2020.08.03.CEZAEVİ YAZILARI-14: DEVRİMCİ SINIF MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
CEZAEVİ YAZILARI-14: DEVRİMCİ SINIF
MÜCADELESİ VE ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER (2)
Örgütlü yaşamımın ilk
yıllarında, 'ağır ol, molla desinler' babında az konuşan ve
konuştuğu zaman da yuvarlak laflar eden; bilahare, sonrası süreçte
gelişmeler nasıl olursa olsun, işte ben bunu anlatmaya çalışmıştım
diyen ve her daim kendisinin haklı olduğunu söyleyen kişilere
karşı belli bir hayranlığım olmadı, diyemem. Nasıl olur da
böylesi bir öngörüde bulunabilirler?, bu bir yetenek işi,
derdim, kendi kendime. O arkadaşlara ya da abilere, gıpta ile
bakardım.
Sonra, günlük politik yaşam
içerisinde, önüme çıkan problemleri çözmeye çalışırken,
bunun işe yaramadığını fark ettim ve bu, benim gibi günlük
hayatın meşgaleleri içinde koşturup duran insanların
(militanların) konuşma/görüş bildirme tarzı olamaz, olmamalı,
kanısına vardım; günlük politik yaşamın gerçekliği,
karşılaşılan sorunlara çok somut, yalın ve hayata geçirilebilir
yanıtlar verilmesini gerektiriyordu.
Ardından, yazmanın önemini fark
ettim; söyleyecek sözüm olduğunu düşündüğüm ya da sözlü
söylemenin işe yaramayacağını gördüğüm anlarda yazmaya
başladım; söz uçup gidiyordu, geride yazı kalıyordu. Sözle
söylemek, söyleyene, sonrası süreçte, ben onu öyle değil de
şöyle söylemiştim gibi bir manevra yapabilme olanağı
veriyor(du) ise de, bazı dinleyiciler de pekala, ne malum?, diye
soru sorabilir(di)/sorabiliyor(du), doğal olarak. O halde,
söyleyecek bir düşüncem, önerim, eleştirim vb. herhangi bir
şeyim olduğu zaman, (her ne söylemek istiyor idi isem) onun
doğruluğuna inanan kişi olarak yalnızca söylememeli; sözle
söylediğim her şeyi, yazıya da dökmeli ve gerisini zamana
bırakmalıydım. Zaman, hükmü en kesin olan yargıçtı.
Öyle de yaptım!
Her zaman aynı yoğunlukta olmasa
da her koşulda yazdım; ne zaman, nerede, neden, nasıl ve neler
yazdığımı, yeri geldiğinde, pek çok yazımda paylaştım;
istisnaları dışında isimlerini vermediğim ama halihazırda
yaşayan ve bu yazılarımı okuyan arkadaşların tanıklıklarına
açık olarak.
İyi ki yazmışım ve iyi ki de
bugüne kadar yazdıklarımın bir kısmı bir biçimde korunup
gelmişler, diye düşünüyorum.
Umarım, bu konumda olan, yalnızca
ben değilimdir!
***
Bugün mü?
Okuyorsunuz! Devam...
“ DEVRİMCİ SINIF MÜCADELESİ VE
ÖRGÜTLENME ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER (2)
... Bizler ilke olarak, ' mücadele
içinde yer almak' isteyen, 'mücadelenin gereklerini yerine
getirebilecek her sınıf ve yaştan'(1) insanın, mücadeleye
katılmak kutsal hakkının olduğunu bilir ve kabul ederiz. Çünkü
devrimci sınıf mücadelesi gençlerin, kadınların, aydınların
vb... her yaştan, yediden yetmişe tüm emekçi sınıflardan
insanların kendi öz mücadeleleridir. Bizler buna mutlak bir
biçimde inanırız. Bunun bilincinde olarak davranırız. Mevcut
burjuva toplumda bu kavgaya katılması gereken her insanı, bu
kavgaya katmak isteriz. Bu insanlardan gelen "katılmak istemi"ni
geri çeviremeyiz.
Bizler devrimci sınıf
mücadelesine katılması gereken veya katılmak isteyen her insanın
önünde, kesinlikle, bir engel oluşturamayız. Aksine, bu katılımı
hızlandırmanın ve kitleselleştirmenin bütün yol ve yöntemlerini
kullanırız. Bizler, ellerimize ince ve sık bir elek alıp,
devrimci mücadeleye katılmak isteyen insanları bu elekten geçirmek
gibi bir role soyunamayız. Soyunsak bile bunun teorik dayanağı,
madden ise olanağı yoktur. Devrimci sınıf mücadelesi, mücadeleye
katılmak isteyen insanların yüzüne bazı zaman kapıların
kapatıldığı bazı zaman açıldığı, dolayısı ile nedeni ne
olursa olsun ve kim tarafından savunulursa savunulsun, bir
keyfiliğin söz konusu olduğu özel mülkiyete tapulu bir eve
benzetilemez. Devrimci sınıf mücadelesine katılmak "... bir
bilinç, kararlılık ve fedakarlık işidir." (2) Amaç bu bilinci,
kararlılığı ve fedakarlığı milyonların aklında, yüreğinde,
benliğinde ve davranışlarında yaratmak olmalıdır. Milyonları
önüne dikilen her türlü engeli aşan, dağıtan, parçalayan ve o
dayanılmaz-karşı konulmaz akıntısı ile sürükleyip götüren
coşkun bir ırmağa dönüştürmeyi başarmak olmalıdır.
Bizler mevcut burjuva toplumun,
yüzyılların katmerleşerek getirdiği geleneklerin,
alışkanlıkların, anlayışların, idealist yaklaşımların, kör
ve dinsel inançların vb... oluşturduğu devsel birikimi de
kullanarak, kendi toplumsal koşullarında tüm insanlarda 'uygun'
kişilikler, ilişkiler, düşünme ve davranış biçimleri
oluşturmaya çalıştığını ve oluşturduğunu biliriz. Mevcut
burjuva toplumunda, verili koşullarda feodal, lümpen, küçük
burjuva ve burjuva kişilikli insanlar çoğunluktadır. Bu
kişiliklerin dışına taşıp demokrat, ilerici, yurtsever ve
devrimci birer kişilik sahibi olabilmeyi başaranlar, süreç
içerisinde çoğalmaya devam etseler de, verili toplumsal koşullarda
azınlıktadır. Bu görünüm şaşırtıcı olmamalıdır. Aksine
çok doğal görülmelidir.
Bizler mevcut burjuva toplumun
'yaratısı' olan bu yoz ve kendi doğalarına, emekçi sınıflardan
olanlar açısından kendi sınıfsal kökenlerine aykırı birer
kişiliğe sahip insanları değiştirmek ve insanlığın gerçek-
zorunlu kurtuluşunu sağlamak amacındayız. Bu ise insanları bir
bütün olarak ele almakla ve mevcut köhne burjuva toplumunu
değiştirme sürecinde etken (değiştirici) birer varlık konumuna
sokarak, toplumun değişim sürecinde değiştirmeye çalışmakla
mümkündür. Böyle bir ele alışla, insanın hem kendisini hem de
içinde yaşadığı çevreyi-toplumu değiştirmesi mümkündür. "Yalnızca ihtilalci pratik süreç içinde insan hem kendini hem de
çevresini değiştirir." (3) Marks "Ortamın değiştirilmesi ile
insan eyleminin çakışması, ancak devrimcileştiren pratik olarak
kavranabilir ve ussal bir biçimde anlaşılabilir" (4) (v.y.a.) der.
Bu devrimcileştiren pratik
içerisinde insanların kendilerinin değişimi, tıpkı değiştirmeye
çalıştıkları çevre ve toplum gibi kolay, birden ve çok kısa
sürede olmaz. Yalın ve düz bir çizgi izlemez. Kendini şu veya bu
oranda veya tamamen değiştirmeyi başaranlar, yarı yolda yerinde
saymaya başlayanlar, kısa veya uzun bir süre yalpalayanlar,
geriye dönenler vb...vb...olur. Yeni ve devrimci bir kişiliğe has
özelliklerin kazanılması, eski kişiliğe has özelliklerin
aşılmasıdır. Eski ve yeni kişilik arasında bıçakla kesilmiş
gibi kesin bir hat veya aşılması zor bir Çin duvarı yoktur.
DİYALEKTİK BİR DEĞİŞİM VE YAŞANAN SÜREÇ SÖZ KONUSUDUR.
Eski kişilik, kişilerin özgün özelliklerinin, iradelerinin veya
daha başka nedenlerin sonucu olarak, yeni kişiliğe yönelimin söz
konusu olduğu andan sonra da azalan oranda veya kalıntı düzeyinde
de olsa var olmaya devam eder. Bundan dolayıdır ki, yeni kişiliğe
yönelimden eskiye dönüş, yani restorasyon her adımda fark edilse
de, o kadar çok zor değildir. Dahası, dikkat edilmez ise ve
uygun-elverişli ortamı da bulunursa, kişinin kendisinin çok
'doğal' bulduğu bir yaşam ve süreç içerisinde sessiz sedasız
gerçekleşiverir. Burada söz konusu olan kişidir ve dolayısı ile
bu süreçte, devrim sonrası bir toplumda aynı restorasyon süreci
söz konusu olduğunda gözlenen-gözlenmesi beklenilen şu veya bu
düzeye ulaşmış karşıt güçler arasındaki çatışma da söz
konusu değildir.
Genellikle, kişideki bu
restorasyon pek kavranamamaktadır. Sanılmaktadır ki, kişi kendini
nasıl tanımlarsa öyle olur. Yani kişilerin kendilerini "devrimci", "sosyalist", "komünist" vb... diye tanımlamalarıyla,
gerçekten öyle olunduğu genel kabul görür. Bu anlayış,
kesinlikle yadsınmalıdır. Bu bakış açısı, kesinlikle mahkum
edilmelidir. Bu idealizmdir. Böyle bir bakış açısı, insanın
kendi içinde eski ile yeni kişiliği arasında sürekli bir savaş
sürdürdüğü ve sürdürmesi gerektiği gerçeğini göz ardı
ettirir. İnsanın uyanıklığını yok eder. Olumsuz ve atılması
gereken eski kişiliğe has özelliklerin varlığını ve
kalıcılığını meşrulaştırır. Geriye dönüşün kapısını
kapamak yerine, bilmeden sürekli açık tutar. Lenin "... insanın
kendine, bir şeyim demesi başka, öyle olması daha başkadır." (5) ve " Biz bir kişiyi onun kendisi hakkında söylediğine ya da
düşündüğüne göre değil, eylemlerine göre yargılarız." (6)
diyor. Doğru bakış açısı budur.
Çift yönlü, yani insanların
hem kendilerini hem de içinde yaşadıkları toplumsal koşulları
değiştirmeye çalıştıkları ihtilalci pratik içinde bizler,
yukarıda açmaya çalıştığımız gibi, bu süreci yaşayan ve bu
süreci yaşamasını istediğimiz emekçi sınıflardan insanları,
çok çeşitli biçimlerdeki uygun devrimci örgütlenmelerde bir
araya getirmeye çalışırız.
Bizler doğru bir anlayış
olarak, devrimci sınıf mücadelesine katılan tüm insanları
istihdam ederken, göz önünde bulunduracağımız tek şey "...GÖREVİN GEREKLERİ VE SEÇİLECEK KİŞİNİN, SEÇİLECEĞİ
YERE UYGUNLUĞU OLMALIDIR." (7) (Aslen Y. Rosev'e ait olan bu sözlere
Lenin de aynen katılmaktadır.) Her görev ve bu bu görevleri
yerine getirecek her örgütlenme, bu görevleri yerine getirecek ve
bu örgütlenmelerde yer alacak insan sorununu gündeme getirir. Bu
ise, doğru bir istihdam politikasını gerektirir. Ancak bu,
yukarıda, devrimci sınıf mücadelesine katılma isteminin söz
konusu olduğu anda açtığımız ve yadsıdığımız anlamda,
insanların mücadeleye katılım istem ve çabalarına ket vurma
anlamında bir eleme değildir. İkisi, birbirinden çok farklı
şeylerdir. İlki, insanı kazanmayı ve insanın kendisini aşmasını
reddeder, birilerine bu konuda haksız bir tasarruf hakkını tanır.
İkincisi, o insanı en uygun şekilde istihdam etmeyi ve bu anlamda
o insana, kendisini geliştirebileceği ve en verimli olabileceği en
uygun koşulları sunmayı ifade eder. İlki ne kadar olmaması
gereken ise ikincisi de o kadar olması gerekendir.
Bu istihdam politikasını hayata
geçirirken doğru bir bakış açısına sahip olmak, devrimci sınıf
mücadelesinin gelişim seviyesinden ve devrimci hareketin örgütlenme
düzeyinden kopuk düşünmemek ve olayı idealize etmemek kaydıyla,
ince eleyip sık dokumak ve kılı kırk yarıcı olmak, o insanlar,
devrimci sınıf mücadelesi ve devrimci örgütlenmeler açısından
mutlaka gereklidir. Bu istihdam politikasının olması gereken
biçimiyle hayata geçirilemediği yer ve zamanda, bu üçlü bu
istihdam politikasından zarar görür.
Hiç şüphesiz insanlar bal
kavanozu değildir ve çok basit bir yöntemle nasıl olduklarını
anlayamayız. Öte yandan bizler, hiç şüphesiz, bilgi ve
deneyimlerimize bağlı olarak iyi birer insan sarrafıyızdır veya
öyle olmalıyızdır. Çünkü bizler her an insanlarla iç içeyiz,
tüm uğraşımız insana yönelik ve insanları ilgilendiriyor.
Bizler genel olarak tüm devrimci örgütlenmelere, ama özel olarak kadro örgütlenmelerine ve devrimci
sınıf mücadelesinde devrimci otoriteyi, iradeyi temsil eden ve
emekçi halklarımızın devrimci özünü simgeleyen siyasi
örgütlenmeye insan istihdam ederken çok dikkatli olmaya ve nesnel
davranmaya çalışırız. Sübjektivizm, o insanlara, devrimci sınıf
mücadelesine ve devrimci örgütlenmelere büyük zarar verir...
Bizler özü itibariyle, buraya
kadar çok kısa ve bazı yönleriyle özetlediğimiz anlayış
temelinde devrimci mücadeleyi yürütüp-yönlendirmeye ve hem
örgütlenmeye hem de emekçi sınıfları örgütlemeye devam
etmeliyiz...
Mehmet Erdal
Aydın
- Adnan Bostancıoğlu/Türkiye Sorunları-2
- a.g.y.
- Biyografi-syf.95
- Karl Marx/Feuerbach Üzerine tezler-
- Lenin/Bir Adım İleri İki adım Geri-syf.265
- Lenin/Materyalizm ve Ampirio Kritisizm/Cilt 2-syf.39
- Lenin/Bir Adım İleri İki Adım Geri-syf.145 "
(Derginin yayın tarihi, Kasım
1988'dir)
03.08.2020(Datça
Mehmet Erdal
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder