14 Haziran 2020 Pazar

2020.06.15.CEZAEVİ YAZILARI-7 İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR 1

  Hiç yorum yok

     CEZAEVİ YAZILARI-7 İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR (1)
     Yaşanılan ve şimdi bu yazılarda anlatılan olayların üzerinden çok uzun yıllar geçti; ayrıntılara dair bazı net anımsamamaların olması çok doğal; nitekim, o günleri birlikte yaşadığımız ve bellekleri bana göre daha iyi konumda olan bazı arkadaşlarım, yazılarımda bazı ayrıntılara dair daha farklı bilgiler iletiyorlar ki sanırım haklıdırlar. Bu arkadaşlarıma, ayrıntılara dair de olsa bu bilgileri yazmalarını ve yazılarımın altına not olarak düşmelerini ya da bu döneme dair bildiklerini ve yaşadıklarını yazmalarını öneriyorum; umarım, bu katkıları yaparlar ve gelecekte bu yazılarda bahse konu edilen olayları inceleme konusu yapabilecek araştırmacılara çok daha kapsamlı ve ayrıntılı gayrı resmi bilgiler bırakmış oluruz. (1)
     ***
     1987 yılında Aydın E Tipi Özel kapalı Cezaevinde DY'cu tutsaklar olarak çıkardığımız "SESİMİZ" adlı duvar gazetesinde çıkan ilk yazılarım "ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ÜZERİNE" ve "İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR" başlıklı üç bölüm halinde yazdığım ama muhtemelen ya Kemal'in önerisi ile ya da o sayıda üç bölümü de yayınlamanın olanaklı olduğunun görülmesi üzerine üç bölümü birden yayınlanan yazımdır.
     Aynı tarihte yayınlanan ilk yazı ile üç bölüm halinde yazılan ama hepsi aynı gün yayınlanan yazımın ilk bölümünü (aksi halde çok uzun olacak ve okuyucunun sabrını çok zorlamış olacaktım) birlikte paylaşıyorum; yine, bazı imla düzeltmelerinin dışında, asıllarına dokunmadan.

     “ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ÜZERİNE
     “...Kuşkusuz, sunuş yönteminin, biçim yönünden, araştırma yönteminden farklı olması gerekir. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ, İŞLENECEK MALZEMEYİ AYRINTILARIYLA ELE ALMALI, ONUN GELİŞMESİNİN FARKLI BİÇİMLERİNİ TAHLİL ETMELİ, İÇ BAĞLANTILARIN ESASINI BULMALIDIR. Ancak, bu yapıldıktan sonra, gerçek hareket yeterince anlatılabilir. Eğer bu başarıyla yapılırsa, eğer ele alınan konunun yaşamı tıpkı bir aynada olduğu gibi ideal bir biçimde yansıtılırsa, karşımızda salt a priori (önsel) bir yapı varmış gibi gelebilir.” (Kapital 1- Almanca 2.baskıya önsöz)(a.b.ç.)
     “SOYUTLAMA, İNCELENEN İLİŞKİLERİN GERÇEK DÜNYASINDAN, BU İLİŞKİLER İÇİNDEKİ BELİRLİ BİR UNSURU, BELİRLİ BİR İLİŞKİYİ, KENDİ TARİHİ ÖZELLİKLERİ VE KENDİ KANUNLARI OLAN BÖYLESİNE BİR İLİŞKİLER BİLEŞİMİNİN İNCELEMEK İÇİN BİR BAŞLANGIÇ NOKTASI OLARAK AYIRMAK DEMEKTİR. Bir mantıki kategori, özgül bir araştırma aracı olan soyutlamanın aynı zamanda gerçekliğin mahiyetini ve bilme eylemini de ifade etmesinin ve gerçek olguların, bilimsel kavramların tanımlanmasında benzer bir şekilde kullanılmasının nedeni budur. Soyutlamalar ya daha geneldirler ve daha az içerikleri vardır, genel olarak sınıf gibi; ya da daha özgüldürler ve daha çok içeriğe sahiptirler, sınıflar, sınıfların varlığının ekonomik temeli vb. gibi. Marks'a göre genel olarak üretim anlamlı bir soyutlamadır. Çünkü bu, üretim için her dönemde ortak olan şeyleri bir araya getirir ve belirli bir dönemdeki somut üretimi incelerken, tekrar başa dönmenin gerekliliğini gözle görülür bir hale sokar.
     Marks, ARAŞTIRMA İÇİN EN VERİMLİ YOLUN YÜZEYDEN (verilen kavramdan hareket ederek en basit tanımlar elde edene kadar) OLGUNUN TA EN CAN ALICI YERİNE KADAR İNMEK OLDUĞUNU KABUL EDİYORDU. Araştırması ancak bundan sonradır ki 'ters yöne doğru' -analizden senteze, özgül soyutlamalardan ve tanımlardan ' bir çok belirlenmeleri ve ilişkileri içeren bir bütünlüğe' doğru- yol alabilir...
     En basit unsurlardan (emek, iş bölümü, talep, değişim değeri gibi) daha kompleks unsurlara (devlet, enternasyonal değişim, dünya pazarı vb.) tırmanmak, 'doğru bilimsel yöntem'dir. Fakat, 'bir çok tanımın sentezini' 'farklı yanların birliğini' gerektiren soyuttan somuta doğru ilerleme yöntemi de zihnin somutu algılaması ve idrak süreci içinde onu yeniden üretmesi için yalnızca bir araçtır. Bu, hiçbir şekilde içinde somutun kendisinin ortaya çıktığı bir süreç değildir. Kategoriler gerçekliği yansıtırlar, ama onu yaratmazlar.
     Girişte, idrak süreci içinde tarihi olan ile mantıki olan arasındaki ilişkinin metodolojik bakımdan özel bir ilgi çekmektedir. Marks ekonomik kategorilerin tarihi olarak tayin edici bir rol oynayacak bir duruma geldikleri evre içerisinde değil, çağdaş burjuva toplumu ile olan ilişkilerine bakılarak incelenmesi gerektiğini vurgulayarak mantıki metottan yana çıkar. Fakat bu, Marks'ın, olguları gerçek tarihi evrelerine uygun olarak yeniden üreten tarihi metodu reddettiği anlamına gelmez. Ekonomi Politik özünde tarihi bir bilimdir, çünkü toplumsal gelişmenin ekonomik kanunları ve üretim tarzlarının içinde iş gördükleri ve birbirlerini peş peşe izledikleri şartları inceler. Tarihi bakımdan daha az gelişmiş formların bilinebilmesi daha gelişmiş olanların incelenmesini gerektirir. 'İNSANIN ANATOMİSİ, MAYMUNUN ANATOMİSİNİN ANAHTARIDIR.' (1844 Ekonomik ve Felsefe El Yazmaları) Marks araştırmada, tarihi ve mantıki bir ve tek varlık olduklarını formüle ediyordu...” (Biyografi-shf.351/355) (a.b.ç.)
     xxxxx 18.10.1987"

     “İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR
(1)
     İnsanlarımızın, cezaevlerine düşmeden önceki dönemdeki mücadele yaşamlarına, hayatın çeşitli alanlarında, çeşitli biçimlerde ve hatta çeşitli nedenlerle katıldığı biliniyor. Bu çok doğaldır.
İnsanlar, toplumsal birer varlıktırlar. Yani devrimci mücadeledeki yaşamlarına yönelmeden önce, içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı maddi ve toplumsal koşullar tarafından kendilerinde şekillendirilmiş birer kişiliğe sahiptirler. İnsanı, içinde yaşadığı çevre, yani maddi ve toplumsal koşullar belirlediğine göre, bu çok doğaldır.
     “...İnsan toplum içinde var olur, o toplumun bir ürünüdür ve yalnızca soyut olarak toplumun değil, her an belirli bir toplum şeklinin ürünüdür...” (Biyografi, shf. 94/95)
     İçinde yaşadığımız maddi ve toplumsal koşullar, her insan açısından nitelik olarak aynı idi. En genelinde Kapitalist bir toplumda yaşanıyor. Hatta, içinde yaşanılan toplum, tam anlamıyla gelişmiş Kapitalist bir toplum bile değildir. Toplum, Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge bir ülkedir. Her şey çarpık geliştirilmiş ve şekillendirilmiştir. Her şeyin çarpıklaştırıldığı bu toplumda, insanlarda şekillendirilen kişilikler arasında görece farklı özellikler yok değildir. Bu görece farklılıklar kişisel özelliklerden, ama daha çok aileden, mahalleden, köyden, alınan eğitimden vb. kaynaklanıyor. Küçük burjuva, burjuva, feodal, lümpen vb. kişiliklere sahip insanlarda daha olumlu veya daha olumsuz (kıyaslama ile) yönler tespit etmek mümkündür. Bu yönler, yadsınamaz.
     İnsanların yeni yaşamlarına, yani devrimci mücadeledeki yaşamlarına yönelmesi, ne yalnızca kendilerinde var olan kişilikleri değiştirmeye ve yeni bir kişilik, devrimci bir kişilik edinmeye başlamalarıdır, ne de yalnızca içinde doğdukları, büyüdükleri ve yaşaya geldikleri maddi ve toplumsal koşulları yakın çevre ve en genelinde ülke çapında değiştirmeye ve yeni bir toplumsal sistem yaratmaya çalışmalarıdır. Söz konusu olan, her ikisidir. İnsanların kendilerini değiştirme süreci, toplumu değiştirme süreci ile çakışır.
     “...İdealist düşüncelerin aksine Marks, salt teorik eleştirinin gerçekliği değiştirmeye yetmediği üzerinde duruyordu: Aslolan pratik-eleştirisel ihtilalci faaliyette bulunmaktır: Aslolan yalnızca düşünceyi değil, varlığı da değiştirmektir. YALNIZCA İHTİLALCİ PRATİK SÜREÇ İÇİNDE İNSAN HEM KENDİNİ HEM DE ÇEVRESİNİ DEĞİŞTİRİR...” (Biyografi, shf. 94/95)
Savaşın dünkü, bugünkü ve yarınki aşamasında, bu iki yön birbirinden ayrı düşünülemez, düşünülmemelidir. Bu ikisi birbirini geliştirir veya aksi doğrultuda geriletir.
     Bu iki değişimin aynı anda tamamlanacağı, bunlardan birinin daha önce tamamlanmasının mümkün olamayacağı savı ileri sürülemez. Yani toplum Sosyalist olmadan, toplumu Sosyalist yapma uğraşı veren kişi Komünist olamaz, denemez. Kişinin kendindeki değişim ve bunun sonucu yeni devrimci kişiliğe sahip oluş, o kişinin savunduğu düşünceleri, eylemleri ve bir bütün olarak çok yönlü yaşantısı ile belli olur. Kişideki bu değişim, toplumun değişiminden önde gidebilir, devrimci mücadele sürecinde, toplumun değişimi tamamlanmadan tamamlanabilir.
     Kişideki bu değişim, tıpkı toplumun değişiminde olduğu gibi kolay olmaz. Kısa bir sürede başarılamaz. Bu değişim, biçimsel bir değişim de değildir. Elverişli koşullar söz konusu olduğunda, yeni kişiliği edinme sürecinde yavaşlama, yerinde sayma ve hatta olumsuz bir gerileme de gözlenebilir.
     İnsanın içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşaya geldiği maddi ve toplumsal koşullar tarafından şekillendirilmiş kişiliğini terk edip yeni bir kişilik edinmeye çalışması, yaygın olarak, İNSANIN PROLETERLEŞMESİ olarak algılanabilmektedir. İçeriği doğru olduktan sonra, bu adlandırmanın pek bir zararı yoktur. Ama bundan, insanın bir proleter gibi giyinmesi, sigara içmesi, konuşması, yaşaması, aynı mahallede ve aynı evlerde oturması, aynı filmlerden ve müzikten hoşlanması vb. anlaşılabilmektedir. Bu tür bir algılama, biçimsel bir yorumlamanın sonucudur. İçeriği göz ardı etmektir.
     “...Marks'ın bir sınıfın ideologları, basındaki ve siyasetteki sözcüleri ile sınıfın kendisi arasındaki ilişkiler hakkında söylediği oldukça önemli şeyler vardı. İdeologların mutlaka sözcülüğünü yaptıkları sınıfın bütün kitlesi ile aynı toplumsal statüye sahip olması ve aynı hayat tarzını sürdürmesi... gerektiği düşüncesinin bayağı (vulgar) bir düşünce olduğunu gösterdi. Bir siyasetçi ya da bir yazar belirli bir sınıfın sözcüsü, ideoloğu olur. Çünkü o teorik olarak o sınıfın bütün sıradan üyelerinin kendi acil maddi çıkarlarının ve kendi tecrübelerinin kendilerini yöneltmiş olduğu yargıların aynılarına varır ve aynı yükümlülükleri üstlenir...” (Biyografi, shf.272-277)
     Anlaşılması gereken, insanın Komünist olmasıdır. Böyle bir nitelik kazanmasıdır.
     İnsan, devrimci kişiliğini, Komünist niteliğini devrimci sınıf mücadelesi içinde kazanır. Devrimci sınıf mücadelesinin biçimini ise, içinde yaşanılan o toplumsal aşamadaki sınıflar çatışması belirler. Bu mücadeleden uzak bir değişim mümkün değildir ve savunulamaz. Çünkü değişimin denek taşı pratiktir. Değişimin "olmazsa olmaz" türünden ikinci parçası ise, iradi olarak yapılan eğitimdir.
     Eğitim, çok yönlü bir olaydır. İdeolojik, teorik, politik ve pratik boyutu vardır. İnsanın duygu, düşünce, eylemleri, tavırları vb. ile eğitilmesini içerir. Bunlardan bazılarını yerine getirip bazılarını yerine getirmemek, eğitim olayının tam anlamıyla yapılmaması demektir.
     Eğitim, hem kişinin istemi ve kişisel çabasıyla, hem de içinde yer aldığı örgütlülük tarafından kolektif bir çaba ile yapılır. İkisinden biri tek başına yeterli değildir. Sonuç alıcı değildir. İkisi birlikte var olmalı, birbirlerini geliştirmeli ve tamamlamalıdır. Her insan kendi geçmişini bu açıdan değerlendirebilir ve burada ortaya konulduğu üzere bir eğitimden geçip geçmediğini irdeleyebilir.
     Her insan, devrimci sınıf mücadelesinde, örgütlü olarak uzun veya çok kısa bir dönem yer almış olabilir. Bu yaşa, ilgiye, devrimcilerin çalışmasına, olayların gelişmesine, devrimci sınıf mücadelesinin bulunulan yakın çevreyi kucaklamasına vb. bağlıdır. Özellikle emekçi halkımızın faşistlere karşı mücadelesinin yükseltilmesinde ve örgütlenmesinde hızlı bir gelişmenin gözlendiği bölgelerde toplu veya kendiliğindenci eylemlerde yer almış ve tutuklanmış bazı insanlarımızın mücadele çizgisi çok kısadır. Bu çok doğal ve yadsınmaması gereken bir olgudur. Eylemin biçimi ve boyutu ne olursa olsun, toplu eylemler özünde kitle eylemleridir. Kendiliğindenci eylemler ise, irade dışı olan eylemlerdir.
     Kendiliğindenci eylemler, var olan örgütlenmede ve halkımızın mücadelesini yönlendirme çalışmalarında bir eksikliği, ama aynı zamanda halkımızdaki canlılığı, harekete geçmeye hazır, yer yer şu veya bu yerde ve zamanda, şu veya bu biçimde harekete geçen potansiyeli anlatır. Yapılması gereken, bu tür bölgelerde tüm halkı -kadın, erkek, yaşlı, genç- yediden yetmişe örgütlemek ve doğru bir çizgide doğru bir hedefe yönlendirmek olmalıdır. Devrimci iradeyi, önderliği ve örgütlülüğü orada egemen kılmak olmalıdır. 12 Eylül öncesi dönemde yürütülen devrimci sınıf mücadelesinde, bu olması gerektiği biçim ve boyutta başarılamamıştır. Hiç şüphesiz, bunun nedenleri ve yol açtığı sonuçlar çok yönlü irdelenmeye değerdir.
     Devrimci hareketimizin ideolojik, teorik ve politik yönden; devrim, örgütlenme ve çalışma tarzı anlayışı yönünden diğer siyasi hareketlerden, partilerden ve gruplardan farklı olduğu; devrimci sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirme temelinde üretildiği ve mücadele içinde hayata geçirilmeye çalışılarak doğrulandığı; insanların teorik, ideolojik ve politik olarak yetkin olmaya çalıştıkları biliniyor. Yapılması gereken, bu insanların iradi olarak yaygın, sistemli, sürekli ve çok yönlü bir eğitime tabi tutulması ve bunun her koşulda sürdürülmesi idi. Dimitrof'un şu sözleri, sanki 12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye gerçeğini ve bu gerçeklikte ne yapılması gerektiğini anlatır:
     “...Bir yandan en değerli kadrolarımızı kavga içinde kaybederken, diğer yandan kadro meselesini önemsemeyen bir tutuma girmek asla hoş görülemez. BİZLER BİR BİLGİÇLER DERNEĞİNİN DEĞİL, HER ZAMAN ATEŞ HATTINDA OLAN BİR HAREKETİN İNSANLARIYIZ. EN DİNAMİK, EN CESUR VE EN BİLİNÇLİ UNSURLARIMIZ EN ÖN SAFLARDA YER ALMAKTADIRLAR. DÜŞMAN ÖNCELİKLE FAŞİST ÜLKELERDE, İLK ÖNCE BU ÖN SAFTAKİ ADAMLARIN PEŞİNE DÜŞMEKTE, ÖLDÜRMEKTE, HAPSE VE TOPLAMA KAMPLARINA ALMAKTA, AKIL ALMAZ İŞKENCELER YAPMAKTADIR. BU DURUM SAFLARIMIZI DURMADAN YENİLEMEMİZİ, BİR YANDAN ESKİ KADROLARI ELDE TUTMAYA ÇALIŞIRKEN DİĞER YANDAN DA YENİ KADROLAR YETİŞTİRMEMİZİN VE EĞİTMEMİZİN GEREKLİLİĞİNİ AÇIKÇA ORTAYA KOYMAKTADIR.
     Kitle Birleşik cephesi hareketinin bizim etkimiz altında büyük bir güç kazanması ve ortaya binlerce yeni işçi sınıfı militanı çıkartması, kadroların hızla eğitilmesi için ayrı bir sebep ve zorunluluk olmaktadır. Bunun da ötesinde, yalnız genç unsurlar ve işçiler değil, daha önce politik bir harekete karışmadığı halde saflarımıza katılan kişiler de devrimci bir nitelik kazanmaktadırlar. Sosyal Demokrat partinin eski üyeleri ve militanları büyük gruplar halinde bizden tarafa geçmektedirler. Teorik eğitimden yoksun olan bu yeni kadrolar eylemlerinde kendi kendilerine çözmek zorunda kaldıkları önemli meselelerle karşılaşmaktadırlar. Bu da kendilerine, özellikle yasal olmayan Komünist Partilerinde, özel bir çaba harcanmasını gerektirmektedir.” (F.K.B.C. Shf.145) (a.b.ç.) (Devam edecek)
     *****18.10.1987"
      (1)Oğuzhan (Müftüoğlu) abinin 'Bitmeyen Yolculuk' kitabından, hatta daha öncesinden, Orhan Savaşçı'nın 'Cepheden Anılar'ından Erdinç Obuz'un 'Yüreğim Sol'madan'ına ve en son çıkan Hüseyin Yavuz'un 'Eylül'le Büyümek' kitabına kadar (okuyabildiğim ya da okuyamadığım) bütün anı (kişisel tarih) kitaplarını çok değerli buluyorum ve bu tür yazılı (ve sözlü) anlatımları, yakın geçmişi yaşamış her bir arkadaşın tartışılamaz hakkı olarak görüyorum; bu konudaki düşüncelerimi, daha önce bir vesile ile yazdığım bir yazıda çok net olarak ortaya koymuş ve paylaşmıştım.(Bknz: 2018.11.04. Yol'da yaşananlar çerçevesinde yazılan kitaplar üzerine/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )
     Ancak, yeri gelmişken not olarak düşmek istiyorum; bence, bugünkü duruşu ne olursa olsun, yakın tarihi yaşamış bizlerin (kendi geçmişine yönelik olarak bir pişmanlık içerisinde "yaşayanlar" ve külliyen reddi miras yapanlar hariç), bu "kişisel tarih yazım" sürecinin yanı sıra ya da daha doğrusu, bu süreci geride bırakma/aşma iradesini göstererek; farklı düzlemlerde ve ortaklaşa, bu dönemi, yani bizim bir biçimde içinde yaşadığımız ve öznesi olmaya çalıştığımız yakın tarihi merak eden ve inceleme konusu yapmak isteyen genç araştırmacılar ile birlikte yazılması sürecine evrilmesi gerektiğini ve bunun da zamanının geldiğini düşünüyorum.
     15.06.2020/Datça
     Mehmet Erdal

                   







Hiç yorum yok :

Yorum Gönder