3 Ağustos 2020 Pazartesi

2020.08.03.CEZAEVİ YAZILARI-14: DEVRİMCİ SINIF MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

  Hiç yorum yok

     CEZAEVİ YAZILARI-14: DEVRİMCİ SINIF MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER (2)
     Örgütlü yaşamımın ilk yıllarında, 'ağır ol, molla desinler' babında az konuşan ve konuştuğu zaman da yuvarlak laflar eden; bilahare, sonrası süreçte gelişmeler nasıl olursa olsun, işte ben bunu anlatmaya çalışmıştım diyen ve her daim kendisinin haklı olduğunu söyleyen kişilere karşı belli bir hayranlığım olmadı, diyemem. Nasıl olur da böylesi bir öngörüde bulunabilirler?, bu bir yetenek işi, derdim, kendi kendime. O arkadaşlara ya da abilere, gıpta ile bakardım.
     Sonra, günlük politik yaşam içerisinde, önüme çıkan problemleri çözmeye çalışırken, bunun işe yaramadığını fark ettim ve bu, benim gibi günlük hayatın meşgaleleri içinde koşturup duran insanların (militanların) konuşma/görüş bildirme tarzı olamaz, olmamalı, kanısına vardım; günlük politik yaşamın gerçekliği, karşılaşılan sorunlara çok somut, yalın ve hayata geçirilebilir yanıtlar verilmesini gerektiriyordu.
     Ardından, yazmanın önemini fark ettim; söyleyecek sözüm olduğunu düşündüğüm ya da sözlü söylemenin işe yaramayacağını gördüğüm anlarda yazmaya başladım; söz uçup gidiyordu, geride yazı kalıyordu. Sözle söylemek, söyleyene, sonrası süreçte, ben onu öyle değil de şöyle söylemiştim gibi bir manevra yapabilme olanağı veriyor(du) ise de, bazı dinleyiciler de pekala, ne malum?, diye soru sorabilir(di)/sorabiliyor(du), doğal olarak. O halde, söyleyecek bir düşüncem, önerim, eleştirim vb. herhangi bir şeyim olduğu zaman, (her ne söylemek istiyor idi isem) onun doğruluğuna inanan kişi olarak yalnızca söylememeli; sözle söylediğim her şeyi, yazıya da dökmeli ve gerisini zamana bırakmalıydım. Zaman, hükmü en kesin olan yargıçtı.
     Öyle de yaptım!
     Her zaman aynı yoğunlukta olmasa da her koşulda yazdım; ne zaman, nerede, neden, nasıl ve neler yazdığımı, yeri geldiğinde, pek çok yazımda paylaştım; istisnaları dışında isimlerini vermediğim ama halihazırda yaşayan ve bu yazılarımı okuyan arkadaşların tanıklıklarına açık olarak.
     İyi ki yazmışım ve iyi ki de bugüne kadar yazdıklarımın bir kısmı bir biçimde korunup gelmişler, diye düşünüyorum.
     Umarım, bu konumda olan, yalnızca ben değilimdir!
     ***
     Bugün mü?
     Okuyorsunuz! Devam...

     “ DEVRİMCİ SINIF MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER (2)
     ... Bizler ilke olarak, ' mücadele içinde yer almak' isteyen, 'mücadelenin gereklerini yerine getirebilecek her sınıf ve yaştan'(1) insanın, mücadeleye katılmak kutsal hakkının olduğunu bilir ve kabul ederiz. Çünkü devrimci sınıf mücadelesi gençlerin, kadınların, aydınların vb... her yaştan, yediden yetmişe tüm emekçi sınıflardan insanların kendi öz mücadeleleridir. Bizler buna mutlak bir biçimde inanırız. Bunun bilincinde olarak davranırız. Mevcut burjuva toplumda bu kavgaya katılması gereken her insanı, bu kavgaya katmak isteriz. Bu insanlardan gelen "katılmak istemi"ni geri çeviremeyiz.
     Bizler devrimci sınıf mücadelesine katılması gereken veya katılmak isteyen her insanın önünde, kesinlikle, bir engel oluşturamayız. Aksine, bu katılımı hızlandırmanın ve kitleselleştirmenin bütün yol ve yöntemlerini kullanırız. Bizler, ellerimize ince ve sık bir elek alıp, devrimci mücadeleye katılmak isteyen insanları bu elekten geçirmek gibi bir role soyunamayız. Soyunsak bile bunun teorik dayanağı, madden ise olanağı yoktur. Devrimci sınıf mücadelesi, mücadeleye katılmak isteyen insanların yüzüne bazı zaman kapıların kapatıldığı bazı zaman açıldığı, dolayısı ile nedeni ne olursa olsun ve kim tarafından savunulursa savunulsun, bir keyfiliğin söz konusu olduğu özel mülkiyete tapulu bir eve benzetilemez. Devrimci sınıf mücadelesine katılmak "... bir bilinç, kararlılık ve fedakarlık işidir." (2) Amaç bu bilinci, kararlılığı ve fedakarlığı milyonların aklında, yüreğinde, benliğinde ve davranışlarında yaratmak olmalıdır. Milyonları önüne dikilen her türlü engeli aşan, dağıtan, parçalayan ve o dayanılmaz-karşı konulmaz akıntısı ile sürükleyip götüren coşkun bir ırmağa dönüştürmeyi başarmak olmalıdır.
     Bizler mevcut burjuva toplumun, yüzyılların katmerleşerek getirdiği geleneklerin, alışkanlıkların, anlayışların, idealist yaklaşımların, kör ve dinsel inançların vb... oluşturduğu devsel birikimi de kullanarak, kendi toplumsal koşullarında tüm insanlarda 'uygun' kişilikler, ilişkiler, düşünme ve davranış biçimleri oluşturmaya çalıştığını ve oluşturduğunu biliriz. Mevcut burjuva toplumunda, verili koşullarda feodal, lümpen, küçük burjuva ve burjuva kişilikli insanlar çoğunluktadır. Bu kişiliklerin dışına taşıp demokrat, ilerici, yurtsever ve devrimci birer kişilik sahibi olabilmeyi başaranlar, süreç içerisinde çoğalmaya devam etseler de, verili toplumsal koşullarda azınlıktadır. Bu görünüm şaşırtıcı olmamalıdır. Aksine çok doğal görülmelidir.
     Bizler mevcut burjuva toplumun 'yaratısı' olan bu yoz ve kendi doğalarına, emekçi sınıflardan olanlar açısından kendi sınıfsal kökenlerine aykırı birer kişiliğe sahip insanları değiştirmek ve insanlığın gerçek- zorunlu kurtuluşunu sağlamak amacındayız. Bu ise insanları bir bütün olarak ele almakla ve mevcut köhne burjuva toplumunu değiştirme sürecinde etken (değiştirici) birer varlık konumuna sokarak, toplumun değişim sürecinde değiştirmeye çalışmakla mümkündür. Böyle bir ele alışla, insanın hem kendisini hem de içinde yaşadığı çevreyi-toplumu değiştirmesi mümkündür. "Yalnızca ihtilalci pratik süreç içinde insan hem kendini hem de çevresini değiştirir." (3) Marks "Ortamın değiştirilmesi ile insan eyleminin çakışması, ancak devrimcileştiren pratik olarak kavranabilir ve ussal bir biçimde anlaşılabilir" (4) (v.y.a.) der.
     Bu devrimcileştiren pratik içerisinde insanların kendilerinin değişimi, tıpkı değiştirmeye çalıştıkları çevre ve toplum gibi kolay, birden ve çok kısa sürede olmaz. Yalın ve düz bir çizgi izlemez. Kendini şu veya bu oranda veya tamamen değiştirmeyi başaranlar, yarı yolda yerinde saymaya başlayanlar, kısa veya uzun bir süre yalpalayanlar, geriye dönenler vb...vb...olur. Yeni ve devrimci bir kişiliğe has özelliklerin kazanılması, eski kişiliğe has özelliklerin aşılmasıdır. Eski ve yeni kişilik arasında bıçakla kesilmiş gibi kesin bir hat veya aşılması zor bir Çin duvarı yoktur. DİYALEKTİK BİR DEĞİŞİM VE YAŞANAN SÜREÇ SÖZ KONUSUDUR. Eski kişilik, kişilerin özgün özelliklerinin, iradelerinin veya daha başka nedenlerin sonucu olarak, yeni kişiliğe yönelimin söz konusu olduğu andan sonra da azalan oranda veya kalıntı düzeyinde de olsa var olmaya devam eder. Bundan dolayıdır ki, yeni kişiliğe yönelimden eskiye dönüş, yani restorasyon her adımda fark edilse de, o kadar çok zor değildir. Dahası, dikkat edilmez ise ve uygun-elverişli ortamı da bulunursa, kişinin kendisinin çok 'doğal' bulduğu bir yaşam ve süreç içerisinde sessiz sedasız gerçekleşiverir. Burada söz konusu olan kişidir ve dolayısı ile bu süreçte, devrim sonrası bir toplumda aynı restorasyon süreci söz konusu olduğunda gözlenen-gözlenmesi beklenilen şu veya bu düzeye ulaşmış karşıt güçler arasındaki çatışma da söz konusu değildir.
     Genellikle, kişideki bu restorasyon pek kavranamamaktadır. Sanılmaktadır ki, kişi kendini nasıl tanımlarsa öyle olur. Yani kişilerin kendilerini "devrimci", "sosyalist", "komünist" vb... diye tanımlamalarıyla, gerçekten öyle olunduğu genel kabul görür. Bu anlayış, kesinlikle yadsınmalıdır.    Bu bakış açısı, kesinlikle mahkum edilmelidir. Bu idealizmdir. Böyle bir bakış açısı, insanın kendi içinde eski ile yeni kişiliği arasında sürekli bir savaş sürdürdüğü ve sürdürmesi gerektiği gerçeğini göz ardı ettirir. İnsanın uyanıklığını yok eder. Olumsuz ve atılması gereken eski kişiliğe has özelliklerin varlığını ve kalıcılığını meşrulaştırır. Geriye dönüşün kapısını kapamak yerine, bilmeden sürekli açık tutar. Lenin "... insanın kendine, bir şeyim demesi başka, öyle olması daha başkadır." (5) ve " Biz bir kişiyi onun kendisi hakkında söylediğine ya da düşündüğüne göre değil, eylemlerine göre yargılarız." (6) diyor. Doğru bakış açısı budur.
     Çift yönlü, yani insanların hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları toplumsal koşulları değiştirmeye çalıştıkları ihtilalci pratik içinde bizler, yukarıda açmaya çalıştığımız gibi, bu süreci yaşayan ve bu süreci yaşamasını istediğimiz emekçi sınıflardan insanları, çok çeşitli biçimlerdeki uygun devrimci örgütlenmelerde bir araya getirmeye çalışırız.
     Bizler doğru bir anlayış olarak, devrimci sınıf mücadelesine katılan tüm insanları istihdam ederken, göz önünde bulunduracağımız tek şey "...GÖREVİN GEREKLERİ VE SEÇİLECEK KİŞİNİN, SEÇİLECEĞİ YERE UYGUNLUĞU OLMALIDIR." (7) (Aslen Y. Rosev'e ait olan bu sözlere Lenin de aynen katılmaktadır.) Her görev ve bu bu görevleri yerine getirecek her örgütlenme, bu görevleri yerine getirecek ve bu örgütlenmelerde yer alacak insan sorununu gündeme getirir. Bu ise, doğru bir istihdam politikasını gerektirir. Ancak bu, yukarıda, devrimci sınıf mücadelesine katılma isteminin söz konusu olduğu anda açtığımız ve yadsıdığımız anlamda, insanların mücadeleye katılım istem ve çabalarına ket vurma anlamında bir eleme değildir. İkisi, birbirinden çok farklı şeylerdir. İlki, insanı kazanmayı ve insanın kendisini aşmasını reddeder, birilerine bu konuda haksız bir tasarruf hakkını tanır. İkincisi, o insanı en uygun şekilde istihdam etmeyi ve bu anlamda o insana, kendisini geliştirebileceği ve en verimli olabileceği en uygun koşulları sunmayı ifade eder. İlki ne kadar olmaması gereken ise ikincisi de o kadar olması gerekendir.
     Bu istihdam politikasını hayata geçirirken doğru bir bakış açısına sahip olmak, devrimci sınıf mücadelesinin gelişim seviyesinden ve devrimci hareketin örgütlenme düzeyinden kopuk düşünmemek ve olayı idealize etmemek kaydıyla, ince eleyip sık dokumak ve kılı kırk yarıcı olmak, o insanlar, devrimci sınıf mücadelesi ve devrimci örgütlenmeler açısından mutlaka gereklidir. Bu istihdam politikasının olması gereken biçimiyle hayata geçirilemediği yer ve zamanda, bu üçlü bu istihdam politikasından zarar görür.
     Hiç şüphesiz insanlar bal kavanozu değildir ve çok basit bir yöntemle nasıl olduklarını anlayamayız. Öte yandan bizler, hiç şüphesiz, bilgi ve deneyimlerimize bağlı olarak iyi birer insan sarrafıyızdır veya öyle olmalıyızdır. Çünkü bizler her an insanlarla iç içeyiz, tüm uğraşımız insana yönelik ve insanları ilgilendiriyor. Bizler genel olarak tüm devrimci örgütlenmelere, ama özel olarak kadro örgütlenmelerine ve devrimci sınıf mücadelesinde devrimci otoriteyi, iradeyi temsil eden ve emekçi halklarımızın devrimci özünü simgeleyen siyasi örgütlenmeye insan istihdam ederken çok dikkatli olmaya ve nesnel davranmaya çalışırız. Sübjektivizm, o insanlara, devrimci sınıf mücadelesine ve devrimci örgütlenmelere büyük zarar verir...
     Bizler özü itibariyle, buraya kadar çok kısa ve bazı yönleriyle özetlediğimiz anlayış temelinde devrimci mücadeleyi yürütüp-yönlendirmeye ve hem örgütlenmeye hem de emekçi sınıfları örgütlemeye devam etmeliyiz...
     Mehmet Erdal
     Aydın
  1. Adnan Bostancıoğlu/Türkiye Sorunları-2
  2. a.g.y.
  3. Biyografi-syf.95
  4. Karl Marx/Feuerbach Üzerine tezler-
  5. Lenin/Bir Adım İleri İki adım Geri-syf.265
  6. Lenin/Materyalizm ve Ampirio Kritisizm/Cilt 2-syf.39
  7. Lenin/Bir Adım İleri İki Adım Geri-syf.145 "
     (Derginin yayın tarihi, Kasım 1988'dir)
     03.08.2020(Datça
     Mehmet Erdal



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder