakta kalmak için esnaf odasının ve Halk Bankası'nın verdiği kredilere yüklendiler... Gelir giderleri karşılayamaz hale geldi. Borç büyüdü. Umutlar tükendi... Bu işi bırakacağım, diyenlerin sayısı arttı...

     Bu süreçte, yerel yönetim, Ekim ayı başında, giyim, ayakkabı, plastik ve hediyelik vb. eşya satan bölümün yeniden her hafta tezgah açmasına izin verdi.

     ***

     Önceki yıllarda Datça'da Yaz Sezonu Eylül sonu, bilemedin devre mülklerin kapanış tarihi olan Ekim ayı sonu biterdi. Büyük şehirlerdeki ya da Anadolu'nun bazı illerindeki virüs salgını nedeniyle tanık olunan yoğun göç nedeniyle, Datça'da, bu yıl biraz daha farklı bir hava gözlemleniyor; emlakçılar ve tapu dairesi oldukça hareketli, kiralık ev bulunamıyor, kiralar arttı, caddelerde daha çok araba var, yollarda dolaşan ve Burgaz ören yeri yöresinde yürüyüşe çıkan çok sayıda yeni yüzler söz konusu vb. vb... Haliyle, pazar yerlerinde de, önceki yıllardaki Ekim, Kasım aylarına göre alış veriş daha yoğun.

     Ama günlük yaşamda gözlemlenen bu görece hareketlilik, Yaz aylarında tek-çift numara uygulaması nedeniyle pazarcıların uğradığı zararı karşılamaya ve var olan açığı kapatmaya yetmiyor.

     Hal böyleyken, yerel yönetimin ya da siyasal iktidarın, gerekçesi ne olursa olsun, pazar yerlerindeki ticari faaliyeti durduracak ya da kısıtlayacak her tür uygulaması, pazarcı esnafında dışarıdan birisinin kolayca gözlemleyemeyeceği bir tedirginliğe yol açıyor.

     ***

     Siyasal iktidar ve yerel yöneticiler, Korona virüs salgını ile mücadele kapsamında kararları alırken, yazımızın konusu olan pazarcılar dahil esnaflarımızın, işçilerimizin, bütün çalışanlarımızın, velhasıl, akşamları evine ekmek götürmek zorunda olan yurttaşlarımızın halinin nasıl olabileceğini zerrece düşünmüyorlar.

     Onlar, masa başında ve kağıt üzerinde, kendilerine çok hoş gelen çok güzel kararlar aldıklarını düşünüyorlar ve muhtemeldir ki, akşamları, o gün nice canı kurtardıklarını var sayarak, gönül rahatlığı içinde yataklarına yatıyorlar.

     Aldıkları kararlara uymalarını istedikleri yurttaşların ihtiyaçları, harcamaları, borçları, yaşamlarını devam ettirmeleri vb. vb. onları zerrece ilgilendirmiyor.

     ***

     'Parayı düşünmeyin, işimi kaybeder miyim diye korkmayın! Siz sağlığınızı düşünün. Para bizim işimiz' (Kanada Başbakanı Trudeau) denilen bir ülkede yaşamıyoruz!

     Ülkemizde, Korona virüsüne yakalanma riskine göze alarak, hatta yakalandığı halde işini kaybetme ve aç kalma korkusu içindeki işçiler nasıl çalışıyorlar ise, bütün esnaflarımız da bugün (pazarcı ise pazar yerinde) tezgahını ve (iş yeri sahibi ise) iş yerini açamaz ise aç ve açıkta kalacağını, batıp gideceğini, herkesin onu seyredeceğini düşünüyor, virüse yakalanma riskini göze alıyor ve ekmek teknesinin başında beklemeyi yeğliyor.

     Kim onlara, somut ve farklı bir seçenek sunamadan, hayır, yapmayın, diyebilir ki?

     29.11.2020/Datça/Mehmet Erdal"


    "AYDEM, MUSKİ, YEREL YÖNETİM ve SİYASAL İKTİDAR'a SESLENİYORUZ:

SEYRETMEYİN, YARDIM EDİN!

     Mart ayından (2020) itibaren sağlığımızı tehdit eden ve yaygın ölümlere yol açan Korona virüs salgını ile mücadele kapsamında alınan ve uygulanan kararların, çok farklı sonuçlara yol açtığı bilinmekte ve dillendirilmektedir.

     Farklı açılardan yaygın tartışmalara neden olan bu kararların ve uygulamaların, günlük yaşamımızı büyük ölçüde değiştirmekle kalmayıp, bazı toplumsal kesimler üzerinde telafisi çok zor ve hatta mümkün olamayacak yıkıcı sonuçlara yol açtığı da görülmektedir.

     Üreticiler, seyyar esnaflar, iş yeri sahibi bazı küçük esnaflar ve bu iş yerlerinin bir kısmında sezonluk ya da daimi olarak çalışanlar, bu olumsuz gelişmelerden farklı ölçülerde nasibini alanlar arasındadırlar.

     Bütün bunları bilmiyor, görmüyor ve duymuyor olamazsınız!

     Siyasal iktidarın son ilan ettiği ve başvuru süresi 31 Aralık 2020 tarihinde bitecek olan 'BORÇLARIN YAPILANDIRMASI' paketi de, bu yurttaşlarımızın mağduriyetlerini gideremeyecektir.

     Bizler, bu alınan kararların ve uygulamaların yol açtığı mağduriyetlerin birazcık da olsa giderilebilmesi ve bu yurttaşlarımızın, bu salgın sürecini ayakta kalarak atlatabilmesi amacıyla, şu taleplerde bulunuyoruz:

     AYDEM'e ve MUSKİ'ye:

Salgınının resmen kabul edildiği Mart ayından, salgının bittiğinin resmen ilan edileceği ana kadar, farklı dönemlerde faaliyetleri yasaklanan, çalışma saatleri ya da olanakları kısıtlanan bütün iş yeri sahiplerinin iş yeri elektrik ve su kullanım ücretleri şu anki fiyat üzerinden değil, %50 indirimli tahsil edilmeli; Mart ayından bugüne kadar, faturalarını, şu anki birim fiyatından hesaplanmış olarak ödeyen esnafın ödediği faturaların %50'si, gelecekte ödeyeceği faturalara sayılmalı.

     YEREL YÖNETİM'e (BELEDİYE'ye):

     A) Üreticilerin, pazar yerlerinde her hafta değil de tek-çift numara uygulaması çerçevesinde tezgah açıyor olmaları; seyyar esnafların ise tezgah açmalarının bazen yasaklanması, bazen de üreticiler gibi tek-çift numara uygulamasına tabi olmaları; müşterilerin alış-veriş alışkanlıklarının değişmesi vb. nedenlerle her iki kesimin gelir kaybı yaşamaları dikkate alınarak, salgının bittiğinin resmen ilan edildiği ana kadar olan sürede pazar yerlerindeki işgaliye ücretleri %50 oranında indirimli tahsil edilmeli; Mart ayından bugüne kadar işgaliyelerini halihazırdaki m2 fiyatından ödeyen üreticilerin ve seyyar esnafların ödediği işgaliye tutarının %50'si, daha sonra ödeyeceği işgaliye bedeline sayılmalı.

     B) İş yeri sahibi küçük esnafın hiç birisinden (Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında iş yeri açık olup iş yapan bazı işletmeler hariç tutulabilir) Mart ayından itibaren işgaliye, ilan ve reklam parası alınmamalı; bugüne kadar ödemesini yapmış olan işyerlerinin ödemeleri, o iş yerlerinin salgının bitiminin ilan edileceği günden sonraki dönemde ödeyeceklerinin peşinatı olarak kabul edilmeli.

     SİYASAL İKTİDAR'a:

     Korona virüs salgını ile mücadele kapsamında, Kamu Bankalarından ya da Esnaf ve Sanatkarlar Kooperatifinden kredi kullanan esnafların geri ödeme taksitleri, salgının bitiminin resmen ilan edileceği günden sonrasına ertelenmeli; herhangi bir faiz alınmamalı.

     Basit ya da gerçek usulde vergi ödeyen esnafın, salgının bittiğinin resmen ilan edileceği zamana kadarki vergi borcu; işyeri sahibi olan esnafımızın iş yeri kira stopajı, KDV Damga Vergisi, Muhtasar Beyanname Damga Vergisi, Geçici Vergisi, Kurumlar/Gelir Vergisi Damga Vergisi, Muhasebe ücreti stopajı... 'yok' kabul edilmeli.

     Esnafın Bağ-Kur borcu ile işsiz kalan çalışanların sigortaları Devlet tarafından ödenmeli.

     İş yerleri kapanan esnaflara ve işsiz kalan çalışanlara, her ay asgari ücret tutarında geçinme yardımı yapılmalı.

     Kısacası, bu salgın döneminde esnaflarımızın ve çalışanlarımızın aç ve açıkta kalmaması için, sizler, şu anki seyirci konumlarınızdan çıkıp, taşın altına elinizi sokmalı ve mağdur olan esnaflarımızın ve çalışanlarımızın omuzlarındaki yükü paylaşır konumuna geçmelisiniz.

     Toplumsal sorumluluk, bunu gerektiriyor!

     06.12.2020 Sol Parti Datça İlçe Örgütü"

 

      "DATÇALI PAZARCILAR KARAMSAR!

     Bakanlar Kurulu tarafından ilan edilen son kararlar çerçevesinde geleneksel günü Cumartesi'den Cuma'ya alınan Datça Halk Pazarında görüştüğüm bazı pazarcılar gidişattan ve gelecekten endişeli olduklarını dile getirdiler.

     2020 yılı Mart ayından beri sürekli gelir kaybı yaşayan ve ayakta kalmayı başarı olarak gören pazarcılardan konuştuklarımız, aldıkları kredileri, Bağ-Kur taksitlerini, vergileri ve hatta pazar yeri işgaliyelerini bile ödeyemediklerini belirttiler. Pazarda giyim ürünleri satan Ali Gökçe, Yasin Kırbaş ve Mesut Evci adlı pazarcılar, son alınan kararlar çerçevesinde Cumartesi gününün sokağa çıkma yasağı kapsamına alınmasından ciddi anlamda etkileneceklerini, bu yasağın Mayıs ayından sonra da devam etmesi halinde sezonun daha başlamadan kapanmış sayılabileceğini ifade ettiler.

     Son üç aydır, ayda bin TL. olarak yapılan ve bir kısmının almadığı söylenen yardımın bu ay sonlandırılmasından şikayet eden pazarcılar, bu yardım azdı ama hiç yoktan iyi idi; bunun artırılarak devam ettirilmesi ve bu yardımı alamayanların da yardım kapsamına alınması gerekir, dediler.

     Salgının uzaması halinde, zaten çok zor durumda olan pazarcılar içerisinden çok dökülen olacağının konuşulduğu pazar yerinde, pazarcıların karamsarlığı yüz ifadelerine yansıyordu.

     02.04.2021/Datça/Mehmet Erdal"


    "YÜZLER BUGÜN GÜLÜYORDU! PEKİ YARIN?

     Datça Belediyesi, İçişleri Bakanlığı'nın ilgili genelgesi çerçevesinde, 8-15 Mayıs Cumartesi günleri, ikisi Datça Merkezde (İskele Mahallesi) olmak üzere 10 ayrı yerde pazar kurulması kararı almıştı.

     Bu pazaryerlerinde, yine İçişleri Bakanlığı'nın ilgili genelgesi gereği, yalnızca meyve ve sebze satılabilecek; müşteriler araçlarıyla değil, yalnızca yayan olarak en yakın pazaryerlerine gidebilecekler vb. idi.

     Datça merkezde oturduğum için, İskele Mahallesinde kurulan geleneksel Cumartesi ve (gerçekte Çarşamba günleri kurulan) Özbel Pazarlarını gidip görmek için yola çıktım.

     ***

     Önce, geleneksel olarak Cumartesi günleri kurulan pazaryerine yöneldim.

     Sarı basın kartım olmasına karşın, aracımı, Cumartesi Pazaryerine varmadan ara sokakların birisinde park ettim; ne olur olmaz, görevini fazlaca kitabi yorumlayan bir görevli ile gereksiz tartışma olasılığından kaçınmak, istedim.

     Pazaryerine, üst kapıdan, zabıta kulübesinin bulunduğu taraftaki kapıdan girdim; elimde bulunan telefonumun kamerası açık. Kapı, bariyerle kapatılmıştı. Zabıta ve özel güvenlik görevlisi üç kişi aralarında sohbet ediyorlardı. Selam verdim ve yürüdüm.

     Pazaryeri ve haliyle bugün bu pazaryerinde sıra onlarda olduğu için tezgah açan çift numara sahibi pazarcıların tezgahları çok kalabalıktı. Selam vererek ve hayırlı işler diyerek, ilerlemeye başladım.

     Daha ilk anda, anlaşılan o ki, müşteri pazara akın etmiş ve bu durumda, bugün, satıcıların başını kaşıyacak zamanı olmaz, dedim.

     İşler nasıl, diye sorduğum bazı pazarcılar, yüzleri gülerek, iyi ya da Allah bereket versin, diyorlardı. Çay ocağının yanındaki tanıdık ana-oğulun tezgahına ilerledim. Oğul Mehmet Kuzu'ya işler nasıl, diye sordum; bugün sebze-meyve ucuz olduğu için, pazar hızlı, dedi. Ana Fatma Kuzu, böyle pazar görülmemiştir, dedi. Yani, iyi mi bugün?, diyorum; çooook, diyor. Peki, haftada bir gün olan bu pazar sizi kurtaracak mı?, diyorum; kurtardığı kadar arkadaş, diyor.

     Ben konuşurken bir müşteri söze giriyor ve madem ki sabah saat 10.00'da açılacağı duyuruldu pazarın, 10.00'da açılsın, diyor. Ne anlatmak istediğini anlayamıyorum ve Mehmet Kuzu'ya bakıyorum; pazar 20 dakika önce açıldı da diyor. İyi ya diyorum, içimden, görevliler pazarcıların halinden anlamış ve opsiyonlu davranmışlar. Ama, müşteri, sözüne devam ediyor; ben gelirken, diyor, bir müşteri, alış verişini yapmış ve taksi ile geri dönüyordu. Yani, diyorum, farklı uygulamamı var? Evet, diyor. Ben hala sorunu tam anlayamadım. Eski bir pazarcı olarak, bugünkü görevlilere yönelik, içimden pozitif düşünceler geçiyor.

     Pazaryeri içinde ilerlemeye devam ederken, biraz önce, pazaryerinin 5-10 dakika erken açılmasından şikayet eden müşteri yanıma yaklaşıyor ve benim hangi gazeteye çalıştığımı soruyor; BirGün'e de haber geçiyorum ama bugün bu haberi Muğla'da yerel bir siteye yollayacağım, diyorum. Kendisini tanıtıyor; Bir dönem, ulusal basının amiral gemisi kabul edilen ama şimdilerde yandaş medya içerisinde yer alan (...) gazetesinde çalışmış.

     Pazaryerinin birkaç basamak daha alçaktaki ikinci bölümünde dolaşmaya devam ediyorum; bu bölümde kalabalık. Üzerinde yeleği olan ve yeleklerinde POLİS yazan bazı kadın ve erkek polisler pazaryerinin içinde dolaşıyorlar. Peynir ve zeytin satılan bölümde açık tek bir tezgah yok; hepsinin üstü kapalı.

     İkinci kapıdan kapalı bölümden çıkıyorum ve sola dönüyorum. Orada da bariyerler ve başında bir özel güvenlik görevlisi var. Geçiyorum. Arabama doğru ilerliyorum. Arabama biniyorum. Özbel Pazaryerine gitmek için yola çıkıyorum.

     ***

     Kapı Cafe tarafından Özbel Pazaryeri girişinde ilk gözüme çarpan, bariyerler-bir zabıta ve pazaryerine girmek için sıra bekleyen müşteri kuyruğu oluyor. Yanaşıyorum. Zabıta, beni görünce, sen geç abi, diyor. Hayırdır, bu ne kuyruğu, diyorum; kural gereği, pazaryerindeki satıcıların iki katından daha fazla müşteriyi içeriye alamadıklarını, söylüyor. Pazaryerine bakıyorum; bugün, Özbel Pazaryerinde tek numaralı pazarcılar tezgah açtığı ve bir kısmı da diğer yerlerdeki pazaryerlerine gitmeyi tercih ettikleri için, önceki haftalara göre daha az satıcı var ama her tezgahın başı kalabalık. Dolaşıyorum. Bir çok satıcıya satışı soruyorum; iyi, diyorlar.

     ***

     2020 yılı Mart ayından beri tek-çift numara uygulaması gereği ciddi ekonomik kayıpları olan ve haliyle sıkıntılı günler yaşayan üreticiler ve seyyar esnaflar, 17 günlük bu son sokağa çıkma yasağının ilk anlarında tam anlamıyla psikolojik olarak çökmüşlerdi; çünkü, bir üretici ya da günlük kazancıyla ayakta durmaya çalışan bir seyyar esnaf için 17 günlük kapanma, tam anlamıyla yıkımdır. Bu ruh hali içindeki esnafa, 8-15 Mayıs'ta, yalnızca iki güncük de olsa satış olanağının verilmesi, çölde günlerce aç ve susuz kalmış birisine bir tas su verilmesi gibi bir etki yaratmıştı.

     Peki, ya sonra?

     08.05.2021/Datça/Mehmet Erdal"


       "ÜRETİCİLER MAĞDUR OLMAYA DEVAM EDİYOR!

     Gazete almak için gittiğim marketin sahibi arkadaşım, bak, izle; bunu yaz, diyor. Telefonunu çıkarıyor. Açıyor ve bir video izletmeye başlıyor; videoda, bir marul tarlasının traktörle sürüldüğü görülüyor. Konuşmalar duyuluyor. Bu sözü edilen yer neresi?, diyorum. Tarif ediyorlar.

     Videoyu Facebook sayfasında paylaşan kişi, marketçi arkadaşımın tanıdığı birisi. Arıyoruz. Arkadaşım, olayı haber yapmak isteğimi iletiyor. Telefonu bana veriyor. Konuşuyorum. Konuşmamız sırasında bazı yazılarımı okuduğunu söylüyor. Ama, diyor, tarla benim değil; ben videoyu çeken kişiyim.

     Tarla sahibinin kim olduğunu söylüyor. Bir biçimde o kişiye ulaşıyoruz. Arıyorum. İzmir Torbalı'dan. Adı, Mehmet Murat Balkın.

     Önce telefonla, sonra da atlayıp yanına gittiğim Kızlan Mahallesi Yanık Harman mevkiinde traktörle çift sürülen tarlasında konuşuyoruz.

     Datça'yı, iklimi nedeniyle tercih etmişler. Türkiye'nin büyük çoğunluğu karda kışta iken biz burada sebze ekmeye başlamıştık, diyor. Datça'da bir yıl içerisinde 2 ya da 3 kez ekim dikim yapılabildiğini söylüyor. Datça'nın toprağı, diyor, farklı; burada yetişen ürünlere farklı bir tat veriyor. Belki, ileride Datça marulu, Datça biberi vb... ad altında markalaşmış ürün üretebiliriz, diyor.

     Datça'da yalnızca marul değil, aynı zamanda lahana, kapya biber, pul biber yapmak için özel bir acı biber vb. de üretiyorlarmış. Toplamda, Datça'nın farklı yerlerinde icar tuttukları 80 dönüm civarında bir alanda ekim dikim yapıyorlarmış. Yetiştirdiği acı biberi geleneksel usullerde kurutmayı düşünüyormuş. Tireli olduğumu, söylüyorum; hemşehriyiz, diyorum. Bizim oralarda gördüğüm biber kurutma usullerinden söz ediyorum. O, yere çul sererek, daha geleneksel usulde bir kurutma yapacaklarını, söylüyor.

     Marul tarlalarını neden sürdüğünü, soruyorum; biz, diyor, herhangi bir yere bağlı değil, serbest üretim yapıyoruz. Yani, biz malı hal'e gönderiyoruz ve oradan da bizim gönderdiğimiz ürünleri pazarcılar alıp semt pazarlarında satıyorlar. Bu son 17 günlük yasaklar kapsamında bütün semt pazarları yasaklanınca, her şey ters takla oldu. Mal elimizde kaldı. Hiç talep gelmedi. Şimdi zarardayız. Çalıştırdığımız işçilere ve sulama malzemesi aldığımız (...) yere borcumuz var. Ödeyemiyoruz. Eğer 7-8 kamyon daha marul gönderebilseydik, zarar etmeyecektik. Hazırlıksız yakalandık.

     En son kaç liradan marul gönderdin hal'e?, diyorum; 80 kuruştan yollamış. Yalnızca İzmir'e mi gönderiyorsun?, diyorum. Hayır, İzmir'in yanı sıra Denizli'ye ve daha başka illere de gönderdim, diyor.

     Bu yıl 32-33 dönüm marul ekmişler; bunun 18 dönüm kadarı ellerinde patlayınca, ürün tarlada iken tarlaları sürmek zorunda kalmışlar.

     Şimdi, sürdükleri marul tarlalarına, kurutup pul biber yapabilecekleri bir acı biber çeşidi dikeceklermiş. Fideleri piyasadan alsalar 100 bin TL. civarında bir fatura ödemeleri gerekecekmiş. Fideleri kendileri yetiştirdikleri için, 5 bin TL. civarında bir harcamaları olmuş. Hibrit tohum mu, diyorum; değilmiş. Alman, diyor.

     Bir üretici olarak, kimden, yani yerel yönetimden ya da Ankara'dan, ne bekliyorsunuz?, diyorum; kimseden hiç bir şey beklemiyormuş. Biz, programsızlığın kurbanı olduk; karar alınırken üretici düşünülmüyor, diyor. Bu konularda, genelde çözümler üretilmesi gerektiğini ve bunun da bir günde olamayacağını, söylüyor.

     Ayrılırken, ben de Datça'ya pazarcılık yapmak için gelmiştim ama yerleştim; sen de öyle yap, diyorum. Düşünüyormuş. Biber fidelerini dikerken yine gel, diyor. Tamam, diyorum. Ayrılıyorum.

     09.05.2021/Datça/Mehmet Erdal"

   

     "DATÇA'DA ÜRETİCİLER DE YAKINIYOR! (1)

     Tatil ya da (şu veya bu nedenle) yaşamını Datça'da devam ettirmek için gelip yerleşenlerin birçoğunun Datça'daki fiyatlardan şikayet ettiği sıkça tanık olunan bir durumdur; ev fiyatları, kiralar, lokantalardaki yemek, kafelerdeki çay ve su, marketlerde ve pazar yerlerinde satılan yiyeceğin içeceğin, hatta ve hatta Datça'da üretilen maydanozun, rokanın, domatesin, salatalığın, velhasıl her şeyin fiyatı çok yüksektir. Datçalı, daha doğrusu, Datçalı esnaflar ve üreticiler, buraya tatil için ya da yerleşmek için gelen herkesi zengin ve paralı müşteriler olarak görmekte ve ona göre fiyat koymaktadırlar vb. vb...

     1994 yılında Datça'ya ilk adımımı attım. 2001 yılında kesin olarak yerleştim. 1994 yılı Eylül ayı ile 2017 yılı Kasım ayı arasında ise kesintisiz bir biçimde Datça pazarlarında pazarcılık yaptım; kadın üst giyimi sattım. Şimdi, emekliyim ama bu iddiaların ne ölçüde gerçeği yansıttığını çok iyi biliyorum.

     Dün, pek çok tüketici tarafından dile getirilen bu iddialar konusunda Datçalı üreticilerin ne düşündüğünü ve ne söylediğini birinci ağızdan dinlemek ve kamuoyu ile paylaşmak üzere Özbel Üretici Pazarına gittim.

     17 günlük sokağa çıkma yasağı nedeniyle, gerçekte Çarşamba günü açılıyor olmasına karşın iki haftadır İskele Mahallesi Halk Pazarı gibi Cumartesi günleri kurulan Özbel Pazarında bu hafta tek numaralar tezgah açıyordu.

     Bu pazar yerine, yalnızca üreticiler ve üretici belgesi olan manavlar tezgah açabiliyordu.

     Pazar yerinde, bu hafta satıcı sayısı çok, müşteri az idi.

     Pazar yerine ana giriş kapısından girdim; hemen sağ taraftaki tezgah sahiplerine sormaya başladım; bazı tüketiciler, pazarda satılan sebzelerin ve meyvelerin fiyatlarının çok yüksek olduğunu söylüyor; ne söylemek istersiniz?

     İlk tezgahın sahibi karı-koca Karaköylü imiş; ikincisi de, üçüncüsü de... Anlaşılan Kızlanlılar ve diğer köylerden gelenler pazar yerinin ileriki kısımlarında, dedim ve aynı soruyu sorarak pazar yerini dolaşmaya başladım.

     Bu pazar yerinde çoğunluk Karaköylü ve Kızlanlı pazarcılarda idi ya da ben bir başka köyden olanına, örn: Emecikli bir pazarcıya rastlamamıştım.

     Dolaştığım ve mikrofonu tuttuğum her üretici, özü itibariyle aynı şeyi söylüyordu: Mazot, gübre, ilaç, yem vb. girdi fiyatları her gün zamlanıyordu; bu yıl aldıklarının fiyatları ile geçen yıl aldıklarının arasında dağlar kadar fark vardı. Kendi tarlasında değil de icar tuttuğu tarla da üretim yapanlar ya da kendi tarlasının yanında tarla da kiralayıp üretim yapanlar, icar fiyatlarının, tarlanın sulak, kıraç vb. konumuna göre, dönümünün 600 ile 1000/1250 TL. arasında değiştiğini, söylüyordu. Bunun, daha tohum, fide, elektrik, sulama, işçi... masrafları da vardı. Yani, pazarda fiyatlar yüksek diyenler, bu maliyet hesabını yapıyorlar mıydı? Gelsinler, bir gün, kendileriyle sıcağın altında ya da ayazda tarlada çalışsınlar, çapa yapsınlar, hayvanların altlarını temizlesinler ve ondan sonra konuşsunlar dı.

     Üreticilerin söylediğine göre, bugün sattıkları ürünlerin fiyatları, geçen yılın fiyatlarından çok farklı değildi. Örn: yumruk gibi başı olan taze soğanın, rokanın, maydanozun, arapsaçı'nın fiyatı hiç değişmemişti. Enginar, irili ufaklı oluşuna göre 3, 4 ya da 5 TL. idi. Domates, Çeri domatesi 7-8 , patates, 2-3 TL. idi. Kabak 8, Zeytinyağının fiyatı, bugün 30 TL. idi. Zeytinyağının toptan fiyatı nedir?, diye soruyorum. Sorduklarım küçük üretici; bizde o kadar yağ yok, biz pazara az az çıkarıp, satıyoruz, diyor.

     2020 yılı Mart ayından beri devam eden Covid 19 ile mücadele kapsamında pazar yerlerinde tek-çift numara olarak sırayla tezgah açıyorlardı ve bu da onları, ekonomik olarak çok sarsmıştı. Ürettikleri ürünün hepsini toplayıp satamıyor; ürünün bir kısmı ya toplanamadan tarlada ya da pazarda satılamadığında ellerinde heba oluyordu. Üretici perişandı. Bazıları, bu gidişle, üretimi bırakacaktı.

     Tüketici hem organik, yani iyi ürün istiyordu hem de ucuz olsun, istiyordu; bu mümkün müydü? Kendilerini, onların yerine koyup konuşmalıydılar! İnsaflı olmalıydılar.

     İklim değişikliği nedeniyle, Datça'da, örn: domates üretimi, eskisi gibi çok yapılamıyordu. Bir sinek türü, domatesleri harap ediyordu.

     Peki, yerel yönetimden ya da devletten ne bekliyorlardı? Devletten ucuz ya da faizsiz kredi, şu pandemiye son vermesini, piyasanın düzelmesini, mazot, gübre, yem, ilaç... fiyatlarını düşürmesini; üreticiyi, yani yurt dışından ithalatı kısıtlayıp yerli ürünleri korumasını istiyorlardı. Çok zor durumdaydılar. Dayanacak ve ayakta kalacak halleri kalmamıştı...

     Kendileri Harran Ovası'nda üretim yapan büyük çiftçi değil, küçük üretim yapan küçük çiftçilerdi.

     40 dakika kadar video çekimi yapıp ayrılıyorum, Özbel Pazar Yeri'nden. Evet, geldiği yer ile kıyasladığında tüketici bazı yönlerden haklı olabilirdi; ama, Datçalı üreticiler de haklıydı; kim karnını doyuracak ve çocuklarına bakabilecek parayı kazanmadan bir işi yapıyordu? Üretici, bu girdi fiyatları karşısında ürettiği ürününü nasıl olur da ucuza satabilecekti? Bunun işe yarar bir yolu var ise, bu üreticilere gösterilmeliydi. Gerisi lafı güzaftı!

     15.05.2021/Datça/Mehmet Erdal"


    "DATÇALI ÜRETİCİLER DE YAKINIYOR (2)

     16 Mayıs günü yayınlanan 'Datçalı üreticiler de yakınıyor' başlıklı video-haberimizde, Çarşamba günleri kurulan Özbel Köylü Pazarında ürettikleri ürünleri satan Karaköylü ve Kızlanlı üreticiler ile görüşerek, 'Datça'da fiyatlar çok yüksek' söyleminin ne ölçüde gerçeği yansıttığını sorgulamaya çalışmıştık.

     Bu kez, o haberimizde de görüşlerine başvurduğumuz bir üreticinin üretim yaptığı tarlasını ziyaret ederek ve üretimin dikim aşamasına katılarak, bu söylemi sorgulamaya devam ettik.

     ***

     Bir gün öncesinden sözleşerek saat 15.35 gibi gittiğim yer, 21 yıldır bir türlü bitirilemeyen 'Kızlanaltı 18 uygulamasının yapıldığı 400 000 m2'lik bölgenin hemen kıyısında yer alıyordu; Kara ağaç mevkii olarak tarif ediliyordu.

     Hoş geldin çayının ardından, adaş (Mehmet Kuzu) ayağa kalktı ve ben, dedi, varıp, köyden çapayı alıp geleyim. Yanında, her daim ona takılan marangoz Konyalı Ahmet ile açık kasa aracına atlayıp gittiler. Bir süre sonra döndüler. Çapa, dediği, el ile hareket ettirilebilen motorlu bir çapa makinası idi. Tarlanın sürülü olduğunu gördüğümden, hayırdır, bununla ne yapacağız?, dedim; o yeterli değil, çapalayacağız, dedi.

     Araçtan indirdikleri çapa makinasını çalıştırdılar ve adaş, iki eliyle sımsıkı tuttuğu çapa makinası ile dikim yapılacak yere doğru ilerlemeye başladı.

     Bulunduğumuz tarlanın toprağı nasıl güzel bir topraktı; anlatamam. Siyaha kaçan koyu kahverengi bir rengi vardı. Çapa makinası ile çapalanınca un ufak oluyor, kabarıyor ve adeta hamura dönüşüyordu. Kızlanaltı toprağı, böyle bir topraktır.

     Adaşın söylemine göre, bu toprağa insanı diksen, yerden insan çıkardı; öyle verimli ve bereketli bir topraktı. Adaş, bu toprağın, şu anki SHELL'in arka taraflarına düşen ve Kösekesiği olarak bilinen bölgedeki tarlaların topraklarından çok daha kıymetli olduğunu, söylüyor; daha sonra konuştuğum annesi Fatma Kuzu da bunu doğruluyor. Kösekesiği'ndeki topraklar kumlu taşlı olduğundan su tutmazmış ve bu nedenle, oralarda ekim-dikim yapıldığında, neredeyse her gün sulama yapmak gerekirmiş. Dahası, oralarda yetişen ürünler fazlaca dayanıklı olmazmış. Şu an bulunduğumuz topraklar ise suyu tutar ve bu nedenle hem 3-4 günde bir sulama yapılabilirmiş hem de bu topraklarda yetişen bir ürün çok daha fazla dayanabilirmiş.

     Geçen yıl ekmeleri için Kudret Narı tohumu vermiştik; Kudret Narı, adeta yerden fışkırmıştı. O kadar çok ve o kadar büyük ürün elde etmişlerdi ki, görünce, çok şaşırmıştık. Adaş, çapalama yapılan yerin yanı başındaki taze soğanları gösteriyor; koyu yeşil renkleri ve neredeyse toprak yüzeyindeki iri başları, hemen göze çarpıyor.

     Elinde çapa makinası bir ileri bir geri gidip gelen adaşa bakıyorum; yürürken bastığı yerlerde, ayağı, bileğinden biraz daha yukarıya kadar toprağa batıyor. İçimden, çok değil, bir kaç yıl sonra, 18 uygulaması ile ilgili sorunlar çözüldüğünde, bu güzelim toprakların üzerinde oteller yükselecek, diyorum. Bu güzelim tarım arazisi yok olacak! Yazık! Vallahi yazık, billahi yazık! Aptallık bu!..

     ***

     Adaş, rüzgar nedeniyle uçuşan ve zaman zaman boyuna kadar yükselen tozun içinde bata çıka bir süre gitti geldi, gitti geldi... Sonra, çapa makinasını kenara çekti ve durdurdu.

     Şimdi arık mı açacağız?, dedim; babam, namı diğer Hardal Musa, köyümüz Ayaklıkırı'nın ilk sebze üreticisi olduğundan ve bizler onun tedrisatından geçtiğimizden, sebze ekim-dikimi, yabancısı olmadığım bir işti. Evet, dedi, adaş ve arık açmakta kullanabileceğimiz bir çapa aramaya başladı. Buldu. Getirdi. Bugün, dedi, yalnızca biber dikeceğiz; zaman olursa, patlıcan da dikeriz. Salatalığı, domatesi, kavunu, karpuzu yarın dikeriz.

     İlk arığı açtı, ikincisini bitirirken, ver, ben devam edeyim, dedim. Arık açmakta kullanılan çapa, bu işe çok uygun olmayan bir çapa idi. Ağırdı. O nedenle, insanı yoruyordu. Ama olsun, toprakla uğraşmayı seviyordum; devam ettim. 6 arık açtık. Tamam, şimdilik bu yeter; hele bir dikelim, sonrasına bakarız, dedi.

     Açtığımız arıklara, önce su verileceğini, söyledi. Su arıklara dolup toprağı yumuşatınca, dikim daha kolay ve daha düzgün yapılabilirmiş. Tamam, dedim. Koştu. İleride, tarlanın oldukça uzaktaki uç yerindeki artezyenin başında bulunan su motorunu çalıştırdı. Su, borudaki hava nedeniyle önce kesik kesik, sonra ise kesintisiz akmaya başladı.

     6 arık su ile doldurulunca, suyun geldiği boruyu tuttu ve yan taraftaki oldukça kocaman hareniye (kazan) su doldurmaya başladı. Bu niçin?, dedim; fideleri içine sokup çıkaracakmış. Bu işlem, fidelerin, içinde bulundukları naylonlardan kolayca çıkmaları ve dikilmeden önce köklerinin su ile buluşması içinmiş.

     Su kaç metreden çıkıyor, dedim; 40 metreden, dedi. İçilebilir bir su idi. Datça'da, yer altı sularının 140-160 metre derinlikten çıkarılabildiği muhabbetleri yapıldığından, iyi, ama deniz buraya ne kadar uzak ki?, bu derinlik yine de çok, dedim, içimden. Ege'de, Küçük Menderes Ovası'nda bulunan köyümde de, çocukluğumda, kuyuların 9-13 metre arası kazıldığını ve su çıktığını, anımsadım. Şimdilerde ise, yüzdüğümüz ve balık tuttuğumuz Taylı Gölü kurumuş, içme suyu için Kırdaş (üzerinde ağaç olmayan ve hayvanlarımızı otlattığımız, bizim köy ile Torbalı'ya bağlı Bülbülderesi köyü arasında bir nevi doğal sınır görevi gören oldukça uzun kır bir tepe) önlerinde bulunan ovadaki artezyenden 50 metreden su çıkarılabiliyordu. Bir başka deyişle, kuraklık kapımızı çalıyordu. Peki duyan ve gereğini yapmaya çalışan var mıydı?..

     Hareni dolunca motoru kapattı. Evlerinin yanındaki biberleri taşımaya başladı, yeğeni Eda ile birlikte. 4 plastik kasa içinde 4 çeşit biber fidesi taşıdılar. Fideler biraz büyükçe idi. Bunlar, dedi, biraz daha küçük boylu olmalıydılar. Fideler uzun olunca, bazıları rüzgarda kırılır ve telef olurmuş. Hem alırken biraz uzunlarını almış hem de fideler biraz evde beklemiş...

     Fideleri kimden aldığını, soruyorum; Aydın/Çineli bir üreticiden almış.

     Fide kasalarını hareniye sokuyor, biraz bekletiyor ve sonra çıkarıp yere koyuyordu. 4 kasa da aynı işleme tabi tutuldu.

     Arıklardaki sular çekilince sıra dikim aşamasına gelmişti. O ara, baba Hasan Kuzu da yanımıza geldi.

     Hasan Kuzu, namı diğer Kasap ile daha önceleri bazı konularda söyleşiler yapmış ve yayınlamıştım. Onun, 'Doğru söyleyeni kimse sevmez, ille yamulacaksın.' biçiminde çok hoşuma giden bir sözü vardır.

     Kasap eline bir içme su borusu parçası aldı ve belli aralıklarla arıklarda delik açarak ilerlemeye başladı. Adaş ise babasının açtığı deliklere poşetlerinden çıkardığı biber fidelerini dikiyordu. Önceleri yeğeni Eda, bilahare ben adaşa kasalarından aldığımız fideleri yetiştiriyorduk.

     Biber fideleri 4,5 arığı doldurdu; adaş patlıcan fidelerini de getirdi; hareniye sokup çıkardı ve onları da dikmeye başladık. Yalnız patlıcan fidelerinin dikildiği delikler biraz daha aralıklı idiler.

     Kasap'ın ve adaşın deyişine göre, biber fideleri birbirlerine kuytu olsunlar, yani birbirlerini korusunlar, diye, sık dikilirmiş; patlıcanlar için buna gerek yokmuş.

     Biber fidelerinin dikimi biteceğine yakın, bir işi için bir yerlere giden Konyalı ile anne Fatma Kuzu da yardıma geldiler; bu nedenle dikim hızlı ilerledi. Adaş, bugün salatalıkları da dikelim, yarına kalmasın, diyerek, yan tarafta, salatalık için yerler açmaya başladı. Salatalık, kavun ve karpuz fidelerinin dikileceği arıkların arasında, dal budak salacakları ve yayılacakları alan düşünülerek, 1 metre civarında mesafe bırakılıyordu.

     Adaşın hazırladığı o arıklara da su verildi. Sonra, salatalık fideleri dikilmeye başlandı. Satıcıdan alındıktan sonra fazlaca beklediğinden olsa gerek, salatalık fidelerinde fire oldukça fazlaydı.

     ***

     Ekim-dikim boyunca adaş ile yaptığımız söyleşilerden anladığım şu idi: Tarla kendilerinindi. İcar tutma ve haliyle üretimde icardan kaynaklanan artı bir maliyet yoktu. Ama fide, ilaç, gübre, mazot vb. bütün girdilerin fiyatları ve bunların üretim içindeki payları belliydi. Bu üretim, işte bugün ben de görüyordum, öyle ha denilince yapılmıyordu. Emek istiyordu. Bugün dikilen bu fideler, en erken 45 gün sonra ürün verecekti. O güne kadar daha bunların sulaması, ilacı, gübresi ve çapalaması dahil harcanacak emeği vardı. Tüketici, pazardaki fiyatlar hakkında bir şey söylerken, bütün bunları düşünmeliydi; isteyenlere, bugün bana olduğu gibi kapıları her daim açıktı. Gelip görsünler ve kendileriyle bir gün olsun tarlada zaman geçirsinler di... Ondan sonra karar versinler di!..

     30.05.2021/Datça/Mehmet Erdal"

 

     "DATÇA PAZAR YERLERİNDE TEK-ÇİFT NUMARA UYGULAMASI KALDIRILDI!

     Bugün yapılan Belediye Meclisi Haziran Ayı Olağan Meclis Toplantısında Belediye Başkanı Gürsel Uçar, 2020 yılı Mart ayından beri Datça Pazar yerlerinde uygulanmakta olan tek-çift numara uygulamasına son verdiklerini, açıkladı.

     Başkan Gürsel Uçar, her toplantıda olduğu gibi yaptığı açış konuşmasında, dün akşam R. T. Erdoğan tarafından açıklanan kararlara dair düşündüklerini özetledikten sonra, sözü, pazar yerlerine ve Datçalı üreticilerin durumuna getirdi:

     Dün bir TV kanalındaki haberleri izlerken, Adana bölgesinde bir üreticinin bir kamyon dolusu karpuzunu satamadığını görmüştü; üreticilerin durumunu bilen bir başkan olarak, çok üzülmüştü. Üretimin en yoğun olacağı bir döneme girerken, Datçalı üreticilerin ürettikleri ürünleri tarlada çürümeye terk etmeden satabilmesi ve haliyle daha fazla mağdur olmaması için Palamutbükü, Özbel ve İskele Mahallesinde kurulan pazar yerlerindeki tek-çift uygulamasına bugünden itibaren son veriyorlardı.

     Başkan, yalnız, diyordu, üreticilerimizden maske, mesafe ve hijyen kurallarına uymalarını istiyoruz. Halihazırda pandemi ile mücadele ettiğimizi ve bu mücadelenin çok önemli olduğunu unutmayalım.

     Meclis toplantısı bittikten sonra aradığım başkan, bu kararı, inisiyatif kullanarak kendisinin aldığını söyledi. Böylece, bir süre önce giyim, deri, plastik ve cam eşya, vb. satıcılar bölümünde sona eren tek-çift numara uygulaması, sebze ve meyve satıcıları bölümünde de sona ermiş oluyordu.

     01.06.2021/Datça/Mehmet Erdal" 


     (*) Burada yayınlanan yazılar ve basın açıklamaları, Muğla Turnusol başta olmak üzere yerel İnternet sitelerinde ve yerel basında farklı tarihlerde yayınlanmıştır.

 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder