2020.05.18.CEZAEVİ YAZILARI-3: YURT DIŞI BİRİKİMİMİZ BİZİMDİR
Çok nadiren de olsa bir biçimde
ilişkimiz vardı ama 1979 yılında, İzmir'den Denizli'ye görevli
giderken son kez gördüğüm kardeşim Musa, namı diğer Settar ile
ilgili bu haberi, hiç beklemediğim bir anda alınca, moralim dip
yapmıştı. Acilen aile içinde haberleştik ve önce Yeşil
Pasaport sahibi ağabeyimin ve yengemin, ardından yine aynı konumda olan
ama o zamanlar bir Devlet kurumunda çalışan en küçüğümüzün
Hamburg'a gidip Musa'yı görüp gelmesini, kararlaştırdık. Ben,
aynı olanaklara sahip olmadığım için, önce pasaport çıkartacak,
ardından davet mektubu gelecek, vize başvurusunda bulunacak ve
sonrasında, yani 2015 yılı ilk aylarında Musa'nın yanına gidip
gelecektim.
Pasaport başvurusu yaptım. Musa
davet mektubunu gönderdi. Sonrasında ise vize başvurusunda
bulundum, kabul edildi ve Hamburg'a, 2015 yılı Şubat ayı
ortalarında uçtum. O yıl üç kez ve 2016 yılında da bir kez,
yani toplamda dört kez Hamburg'a/Almanya'ya gidip geldim.
***
Cezaevinden tahliye olduktan
sonraki 1991-2015 yılları arasındaki yaşamımda, yurt dışından
tatil, aile ziyareti vb. gerekçeler ile yurda gelen ve yolu bir
biçimde benimle kesişen tanıdık ya da o gün tanışmış olduğum
pek çok kişi ile sohbet etmiş ve bu sohbetlerin sonucu olarak,
yurt dışında yaşayan tanıdığım ya da bir biçimde adını
duyduğum eski yol arkadaşları ile ilgili bazı kanılara
varmıştım.
Ama, hiç şüphesiz yeterli
değildi.
***
Her gidişimde, kardeşim
aracılığıyla ya da hastalığı nedeniyle onun yanına gelip
giden pek çok eski yol arkadaşı ve Hamburg'da yaşayan yurttaş
ile karşılaşmış, sohbet etmiş ve aklımdaki soru işaretleri
çerçevesinde bazı sorular sormuştum, onlara; keza, onlar da
bana...
Gördüklerim, duyduklarım ve
sohbetler sırasında edindiğim izlenimler, Almanya'ya/Hamburg'a
gitmeden önce bende oluşan kanıyı pekiştirdi; Musa gibi istisnai
konumundaki bazıları dışındakiler, yani çoğunluk, yıllar önce
zorunluluktan geldiği yurt dışında, artık zorunluluktan değil,
sorulduğunda ya da sohbet sırasında açıktan itiraf ettikleri ya
da hiç sözünü etmedikleri, ama her birinin kendi içinde saklı
kalmasını istediği anlaşılan bir ya da birkaç nedenden dolayı,
bir başka deyişle, keyfiyetin bir ifadesi olarak oralarda kalmaya
devam ediyorlardı. (*)
Bu arkadaşlar yurda gelip
gidebiliyor, hatta bazıları yarı zamanlı, yılın yarısını
orada yarısını Türkiye'de geçirerek yaşıyorlardı. Bu durum,
beni hiç şaşırtmamıştı; bu arkadaşlar da, her birimiz gibi,
kendi yaşamlarının nasıl ve nerede devam edeceğine dair karar
verme haklarını kullanmışlardı; bundan dolayı, doğrudur,
yanlıştır vb. diyerek asla tartışılamaz, eleştirilemezler idi;
aksi halde, her birimiz, birbirimizin yaşama biçimini ve yerini
tartışma hakkını kendimizde görürdük ki, bunun sonunun nereye
varacağını tahmin etmek hiç de zor değildi(r); ben buna
inanıyorum.(**)
***
Benim asıl merak ettiğim konu,
1987'lerde, aralarında yaşadıkları ve taraflardan bazılarının,
bir biçimde yurda taşıdığı; haliyle, her yerde değil belki,
ama Ege'de bazı yerlerde (cezaevlerinde ve dışında) bazılarının
(bugünden geriye bakıldığında hiç bir işlerine yaramadığı
anlaşılan) sığınacak ve kendini lanse edecek adres olarak
gördüğü; keza, aynı koşullarda yaşayan ve direnen ama şu ya
da bu nedenle (kaşın kara gözün ela diyerek) birilerini tasfiye
etmeye çalışmalarının bahanesi olarak kullandıkları ayrışma
idi.
Çok ilginçtir, günlük
yaşamlarında ve sohbetlerinde, o ayrışmanın esamesi bile
okunmuyordu.
Özel olarak sorulmadıktan sonra,
o döneme dair konuşan bile yoktu; o dönem, mazide kalmıştı ve
artık sözünü bile etmeye değer görülmüyordu.
Olayın kahramanlarının önde
gelenlerinden ölen, bir başka ülkeye göç etmek zorunda kalıp
orada bambaşka ufuklara yelken açan, yurda dönen ama çok dolaylı
olarak ve çok farklı bir duruş içinde politika ile ilgilenen ya
da kardeşim gibi, Almanya'da ve/veya farklı ülkelerde yaşamaya
devam etseler de, kendi sağlıkları ve yaşam koşulları ile
boğuşanlar vardı.
***
Almanya'da emekli olanı, işsizlik
maaşıyla geçineni, kendi açtığı ya da herhangi bir iş yerinde
çalışanı ile kendini, en genel anlamda sol, sosyalist, devrimci
vb. olarak görenler, hangi yıl bu ülkeye gelmiş olursa olsunlar,
Türkiye'de olup biten ve bazı eski yol arkadaşlarının ya da
tanıdıklarının da içinde yer aldığı güncel gelişmelere ve
oluşumlara karşı ilgisiz değillerdi; ama onlar, asıl olarak
Almanya'daki yaşamları ve gelecek hesapları çerçevesinde hareket
ediyor, yanı sıra, çok farklı nedenlerle de kendilerini
Türkiye'deki bazı gelişmelerle benzer, paralel ya da zıt konumda
tanımlamaya çalışıyorlardı. Bu tanımlamalar çerçevesinde,
çokça kişisel, bazı tartışmalar yaşanıyordu.
Bu durum, sağlıklı saflaşmalara
yol açan toplumsal gelişmelerin olmadığı koşullarda her yerde
benzer biçimde gözlenebilecek bir şeydi ve haliyle hiç de
şaşırtıcı değildi.
***
Evet, şimdi, yıllar ve yıllar
sonra karşılaştığım bu gerçekliğin 27-28 yıl önceki haline
ve olası geleceğine dair, o yıllarda, içinde yaşadığım
cezaevi koşullarında, yazdığım, daha doğrusu yazmak zorunda
kaldığım yazıyı paylaşıyorum, merak edip okumak isteyenler
için:
''YURT
DIŞI BİRİKİMİMİZ BİZİMDİR.
“Mutatonomine de tel fabula
naratur.”
(Adını değiştir ve hikaye seni
anlatsın.)
“HER başarısız devrimden ya
da karşı-devrimden sonra, yut dışına kaçan mülteciler arasında
ateşli bir faaliyettir gelişir. Birbirlerini arabayı çamura
saplamış olmakla, ihanetle ve öteki ölümcül günahlarla
suçlayan çeşitli tonlarda parti grupları kurarlar. Bunlar Anavatan ile etkin ilişkileri sürdürürler, örgütlenirler,
tertiplere girişirler, bildiriler ve gazeteler basarlar, yirmi dört
saat içerisinde her şeyin yeniden başlayacağına, zaferin kesin
olduğuna yemin ederler ve bu umutlara kapılarak hükumet
koltuklarını paylaştırırlar. Anlamak istemedikleri kaçınılmaz
tarihsel koşullara değil de, bireylerin rastlantısal hatalarına
bağladıkları hayal kırıklıkları doğal olarak birbirlerini
izler, karşılıklı yakınmalar üst üste yığılır ve genel
çekişmelere yol açar. 1712'nin kralcı mültecilerinden
bugünkülere kadar bütün mülteci derneklerinin tarihi budur; ve
mülteciler arasında sağduyu sahibi ve aklı başında olanlar,
fırsat bulur bulmaz, bu verimsiz hırgürü bırakırlar ve daha
yararlı şeylere yönelirler.” ( F.Engels/ Seçme Eserler / Cilt 2
/syf. 453-454)
***
''Türkiye Solu'nun, yöresel
nitelikteki bazıları da dahil, 12 Eylül öncesi ülke içindeki
örgütlenmesine ve yürüttüğü mücadeleye bağlı olarak yurt
dışında da örgütlenmeye çalıştığı biliniyor. Bazı siyasi
hareketlerin/grupların yurt içindeki varlıklarına ters orantılı
olarak, yurt dışında önemli bir konuma sahip oldukları da
biliniyor. (Bunun nedenleri, şu an bizim tartışma alanımız
dışındadır.)
12 Eylül sonrası bilinen
nedenlerden dolayı, sayıları binlerle ifade edilen kadro,
sempatizan ve taraftarın yurt dışına çıkarak, yurt dışındaki
örgütlenmeleri sayısal olarak güçlendirdikleri ve politik havayı
canlandırdıkları açıktır.
12 Eylül öncesi yurt dışındaki
DY'li arkadaşlarımızın yürüttükleri örgütlenme çalışmaları
ile bütünleşen bu 'zorunlu göç' sonrası, yurt dışında önemli
bir güç ve ilk anlar itibariyle, etkinlik alanımızın çok
genişlediği kabul edilmelidir.
12 Eylül sonrası yaşanan ve "zorunlu ve yoğun göç" ile sayıları oldukça artan DY'li kadro,
sempatizan ve taraftarlarımızın, daha çok aranan nitelikte
insanlar olmaları göz önüne getirilirse, geçmiş dönemde
devrimci hareket saflarında önemli görevlerde ve aktif eylemlerde
yer almış kişiler oldukları söylenebilir.
Bu insanlarımızın yenilgi,
yenilgi sonrası toparlanamama, yaşadıkları ülkelerin görece "rahat" koşullarına "uyum" göstermeleri nedeniyle, büyük ölçüde
yozlaşma ve niteliklerini yitirme, Türkiye'deki ve bir zamanlar
içinde yer aldıkları devrimci sınıf mücadelesinin "derdinden" kendilerini kurtarma; niteliklerini yitirmediklerini söyleyenlerin
bir kısmının ise, yaşadıkları ülkelerde kendilerine yeni bir
konum belirleme sürecine girdikleri ve hatta belirledikleri
görülüyor.
Bu iki kategori dışında kalan insanlarımızın özgün durumu ise, ayrıca ele alınıp incelenmeye değerdir. Merkezi yapının dağılması/dağıtılması sonrası süreçte ortaya çıkan ve 'ideolojik' vb. nedenlerden kaynaklandığı söylenen çok yönlü "bölünmenin", olumsuz gelişmeleri daha da kamçıladığı açıktır.
Bu iki kategori dışında kalan insanlarımızın özgün durumu ise, ayrıca ele alınıp incelenmeye değerdir. Merkezi yapının dağılması/dağıtılması sonrası süreçte ortaya çıkan ve 'ideolojik' vb. nedenlerden kaynaklandığı söylenen çok yönlü "bölünmenin", olumsuz gelişmeleri daha da kamçıladığı açıktır.
Yurt dışındaki insanlarımızın
önemli bir kısmının, dünkü devrimci hareket ve devrimci
mücadele saflarındaki yerleri ve yerine getirdikleri görevleri
düşünülürse, bu olumsuz gelişme, birikimimiz açısından, çok
yönlü ve önemli bir kayıptır.
Doğru bir ideolojik mücadele,
siyasi ve örgütsel önderlik, yurt dışı ve asıl yurt içi
yeniden toparlanma ile bu olumsuz erozyon durdurulabilir. Bu olumsuz
gelişmelere kendini kaptıran en azından bir kısım insanımız,
yaratılacak yeni bir devrimci harekete yeniden kazanılabilir. Yurda
dönerek veya yurt dışında devrimci hareket saflarında ve
devrimci mücadelede görev alabilirler. Bunu sağlamak ve bunu
başarmaya çalışmak gerekir. Bu başarılamadığı ölçüde, bu
olumsuz gelişmelerin de etkileyeceği ve yurt dışındaki
işçilerimiz ve insanlarımız ile kurulacak ilişkiler açısından
azalan bir ilgiden söz etmek mümkündür.
Yurt dışındaki DY'li kadro,
sempatizan ve taraftarlarımızın, bunların oluşturduğu
örgütlenmelerimizin (dünden bugüne olduğu gibi, bugünden yarına
da) görevlerinin ikili olacağını söyleyebiliriz: Türkiye ile
ilgili olarak üzerlerine düşenleri gerçekleştirmek, Türkiye'deki
devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirenlerle
dayanışmayı sağlamak ve nerede varlarsa orada, devrimci sınıf
mücadelesinin ortaya çıkardığı görevlerin gereğini yerine
getirmek.
Yurt dışındaki DY'li
insanlarımızın ve örgütlenmelerimizin içinde yaşadıkları,
bir parçası oldukları ve sayıları milyonları bulan
işçilerimizi, aydınlarımızı ve tüm yurttaşlarımızı
yalnızca Türkiye meseleleri etrafında örgütlemeye çalışmaları,
bu sayıları milyonları bulan işçilerimiz, aydınlarımız ve tüm
yurttaşlarımız üzerinde olması gereken etkinliği
sağlayamamalarına yol açacaktır. Halbuki, yurt dışında yaşayan
arkadaşlarımız, işçilerimiz ve aydınlarımız, uzun yıllardır
oradadırlar. Oralarda doğmuş ve büyümüş kuşaklar vardır.
Yaşadıkları ülkelerin yurttaşlığını seçenler vardır.
Siyasi nedenlerle yurt dışına göç edip, oralarda bu
niteliklerini yitirenler olmuştur. Bir bütün olarak bu
yurttaşlarımız, yaşadıkları ülkelerin koşullarından, hem de
o ülkelerin normal yuttaşlarından çok daha katmerlice olumsuz
anlamda etkilenmektedirler. Dahası ileride, devrimden sonra bile bu
insanlarımızın tümü, yurt dışında hiç kalmamacasına yurda
dönmeyebileceklerdir. O halde yapılması gereken, bu insanlarımızın
yaşadıkları ülkelerde karşılaştıkları tüm sorunlarının
çözümlenmesine çalışmak olmalıdır. Bu ihmal edilemeyecek
kadar çok önemli bir meseledir. Öte yandan Türkiye emekçi
halklarına ve devrimci harekete/devrimci mücadeleye yönelik
sorumluluğun gerekleri de yerine getirilmelidir. Bu çok çeşitli
biçimler alabilir.
Türkiye Sol hareketinde hep sözü
edilip durulmasına, çok önemli olduğu vurgulanmasına ve yerine
getirilmesi gereken bir görev olduğu bilinmesine karşın, bir
türlü gerçekleştirilemeyen CEPHE örgütlenmesinin eksikliğinin
nelere yol açtığı bilinmektedir. Cezaevleri ise, Türkiye
Solu'nun en dağınık anlarında bile, o kendine özgü özellikleri
sonucu, cezaevlerinde bulunan siyasi hareket ve gruplardan insanların
değişik biçimlerde yarattıkları "birliklere" sahne olmuştur.
Avrupa'daki Türkiye sol hareketinin uzantılarının öznel durumu
ne olursa olsun, tıpkı cezaevleri gibi, ama kendine özgü koşullar
nedeniyle, yurt içinde benzer gelişmeler gözlenmese bile, belli
konularda veya sürekli-programlı "birlikler" yaratabilirler. Olumlu
adımlar atabilirler. Bunu göz ardı etmemeliyiz. Yurt içinde
kalıcı cephesel örgütlenmenin yaratılması doğrultusunda
atılacak adımlar veya bu adımların başarıya ulaşması, yurt
dışındaki olası bu olumlu gelişmeleri hızlandırır. Yurt
dışındaki geçici ve belli konulardaki "birliklerin" yaratılmasını
bile, yurt içindeki "birliğin" yaratılmasına bağlamak, "o olmazsa
olmaz" demek, savunulamaz. Yurt içindeki "birlik", yurt dışındaki
kalıcı ve eş birliğin yaratılmasında belirleyici veya son
biçimi verici olur. Ama bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir.
Devrimini başarıya ulaştırmış
veya bu süreci yaşayan ülkelerin devrimci örgütlenmeleri de,
ülkede barınmanın ve mücadeleyi sürdürmenin koşullarının çok
zorlaştığı veya kalmadığı anlarda yurt dışına "zorunlu ve
yoğun göç" olayını yaşamışlardır. RSDİP, İspanyol
Cumhuriyetçileri, Yunan Direnişçileri, Alman Komünistleri...bunun
ilk akla gelen örnekleridir.
Bu "zorunlu ve yoğun siyasi göç",
iki biçimde gelişme gösterebilmektedir:
Birincisi, komşu bir ülkenin
toprakları üs olarak kullanılmakta, orada gerekli hazırlıklar
yapılmakta ve daha sonra yurt içinde devrimci mücadele
yükseltilmektedir. Yurt dışına olan göç, ağırlıkla bu üs
olarak kullanılan bölgeye olmaktadır. Ülke içinde mücadelenin
yükseltilmesine bağlı olarak yeniden ülkeye dönülebilmektedir.
Mozambik devrimcileri, Filistinliler, SWAPO ve ANC buna kendi
özgünlükleri içinde örnek verilebilirler.
İkincisi, bu olanağa sahip
olamayan ve dolayısı ile pek çok ülkeye olan "zorunlu siyasi
göçtür". RSDİP, İrlandalı Direnişçiler, Yunanlı Komünistler,
İspanyol Cumhuriyetçileri...buna örnek verilebilir.
Devrimci hareketimiz 12 Eylül
sonrası yaşanan yenilginin ardından bu ikinci tür göç olayını
yaşamıştır.
Bu ikinci tür göç olayını
yaşayan devrimcilerin, genel ifadeyle, iki türlü tavır gösterme
sürecine girdiklerini söyleyebiliriz:
Birincisi, yurtlarından göç
etmek zorunda kalmış ve pek çok ülkeye dağılmış durumdaki
insanların ve özellikle devrimcilerin umutları, ilk anlarda canlı
kalıyor. Her an yurda dönebilecekleri ve devrimci sınıf
mücadelesini yeniden yürütüp-yönlendirebilecekleri umudunu ve
inancını koruyorlar. Ülkedeki emekçi halkların ve yurt içinde
kalabilmiş az sayıdaki örgütlü devrimcilerin bütünleşip
yeniden devrimci sınıf mücadelesini yükselteceklerini ve hem
kendilerini çağıracaklarını hem de yurda dönebilmenin
koşullarının böylece olabileceğini düşünüyorlar. Yıllar bu
umutlarla ve düşlerle gelip geçiyor. Öte yandan ise, pek çok
ülkeye dağılmış bu pek çok insanı ve özellikle yurt dışına
göçmeden önce örgütlü olan devrimcileri bulundukları yerlerde
de örgütleyecek, ülkede devrimci sınıf mücadelesini yeniden
yürütüp-yönlendirecek ve yurt dışı-yurt içi ilişkisini
sağlayacak-sürdürecek güçlü bir siyasi örgütlenmeyi
yaratamıyorlar. Kendiliğindencilik ve birbirinden kopukluk asli
unsur oluyor. Yurt gerçeğinden kopuyorlar. Bulundukları yerlere "uyum" göstererek özlerini ve niteliklerini yitirme sürecine
giriyorlar. Göç ettikleri ülkelerinde "koşullar elverişli" diyerek gelip mücadeleyi hem de en üst biçimiyle başlatanlar
oluyorsa da, özde ülke gerçeğinden koptuklarında başarılı
olamıyorlar. Yurt içinde önceden beri var olmayı başarmış
örgütlü insanları ve örgütlenmeleriyle birlikte yeniden darbe
yiyorlar. Bu darbe, umutsuzluğu daha da yaygınlaştırıyor. Yurda
dönme ve ülke devrimini başarıya ulaştırma düşleri sona
eriyor. Yurt dışında olup özlerini ve niteliklerini
yitirmeyenler, ülkelerinde olup bitenler hakkında dünya kamuoyu
önünde 'üzerine düşenleri yapmaya çalışan' ve ülkelerinde
daha iyiye bir yönelişi desteklemek içeriğinde çaba sarf eden
birer aydın niteliğine bürünüyorlar. Böylece yurt dışına
'zorunlu göç' sonrası var olan o birikim yok oluyor. Yurt içindeki
mücadele gelişebilirse, bunların iradesi dışında gelişiyor.
İspanyol Cumhuriyetçileri ve Yunan Direnişçileri kendi
özgünlükleriyle buna örnek olarak verilebilirler. (Bknz: 'İspanya
İç Savaşı'/Pierre Broue/Emile Temine- 'Kapetanios'/Dominiqe
Eudes)
İkincisi, farklı bir gelişme
izliyor. Yurt dışına "zorunlu göç" eden devrimciler, yurt
dışında birliği sağlayacak, yurt içinde devrimci sınıf
mücadelesini yürütüp-yönlendirecek, yurt içi-yurt dışı
bağlantısını sürdürecek güçlü bir siyasi örgütlenmeyi
yaratmaya çalışıyorlar. Yurt dışında bulunmaları, onların
devrimci görevleri yerine getirmelerine engel olmuyor. Devrimci
mücadeleyi bırakanlar, ayrılanlar oluyor. Ama sürekli gözlenen
yeni katılımlarla mücadeleye devam ediyorlar. Ülke devriminin
sorunlarını tartışıyorlar. Ülke gerçeğinden kopmuyorlar. Tüm
özgünlüğü ile RSDİP, bunun çarpıcı bir örneğidir.
Yurt dışındaki arkadaşlarımız,
merkezi yapının dağılması/dağıtılması sonrası, devrimci
hareketimizin, cezaevleri dışında, kalbinin attığı bir yer
olmuştur. Bu doğaldır. Geçici bir süre için, bu olabilirdi.
Yurt dışında birliği sağlayacak, devam ettirecek ve yurda
gereken desteği sağlayacak, yurt içi-yurt dışı ilişkiyi
sürdürecek, yurt içinde yeni dönemde devrimci sınıf
mücadelesini yürütüp-yönlendirecek güçlü bir siyasi
örgütlenme yaratılamamıştır. Yaratıldığı söylenilen veya
yaratılması doğrultusunda adımlar atılan yeni örgütlenme "şekilde" kalmıştır. Yurt gerçeğinden kopmuşlardır. İdeolojik
ve sınıf mücadelesine ilişkin siyasi görevlerin gereğini "olması gerektiği biçimde" yerine getirememişlerdir. Yenilgiden
ve bulundukları yurt dışı koşullardan etkilenerek, "ideolojik
farklılaşma" sürecine girmişlerdir. "Bölünme" ortaya çıkmıştır.
Yurt içinde mücadeleyi başlatma ve yükseltme kararı alınmış,
hazırlıkları yapılmış ama, daha ilk anlarda hem yurt dışındaki "bölünme" son noktasına vardığından, hem de mücadeleye
başlamanın koşullarının olmadığı kanısına varıldığından
vaz geçilmiş, dahası var olan örgütlenmelerin dağıtılması
yoluna gidilmiştir. Bunun doğal sonucunun, yurt içinde, yurt
dışındakilerin iradesi dışında yaratılacak devrimci bir
örgütlenme ile mücadelenin yükseltileceği bir başka bahara
kadar yurt içinden eli ayağı çekmek, ideolojik ve siyasi
görevlerin gereğini olması gerektiği biçimde yapmamak, Türkiye
ile ilgili olarak Dünya kamuoyuna yönelik çalışma yürüten ve
yurt dışındaki işçilerimizin, aydınlarımızın ve
arkadaşlarımızın sorunları ile ilgilenen birer aydın kimliğine
bürünmek olacağı açıktır. Nitekim bunu doğrulayan örnekler
de görülmüştür.
Bugün, "radikal sol" bir hareket
değil, devrimci bir hareketi yeniden yaratmak görevi ile yükümlü
olan DY'li insanlarımızın, yurt dışındaki sürgün
topluluğunun bu yaratma sürecindeki rolünü iyi tespit etmek ve
ona göre davranmak gibi ihmal edilemeyecek bir görevleri de vardır.
Yurt dışındaki bu insanlarımızın kendilerini, bu yaratma
sürecinde ne "seyirci" ne de yurt içindeki DY'li insanların yerini
alacak şekilde "belirleyici" rolünde görmemeleri gerekir. Yani
yurt dışındaki DY'li insanlarımız da, bayrağın yurt içinde
mücadeleyi yürütenlerde olduğunu bilerek bu yaratma sürecinde
yer almalıdırlar...
3-8-1987/1-4-1988/Aydın''
Notlar:
(*) Hasta olduğunu duyuşumuzdan
önceki süreçte de, Musa'nın hukuki konumuna dair bazı (benim
bildiğim iki kez) girişimlerde bulunmuş ama farklı nedenlerle
süreci sonuna kadar götürememiştik; haliyle, hem o hem de biz,
yasaklı konumun devam ettiğini düşünüyorduk.
Hasta olduğunu ve ölmeden önce
bir kez olsun yurda, köye ve bizlerin (akrabalarının, çocukluk ve
eski yol arkadaşlarının) arasına gelip görmek istediğini
söyleyince, bu kez işi sıkı tuttuk; bir yeğenimizin önerisi ile
durumun aciliyetini hemen kavrayan ve işini iyi yapan bir kadın
avukattan yardım istedik. Meğer, bir kaç yıl önce, Musa'nın
davası, zaman aşımından dolayı, düşmüş. Hukuken gerekli olan
her şeyi yaptık ve Musa, ölmeden önce, ilk kez 2016 yılı
Haziran ayında İzmir üzerinden yurda geldi. Aynı yılın Ekim
ayının 4'de de aramızdan ayrıldı. Şimdi, ölmeden önce vasiyet
ettiği gibi kendi yurdunda ve köyünde...
(**) Bugün birey, çevre, grup,
parti vb. olarak (yani her ne konumda ise veya kendisini hangi
konumda tanımlıyor ise, işte o konumda) hareket eden ve kendince
inandığı ve doğru bildiği yolda yürümeye devam eden her yaştan
kadının ve erkeğin, yürüdükleri yolu ve o yolda yürüme
gerekçelerini savunma çerçevesinde birbirlerini ideolojik, teorik,
politik, örgütsel ve eylemlilikleri açısından kıyasıya
eleştirmeleri anlaşılabilir bir şeydir ve asla karşı çıkılamaz;
aksini düşünmek, abesle iştigal etmektir.
Ancak, bugün, yurt içinde
ve/veya yurt dışında yaşamaya devam eden ve kendisini, en azından
söylem düzeyinde Sol, Sosyalist, Devrimci, Demokrat ve Yurtsever
olarak tanımlayan (bugün, artık bu sıfatların hiç birisini
ağızlarına dahi almayanları pas geçiyoruz) bazı kadınlar ve
erkekler, kendilerince savunulabilir nedenlerle oluşturdukları
etliye sütlüye karışmayan, bir başka deyişle, görece (önceki
yaşam biçimlerine ve eşiti konumundaki bazılarına göre) izole
ettikleri özel yaşam biçimlerine dair bekledikleri ve çok doğal
olarak da gördükleri saygıyı, her ne hikmetse, bazı kadın ve
erkek eski yol arkadaşlarına göstermiyorlar; özellikle sosyal
medyada, her şeyi bahane edip, kafa göz kırmaya ve akıllarına
geleni yazıp, paylaşmaya devam ediyorlar.
Nedeni ne olursa olsun, bu
yaklaşımın, kendileri dahil hiç kimseye herhangi bir yararının
olmayacağını; tam aksine, kendileri başta olmak üzere, herkese
zararının olduğunu, yeri gelmişken, söylemek gerekiyor.
18.05.2020/Datça
Mehmet Erdal
(18 Şubat 2016 Hamburg)
Geçmışin anıları bıterse kıtap yap gayet guzel
YanıtlaSil