21 Haziran 2020 Pazar

2020.06.22.CEZAEVİ YAZILARI-8: İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR

  3 yorum

     CEZAEVİ YAZILARI-8: İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR (2)
     Birinci bölümünü geçen hafta yayınladığım 'İdeolojik-teorik çalışma gereklidir, zorunludur ve mümkündür' başlıklı yazımın 2. ve 3. bölümlerini bu hafta yayınlıyorum; elbette, yine, bazı imla düzeltmeleri dışında, orijinal haliyle.
                                                                            (2)
     “12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye gerçeği ve bu gerçeklikte ideolojik, teorik ve politik eğitim açısından ne yapılması gerektiği, Dimitrov'dan 1. bölümde yaptığımız alıntıda yıllar önce açıkça belirtildiği gibi belli idi. Ancak hızla yaygınlaşan ve silahlı-kitlevi biçimler alan devrimci sınıf mücadelesinin yükseltilerek yürütülüp-yönlendirilmesi çalışmaları içinde çok sayıda kadro kaybına uğranıldığı; artan görevleri yerine getirme ve her yere yetişme uğraşı içindeki kadroların ideolojik, teorik, politik, pratik ve çok yönlü eğitiminin olması gerektiği gibi iradi olarak, her kadroda “...kişiliğini geliştiren, varlığını yalnızca dar çerçevesinde değil, dünyanın sonsuz zenginliklerinde bulan, bu anlamda ideolojik istimi sonradan gelen kişisel ayrımların üzerine çıkan, bağımsız olarak faydalı işler yapabilen, düşünce üretebilen ve söyleyen, ayrılık kadar mutabakata inanan...” (M.Tanju Akad- Türkiye Sorunları 2) tek başına kaldığında yaşayabilen, karar verebilen, emekçi kitleleri örgütlemeye, bulunduğu yerde devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirmeye ve geliştirmeye devam edebilen vb. özelliklere sahip bir iç dinamizm yaratmayı başaracak şekilde, yukarıdan aşağıya, sistemli ve kapsamlı bir biçimde yapılamadığı açıktır. Bunun sonucu, kadroların ideolojik, teorik ve politik, örgütlenme, devrim ve çalışma tarzı anlayışı vb. yönlerden bilinç seviyelerinin ve bakış açılarının olması gerektiği gibi olamadığı biliniyor. Yazılı materyalleri okuyamamış, kavrayamamış, özümseyememiş vb. durumda ama aktif eylemlerde yer almış insanlarımızın olduğu biliniyor. M.Tanju Akad'ın şu sözleri ve tespiti, bu konuyu büyük ölçüde ortaya koyuyor: “...Ne var ki, 1975-80 döneminin ilan edilmemiş iç savaş ortamında insanları yetiştirmeye gereken önemin verilmediği görülüyordu. İnsanlar deliler gibi oradan oraya koşturuyorlar, somut durumların yarattığı binlerce gelişmenin karşılanması gerekliliği, aslen çok yetersiz kişileri, iyilerle birlikte öne fırlatıyordu. Sosyalist hareket alabildiğine yayılıyor, yayıldıkça kültür ortalaması düşüyordu. Bu hareketin yaygınlaşması açısından olumlu bir gelişme olmakla birlikte insanların yeni bir kültürle yoğrulması elzemdi. Halbuki, eğitim işleri sıradan bir can sıkıcılık olarak görülüyor, adeta sosyalistlerin sırf kendilerini öyle tanımlamalarıyla bazı vasıfları kazanmış olacakları var sayılıyordu. Hoş, sosyalistlerin çoğu da kendilerini öyle görüyorlardı ya, neyse!...Kültür ve eğitim ortalamasının düşmesi, nitelik, kavrayış ve yeni durumlara uyum zayıflığını da beraberinde getirdiğinden, sosyalist hareketi yaralıyor, kitle bağlarını baltalıyordu. Faşist saldırılar çoğu kez kitle ile kestirme yoldan bir bağ kurulmasını sağlıyordu. Ancak ilişki ağırlıkla can ve mal güvenliği sağlama temeli üzerinde gelişince-ki bu en önemli ve acil sorundu- bunun ortadan kalkmasıyla birden zayıflayıveriyordu.    Aslında sorunun çok yönlülüğü bilinmiyor da değildi ama kitle çalışması bazında nasıl çözüleceği konusunda niteliksiz sosyalistler kitleyi yabancılaştıracak son derece kritik acemilikler yapıyordu. İyi niyet hiç bir zaman acemiliği affettirmez. Bir yandan faşist saldırılar dışındaki somut sorunlar konusunda daha fazla somut program götürülmeli, bu arada kitle çalışmasının nasıl yapılacağı da başlı başına bir eğitim konusu olmalıydı. Bu, oturup kalkmaktan saygılı ilişki kurmaya, konulara hakim olmaktan ekonomik-demokratik sorunlara önderlik etme yollarına ve hukuk sistemine az çok vakıf olmaya kadar uzanan konular içeren bir eğitimdir. Ama genelde oldukça sallapati yapıldığı veya hiç yapılmadığı bilinmektedir.” (Türkiye Sorunları 2)
     Nedenleri ile birlikte daha ayrıntılı olarak üzerinde durulması gereken bu çok önemli eksiklik, 12 Eylül sonrası koşullarda, özellikle merkezi yapının dağıtıldığı, insanların bölgelerinde yapayalnız kaldığı, hiç bir yerle bağ kuramadığı, haber alamadığı ve ne yapacağını bilemez olduğu ilk anlardan itibaren bocalama, bölgesini terk etme, atıl kalma, teslim olma, örgütlülük dışında kendi başının çaresine bakma, 'kurtuluşu' yurt dışında bulma vb. türden her biri olumsuz gelişmelerde önemli bir paya sahiptir. Bu insanlar o koşullarda, devrimci sınıf mücadelesini yükselterek yürütüp-yönlendirecek politikalar üretememiş ve hayata geçirememişlerdir.
     Bu insanlardan cezaevlerine düşenlerin büyük bir kısmı ilk anlarda bocalamış, atıl kalmış, var olan duruma müdahale edip cezaevinde ve mahkemelerde yapılması gerekeni saptayıp hayata geçirilmesine yönelik gerekli çabayı gösterememişlerdir. Eski alışkanlığın devamı olarak bir 'bekleme' tavrı gözlenmiştir. Yapılması gerekenler 'iletilecek' ve bundan sonra bu insanlarımız da yapacaktı. Koşullar 'iletilmeyi' olanaksız kılınca, yapılacak bir şey yok demekti. Yani aynı insanların cezaevi öncesi ve cezaevindeki, bu anlamdaki davranışları arasında tam bir uyum söz konusudur.    Daha sonraki süreçte bu insanlardan direnme tavrını sürdürenler, direniş çizgisi temelinde yapılması gerekenlerin üretilip iletilmesinden sonra büyük bir kararlılık göstermiş, bunları hayata geçirmeye çalışmış ve var olması gereken saflarda yerlerini almaya devam etmişlerdir. Dahaki süreçte bu eksikliğin devam etmesinin ve giderilip aşılamamasının ne tür sonuçları olduğu, hiç şüphesiz, bu aynı süreci aynı veya farklı cezaevlerinde yaşayanlarca değerlendirilebilecektir.
     İnsanın içinde yaşadığı ve aynı zamanda değiştirmeye çalıştığı toplum, maddi ve toplumsal tüm özellikleriyle kişideki değişimin tamamlanmaması, eski kişiliğinden kalan ve yok etmeye çalıştığı kalıntıların yok olmaması ve gelişip palazlanması doğrultusunda 'besleyici' bir rol üstlenir. İlerlemeyi durdurma ve geriye dönüşü sağlama doğrultusunda zorlamada bulunur. Bu, çok doğaldır. İnsan, İÇİNDE YAŞANILAN VE DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN MEVCUT TOPLUMDAN GELEN BU KARŞI-DİRENİŞE YENİK DÜŞMEMEK İÇİN İNATÇI VE SİSTEMLİ BİR SAVAŞ YÜRÜTÜR, YÜRÜTMELİDİR.
     Cezaevleri, insanların eski kişiliklerinden kalan burjuva, küçük-burjuva, feodal vb. kalıntıların beslenip gelişebileceği ve cezaevi öncesi dönemde devrimci kişiliğini kazanma doğrultusunda atılan adımların ve alınan mesafenin yok olabileceği elverişli koşullara sahip 'ideal' yerlerdir. Karşı-devrim, 12 Eylül sonrası, cezaevlerinin bu olumsuz rolünü alabildiğine arttırıcı uygulamaları gündeme getirmiştir. 12 Eylül sonrası cezaevleri, karşı-devrimce beklenen ölçüde olmasa da, 12 Eylül öncesine kıyasla, kendisinden beklenen bu işlevi fazlasıyla yerine getirmiştir.”
                                                                            (3)
     “Cezaevlerine düşen ve direniş çizgisini hayata geçiren insanlar, dışarıda ve aktif mücadelede örgütlü olarak yer alsalar idi gösterdikleri gelişmeleri cezaevlerinde oldukları için gösteremedikleri gibi (ki bu doğaldır ve zamana, değişen koşullara ayak uyduramama anlamında bir gerilemedir), cezaevlerine düştüklerinde sahip oldukları bazı olumsuz özellikleri aşmaya çalışmışlar ve aşmışlar, ama öte yandan sahip oldukları pek çok özellikte, bilinçten değer yargılarına, günlük yaşantının örgütlenmesinden davranış biçimlerine kadar küçümsenmeyecek bir erozyon yaşamışlar, eski kişiliklerinden kalan kalıntılar cezaevlerinde edinilen yeni olumsuzluklarla beslenerek gelişip güçlenmiştir. Bugün, bu yönden, her insanın yapacağı bir irdelemenin sonucu, bu noktanın önemini ortaya koyacaktır.
     Yaşanılan cezaevlerinde, insanların bu olumsuz restorasyon sürecini adım adım şu veya bu noktaya kadar yaşamaları karşısında, o cezaevi özgülünde merkezi, kolektif ve sistemli olarak yapılması gerekenlerin ne ölçüde yapılabildiği, hiç şüphesiz tartışmaya değerdir.
     Yine bu olumsuz süreç içinde bu gidişin dışında kalmaya, kendisine ve bulunduğu yerde yakın çevresine yönelik olumlu ama özünde kendiliğindenci bireysel bir çaba içerisine girmeye çalışmış insanlar olmamış mıdır? Bu çaba içerisine girmeye çalışmış insanlardan bir kısmı da yaşadıkları çevreden etkilenip şu veya bu oranda benzer olumsuz özellikler göstermekten tam anlamıyla kurtulabilmişler midir?
     Genelde var olan ve devam ede gelen durumun adeta doğal karşılandığını ve giderek yadsınmaz normal bir hal aldığını söyleyebiliriz.
     Yapılması gereken, teorik olarak bu tür bir çözümleme yapıp ideolojik, teorik ve politik eğitimi, genel bir eğitim çalışması temelinde kişisel ve kolektif olarak sistemli bir biçimde yapmak, güncel yaşantıdaki olumsuz davranışların ve anlayışların üzerine gitmek, sağlıklı bir eleştiri-özeleştiri mekanizmasını çalıştırmaktı. Genel anlamda bunlar yapılamamıştır. Nedeni ve niçini ayrı bir tartışma konusu olmak kaydıyla mevzii ve bireysel düzeyde yapılanların genele egemen kılınmasının başarılamadığını söyleyebiliriz.
     Biraz daha açarsak:
     Cezaevlerine düşen insanların var olan direnme özünün yeniden geliştirilmesi ve o insanlardaki, içine girilen yeni dönemden kaynaklanan yılgınlık eğilimlerinin yok edilmesi gerekiyordu. Bu, somutta her türlü baskı, ezme, faşist terör, kişiliksizleştirme, zorunlu eğitim, yaşam koşullarının kötülüğüne karşı direnme çizgisinin hayata geçirilmesi ile mümkündü. Ama bu yetersizdi. Aynı zamanda, bu insanlarımızın, koşullar elverdiğince koşullara uygun ideolojik, teorik ve politik eğitiminin yapılması gerekiyordu. Bu ikisi birbirinden koparılamazdı. İkinciden kopuk birincisi, yalnız başına hayata geçirilmeye devam edilirse, süreç içerisinde, insanlarda, hayata geçirilen direnme çizgisine ayak uyduramama, bocalama ve dökülme görülebilirdi. Çünkü cezaevlerine düşen insanların pek çoğu pek çok olumsuz etkilenme altındaydı. Karşı-devrim bütün gücüyle çok yönlü bir saldırıyı gündeme getirmişti. Bu koşullarda bu olumsuz etkilenmeleri gidermek de ideolojik, teorik ve politik eğitimin görevidir.
     İnsanların yapacakları eylemin ve hayata geçirecekleri direniş çizgisinin anlamını ve önemini bilmeleri gereklidir. Devrimci niteliklerini ve kişiliklerini geliştirmeye çalışmalıdırlar. Bunlar onlara, yapılacak eylemlerin ve hayata geçirilecek direniş çizgisinin nedenini ve sorumluluğunu anlatmakla sınırlı bir şey değildir. Bu gerekli ama yeterli değildir. Bir insan bir eylemi, bir çizgiyi doğru bulabilir, ama o eylemi, çizgiyi hayata geçirecek gücü kendinde görmeyebilir. Bu güç bilince bağlı inançtır, kararlılıktır, istektir vb. Yapılması gereken, insanlarda bu gücü yaratmaktır. İçinde yaşanılan dönem, bunu her zamankinden daha çok zorunlu kılan bir dönemdi. Dahası dışarıya çıkacak insanların yeniden mücadeleye devam edecek bilince, isteğe, inanca ve kararlılığa sahip olmaları gereklidir.    Tüm bunlar ise koşullara uygun ve gerekenlerin-gereksinimlerin tespiti temelinde yürütülecek çok yönlü bir eğitimin görevidir.
     Halbuki, genelde kendiliğindencilik aşılamamıştır.
     Burada, bir yönüyle "kendiliğindencilik" ile "kendiliğinden harekete geçme yeteneğine" sahip olma durumu birbirine karıştırılmıştır, denilebilir. Kendiliğindencilik, her şeyin kendi haline bırakılmasını, bu anlamda bir insanın kendi başının çaresine bakmasını anlatıyor. Kendiliğindencilik, iradi müdahaleyi ve örgütlü-kolektif bir çabanın sorumluluğunu dışlıyor. Halbuki ikincisi, olması gereken bir bilincin kazanılmış olması halini anlatıyor. Makarenko, "kendiliğinden harekete geçme yetisi" konusunda şöyle diyor: "... Kendiliğinden harekete geçme yetisi, gerçekleştirilecek bir iş ve bu işi yapma zorunluluğu, topluluğun gereksinimlerini karşılama, toplu bir yaşantı oluşturma sorumluluğu duyulduğu zaman edinilebilir ancak." (Yaşam Yolu, cilt 2)
     Bu ise eğitim ile kazanılabilecektir.
     12 Eylül sonrası koşullarda, cezaevlerindeki yoğun baskının, faşist terörün istikrarlı bir yaşantının oluşturulmasının ve cezaevlerinin, ideolojik-teorik çalışma yapılacak materyallere kapalı olmasının, eğitim çalışmalarının yapılmamasında en büyük engel olduğu savı genellikle ileri sürüle gelmiştir.
     İşin gerçeğine bakılırsa, ileri sürülen bu savların, bir noktadan sonra haklılığı tartışma götürürdü.    Yani bunlar, istenirse aşılabilecek şeylerdi.
     Bugün bu savların hiçbiri ileri sürülememektedir.
     Bugün başka savlar ileri sürmek mümkündür.
     Ama bugün ileri sürülebilecek her savın hiçbirinin tartışılabilirliliği bile söz konusu değildir.
     Bugün, ideolojik-teorik çalışma yapmak her yönden mümkündür.
     İdeolojik-teorik çalışma, zorunlu bir olay olarak görülüp, olması gereken içerik, biçim ve hak ettiği önemde hayata geçirilmelidir.
     Bugün insanlar, dünden beri devam edegelen eksikliklerini gidermek, birikiminin ve yeteneklerinin elverdiği ölçüde ilgi duyduğu alanlarda ve en genelinde Maksist-Leninist teoride bilgisini derinleştirmek zorundadır.
     Bu yapılamaz değildir. Bu yapılabilir ve olanağı var olan bir şeydir.
     İdeolojik-teorik çalışma, bireysel ve kolektif çalışma bütünselliği ile iki biçimde olacaktır. Bu, iradi bir yönlendirmeyi, geneli içeren kolektif bir katılımı, yaşamın örgütlenmesini ve kişisel istek duymayı ve çabayı gerektirmektedir.
     Ne tek başına kişisel çalışma, ne tek başına kolektif çalışma ve ne de özel-genel yaşamın örgütlenmesinin dışında yürütülecek kişisel-kolektif çalışma yeterlidir. Yapılması gereken tüm unsurlarının bir arada bulunduğu olması gereken ideolojik-teorik bir çalışmadır. Bu ise bizlere bağlıdır.
     Xxxxx 18.10.1987”

     22.06.2020/DATÇA
     Mehmet Erdal






3 yorum :

  1. Hepsini okuyabileceğiniz bir adres varmıdır??

    YanıtlaSil
  2. Emegıne saglık kolay iş değil saatlerce ugraştın

    YanıtlaSil
  3. Emegıne saglık saatlerce emek verdın kolay değil umarım okuyanlar ornek alır

    YanıtlaSil