2022.03.26.YAZILAR (YOLA VE YOLCULUĞA DAİR)-16: YA YAZANLAR VE KONUŞANLAR YAPACAK YA DA YAPANLAR YAZACAK VE KONUŞACAK!
YAZILAR (YOLA VE YOLCULUĞA DAİR)-16: YA YAZANLAR VE KONUŞANLAR YAPACAK YA DA YAPANLAR YAZACAK VE KONUŞACAK!
İzmir'de, Devrimci Gençlik-Devrimci Yol çizgisinde mücadeleye başladığım 1975 yılı Kasım ayından sonraki süreçte yaşadıklarıma dair anlatımlarımda, döne döne, kendimi, her daim “yetersiz” gördüğümü, yazıyorum.
Mahir Çayanları, Deniz Gezmişleri, İbrahim Kaypakkayaları kendisine örnek almış ve içinde yaşadığı toplumsal koşulları (ülkemizi) değiştirme iddiasıyla yola çıkmış 20'li yaşların başlarındaki gençlerden birisiydim; o günlerde tanık ya da taraf olmaya başladığımız sol içi tartışmaların da etkisiyle Devrimci Gençlik-Devrimci Yol dergilerini, özellikle 1976 yazı İnciraltı Öğrenci Yurdunda gerçekleştirilen eğitim çalışması sonrası Marksist klasikleri, ulusal kurtuluş savaşı veren ülkelerin önderlerinin yazdıklarını, tabiri caizse, hatmediyordum. Yine de, bir türlü, “yeterli” olamıyordum. Hep “yetersiz” kalıyordum. (*)
Okullarda, yurtlarda, mahalle çalışmalarında karşımıza çıkan ya da İzmir merkezinde olmamız nedeniyle çevre il ve ilçelerden gelen arkadaşlarımızın bize ilettiği sorunların çözümünde, kişi ya da İzmir (kolektivite) olarak yetersiz kaldığımız oluyordu. Böylesi durumlarda, çok doğal olarak, yüzümüzü önce birbirimize ve sonra da Ankara'ya dönüyorduk.
“Teori gri, hayat ise yeşil”dir denir ya, onun gibi, evdeki hesabın çarşıya uymadığı zamanlar oluyordu; bazen, aradığımız yanıtı birbirimizde bulamıyor ya da Ankara, her daim, S.O.S dediğimizde imdada yetişemiyordu.
Böylesi durumlarda, o günleri yaşayanlar bilir, çareyi sağda solda arıyor; sağdan soldan gelen seslere kulak veriyor ve yüzümüzü, bize “hoş” gelen, “sıcak” gelen seslerin sahiplerine dönüyorduk. Bir başka deyişle, karşılaştığımız sorunları çözemediğimiz ya da zamanında çözemediğimizi gördüğümüz durumlarda, işin kolayına kaçıp, “dışarıdan” (yerel ya da merkezi kolektivite dışından) gelen seslere kulak verdiğimiz ve bunlardan en yakınımızda kim var ise yüzümüzü ona çevirdiğimiz oluyordu. (**)
Bu kulak verdiğimiz ya da biz kulak verelim ya da vermeyelim her daim bize seslenip duran bu kişiler, yine o süreçte anti-faşist mücadelede aktif bir biçimde yer alanlar bilirler, yaşanan 12 Mart yenilgisi nedeniyle içinde yaşadığı çevrelerde “yılgınlık” tohumları eken, kendisini her daim “akıl veren/akıl satan” konumunda gören, sağ'dan ya da “sol”dan eleştiriler yönelten ama sokaktan da öcü gibi korkan... “solcular”dı.
Bu “solcular”, bugün yurt içi ve yurt dışında yaşayanlar kadar çok olmasalar da, özellikle sürecin ilk başlarında, yani 1975-76 yıllarında, oldukça etkiliydiler.
Kimin söylediğine dair kesin bir isim veremem ama o günlerde, bizim arkadaşlar arasında “Ya yazanlar ve konuşanlar yapacak ya da yapanlar yazacak ve konuşacak” minvalinde bir söz dillendirilmeye başlandı.
Bu sözün muhatabı, bahse konu edilen “solcular” değil, bizdik. Haliyle, mücadele dışında kalmaya özen göstererek “nutuk çeken” ve “ahkam kesen”, sözüm ona, bizlere “yol gösteren” kişilere yönelik olarak “madem ki söylediklerinizin doğru olduğuna inanıyorsunuz, buyurun, işte meydan, sizi tutan mı var; söylediklerinizi hayata geçirin” anlamında söylenmiyordu. Söyleyen, bize sesleniyordu: “Dışımızdaki kişi ve çevrelere kulak vermeyin, onlardan medet ummayın, çareyi kendinizde arayın ve özgüven duygunuzu geliştirmeye bakın” diyordu. (***)
Bu söz çok da etkili oldu; ilk başlarda bize biraz zor gelse de “dışarıdan gazel okuyan” kişi ve çevrelere karşı dirsek göstermeye, karşılaştığımız sorunların yanıtlarını kendi yeteneklerimiz ve olanaklarımız çerçevesinde bulmaya başladık.
Nitekim, kendi adıma, “Anlaşıldı; iş başa düşüyor” deyip, Örn: ilk seminerimi, kendi hazırladığım notlar çerçevesinde, 1976-77 kış döneminde, ki İDOD'un (****) hemen kurulma öncesi ya da kurulduğunun ilk günleriydi, Büyük Efes Oteli'nin karşısında bulunan Akşam Ticaret Lisesi'nin arkasındaki Belediye İşçiler Lokali'nde toplanan 110 civarındaki orta öğrenimliye verdim. (*****)
Seminer sonrası, dinleyenlerin tepkilerini görünce, oldu; başardım, demiştim.
Arkası geldi...
26.03.2022/Datça/Mehmet Erdal
(*) Hala, aynı halet-i ruhiye içerisindeyim!
(**) Kişi ya da “kolektivite” olarak “yeterli” olamadığımız durumlarda “çare”yi hayatın olağan akışı içerisinde (mensubu olunan “kolektivite”de) değil de “üçüncü kişiler”de aramaya başladığımızda ya da çözemediği/altından kalkamadığı sorun karşısında “çare” arayana, “'çare' bende/bizde de yok; bekle ya da var git bir başka yerde ara” dediğimizde, hiç hesapta olmayan ve baştan öngörülemeyen çok farklı ve çok karmaşık başkaca sorunların gündeme gelebileceğini, bilmeliyiz; geçmişimizde, bu çerçevede yaşanmış çokça olay vardır.
(***) Bizim öğrenmeye ve içselleştirmeye çalıştığımız anlayışa göre, ki bunun en somut örneği Mahirler, Denizler ve İbrahimlerdi, devrimcilik, birilerinin yazıp-çizdiği ve birilerinin de bu yazılıp-çizilenleri yaşama geçirmeye çalıştığı bir çizgi değildi.
Biz, bu noktada, Sovyetler Birliğinde somutlanan ve ülkemizde de TİP-TKP çizgisinde görülen “bürokratik sosyalist” anlayıştan kökten ayrı düşünüyorduk.
(****) İDOD (İzmir Demokratik Orta Öğrenim Derneği), EGE DEV-GENÇ'ten önce kurulmuştur.
(*****) Bu seminerde anlattıklarım, büyük ölçüde, bizim o günlerde ellerimizden düşmeyen gençlik broşürlerimizde yazılanlardı.
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder