2020.07.20.CEZAEVİ YAZILARI-12: SEVGİ
CEZAEVİ YAZILARI-12: SEVGİ
Aydın E Tipi Özel Kapalı
Cezaevinde 1987 yılı ikinci yarısı ile 1988 yılı ilk yarısını
kapsayacak şekilde devam eden iç tartışmalar çerçevesinde Kemal
Kaşgar arkadaşımızın yönetiminde çıkarılan "SESİMİZ" adlı
duvar gazetesinde yayınlanan (bu yazıları kişisel arşivinde
saklayarak bugüne kadar ulaşmasını sağlayan Kemal arkadaşa
göre, bana ait olan) yazılardan (birer nüshası bende olanların)
sonuncusunu paylaşıyorum.
Bu yazı ile ilgili olarak,
içimden gelen sese uyarak, şu notu düşmek istiyorum:
"Hafıza-i beşer nisyan ile
malüldür." derler, bilirsiniz. Hiç şüphesiz, geçmişte
yaşadıklarımızın, yaptıklarımızın, söylediklerimizin vb...
her birini, en ince ayrıntısına kadar çok net bir biçimde
anımsamamız her konuda olası değildir; en azından, kendi adıma
bunun böyle olduğunu söyleyebilirim.
Kemal arkadaş, bu yazının
altındaki tarih ve yer yazım biçiminin benim tarzım olduğunu ve
kendisinin, bu yazının bana ait olduğunu anımsadığını, bu
nedenle bana ait olan ve bu yazıdan önce sizlerle paylaştığım
yazılara dahil ederek bana gönderdiğini, belirtti.
Kemal arkadaşın bu yazı ile
ilgili notu böyle ama yazının bütünü içindeki cümle
kuruluşları ve konuların anlatım biçimi, pek benim tarzım
değil. Sanki, bu konu, iki kişi arasında konuşulmuş ve
konuşanlardan birisi konuşulanları not alabildiği ve aklında
tutabildiği ölçüde bilahare yazıya dökmüş ya da bir kişi bu
konudaki düşüncelerini anlatmış ve ikinci bir kişi bu
anlatılanları, anlatıldığı gibi yazıya dökmüş; bilahare,
ortaya çıkan yazı, küçük bir-iki düzeltmenin dışında olduğu
gibi yayınlanmış.
Bu olasılıklardan hangisi doğru
olursa olsun, muhtemelen yazan benimdir ama hiç şüphesiz, anlatan
asla...
Hayır, yazıdaki görüşlere
katılmadığım için değil; tam aksine çok beğendim ama "Sevgi" konusundaki bu görüşler, daha çok, yazar-şair ya da duygusal bir
arkadaşın yaklaşımına benziyor.
Aklıma Fadıl Öztürk arkadaş
geldi ve ona sordum; hayır, bu yazı bana ait değil, dedi.
Her ne ise, o günlerde yazılan
ve yayınlanan bu yazıyı da tarihe not düşmek için yayınlıyorum
ve böylece "SESİMİZ"deki yazıları bitirmiş oluyorum.
Elbette "CEZAEVİ YAZILARI" bitmiyor; onlar devam edecek; çünkü, 1991 yılı 1 Ağustos
tarihindeki tahliyemize daha üç buçuk (3,5) yıl var...
“ SEVGİ
"Sevgi", kullandığımız dilin
en kapsayıcı kavramlarından biri; buna karşın yaşamın o denli
içinde bir başka kavram bulmak oldukça zor. İnsan varlığının
bir anlamı hatta sınırlı bir anlamı varsa, insan ilişkilerinin
en önemli koruyucusunun sevgi olduğu/olması gerektiği sayısız
evrensel inancın kaygısı olmuş. Ben aynı kaygıyı paylaşmakla
birlikte mümkün olduğunca "Evrensel bir sevgi ilkesi" üzerine
soyut bir akıl yürütmeden uzak, ayrı duracağım. Bir yaşam
bilmecesi olarak sevgi'nin üzerinde duracağım.
Çok şey gibi sevgi de binlerce
yıllık geçmişimizden, sadece aklımıza ve gönlümüze değil,
etimize, tırnağımıza kadar işlemiş bir insani miras. Yeterince
gelişkin mi? İnsan(ın) nefrete karşı bile çok daha dayanaklı,
çok daha tanış olduğu söylenebilir. İnsanların yoğun bir
sevgi karşısında akla sığmaz acemilikleri, sevgiyi tutacak,
kavrayacak, görecek, hazmedecek organlarımızın yeterince
gelişmediğini gösteriyor. Küçümseme, kötülük, alay vb.
olduğu zaman kusursuz gerekçelere sahip olduğumuz kuşkusuz.
Sevmek için çoğu zaman bir tek şey yeterken, sevmek için ne çok
koşullanırız.
Şu çıkıyor ortaya; sevgi, acemiliğimizdir.
Sevgi üzerine yazılanları okuyun, hep bu acemiliğin, sevginin,
kırılganlığın çoğu kez bilinçsiz yakınmasını bulacağız.
Bulacağımız bir şey daha var; sevgiye duyulan ihtiyaç;
vazgeçemediğimiz ama bir türlü de doğru dürüst beceremediğimiz
şey.
Sevgi konusunda yakınmalar,
itirazlar çoğunlukla sevginin soyut bir yaşam ilkesi ya da nerede
ise otomatikleşmiş kendiliğinden bir insan duyusu, içgüdüsü
olarak görülmesinden kaynaklanır. Sevgiyi birlikte olarak ele alış
onun insan aklında değerler katında zihni bir oyun içine sokar.
Doğru sevgi, yanlış sevgi, sefil sevgi, yüce sevgi...oysa her
şeyden önce bir var oluş yaşamın kendisidir. Sevginin
doğruluğu(ndan), yanlışlığından vb. bahsedildiğinde, bunların
bir varlık, bir yaşam yüklemleri değil, değer yüklemleri, aklın
yargıları olduklarını görmek gerekir. Yanlış bir sevginin
yaşanabileceğine ya da yaşanılan sevginin bir yanılgı
olabileceğine inanıyorum. Sevgi varsa vardır. Ancak bu bizi
sevgiyi temelsiz salt bir duyuya indirgeyen ikinci yanlışa
götürmemeli. Bu tanımlamaya daha yakın gözüken 'hoşlanma' bile
bu kadar basit değildir. Sevgi şüphesiz kök bir duyudur. Ama bu
duyu, insan ilişkilerinin, insan birlikteliğinin sağlam, olumlu,
üretici, yaratıcı olmasının ürünüdür. Karşılıksız bir
tüketim, keyif maddesi değildir. Yaratıcı insan çabasının
ödülüdür. Belki sevgi konusunda en büyük yanılgı da bununla
ilişkili. Kendi başına istenen, elde edilebilinir bir şey olarak
görmek sevgiyi salt bir sevgi, insan ilişkisinin olumlu bir
bütünlüğünden üretilmiş sevgi bir yanılsamadır oysa.
Sevgiyi basitleştirmiyorum. Onu
üretilen bir şey olarak koydum. Yaşanılan, ele gelen bir temelden
türeyen, salt paylaşmaktan hayatı, aynı mekanı, aynı duyguları,
aynı nesneleri vb. paylaşmaktan sevginin doğmayacağını
vurgulamak istedim. Sevginin üretici bir birlikteliğin,
yaratıcılığın yaşantısı olduğunu...Sevgi bir kere kendi
toprağı üzerinde böylesi bir kuvvetle basarsa, o zaman sevginin
bizati(hi) kendisi de üreten, yaratan, insanları bir araya getiren
bir güç olur. Tersine varsayımsal bir sevgi anlayışı ile
dostluklar, aşklar kurmak olanaksızdır.
Son olarak söyleyeceğim;
sevginin tek bir gövde oluşudur. Türlü türlü sevgiler yoktur.
Sevgi hep aynı yaşantıdır. Dostluk aşktan pek farklı değildir.
Bu anlamda sevgiye gövdelerini veren değişik insan ilişkileridir.
Bu gövdelerde aynı kan dolaşır. Bu yüzden her özel sevgi,
sevginin o bütünlüklü gücünü yaratarak bizi sarar, diğer
eşyalarla, insanlarla olan ilişkilerimizi de sarar. Her tek sevgi
evrensel sevginin kendisidir böylece.
.................
Sevda üstüne
İnsanlar ki sevdaya susamışlar
Dostluğa kardeşliğe ve barışa
İnsanlar ki huzura
susamışlar
Dudakları kilitli
bakışları donuk
Ve şakaklarında elleri
Düşünüyorlar...
...............
N.Z'den (*)
8.1.1988/Aydın ”
20.07.2020/Datça
Mehmet Erdal
(*) Bu N.Z'nin açılımını
bilemedim; Şiiri, Google' sordum. Aşağıdaki bilgiler çıktı.
Şair'in hakını yememek ve haksızlık etmemek için bu bilgileri
de paylaşıyorum.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder