17 Mayıs 2020 Pazar

2020.05.18.CEZAEVİ YAZILARI-3: YURT DIŞI BİRİKİMİMİZ BİZİMDİR

  1 yorum
     CEZAEVİ YAZILARI-3: YURT DIŞI BİRİKİMİMİZ BİZİMDİR.
     2014 yılı Sonbahar aylarında, bir ayağı yurt dışında olduğu için sıkça yurt dışına gidip gelen ortak bir arkadaşımız aradı beni ve "O, söylememi istemedi, ama benden duyun; kardeşiniz hasta, Akciğer kanserine yakalandı" dedi; donup kalmıştım.
     Çok nadiren de olsa bir biçimde ilişkimiz vardı ama 1979 yılında, İzmir'den Denizli'ye görevli giderken son kez gördüğüm kardeşim Musa, namı diğer Settar ile ilgili bu haberi, hiç beklemediğim bir anda alınca, moralim dip yapmıştı. Acilen aile içinde haberleştik ve önce Yeşil Pasaport sahibi ağabeyimin ve yengemin, ardından yine aynı konumda olan ama o zamanlar bir Devlet kurumunda çalışan en küçüğümüzün Hamburg'a gidip Musa'yı görüp gelmesini, kararlaştırdık. Ben, aynı olanaklara sahip olmadığım için, önce pasaport çıkartacak, ardından davet mektubu gelecek, vize başvurusunda bulunacak ve sonrasında, yani 2015 yılı ilk aylarında Musa'nın yanına gidip gelecektim.
     Pasaport başvurusu yaptım. Musa davet mektubunu gönderdi. Sonrasında ise vize başvurusunda bulundum, kabul edildi ve Hamburg'a, 2015 yılı Şubat ayı ortalarında uçtum. O yıl üç kez ve 2016 yılında da bir kez, yani toplamda dört kez Hamburg'a/Almanya'ya gidip geldim.
     ***
     Cezaevinden tahliye olduktan sonraki 1991-2015 yılları arasındaki yaşamımda, yurt dışından tatil, aile ziyareti vb. gerekçeler ile yurda gelen ve yolu bir biçimde benimle kesişen tanıdık ya da o gün tanışmış olduğum pek çok kişi ile sohbet etmiş ve bu sohbetlerin sonucu olarak, yurt dışında yaşayan tanıdığım ya da bir biçimde adını duyduğum eski yol arkadaşları ile ilgili bazı kanılara varmıştım.
     Ama, hiç şüphesiz yeterli değildi.
     ***
     Her gidişimde, kardeşim aracılığıyla ya da hastalığı nedeniyle onun yanına gelip giden pek çok eski yol arkadaşı ve Hamburg'da yaşayan yurttaş ile karşılaşmış, sohbet etmiş ve aklımdaki soru işaretleri çerçevesinde bazı sorular sormuştum, onlara; keza, onlar da bana...
     Gördüklerim, duyduklarım ve sohbetler sırasında edindiğim izlenimler, Almanya'ya/Hamburg'a gitmeden önce bende oluşan kanıyı pekiştirdi; Musa gibi istisnai konumundaki bazıları dışındakiler, yani çoğunluk, yıllar önce zorunluluktan geldiği yurt dışında, artık zorunluluktan değil, sorulduğunda ya da sohbet sırasında açıktan itiraf ettikleri ya da hiç sözünü etmedikleri, ama her birinin kendi içinde saklı kalmasını istediği anlaşılan bir ya da birkaç nedenden dolayı, bir başka deyişle, keyfiyetin bir ifadesi olarak oralarda kalmaya devam ediyorlardı. (*)
     Bu arkadaşlar yurda gelip gidebiliyor, hatta bazıları yarı zamanlı, yılın yarısını orada yarısını Türkiye'de geçirerek yaşıyorlardı. Bu durum, beni hiç şaşırtmamıştı; bu arkadaşlar da, her birimiz gibi, kendi yaşamlarının nasıl ve nerede devam edeceğine dair karar verme haklarını kullanmışlardı; bundan dolayı, doğrudur, yanlıştır vb. diyerek asla tartışılamaz, eleştirilemezler idi; aksi halde, her birimiz, birbirimizin yaşama biçimini ve yerini tartışma hakkını kendimizde görürdük ki, bunun sonunun nereye varacağını tahmin etmek hiç de zor değildi(r); ben buna inanıyorum.(**)
     ***
     Benim asıl merak ettiğim konu, 1987'lerde, aralarında yaşadıkları ve taraflardan bazılarının, bir biçimde yurda taşıdığı; haliyle, her yerde değil belki, ama Ege'de bazı yerlerde (cezaevlerinde ve dışında) bazılarının (bugünden geriye bakıldığında hiç bir işlerine yaramadığı anlaşılan) sığınacak ve kendini lanse edecek adres olarak gördüğü; keza, aynı koşullarda yaşayan ve direnen ama şu ya da bu nedenle (kaşın kara gözün ela diyerek) birilerini tasfiye etmeye çalışmalarının bahanesi olarak kullandıkları ayrışma idi.
     Çok ilginçtir, günlük yaşamlarında ve sohbetlerinde, o ayrışmanın esamesi bile okunmuyordu.
Özel olarak sorulmadıktan sonra, o döneme dair konuşan bile yoktu; o dönem, mazide kalmıştı ve artık sözünü bile etmeye değer görülmüyordu.
     Olayın kahramanlarının önde gelenlerinden ölen, bir başka ülkeye göç etmek zorunda kalıp orada bambaşka ufuklara yelken açan, yurda dönen ama çok dolaylı olarak ve çok farklı bir duruş içinde politika ile ilgilenen ya da kardeşim gibi, Almanya'da ve/veya farklı ülkelerde yaşamaya devam etseler de, kendi sağlıkları ve yaşam koşulları ile boğuşanlar vardı.
     ***
     Almanya'da emekli olanı, işsizlik maaşıyla geçineni, kendi açtığı ya da herhangi bir iş yerinde çalışanı ile kendini, en genel anlamda sol, sosyalist, devrimci vb. olarak görenler, hangi yıl bu ülkeye gelmiş olursa olsunlar, Türkiye'de olup biten ve bazı eski yol arkadaşlarının ya da tanıdıklarının da içinde yer aldığı güncel gelişmelere ve oluşumlara karşı ilgisiz değillerdi; ama onlar, asıl olarak Almanya'daki yaşamları ve gelecek hesapları çerçevesinde hareket ediyor, yanı sıra, çok farklı nedenlerle de kendilerini Türkiye'deki bazı gelişmelerle benzer, paralel ya da zıt konumda tanımlamaya çalışıyorlardı. Bu tanımlamalar çerçevesinde, çokça kişisel, bazı tartışmalar yaşanıyordu.
     Bu durum, sağlıklı saflaşmalara yol açan toplumsal gelişmelerin olmadığı koşullarda her yerde benzer biçimde gözlenebilecek bir şeydi ve haliyle hiç de şaşırtıcı değildi.
     ***
     Evet, şimdi, yıllar ve yıllar sonra karşılaştığım bu gerçekliğin 27-28 yıl önceki haline ve olası geleceğine dair, o yıllarda, içinde yaşadığım cezaevi koşullarında, yazdığım, daha doğrusu yazmak zorunda kaldığım yazıyı paylaşıyorum, merak edip okumak isteyenler için:
                                     ''YURT DIŞI BİRİKİMİMİZ BİZİMDİR.
     “Mutatonomine de tel fabula naratur.”
     (Adını değiştir ve hikaye seni anlatsın.)
     “HER başarısız devrimden ya da karşı-devrimden sonra, yut dışına kaçan mülteciler arasında ateşli bir faaliyettir gelişir. Birbirlerini arabayı çamura saplamış olmakla, ihanetle ve öteki ölümcül günahlarla suçlayan çeşitli tonlarda parti grupları kurarlar. Bunlar Anavatan ile etkin ilişkileri sürdürürler, örgütlenirler, tertiplere girişirler, bildiriler ve gazeteler basarlar, yirmi dört saat içerisinde her şeyin yeniden başlayacağına, zaferin kesin olduğuna yemin ederler ve bu umutlara kapılarak hükumet koltuklarını paylaştırırlar. Anlamak istemedikleri kaçınılmaz tarihsel koşullara değil de, bireylerin rastlantısal hatalarına bağladıkları hayal kırıklıkları doğal olarak birbirlerini izler, karşılıklı yakınmalar üst üste yığılır ve genel çekişmelere yol açar. 1712'nin kralcı mültecilerinden bugünkülere kadar bütün mülteci derneklerinin tarihi budur; ve mülteciler arasında sağduyu sahibi ve aklı başında olanlar, fırsat bulur bulmaz, bu verimsiz hırgürü bırakırlar ve daha yararlı şeylere yönelirler.” ( F.Engels/ Seçme Eserler / Cilt 2 /syf. 453-454)
     ***
     ''Türkiye Solu'nun, yöresel nitelikteki bazıları da dahil, 12 Eylül öncesi ülke içindeki örgütlenmesine ve yürüttüğü mücadeleye bağlı olarak yurt dışında da örgütlenmeye çalıştığı biliniyor. Bazı siyasi hareketlerin/grupların yurt içindeki varlıklarına ters orantılı olarak, yurt dışında önemli bir konuma sahip oldukları da biliniyor. (Bunun nedenleri, şu an bizim tartışma alanımız dışındadır.)
     12 Eylül sonrası bilinen nedenlerden dolayı, sayıları binlerle ifade edilen kadro, sempatizan ve taraftarın yurt dışına çıkarak, yurt dışındaki örgütlenmeleri sayısal olarak güçlendirdikleri ve politik havayı canlandırdıkları açıktır.
     12 Eylül öncesi yurt dışındaki DY'li arkadaşlarımızın yürüttükleri örgütlenme çalışmaları ile bütünleşen bu 'zorunlu göç' sonrası, yurt dışında önemli bir güç ve ilk anlar itibariyle, etkinlik alanımızın çok genişlediği kabul edilmelidir.
     12 Eylül sonrası yaşanan ve "zorunlu ve yoğun göç" ile sayıları oldukça artan DY'li kadro, sempatizan ve taraftarlarımızın, daha çok aranan nitelikte insanlar olmaları göz önüne getirilirse, geçmiş dönemde devrimci hareket saflarında önemli görevlerde ve aktif eylemlerde yer almış kişiler oldukları söylenebilir.
     Bu insanlarımızın yenilgi, yenilgi sonrası toparlanamama, yaşadıkları ülkelerin görece "rahat" koşullarına "uyum" göstermeleri nedeniyle, büyük ölçüde yozlaşma ve niteliklerini yitirme, Türkiye'deki ve bir zamanlar içinde yer aldıkları devrimci sınıf mücadelesinin "derdinden" kendilerini kurtarma; niteliklerini yitirmediklerini söyleyenlerin bir kısmının ise, yaşadıkları ülkelerde kendilerine yeni bir konum belirleme sürecine girdikleri ve hatta belirledikleri görülüyor.
     Bu iki kategori dışında kalan insanlarımızın özgün durumu ise, ayrıca ele alınıp incelenmeye değerdir. Merkezi yapının dağılması/dağıtılması sonrası süreçte ortaya çıkan ve 'ideolojik' vb. nedenlerden kaynaklandığı söylenen çok yönlü "bölünmenin", olumsuz gelişmeleri daha da kamçıladığı açıktır.
     Yurt dışındaki insanlarımızın önemli bir kısmının, dünkü devrimci hareket ve devrimci mücadele saflarındaki yerleri ve yerine getirdikleri görevleri düşünülürse, bu olumsuz gelişme, birikimimiz açısından, çok yönlü ve önemli bir kayıptır.
     Doğru bir ideolojik mücadele, siyasi ve örgütsel önderlik, yurt dışı ve asıl yurt içi yeniden toparlanma ile bu olumsuz erozyon durdurulabilir. Bu olumsuz gelişmelere kendini kaptıran en azından bir kısım insanımız, yaratılacak yeni bir devrimci harekete yeniden kazanılabilir. Yurda dönerek veya yurt dışında devrimci hareket saflarında ve devrimci mücadelede görev alabilirler. Bunu sağlamak ve bunu başarmaya çalışmak gerekir. Bu başarılamadığı ölçüde, bu olumsuz gelişmelerin de etkileyeceği ve yurt dışındaki işçilerimiz ve insanlarımız ile kurulacak ilişkiler açısından azalan bir ilgiden söz etmek mümkündür.
     Yurt dışındaki DY'li kadro, sempatizan ve taraftarlarımızın, bunların oluşturduğu örgütlenmelerimizin (dünden bugüne olduğu gibi, bugünden yarına da) görevlerinin ikili olacağını söyleyebiliriz: Türkiye ile ilgili olarak üzerlerine düşenleri gerçekleştirmek, Türkiye'deki devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirenlerle dayanışmayı sağlamak ve nerede varlarsa orada, devrimci sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı görevlerin gereğini yerine getirmek.
     Yurt dışındaki DY'li insanlarımızın ve örgütlenmelerimizin içinde yaşadıkları, bir parçası oldukları ve sayıları milyonları bulan işçilerimizi, aydınlarımızı ve tüm yurttaşlarımızı yalnızca Türkiye meseleleri etrafında örgütlemeye çalışmaları, bu sayıları milyonları bulan işçilerimiz, aydınlarımız ve tüm yurttaşlarımız üzerinde olması gereken etkinliği sağlayamamalarına yol açacaktır. Halbuki, yurt dışında yaşayan arkadaşlarımız, işçilerimiz ve aydınlarımız, uzun yıllardır oradadırlar. Oralarda doğmuş ve büyümüş kuşaklar vardır. Yaşadıkları ülkelerin yurttaşlığını seçenler vardır. Siyasi nedenlerle yurt dışına göç edip, oralarda bu niteliklerini yitirenler olmuştur. Bir bütün olarak bu yurttaşlarımız, yaşadıkları ülkelerin koşullarından, hem de o ülkelerin normal yuttaşlarından çok daha katmerlice olumsuz anlamda etkilenmektedirler. Dahası ileride, devrimden sonra bile bu insanlarımızın tümü, yurt dışında hiç kalmamacasına yurda dönmeyebileceklerdir. O halde yapılması gereken, bu insanlarımızın yaşadıkları ülkelerde karşılaştıkları tüm sorunlarının çözümlenmesine çalışmak olmalıdır. Bu ihmal edilemeyecek kadar çok önemli bir meseledir. Öte yandan Türkiye emekçi halklarına ve devrimci harekete/devrimci mücadeleye yönelik sorumluluğun gerekleri de yerine getirilmelidir. Bu çok çeşitli biçimler alabilir.
     Türkiye Sol hareketinde hep sözü edilip durulmasına, çok önemli olduğu vurgulanmasına ve yerine getirilmesi gereken bir görev olduğu bilinmesine karşın, bir türlü gerçekleştirilemeyen CEPHE örgütlenmesinin eksikliğinin nelere yol açtığı bilinmektedir. Cezaevleri ise, Türkiye Solu'nun en dağınık anlarında bile, o kendine özgü özellikleri sonucu, cezaevlerinde bulunan siyasi hareket ve gruplardan insanların değişik biçimlerde yarattıkları "birliklere" sahne olmuştur. Avrupa'daki Türkiye sol hareketinin uzantılarının öznel durumu ne olursa olsun, tıpkı cezaevleri gibi, ama kendine özgü koşullar nedeniyle, yurt içinde benzer gelişmeler gözlenmese bile, belli konularda veya sürekli-programlı "birlikler" yaratabilirler. Olumlu adımlar atabilirler. Bunu göz ardı etmemeliyiz. Yurt içinde kalıcı cephesel örgütlenmenin yaratılması doğrultusunda atılacak adımlar veya bu adımların başarıya ulaşması, yurt dışındaki olası bu olumlu gelişmeleri hızlandırır. Yurt dışındaki geçici ve belli konulardaki "birliklerin" yaratılmasını bile, yurt içindeki "birliğin" yaratılmasına bağlamak, "o olmazsa olmaz" demek, savunulamaz. Yurt içindeki "birlik", yurt dışındaki kalıcı ve eş birliğin yaratılmasında belirleyici veya son biçimi verici olur. Ama bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir.
     Devrimini başarıya ulaştırmış veya bu süreci yaşayan ülkelerin devrimci örgütlenmeleri de, ülkede barınmanın ve mücadeleyi sürdürmenin koşullarının çok zorlaştığı veya kalmadığı anlarda yurt dışına "zorunlu ve yoğun göç" olayını yaşamışlardır. RSDİP, İspanyol Cumhuriyetçileri, Yunan Direnişçileri, Alman Komünistleri...bunun ilk akla gelen örnekleridir.
     Bu "zorunlu ve yoğun siyasi göç", iki biçimde gelişme gösterebilmektedir:
     Birincisi, komşu bir ülkenin toprakları üs olarak kullanılmakta, orada gerekli hazırlıklar yapılmakta ve daha sonra yurt içinde devrimci mücadele yükseltilmektedir. Yurt dışına olan göç, ağırlıkla bu üs olarak kullanılan bölgeye olmaktadır. Ülke içinde mücadelenin yükseltilmesine bağlı olarak yeniden ülkeye dönülebilmektedir. Mozambik devrimcileri, Filistinliler, SWAPO ve ANC buna kendi özgünlükleri içinde örnek verilebilirler.
     İkincisi, bu olanağa sahip olamayan ve dolayısı ile pek çok ülkeye olan "zorunlu siyasi göçtür". RSDİP, İrlandalı Direnişçiler, Yunanlı Komünistler, İspanyol Cumhuriyetçileri...buna örnek verilebilir.
     Devrimci hareketimiz 12 Eylül sonrası yaşanan yenilginin ardından bu ikinci tür göç olayını yaşamıştır.
     Bu ikinci tür göç olayını yaşayan devrimcilerin, genel ifadeyle, iki türlü tavır gösterme sürecine girdiklerini söyleyebiliriz:
     Birincisi, yurtlarından göç etmek zorunda kalmış ve pek çok ülkeye dağılmış durumdaki insanların ve özellikle devrimcilerin umutları, ilk anlarda canlı kalıyor. Her an yurda dönebilecekleri ve devrimci sınıf mücadelesini yeniden yürütüp-yönlendirebilecekleri umudunu ve inancını koruyorlar. Ülkedeki emekçi halkların ve yurt içinde kalabilmiş az sayıdaki örgütlü devrimcilerin bütünleşip yeniden devrimci sınıf mücadelesini yükselteceklerini ve hem kendilerini çağıracaklarını hem de yurda dönebilmenin koşullarının böylece olabileceğini düşünüyorlar. Yıllar bu umutlarla ve düşlerle gelip geçiyor. Öte yandan ise, pek çok ülkeye dağılmış bu pek çok insanı ve özellikle yurt dışına göçmeden önce örgütlü olan devrimcileri bulundukları yerlerde de örgütleyecek, ülkede devrimci sınıf mücadelesini yeniden yürütüp-yönlendirecek ve yurt dışı-yurt içi ilişkisini sağlayacak-sürdürecek güçlü bir siyasi örgütlenmeyi yaratamıyorlar. Kendiliğindencilik ve birbirinden kopukluk asli unsur oluyor. Yurt gerçeğinden kopuyorlar. Bulundukları yerlere "uyum" göstererek özlerini ve niteliklerini yitirme sürecine giriyorlar. Göç ettikleri ülkelerinde "koşullar elverişli" diyerek gelip mücadeleyi hem de en üst biçimiyle başlatanlar oluyorsa da, özde ülke gerçeğinden koptuklarında başarılı olamıyorlar. Yurt içinde önceden beri var olmayı başarmış örgütlü insanları ve örgütlenmeleriyle birlikte yeniden darbe yiyorlar. Bu darbe, umutsuzluğu daha da yaygınlaştırıyor. Yurda dönme ve ülke devrimini başarıya ulaştırma düşleri sona eriyor. Yurt dışında olup özlerini ve niteliklerini yitirmeyenler, ülkelerinde olup bitenler hakkında dünya kamuoyu önünde 'üzerine düşenleri yapmaya çalışan' ve ülkelerinde daha iyiye bir yönelişi desteklemek içeriğinde çaba sarf eden birer aydın niteliğine bürünüyorlar. Böylece yurt dışına 'zorunlu göç' sonrası var olan o birikim yok oluyor. Yurt içindeki mücadele gelişebilirse, bunların iradesi dışında gelişiyor. İspanyol Cumhuriyetçileri ve Yunan Direnişçileri kendi özgünlükleriyle buna örnek olarak verilebilirler. (Bknz: 'İspanya İç Savaşı'/Pierre Broue/Emile Temine- 'Kapetanios'/Dominiqe Eudes)
     İkincisi, farklı bir gelişme izliyor. Yurt dışına "zorunlu göç" eden devrimciler, yurt dışında birliği sağlayacak, yurt içinde devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirecek, yurt içi-yurt dışı bağlantısını sürdürecek güçlü bir siyasi örgütlenmeyi yaratmaya çalışıyorlar. Yurt dışında bulunmaları, onların devrimci görevleri yerine getirmelerine engel olmuyor. Devrimci mücadeleyi bırakanlar, ayrılanlar oluyor. Ama sürekli gözlenen yeni katılımlarla mücadeleye devam ediyorlar. Ülke devriminin sorunlarını tartışıyorlar. Ülke gerçeğinden kopmuyorlar. Tüm özgünlüğü ile RSDİP, bunun çarpıcı bir örneğidir.
     Yurt dışındaki arkadaşlarımız, merkezi yapının dağılması/dağıtılması sonrası, devrimci hareketimizin, cezaevleri dışında, kalbinin attığı bir yer olmuştur. Bu doğaldır. Geçici bir süre için, bu olabilirdi. Yurt dışında birliği sağlayacak, devam ettirecek ve yurda gereken desteği sağlayacak, yurt içi-yurt dışı ilişkiyi sürdürecek, yurt içinde yeni dönemde devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirecek güçlü bir siyasi örgütlenme yaratılamamıştır. Yaratıldığı söylenilen veya yaratılması doğrultusunda adımlar atılan yeni örgütlenme "şekilde" kalmıştır. Yurt gerçeğinden kopmuşlardır. İdeolojik ve sınıf mücadelesine ilişkin siyasi görevlerin gereğini "olması gerektiği biçimde" yerine getirememişlerdir. Yenilgiden ve bulundukları yurt dışı koşullardan etkilenerek, "ideolojik farklılaşma" sürecine girmişlerdir. "Bölünme" ortaya çıkmıştır. Yurt içinde mücadeleyi başlatma ve yükseltme kararı alınmış, hazırlıkları yapılmış ama, daha ilk anlarda hem yurt dışındaki "bölünme" son noktasına vardığından, hem de mücadeleye başlamanın koşullarının olmadığı kanısına varıldığından vaz geçilmiş, dahası var olan örgütlenmelerin dağıtılması yoluna gidilmiştir. Bunun doğal sonucunun, yurt içinde, yurt dışındakilerin iradesi dışında yaratılacak devrimci bir örgütlenme ile mücadelenin yükseltileceği bir başka bahara kadar yurt içinden eli ayağı çekmek, ideolojik ve siyasi görevlerin gereğini olması gerektiği biçimde yapmamak, Türkiye ile ilgili olarak Dünya kamuoyuna yönelik çalışma yürüten ve yurt dışındaki işçilerimizin, aydınlarımızın ve arkadaşlarımızın sorunları ile ilgilenen birer aydın kimliğine bürünmek olacağı açıktır. Nitekim bunu doğrulayan örnekler de görülmüştür.
     Bugün, "radikal sol" bir hareket değil, devrimci bir hareketi yeniden yaratmak görevi ile yükümlü olan DY'li insanlarımızın, yurt dışındaki sürgün topluluğunun bu yaratma sürecindeki rolünü iyi tespit etmek ve ona göre davranmak gibi ihmal edilemeyecek bir görevleri de vardır. Yurt dışındaki bu insanlarımızın kendilerini, bu yaratma sürecinde ne "seyirci" ne de yurt içindeki DY'li insanların yerini alacak şekilde "belirleyici" rolünde görmemeleri gerekir. Yani yurt dışındaki DY'li insanlarımız da, bayrağın yurt içinde mücadeleyi yürütenlerde olduğunu bilerek bu yaratma sürecinde yer almalıdırlar...
     3-8-1987/1-4-1988/Aydın''
     Notlar:
     (*) Hasta olduğunu duyuşumuzdan önceki süreçte de, Musa'nın hukuki konumuna dair bazı (benim bildiğim iki kez) girişimlerde bulunmuş ama farklı nedenlerle süreci sonuna kadar götürememiştik; haliyle, hem o hem de biz, yasaklı konumun devam ettiğini düşünüyorduk.
     Hasta olduğunu ve ölmeden önce bir kez olsun yurda, köye ve bizlerin (akrabalarının, çocukluk ve eski yol arkadaşlarının) arasına gelip görmek istediğini söyleyince, bu kez işi sıkı tuttuk; bir yeğenimizin önerisi ile durumun aciliyetini hemen kavrayan ve işini iyi yapan bir kadın avukattan yardım istedik. Meğer, bir kaç yıl önce, Musa'nın davası, zaman aşımından dolayı, düşmüş. Hukuken gerekli olan her şeyi yaptık ve Musa, ölmeden önce, ilk kez 2016 yılı Haziran ayında İzmir üzerinden yurda geldi. Aynı yılın Ekim ayının 4'de de aramızdan ayrıldı. Şimdi, ölmeden önce vasiyet ettiği gibi kendi yurdunda ve köyünde...
     (**) Bugün birey, çevre, grup, parti vb. olarak (yani her ne konumda ise veya kendisini hangi konumda tanımlıyor ise, işte o konumda) hareket eden ve kendince inandığı ve doğru bildiği yolda yürümeye devam eden her yaştan kadının ve erkeğin, yürüdükleri yolu ve o yolda yürüme gerekçelerini savunma çerçevesinde birbirlerini ideolojik, teorik, politik, örgütsel ve eylemlilikleri açısından kıyasıya eleştirmeleri anlaşılabilir bir şeydir ve asla karşı çıkılamaz; aksini düşünmek, abesle iştigal etmektir.
     Ancak, bugün, yurt içinde ve/veya yurt dışında yaşamaya devam eden ve kendisini, en azından söylem düzeyinde Sol, Sosyalist, Devrimci, Demokrat ve Yurtsever olarak tanımlayan (bugün, artık bu sıfatların hiç birisini ağızlarına dahi almayanları pas geçiyoruz) bazı kadınlar ve erkekler, kendilerince savunulabilir nedenlerle oluşturdukları etliye sütlüye karışmayan, bir başka deyişle, görece (önceki yaşam biçimlerine ve eşiti konumundaki bazılarına göre) izole ettikleri özel yaşam biçimlerine dair bekledikleri ve çok doğal olarak da gördükleri saygıyı, her ne hikmetse, bazı kadın ve erkek eski yol arkadaşlarına göstermiyorlar; özellikle sosyal medyada, her şeyi bahane edip, kafa göz kırmaya ve akıllarına geleni yazıp, paylaşmaya devam ediyorlar.
     Nedeni ne olursa olsun, bu yaklaşımın, kendileri dahil hiç kimseye herhangi bir yararının olmayacağını; tam aksine, kendileri başta olmak üzere, herkese zararının olduğunu, yeri gelmişken, söylemek gerekiyor.
     18.05.2020/Datça
     Mehmet Erdal
                                                    (23 Şubat 2016 Hamburg)


                                                         (20 Şubat 2016 Hamburg)
                                                       (18 Şubat 2016 Hamburg)




1 yorum :