2020.05.11.CEZAEVİ YAZILARI-2 BİRİKİMİMİZ ÜÇ AYRI PARÇAYA BÖLÜNMÜŞ DURUMDADIR
CEZAEVİ YAZILARI-2: BİRİKİMİMİZ
ÜÇ AYRI PARÇAYA BÖLÜNMÜŞ DURUMDADIR.
Uzun yıllar pazarları
kovalayarak pazarcılık yapan kadın-erkek pazarcıların tamamına
yakınında olduğu gibi bende de benzer bazı sağlık sorunları
başladıktan sonra, evet asıl olarak bu nedenle, ama bunun yanı
sıra, halihazırda İsviçre'de yaşayan eski bir yol arkadaşımızın
2016 yılında bize gelip kaldığında "Para kazanmanın sonu yok;
ben de emekli olmayı ve Türkiye'ye gelip yerleşmeyi düşünüyorum.
Bırak artık bu işi"' diyerek teşvik etmesi üzerine, bilfiil 25
yıl yaptığım pazarcılığı bırakmaya karar vermiş; nitekim,
2017 yılı Ekim ayı sonunda da bırakmıştım.
İşimi bırakmayı düşünmeye
başladığım andan itibaren de, tamam, emekli olduğum gün
elimdeki arabayı satacağım; eli yüzü düzgün bir binek araba
alacağım, Sevda ile birlikte iki yıl Türkiye'nin pek çok yerini,
artı, bazı yurt dışı yerleri gezeceğim; yakinen tanıdığım
eski yol arkadaşlarımızdan yaşayanların bazılarını
yaşadıkları yerlerde, ölenleri ise mezarlarında gidip
göreceğim; sonra da oturup, yazacağım, hesapları yapmaya
başlamıştım. (*)
Nitekim, emekli oldum, takas yolu
ile bir binek arabası aldık; 16 Nisan 2018 günü eşim ile
birlikte, Fethiye'ye doğru yola çıktık.
Fethiye'de iken, 17 Nisan günü,
yol arkadaşlarımızdan sevgili Arslan Yalçın'ın öldüğü ve
İzmir'de toprağa verileceği haberini aldık; İlhan, Hamza ve ben,
19 nisan günü, Sevda'yı, Datça'ya gidecek minibüse binebileceği
Marmaris'e bıraktıktan sonra Arslan'ın cenaze töreni için
İzmir'e gidip geri döndük.
Sevda, hiç şüphesiz öncesinde
bazı arkadaşlar ile haberleşmemize rağmen asıl olarak
'doğaçlama', yani ziyaret ettiğimiz yerlerde nerede ve ne kadar
zaman kalacağımıza, kimlerle görüşeceğimize, nereleri ziyaret
edeceğimize o yere vardığımız an, o yerde karşılaşacağımız
koşullara bakarak karar vereceğiz, biçiminde formatladığım
gezinin Fethiye'ye kadar olan bölümüne katılmış ama ondan
ötesine devam etmek istememişti.
***
Benim için, 43 yıllık yol
arkadaşım İlhan ile yapılacak bu tur ve tur boyunca, bir kısmını
en son 39 yıl önce gördüğüm eski yol arkadaşları ile
yapılacak sohbetler, bir yönüyle, nicedir hayalini kurup durduğum "geçmişe yolculuğun" (ki benim için zamanının geldiğini,
düşünüyordum), ilk adımı idi.
Tur öncesi masa başında
yaptığımız hesaba göre, bütün Akdeniz'in dolaşılması,
varılan yerlerde görüşme olanağı bulunacak arkadaşlar ile
oturulup sohbet edilmesi, o yerin simgesel konumunda olan ya da o
yerdeki arkadaşın/arkadaşların önerebileceği yerlerin
görülmesi; Hatay Samandağ'a kadar varıldıktan sonra Konya/Bozkır
üzerinden geriye dönülmesi de dahil, bu turun iki ya da üç hafta
kadar süreceğini öngörüyordum.
20 Nisan günü Fethiye'den yola
çıktık.
***
Fethiye'den sonraki bölümün ilk
günün akşamı yaptığım paylaşımlarımı gören bazı
tanıdıklar, gezinin, standart bir gezi formatına uygun olmadığını
görüp, paylaşımların altına düşüncelerini yazmaya
başlamışlardı.
Evet, İlhan ile birlikte
gerçekleştirmeye çalıştığımız gezimiz, bildik turistik bir
gezi değildi; 21 Nisan günü, o günkü paylaşımımın altına "..biraz yavaş git, dadını çıkara çıkara git. Ne o öyle
götürü almış gibi gidiyorsun?" diyen Marmaris ÖDP'de birlikte
çalıştığımız arkadaşım Murat'a, "Yol uzun. Yaşarsak ve
sağlık elverirse dahası gelecek. Hele bir Antakya'ya varıp turu
tamamlayalım." diyor ve ekliyordum; "Bu bir yönüyle-ölümle
yarışırcasına- benim geçmişe yolculuğumdur. Çok önemli benim
için." (**)
Gerçekten, o günlerdeki halet-i
ruhiyemi yansıtan ve Murat'ın paylaşımının altına yazdığım
bu söz, öylesine söylenmiş bir söz değildi;1979 yılında
Eşrefpaşa Lisesi öğrencisi ve İDOD (İzmir Demokratik
Ortaöğrenimliler Derneği) üyesi iken İzmir'de bıraktığım ve
aradan tam 36 yıl geçtikten, yani 2014 yılı sonlarında, hasta
olduğunu duyduktan sonra, 2015 yılında Hamburg'a yanına
gittiğimde yeniden gördüğüm kardeşim Musa, namı diğer
Settar, 2016 yılı 4 Ekim günü ölmüştü. Öncesinde, başkaca
eski yol arkadaşlarımızın da öldüğünü ya da farklı
hastalıklar ile boğuştuklarını duyuyordum. Bu gelişmelerin,
yaşımın ve kendi mesleğimin yol açtığı hastalıklarımın
etkisiyle olsa gerek, gezilip görülmesi gereken pek çok yerin ve
arkadaşın, yapılması gereken pek çok işin olduğunu düşünüyor
ve zamanımın, bütün bunları gerçekleştirmeme yetmeyebileceğini
düşünüyordum.
***
İşte, 16 Nisan 2018 günü Sevda
ile başladığım ve 20 Nisan günü sonrası İlhan arkadaş ile
devam edip, bazı nedenlerle kısa keserek tamamladığımız bu
Akdeniz gezisi dahil, 2017 Ekim sonunda, 25 yıllık pazarcılık
mesleğimi bıraktıktan sonra yaptığım gezilerin, işlerin,
gördüğüm arkadaşların ve sohbetlerin, haliyle bütün bunlar
çerçevesinde yaptığım her türlü paylaşımın bir kısmı,
benim bu 'geçmişe yolculuğumun' yansımalarıdır;
paylaşımlarımdan, bunun böyle olduğu kolayca
anlaşılabilmektedir, diye düşünüyorum.
Paylaşımlarımın diğer kısmı,
24 Haziran 2018 Genel Seçim sonrası değişen koşullarda yaptığım
ve kendisini Sol, Sosyalist, Devrimci, Demokrat ve Yurtsever olarak
gören birey, grup, çevre, parti vb. de yapmalarını önerdiğim
(***)yeniden konumlanmanın sonucu yürümeye başladığım yol
çerçevesindedir; paylaşımlarımdan da anlaşılacağı üzere, bu
yol, Temmuz 2018 tarihinden beri B. Haziran Hareketi, Yol Dergisi, ÖDP
ve Sol Parti çizgisidir. (****)
Bir başka deyişle, ne kendimi
bugünkü koşullardan ve bu koşullarda yapılması gerekir diye
düşündüklerimden soyutlayarak geçmişe doğru bir yolculuk ve bu
yolculuğa ilişkin paylaşımlar yapıyorum, ne de geçmişimi bir
kenara bırakarak, onu unutmaya çalışarak, geçmişimden çok
farklı ve bambaşka bir yolda yol almaya çalışıyorum...(*****)
***
İçinde yaşadığımız
koşullarda, pek çok dostumun ve yol arkadaşımın farklı türden
yardımları ile iki yıldır ağır aksak yapmaya devam ettiğim ve
daha ne kadar süreceğini de şimdilik öngöremediğim bu "geçmişe
yolculuğum" ile ilgili yazacaklarımın ve paylaşacaklarımın "ya
doğru bilgileri içereceğini ya da hiç paylaşılmayacağını,
ölen arkadaşlarımız ile ilgili tek kötü sözün edilmeyeceğini,
adı yazılacak arkadaşlardan ise mutlaka onay alınacağını vb." daha baştan, kendi kendime taahhüt ettiğimden, bugüne kadar, bu
çerçevede yaptığım paylaşımların hiç birisinde, bu
çerçevenin dışına çıkmadım. (Paylaşımlarım için Bknz:
http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com)
Benim bu "geçmişe yolculuğum",
gerçekte, bir yönüyle, benim kendimle ve geçmişimle yüzleşme;
geçmişim ile bugünüm arasında somut bir bağ kurma; yaşamımdaki,
esasta/özde var olan devamlılığı gösterme; kendimle ve
yapabildiğim ölçüde, vefa borcum olduğunu düşündüğüm
arkadaşlarım ile ilgili bir envanter oluşturma, bazı envanter
oluşturma çalışmalarına farklı katkılarda bulunma; kızıma
anlatma olanağı bulamadığım kendimi/kendimizi torunlarıma
anlatmaya çalışma çabası vb...olarak görülmelidir; bundan öte
değil!
Bunun, çok insani bir duygu
olduğunu ve bu yazılarımı okuyanlar tarafından da böyle kabul
edileceğini, düşünüyorum.
Merak edip yazılarımı sonuna
kadar okuyanlar, bugüne kadar yazdığım ve "Datça yazıları", "Yerel Seçim Çalışması Deneyimleri", "Pazar Yeri Yazıları", "Marmaris Yazıları", "Cezaevi Yazıları"...vb. başlıklar altında
paylaştığım ve paylaşmaya da devam etmeyi düşündüğüm
yazılardaki geçmiş tarihli (yine benim kalemimden çıkmış ve
yayınlanmış ya da bugüne kadar korunup gelmiş olan) yazılarımı,
kendince okunmaya değer görmüş ya da görmemiş olsun, doğru ya
da yanlış bulsun, her ne ise..., lütfen, bu çerçevede
değerlendirsin.
***
1987 yılında Aydın E Tipi Özel
Kapalı Cezaevinde iken yaşadığımız "iç" tartışmalar
sırasında yazdığım ve o koşullarda koğuş duvar gazetesinde
yayımladığım birbirleriyle ilintili yazıların ikincisini
paylaşıyorum:
'' BİRİKİMİMİZ
ÜÇ AYRI PARÇAYA BÖLÜNMÜŞ DURUMDADIR.
12 Eylül sonrası içine girilen
yeni dönemin ilk anlarında, devrimci hareketimizin var olan
merkezi yapılanmasının dağıtıldığı ve ardından, eski
boyutunda bile yeni bir merkezi yapılanmanın yeniden
yaratılamadığı, bu doğrultuda atılan adımların (incelenmeye
değer ve incelenmesi zorunlu nedenlerden dolayı) başarıya
ulaşamadığı, çok başlılığın ortaya çıktığı, ağırlıkla
yurt dışında "ideolojik" bir ayrışmanın ve farklılaşmanın
gözlendiği, bunun etkisinin şu veya bu oranda yurt içinde,
özellikle bazı cezaevlerinde paralel bir biçimde gözlendiği ve
çoğunlukla da suni bölünmelerin ortaya çıktığı; bu
nedenlerden dolayı, 12 Eylül öncesi oluşan birikimimizin, yeni
dönemde güçlü bir devrimci hareketin yaratılmasına ve devrimci
sınıf mücadelesinin yükseltilerek yürütülüp-yönlendirilmesine
temel oluşturamadığı ve ışık tutamadığı biliniyor.
(Ağırlıkla yurt dışındaki Devrimci İşçi, Göçmen, Bir Grup
DY Taraftarı vb. imzaların kullanıldığı gruplaşmalar açısından
DY birikiminin irdelenmesi, bu yazının konusu değildir. Keza, bu
olay, en azından bugün için, ağırlıkla yurt dışında
olduğundan, yurt dışı genel başlığının ara başlıkları
olarak da incelenebilir. Ülkemizdeki şu anki somut durum, daha çok,
merkezi yapının dağıtılması sonrası irademize rağmen oluşan
özgül bir durumdur.)
İdeolojik, teorik ve politik
birikimimiz, 12 Eylül sonrası, bir ölçünün dışında,
geliştirilip zenginleştirilemeden duruyor. Deneyimlerimiz, son
zamanlardaki legal çıkan bazı yayınlarda yayımlanmış bir iki
yazının dışında, ciddi bir irdelemeden uzak öylesine duruyor.
Merkezi yapının, tüm askeri ve kitlevi örgütlenmelerimizin
dağıtılmasından, çok başlılığın ortaya çıkmasından,
karşı-devrimin çok yönlü saldırılarından dolayı
kadrolarımız, sempatizan ve taraftarlarımız, farklı koşullara
sahip üç ayrı yerde ve her yerin kendi içinde dağılmış halde
bulunmaktadırlar. Farklı koşullara sahip bu üç ayrı yer; yurt
dışı, yurt içi ve cezaevleridir.
Devrimci hareketimizin var olan
birikiminin bu duruma gelmesi, anlaşılacağı üzere, irademize
rağmen, irademizi aşan gelişmeler karşısında doğru ve giderek
güçlenen bir direnişin-çizginin hayata geçirilip, olayların
yönlendirilmesinin, karşı-devrimin elinden alınıp, inisiyatif
alanının dışına çıkılamaması yüzündendir. Bu anafor
içerisinde karşı-devrimin baskı, saldırı, yok etme ve teslim
alma politikaları sonucu doğan yılgınlık, pasifizm, korku,
teslim olma, öldürülme, tutuklanma, bulundukları yerlerin kendine
has özelliklerinden olumsuz anlamda etkilenme, var olan sübjektif
durumun yol açtığı moral bozuklukları vb. bu birikimimizin, hem
nitelik hem de sayısal açıdan önemli bir EROZYON yaşamasına yol
açmıştır. Bugün sahip olduğumuz birikimimiz, 12 Eylül
öncesinde oluşturduğumuz birikimimizin, her yönden çok çok
gerisindedir. Bu noktayı çok önemli buluyorum.
Farklı koşullara sahip üç ayrı
yerde bulunan kadro, sempatizan ve taraftar birikimimizin,
bulundukları yerlerin koşulları ve sahip oldukları bugünkü
konumları açısından ele alınıp irdelenmesi gerekir.
Farklı koşullara sahip bu üç
ayrı yerde uzun zamandır yaşamını sürdüren, direnen ve üzerine
düşen görevleri (kendilerinin görev bildikleri) yerine getirmeye
çalışan, merkezi yapının dağıtılmasından dolayı
birlikteliği sağlanamayan kadro, sempatizan ve taraftarlarımızın,
ağırlıkla, bulundukları yerlerin koşullarının ve bu koşullarda
birbirlerinden kopuk olarak yapmaya çalıştıklarının neden
olduğu BİR FARKLILAŞMA SÜRECİNE GİRMELERİ kaçınılmazdı.
Merkezi yapının var olduğu ve birlikte hareket edildiği dönemde
bile görülebilen, ama merkezi yapı tarafından devrimci bir
eğitim, yönlendirme ve eşgüdümle boyutlanması engellenen bu
olayın, bu dönemde ve bu sahip olunan koşullarda küçümsenmeyecek
boyutlara varması pek şaşırtıcı olmamalı. Farklı koşullara
sahip bu üç ayrı yerden birinde ortaya çıkan ve daha çok,
Türkiye gerçeğinin uzağında bulunulan yerin koşullarının
etkisini taşıyan farklı tavır alışlar ve bu tavır alışların
diğer yerlere egemen kılınmaya çalışılması, işin tuzu biberi
olur. Farklı koşullara sahip bu üç ayrı yer kendi içlerinde de
benzer bir tahlile gerek duyar. Çünkü bu üç ayrı yerin her
biri, kendi içinde birlikteliğe sahip değildir.
Devrimci hareketimizin sahip
olduğu ve siyasi 'muarızlarımızın' çok ileri seviyesinde
bulunan devrimci ideolojimizin, direnen ve mücadeleye devam eden
insanlarımız açısından, eğer bir reddiye söz konusu değilse,
ortak bakış açısını oluşturduğu ölçüde, bu farklılaşmayı
frenleyici etkide bulunacağı söylenebilir. Nitekim, farklı
koşullara sahip üç ayrı yerin ikisinde, üçüncü yerde
gözlendiği kadar bir farklılaşmanın olmaması, buna örnek
gösterilebilir. Ancak, devrimci ideolojimiz, ne kadar yetkin ve ne
kadar geliştirilmiş olursa olsun, yukarıda sayılan bütün bu
özelliklere sahip bu mevcut koşullarda, bu yaşanan farklılaşmayı
kökten engelleyemezdi. Bunun için bu farklılaşma karşısında
şaşmamak, yılgınlığa kapılmamak ve morali bozmamak gerekir.
Bugün farklı koşullara sahip bu
üç ayrı yerdeki (ve her yerin kendi içindeki ayrı birimlerde)
kadro, sempatizan ve taraftarlarımızın, bunların koruduğu veya
yarattığı örgütlenmelerimizin devrimci bir bakış açısı ile
birlikteliğini sağlamak, farklılaşma sürecini durdurup,
farklılıkları ideolojik mücadele temelinde-sürecinde yok etmek,
devrimci hareketimizi bu (üçlü) temel üzerinde yükseltmek ve
yeniden örgütlemek gerekmektedir. Bu, geciktirilemez derecede
önemli, can alıcı ama sağlıklı bir şekilde yerine getirilmesi
gereken bir görevdir. Bu, içinde bulunduğumuz yeni dönemde özgül
biçimini alacak olan devrimci sınıf mücadelesi içerisinde
ideolojik ve örgütsel birliğin yeniden sağlanması ile mümkündür.
“Unutulmamalıdır ki, devrimci-demokratik mücadeleyi
yönlendirebilecek bir yapı ancak sınıf mücadelesinin somut
pratiği içinden çıkar.” (A. Bostancıoğlu/T. Sorunları
dizisi-1)
12 Eylül öncesi, devrimci sınıf
mücadelesinin o aşamadaki gereksinimleri ve ideolojimizin temel
taşları göz önüne getirildiğinde, ideolojik birliğimizin büyük
ölçüde sağlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Örgütsel
birliğimiz ise (kendisine DY'cuyum diyen tüm insanları kapsayan en
genel anlamdaki bir örgütlenmeyi değil, DY'nin siyasi
kadrolarından oluşan bir siyasi örgütlenmeyi anladığımızı,
örgütün, kolektif bir birlik olduğu, önderlikte, işleyişte ve
çalışmasında bu kolektifliğin egemen kılınması gerektiği
açısından) öz olarak ve yaygınlaştırılabildiği ölçüde
sağlanmıştı.
İdeolojik birlik, sağlandığı
anla sınırlı kalmayan, kalmaması gereken, değişen koşullara
bağlı olarak geliştirilmesi, bu anlama gelmek üzere, yeniden ve
yeniden sağlanması gereken, ihmal edilemeyecek derecede çok
önemli, can alıcı bir olaydır. İdeolojik birliğin geçmişte
sağlanmış olduğu gerçeğinden hareketle, her şeye rağmen, her
koşulda ve her daim ideolojik birliğin söz konusu olduğunu, yani
devrimci ideolojinin durağan olduğunu kabul eden ve savunan bir
anlayışın kabul edilmesi mümkün değildir. İdeolojik birliğin
olup olmadığı, yalnızca dün yazılan ideolojik, teorik, politik
ve örgütsel yazılarda hem fikir olmakla değil, aynı zamanda
içinde bulunduğumuz koşulların ve bu koşullarda yapılacakların
irdelenmesinde ve saptanmasında da hem fikir olunup olunmamasında
belli olur. Örgütsel birlik ise, var olan merkezi yapının
dağılması-dağıtılması sonrası yeniden sağlanması gereken
çok önemli bir olaydır.
Var olan ideolojimizin, 12 Eylül
sonrası gözlenen gelişmelerin ve ortaya çıkan yeni koşulların
irdelenmesi, yapılması gerekenlerin belirlenmesi açısından
olması gerektiği gibi geliştirilemediği, kısmi etkileri yurt
içinde ve cezaevlerinde de hissedilen yurt dışında önemli bir
ayrışmanın olduğu ve devrimci saflarda ideolojik farklılaşma
sürecine girildiğinin gözlenmesi söz konusudur. Merkezi yapı
dağıtılmıştır. Var olan örgütlenmemiz, 12 Eylül sonrası
içine girilen yeni döneme uygun dönüşümü başaramamıştır.
Böylesi bir durumda, devrimci saflarda ideolojik ve örgütsel
birlikten bahsetmek mümkün değildir. Görev, bunun yeniden
sağlanmasıdır. Ve bu mümkündür.
İdeolojik ve örgütsel birliğin
yeniden sağlanmasının nasıl mümkün olacağı, tamamen dünkü
deneylerimizin ışığında ama tüm özellikleri ile, bugünkü
koşulların ve devrimci hareketimizin durumunun irdelenmesine
bağlıdır. Mahir Çayanların THKP-C'de, THKP-C sonrası Devrimci
Yol'un 12 Eylül öncesi bu birlikteliği nasıl sağladıkları,
bugün için bizim önümüzde duran birer örnektir. Ancak aynen
yinelenmeleri de mümkün değildir.
Bugün ideolojik, teorik, politik,
kadro ve deneyim birikimimiz yönünden, THKP-C öncesi ve THKP-C'nin
yenilgisi sonrası dönemden çok daha avantajlı olduğumuzu
söyleyebiliriz. Bu avantajımızı iyi kullanmamız gerekiyor...
3.8.1987-2.1.1988/Aydın
*****/SESİMİZ”
NOTLAR:
(*) Evde yapılan hesapların
çoğunun çarşıya uymaması gibi, benim yaptığım bu planlama
da, sonrasında içinde yaşanılan koşullar nedeniyle birebir
uygulanamadı;16 nisan 2018 öncesi İzmir civarındaki bazı
ziyaretler ve 16 Nisan-1 Mayıs arası süren Akdeniz gezisi sonrası,
yok 24 haziran Genel Seçimi, yok ekonomik durum, yok 31 Mart 2019
Yerel Seçimi vb. diyerek 2 yıllık gezi hesapları rafa kaldırıldı;
Ağustos 2018 başı itibariyle, hızlıca ikinci bölüme geçildi.
( 21 Nisan 2018 tarihli Faceebook sayfam)
'Aksi doğrultudaki bazı analizlere karşın, 24 Haziran seçimleri bu ülkenin tarihinde bir 'MİLAT' oldu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir dönemi sona erdi ve cenazesi sessiz sedasız defnedildi; akabinde iktidardaki siyasal İslamcılar hızla yeni dönemin inşasına giriştiler; Devletin kurumları başta olmak üzere her şeyi yeniden reorganize etmeye başladılar. 24 Haziran öncesinden de belli olan bu "yeniden konumlanmayı" elbette babamızın hayrına yapmıyorlar; dünyanın, bölgenin ve ülkenin bugünkü gerçekliğinde iktidarlarını kalıcı kılabilmenin, sorunsuzca yönetebilmenin, olası çatlak sesleri ve muhalif tepkileri kolayca bastırabilmenin vb. başkaca bir yolunu göremiyorlar da ondan. Hal böyleyken, bu ülkenin mevcut durumuna ve gidişatına itirazı olanlar birey, grup, çevre, parti vb. her ne durumdaysalar, o gerçekliklerinde bile bu olup bitenlere seyirci kalmayı ve soyut, sonuçsuz ve bıktırıcı tartışmalara girmeyi değil, bugünkü gerçekliğe ve gidişata denk yeniden konumlanmayı bir an önce gündemlerine almayı ve işe girişmeyi düşünmelidirler; elbette tarihten ders alındıysa...'
(26 Temmuz 2018/Devrimci Yolda Devrim grubu)
(****)
'...Bence,
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi öncesi dönemde "aynı YOL'da" yürüyorduk; sonrası dönemde "yollar" ayrılmaya başladı; düzene
eklemlenen bazıları dışında herkes birey, grup, çevre, parti
vb. olarak kendisi için doğru olduğuna inandığı "Yol"da
yürümeye devam etti. Yürüyor da...
Ben,
bu çerçevede düşünen birisi olarak, kardeşim Musa Erdal
(SETTAR) öldüğünde (04.10.2016), onun gazetedeki ölüm ilanına
ve yakaya asılan resimlerine "İNANDIĞI DEVRİMCİ YOL'DA YÜRÜDÜ" yazılmasını istemişimdir ve öyle de yazılmıştır.
Bugün
doğru bildiği "yol"da birey, grup, çevre, parti vb. olarak
yürümeye devam edebilenlere ne mutlu....' (05.09.2018/ Kim Yolcu,
Kimler Yollarda Bknz: http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com)
(*****)Ben, bu konu çerçevesindeki
görüşlerimi, daha önce, bir vesile ile bir biçimde (kimseyi
kırmadan dökmeden) ifade etmeye çalışmıştım.
"...Şimdi,
özellikle son yıllarda, bazılarımız, kendi bildikleri nedenlerle
veya belli bir sorumluluk duygusuyla, yaşamlarının bir dönemini
veya bazı dönemlerini (1980 öncesi ve sonrası "aktif-özne" olduğu yılları, cezaevi yaşamlarını, firarları, Filistin
anılarını, dağda geçirdiği günleri vb.) yazıya dökerek,
İnternet ortamında veya kitap biçiminde (ben de dahil) paylaşmaya
başladılar.
Bu
paylaşımlarda, paylaşılan bu dönemlerden öncesine dair az da
olsa bir şeyler okumak ve bulmak mümkün ise de, sonrasına dair ya
hiç bir şey yok ya da 'geçiştirmenin' ötesinde ciddi herhangi
bir şey yok.
Neden?
Bu
paylaşımların, paylaşımda anlatılan dönemi, zamanı, olayı,
kişileri vb. anlatmakla, açıklamakla, tarihe not düşmekle vb.
sınırlı olduğu söylenebilir.
Peki,
bütün bu paylaşımlar, istisnasız bu çerçevedeki paylaşımlar
mıdır?
Bütün
bu paylaşımların, bu çerçevedeki paylaşımlar olduğunu
varsayarak devam ediyorum; bu arkadaşların (okuduklarım ve
duyduklarım çerçevesinde yazıyorum) pek çoğunun,
paylaşımlarında, anlatılan bu dönemlerden daha uzun yılları
içeren "sonraki" dönemlerine dair, paylaşmaya değer görüp
paylaşabildiği herhangi bir şeylerinin olmamasının veya "adet
yerini bulsun diye" bazı şeylerin yazılıp geçiştirilmesinin,
(doğru-yanlış) "farklı algılara" yol açtığı ve bu nedenle,
bu noktanın, paylaşımı yapan/yapacak olan arkadaşlarca, ciddi
olarak düşünülmesi ve dikkate alınması gerektiğini söylemek,
yanlış mıdır?...' (04.11.2018/Yolda Yaşananlar Çerçevesinde
Yazılan Kitaplar Üzerine/ Bknz:
http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com
)
11.05.2020/Datça
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder