28 Haziran 2020 Pazar

2020.06.29.CEZAEVİ YAZILARI-9: EĞİTİM ÜZERİNE

  Hiç yorum yok

     CEZAEVİ YAZILARI-9: EĞİTİM ÜZERİNE
     'CEZAEVİ YAZILARI'nın 6. bölümünün bir yerinde, 1986 yılı Sonbahar aylarının birisinde getirildiğimiz ve 1988 yılı Ekim ayı sonuna kadar kaldığımız Aydın E Tipi Özel kapalı Cezaevini anlatırken; “...bu yıllarda, 1988 yılı Ekim ayı sonlarında Nazilli E Tipi Özel kapalı Cezaevine toplu sevk edilinceye kadar, görece değişiklikler olsa da, koşullar toplu eğitim çalışmaları yapmaya elverişliydi ve yazılı materyal açısından da görülmemiş bir bolluk vardı. Biz, ısrarla, yazılı ve sözlü olarak, ille de ideolojik-teorik eğitim, deyip duruyorduk...” demiş (Bknz:2020.06.08. "Eğitim; Her zaman her yerde"/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com ) ) ve 7 ile 8. bölümlerde de bu çerçevede yazıp panoya astığım iki yazıyı paylaşmıştım. (Bknz: http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )
     Peki, biz "Eğitim...Eğitim..." deyip duruyorduk da "Eğitim" derken ne anlıyor ve nasıl bir "Eğitim çalışması" olsun istiyorduk?
                                                             EĞİTİM ÜZERİNE
     Bu yazıda, ne çok şey yapma savına ne de "yazmış olmak için yazma" kısırlığına düşmemeye çalıştım. Bu da, bir sav olabilir. Bu yazımda, bilinen, saptanan ve sohbet konusu edilen bir çok konuya değinmeyi düşünüyorum.
     Pano, bir eğitim ve iletişim aracı olabilmeli. Olabilmesi için de, pratik olarak katılmak ve onu yaşatıp geliştirmek sorumluluğunu duyabilmeliyiz. Ben, biraz da bu sorumluluktan dolayı, önemli bulduğum bir konuyu yazmak istedim. Ne ölçüde başarabileceğim? Bunu arkadaşlarımın değerlendirmeleri gösterecektir.
     Eğitim araçları, öyle çok ve zengin ki; sorun, bu zenginlikleri bulup çıkarmakta, onları inatla yaşatmakta ve geliştirmekte yatıyor. Nerede, hangi zaman ve mekanda olursak olalım, yaratıcı yeteneğimiz sayesinde, uygun ve gerekli eğitim araçlarını mutlaka yaratabiliriz. Sıradan gözüken sohbetler, şakalar, okuma, tartışma, programlı eğitim, pano, broşür vb. bu araçlardan yalnızca birkaçıdır. İnsan, yaşamının her anında -genel olarak-, bir yandan öğrenirken diğer yandan öğretici rolünü üstlenir. Bu genel etkileşim, insan iradesinin dışında bulunan yaşamın kendi gelişiminin ürünüdür. İradeye göre kendiliğinden gelişim diyebiliriz, bu etkileşime. Oysa irade, insanın, bu yaşamın karşısında pasif olmasını, içgüdüsel davranmayı aşan bir müdahaleyi ve yeniden üretmeyi ifade eder. 'İnsanın düşünen bir hayvan olması' esprisi de, bu anlamda konuya açıklık getiriyor. Yaşamın kendi pratik gelişiminin bilgiye dönüşmesi ve bilginin beyin tarafından yeniden üretilip yaşamın daha iyi örgütlenmesini ifade eder, İNSAN İRADESİ. Salt pratiğin verdiği bilgilenmenin vulgarlığını aşıp, daha doğru ve daha geniş bilgilenmeyi oluşturacak olan ise, EĞİTİM'dir.
     Bir arkadaşımızın panoda, eğitim üzerine, geniş bir yazısı yayınlanmıştı. Bu yazıya katıldığımı söylemek, sanırım bir "onaylama" rahatsızlığı olmaz. O yazı, eğitimin niçin zorunlu olduğunun perspektifini çizebilmişti. Ben bu yazımda, bu nedenle, bazı noktaları açıklanmış varsayıp, değinmeyeceğim. Yine de, bazı ortak noktaları vurgulamak zorunda kalabilirim.
     Eğitimin gerekli ve zorunlu olduğu, genel kabul gören bir anlayıştır. Ne var ki, onun gerekliliğini ve zorunluluğunu bilmek ya da belirtmek farklı; onu, doğru bir şekilde yaşama geçirmek, farklıdır. Her ne kadar uzmanlık istese de eğitim, başlangıcın, vasatın altında seyretmesi doğaldır. Sorun, bu durumu daha ileriye götürmek için, yılmadan ve uygun yöntemlerle adım adım iradi olarak ortaya koymakta yatıyor. Eğitimin niçin 'zorunluluk' olması gerektiğini açmak için, bazı soruları saptayalım: Var olan durumumuz nedir? Olumsuzlukları aşmada, eğitimin fonksiyonu ne olacaktır? Eğitimden neler bekliyoruz?
     Dünya sosyalist sisteminin bir çıkmaza, tıkanıklığa girdiği, bugün artık tartışılmaz bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Bu tıkanmanın tek tek verilerini açmak, hem seviye hem de ciddi bir araştırma gerektirir; fazlaca iddia sahibi olmadan, değişik boyutları ortaya koyalım.
     "Sosyalist Sistemin" kendi iç tıkanmaları ve kutuplaşmaları, bir yandan uygun doğru politikalar sunamamayı, diğer yandan da kapitalizme karşı alternatif olmanın canlılığını gösterememeyi gündeme getirmiştir. "Sosyalist Sistemdeki" tıkanma, konjonktürde, kapitalizmin yüzyıllara dayanan düzeninin sayesinde, önümüze aleyhte bir tablo çizmektedir. Dogma yorumlar, şematizm, bürokratizm, revizyonizm vb. Marksizmin düşmanı olan eğilimler, bugünkü tıkanmanın ana nedenleridir. Birbirlerinden FARKLI POLİTİKALAR SERGİLİYORMUŞ GİBİ GÖZÜKEN ülkelerdeki oportünizmin, revizyonizmin ortak noktası şudur: SOSYALİZMİ KİTLELERE MAL EDEMEMEK. ”...Dünya görüşümüz ve buna bağlı olarak politik tavrımız sürekli bir zenginleşme ve derinleşme içinde değilse, sorunları değişmez kavram ve formüllerle çözmeye çalışıyor isek, ya da kuşkuculuğu bir kenara bırakıp (...) 'mutlak doğrularımıza' sarılmış isek ortada tedavisi zor (ama mümkün) bir hastalık var demektir: Dogmatizm. Dogmatizm, dünyaya sürekli olarak bir borunun içinden (...) bakmaya benzer. Görebildiğimiz borunun ucundaki küçük alandır ve tüm dünyayı bu küçücük alandan ibaret sanırız. (Bunun tam tersi de amaçta ve inceleme yönteminde sürekli ve hızlı
revizyonlara girmektir. En az dogmatizm kadar tehlikeli bir hastalıktır.)” (Demokrat Arkadaş/A.Turgay Bengi-sayı 2) (v.y.a) Bu alıntı üzerine yorum yapmaya gerek yok sanırım.
     Türkiye Solu da bu gelişmelerden payını almıştır. Bu doğal etkilenmenin yanı sıra Türkiye sosyalist hareketinin çocukluk dönemini yaşaması da bu olumsuzluğa değişik bir boyut katmıştır. “...1960'ların sosyalist kuşağı, dünyadaki örgütlenmelerin biçimsel yönüne fazlasıyla takılıp kalmıştır. Olayların gelişim tarzı genel olarak biliniyordu, fakat bunların gerçekleşmesini sağlayan temel kitle örgütlenmeleri üzerine fazla kafa yorulmamıştı....Çok başarılı deneyler ortaya konuldu. Ne var ki faşistlerin iç savaş stratejisi ülke çapında can güvenliği için direnişi en yakıcı sorun olarak ortaya çıkarınca, tüm çabalara rağmen halk örgütlenmeleri bu durum çerçevesinde biraz tek yanlı gelişti.
     Diğer yandan herhangi bir şemaya göre kurulmuş çerçevelerin kişilerle doldurulmasıyla büyüyecek bir parti modeli yerine, halk gruplarının kendi dinamikleriyle oluşmuş örgütlenmelerin ve/veya hareketliliğin yönlendirici olarak gelişen bir parti modeli anlayışına geçiş gerçekten de kolay olmadı.” (M.Tanju Akad/ Türkiye Sorunları-sayı 2)
     60 yıllık pasifizm çemberini, 70-71 hareketi parçaladı, yol ayrımını koydu. (Diğer taşıdığı dinamikler bir yana) Yenilmesinin ardından gelen 74-75 toparlanma süreci içindeki hareketimiz, "şemaların içini doldurmayıp" kitlesel dinamiklere dayanabildi. Ancak hareketimizin, faşist saldırılara karşı oluşturduğu direnme hattının sınırlarını iradi olarak aşamayışı, tek yönlü gelişim, bir başka hastalığı kendi içinde taşıdı. Bu hastalık, "aşırı büyümenin" getirdiği sorunlardı. "Aşırı büyüme", saflara katılanların ideolojik ve teorik seviyelerinin düşük olmalarını ve çeşitli zaafları bünyeye taşımalarını beraberinde getirdi. Bu yüzden de, siyasi hareketimiz, kendi ideolojik, teorik ve politik çizgisini kadrolarına ve saflarına katılan insanlarına yeterince kavratamadı. Kendisine DY'cuyum diyen bütün insanlarını kucaklayan en geniş örgütlenmesi ile siyasi kadrolarının oluşturduğu siyasi örgütlenmesi arasındaki ayrım çizgisini koyamadı.
     80 dönemiyle birlikte darbelerin yenmesi ve "can ve mal güvenliği" talebinin egemenlerce kendi potalarına aktarılması neticesinde, geçmişte "aşırı büyüyen" hareketimizin eksiklikleri ve zaafları bir anda gündeme geliverdi. Bu dönemden sonra bütün toparlanma faaliyetleri, doğru bir çizgiye oturamadı; kitleden tecrit olmanın, politika üretememenin sancılarıyla bu güne kadar gelindi. Şimdi önümüzde YENİDEN TOPARLANMA görevi vardır. Bu dönemde hareketimiz çocukluk ve gençlik dönemlerini aşıp, olgunluk dönemine varacaktır ya da varmalıdır. Kuşkusuz bu toparlanma, YENİDEN İDEOLOJİK BİRLİĞİN SAĞLANMASIYLA olacaktır.
     Önümüzdeki bu dönem, bir yandan "Sosyalist sistemdeki" yaşanan olayların (Gorbaçov ve Glasnost, Afganistan, Polonya, Kamboçya vb.) ülkemiz soluna yansımasına karşı durmanın, diğer yandan da kendi içindeki sorunlarını çözmesinin önemini ortaya koymaktadır. Geçmişin eleştirisel bir değerlendirilmesi yapılmak zorundadır. Eğer bu yeni dönemde geçmişe, gelişmelere ve olaylara dogmatik ve şematik yaklaşırsak, o zaman affedilmez tarihi bir hata yapmış oluruz. "Geçmişin inkarcısı" suçlamasına muhatap olmamak için insanlar, yersiz bazı endişelerle hareket eder ve bunu bir ayak bağı düzeyinde algılarlarsa, o zaman, yeni dönemin özgül gelişmelerini irdelemeyi ve bu gelişmelere uygun doğru politikalar önermeyi de bir kenara itelemenin zeminini oluşturmuş olurlar.
     "Geçmişte her şey yazıldı-çizildi" demek, bugünün değerlendirilmesinin sağlıklı olabilmesinin önünde engeli, hemen oluşturduğumuz anlamına gelir. Oysa bilgi ne durağan ne de "mutlak doğrular" yığınıdır. Pratik de, tekdüze bir gelişim değildir. Üretken ve geliştiricidir. "Yazıldı-çizildi" denilenlerin saflarımızdaki kadrolarca nasıl yorumlara tabi tutulduğuna, nasıl değerlendirildiğine ve ne kadar çok büyük çeşitliliğin bulunduğuna defalarca, çeşitli zaman ve mekanlarda, tanık olunmuştur. İdeolojik birliğin parçalandığı ve çevreye dönüşen yapılanmalar biçiminde konumunu sürdüren hareketimizin içinde bulunduğu koşullar, bize, "yazıldı-çizildi" mantığının geçersizliğini gösteriyor. Bundan şu çıkmamalı; geçmişte yazılanlar yanlış mıydı? Hiç şüphesiz stratejiyi, o zamanın koşullarını ve görevleri ortaya koyan ideolojik-teorik yazılar doğruydu. Vurgulamak istediğimiz, bunların kavranmaması durumu, eksik ve tam açılamayan tahlillerin varlığıdır.
     Yeniden toparlanma sürecinde, var olan şemaların içini kişilerle doldurarak ya da kişisel yakınlık, taraf olma vb. yanlış ve zaaflı anlayışlarla başarıya ulaşılması olanaksızdır. Sağlıklı olmaz. Esasen yeniden toparlanmanın sağlıklı yaşanabilmesinin yolu ideolojik, teorik ve politik gelişmeden geçer. Bu süreci belirleyecek olan, elbette ki Türkiye sosyal pratiğidir. Ne var ki, gelişen sınıf mücadelesinin gerisinde kalmamak için, bir takım yapılanmaların acil olarak yaratılması yanlışlığına düşülmemelidir. Zorunluluklar ya da kendiliğinden gelişimlerin içinde kaybolmamak, iradi olarak sınıf mücadelesinde yer almak ve onu yönlendirmek için devrimci bir bakış açısı ve ideolojik birlik, kesinlikle ön şarttır. Bir yandan dönemin değişikliklerinin ve dinamik güçlerinin saptanması, diğer yandan da, uygun araçların yaratılması ve devrimci bir programın oluşturulması gerekir. Bu süreçte, istenmemesine rağmen, farklı anlayışların ortaya çıkması kaçınılmazdır ama, önemli olan bu farklılaşmanın sağlıklı bir süreç yaşanarak gözlenmesidir. Elbette ki bütün bunların platformu, sınıf mücadelesi arenasıdır. Ancak biz içeride olanlar da, üzerimize düşeni yapmak durumundayız; işte eğitim çalışmaları, tam bu noktada da önem kazanıyor.
     “...80'li yıllar Türkiye'de gericiliğin güçlendiği yıllar oldu. Bu dönemde sol, siyasi dengeler içindeki ağırlığını büyük ölçüde yitirdi. Bugün ise yeniden bir güç olma mücadelesini veriyor. Ancak görünen odur ki, sol hareket, politika üretme noktasında ciddi bir tıkanıklık içindedir. Bu tıkanıklık ancak sağlıklı bir tartışma platformunun oluşturulmasıyla aşılabilir. Tartışmanın, hatta düşünmenin asgari koşulu ise 'bilmektir'. Bilmek bize mutlak doğrular gibi sunulan 'tespitleri' dua ezberlercesine öğrenmek değildir. Bilmek, soru sormakla başlar. Kuşku duymayanlar, soru sormayanlar öğrenemez. Ayrıca altını çizerek belirtmek gerekir ki, öğrenmek hayatın dışına çıkarak gerçekleşemez. Mücadele pratiğinin zenginliği, deneyimleri olmadan öğrenmek eksik öğrenmektir. Bu şekilde hayatın ihtiyaçlarına cevap vermek de mümkün olmayacaktır. "Kafalar karışabilir" mi? Evet karışabilir. AMA KAFALAR DONUP KALIRSA DURUM DAHA DA VAHİMDİR. Öyleyse bırakalım kafalar biraz karışsın ki yani bir açıklığa, berraklığa yol alma çabası ortaya çıksın.” (A.Turgay Bengi/ Demokrat Arkadaş, sayı 2) (a.b.ç.)
     Şimdi yazımızı toparlayalım:
     1- Dünya "Sosyalist sitemi" tıkanmış, asıl olarak sapmalar egemen olmuş ve çok yönlü kutuplaşmıştır. Türkiye solu da bu durumdan etkilenmiş ve etkilenmeye devam etmektedir.
     2- 1980 12 Eylül sonrası süreçte sol, ülkemizde darbe yemesiyle gerilemiş, yeniden toparlanma sürecinde politika üretmede tıkanmış ve yeniden güç olmaya çalışmanın görevlerini üstlenmiştir.
     3- Bizler, yıllardır sosyal pratikten kopuk olmamızın ve eğitim ortamına sahip olamamamızın dezavantajlarını yaşadık.
     4-Yaşamımızın örgütlenmesi (üretken, katılımcı, aktif, ayıklayıcı vb.) gibi gerekli bir sosyal pratik sorunumuz var. Ayrıca derdimiz de var; eski köhnemiş toplumu değiştirme konusunda.
     5- Saflarımızda her türden eksik ve zaaflar var. Anlayışlardan teorik donatıma, kişiliklerden toplum ilişkilerine kadar...
     Eğitimin gerekli olmasının diğer önemli nedenleri de, geçmişten kalan ve halen devam eden eksik anlayış ve davranış bozukluklarıdır. Tek tek kişilerin özelinde var olan çeşitli eksikliklerin belli ölçülerde kendilerini aşmanın zeminini bulmaları gerekir. Bu zemin bir yandan yaşamsal pratikten, diğer yandan da eğitimle sağlanacak gelişmelerden mütevellit olacaktır. Bir çok davranışı ve anlayışı, salt sınıf çatışmalarının ürünleri olarak açıklamak hatasına, genel olarak düşülmektedir. Oysa kişilik, sınıf çatışmalarının dışındaki gelişmelerden, olaylardan da etkilenir. Değişmesi, çok zordur da. Belli çevrelerin içinde olmak, belli değerlerin olduğu kurallar diziliminin karşısında olmak, kişiliğin değişmesini ifade etmez. Aksine, insanların kendilerinde bulunan özellikleri açıklamayıp, onları bastırması ve gizlemesiyle değişmiş görünür. Elbette ki, bu kişiliğin bu faktörlerden etkilenmeyeceği ya da değişmeyeceği anlamına gelmez. Değişir; bunu da sağlayacak olan, kuşkusuz, kişinin kendi çabaları, bilinçlenmesi ve çevredir.
     Kısa olarak özetlemeye çalıştığımız bütün bu faktörler gelip bilgilenmeye dayanıyor.        Bilgilenmenin yolu ise, yaşamımızı örgütlendirmekten ve ideolojik-teorik çalışmadan geçiyor. İlk başlarda aksasa ve çeşitli sorunlar çıksa da eğitimin yapılabileceği koşulları hep birlikte yaratma ve üretme çabasına girmeliyiz. En kötü eğitim aracı bile, eğitimsizlik ortamından çıkışı ifade eder...
     25-12-1987/Aydın”
     29.06.2020/Datça
     Mehmet Erdal










Hiç yorum yok :

Yorum Gönder