2020.06.15.CEZAEVİ YAZILARI-7 İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR 1
CEZAEVİ YAZILARI-7 İDEOLOJİK-TEORİK
ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR (1)
Yaşanılan ve şimdi bu yazılarda
anlatılan olayların üzerinden çok uzun yıllar geçti;
ayrıntılara dair bazı net anımsamamaların olması çok doğal;
nitekim, o günleri birlikte yaşadığımız ve bellekleri bana göre
daha iyi konumda olan bazı arkadaşlarım, yazılarımda bazı
ayrıntılara dair daha farklı bilgiler iletiyorlar ki sanırım
haklıdırlar. Bu arkadaşlarıma, ayrıntılara dair de olsa bu
bilgileri yazmalarını ve yazılarımın altına not olarak
düşmelerini ya da bu döneme dair bildiklerini ve yaşadıklarını
yazmalarını öneriyorum; umarım, bu katkıları yaparlar ve
gelecekte bu yazılarda bahse konu edilen olayları inceleme konusu
yapabilecek araştırmacılara çok daha kapsamlı ve ayrıntılı
gayrı resmi bilgiler bırakmış oluruz. (1)
***
1987 yılında Aydın E Tipi Özel
kapalı Cezaevinde DY'cu tutsaklar olarak çıkardığımız "SESİMİZ" adlı duvar gazetesinde çıkan ilk yazılarım "ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ÜZERİNE" ve "İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA
GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR" başlıklı üç bölüm
halinde yazdığım ama muhtemelen ya Kemal'in önerisi ile ya da o
sayıda üç bölümü de yayınlamanın olanaklı olduğunun
görülmesi üzerine üç bölümü birden yayınlanan yazımdır.
Aynı tarihte yayınlanan ilk yazı
ile üç bölüm halinde yazılan ama hepsi aynı gün yayınlanan
yazımın ilk bölümünü (aksi halde çok uzun olacak ve okuyucunun
sabrını çok zorlamış olacaktım) birlikte paylaşıyorum; yine,
bazı imla düzeltmelerinin dışında, asıllarına dokunmadan.
“ARAŞTIRMA YÖNTEMİ ÜZERİNE
“...Kuşkusuz, sunuş
yönteminin, biçim yönünden, araştırma yönteminden farklı
olması gerekir. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ, İŞLENECEK MALZEMEYİ
AYRINTILARIYLA ELE ALMALI, ONUN GELİŞMESİNİN FARKLI BİÇİMLERİNİ
TAHLİL ETMELİ, İÇ BAĞLANTILARIN ESASINI BULMALIDIR. Ancak, bu
yapıldıktan sonra, gerçek hareket yeterince anlatılabilir. Eğer
bu başarıyla yapılırsa, eğer ele alınan konunun yaşamı tıpkı
bir aynada olduğu gibi ideal bir biçimde yansıtılırsa,
karşımızda salt a priori (önsel) bir yapı varmış gibi
gelebilir.” (Kapital 1- Almanca 2.baskıya önsöz)(a.b.ç.)
“SOYUTLAMA, İNCELENEN
İLİŞKİLERİN GERÇEK DÜNYASINDAN, BU İLİŞKİLER İÇİNDEKİ
BELİRLİ BİR UNSURU, BELİRLİ BİR İLİŞKİYİ, KENDİ TARİHİ
ÖZELLİKLERİ VE KENDİ KANUNLARI OLAN BÖYLESİNE BİR İLİŞKİLER
BİLEŞİMİNİN İNCELEMEK İÇİN BİR BAŞLANGIÇ NOKTASI OLARAK
AYIRMAK DEMEKTİR. Bir mantıki kategori, özgül bir araştırma
aracı olan soyutlamanın aynı zamanda gerçekliğin mahiyetini ve
bilme eylemini de ifade etmesinin ve gerçek olguların, bilimsel
kavramların tanımlanmasında benzer bir şekilde kullanılmasının
nedeni budur. Soyutlamalar ya daha geneldirler ve daha az içerikleri
vardır, genel olarak sınıf gibi; ya da daha özgüldürler ve daha
çok içeriğe sahiptirler, sınıflar, sınıfların varlığının
ekonomik temeli vb. gibi. Marks'a göre genel olarak üretim anlamlı
bir soyutlamadır. Çünkü bu, üretim için her dönemde ortak olan
şeyleri bir araya getirir ve belirli bir dönemdeki somut üretimi
incelerken, tekrar başa dönmenin gerekliliğini gözle görülür
bir hale sokar.
Marks, ARAŞTIRMA İÇİN EN
VERİMLİ YOLUN YÜZEYDEN (verilen kavramdan hareket ederek en basit
tanımlar elde edene kadar) OLGUNUN TA EN CAN ALICI YERİNE KADAR
İNMEK OLDUĞUNU KABUL EDİYORDU. Araştırması ancak bundan
sonradır ki 'ters yöne doğru' -analizden senteze, özgül
soyutlamalardan ve tanımlardan ' bir çok belirlenmeleri ve
ilişkileri içeren bir bütünlüğe' doğru- yol alabilir...
En basit unsurlardan (emek, iş
bölümü, talep, değişim değeri gibi) daha kompleks unsurlara
(devlet, enternasyonal değişim, dünya pazarı vb.) tırmanmak,
'doğru bilimsel yöntem'dir. Fakat, 'bir çok tanımın sentezini'
'farklı yanların birliğini' gerektiren soyuttan somuta doğru
ilerleme yöntemi de zihnin somutu algılaması ve idrak süreci
içinde onu yeniden üretmesi için yalnızca bir araçtır. Bu,
hiçbir şekilde içinde somutun kendisinin ortaya çıktığı bir
süreç değildir. Kategoriler gerçekliği yansıtırlar, ama onu
yaratmazlar.
Girişte, idrak süreci içinde
tarihi olan ile mantıki olan arasındaki ilişkinin metodolojik
bakımdan özel bir ilgi çekmektedir. Marks ekonomik kategorilerin
tarihi olarak tayin edici bir rol oynayacak bir duruma geldikleri
evre içerisinde değil, çağdaş burjuva toplumu ile olan
ilişkilerine bakılarak incelenmesi gerektiğini vurgulayarak
mantıki metottan yana çıkar. Fakat bu, Marks'ın, olguları gerçek
tarihi evrelerine uygun olarak yeniden üreten tarihi metodu
reddettiği anlamına gelmez. Ekonomi Politik özünde tarihi bir
bilimdir, çünkü toplumsal gelişmenin ekonomik kanunları ve
üretim tarzlarının içinde iş gördükleri ve birbirlerini
peş peşe izledikleri şartları inceler. Tarihi bakımdan daha az
gelişmiş formların bilinebilmesi daha gelişmiş olanların
incelenmesini gerektirir. 'İNSANIN ANATOMİSİ, MAYMUNUN
ANATOMİSİNİN ANAHTARIDIR.' (1844 Ekonomik ve Felsefe El Yazmaları)
Marks araştırmada, tarihi ve mantıki bir ve tek varlık
olduklarını formüle ediyordu...” (Biyografi-shf.351/355)
(a.b.ç.)
xxxxx 18.10.1987"
“İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA
GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR
(1)
İnsanlarımızın, cezaevlerine
düşmeden önceki dönemdeki mücadele yaşamlarına, hayatın
çeşitli alanlarında, çeşitli biçimlerde ve hatta çeşitli
nedenlerle katıldığı biliniyor. Bu çok doğaldır.
İnsanlar, toplumsal birer
varlıktırlar. Yani devrimci mücadeledeki yaşamlarına yönelmeden
önce, içinde doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı maddi ve
toplumsal koşullar tarafından kendilerinde şekillendirilmiş birer
kişiliğe sahiptirler. İnsanı, içinde yaşadığı çevre, yani
maddi ve toplumsal koşullar belirlediğine göre, bu çok doğaldır.
“...İnsan toplum içinde var
olur, o toplumun bir ürünüdür ve yalnızca soyut olarak toplumun
değil, her an belirli bir toplum şeklinin ürünüdür...”
(Biyografi, shf. 94/95)
İçinde yaşadığımız maddi ve
toplumsal koşullar, her insan açısından nitelik olarak aynı idi.
En genelinde Kapitalist bir toplumda yaşanıyor. Hatta, içinde
yaşanılan toplum, tam anlamıyla gelişmiş Kapitalist bir toplum
bile değildir. Toplum, Emperyalizme bağımlı, yeni-sömürge bir
ülkedir. Her şey çarpık geliştirilmiş ve şekillendirilmiştir.
Her şeyin çarpıklaştırıldığı bu toplumda, insanlarda
şekillendirilen kişilikler arasında görece farklı özellikler
yok değildir. Bu görece farklılıklar kişisel özelliklerden, ama
daha çok aileden, mahalleden, köyden, alınan eğitimden vb.
kaynaklanıyor. Küçük burjuva, burjuva, feodal, lümpen vb.
kişiliklere sahip insanlarda daha olumlu veya daha olumsuz
(kıyaslama ile) yönler tespit etmek mümkündür. Bu yönler,
yadsınamaz.
İnsanların yeni yaşamlarına,
yani devrimci mücadeledeki yaşamlarına yönelmesi, ne yalnızca
kendilerinde var olan kişilikleri değiştirmeye ve yeni bir
kişilik, devrimci bir kişilik edinmeye başlamalarıdır, ne de
yalnızca içinde doğdukları, büyüdükleri ve yaşaya geldikleri
maddi ve toplumsal koşulları yakın çevre ve en genelinde ülke
çapında değiştirmeye ve yeni bir toplumsal sistem yaratmaya
çalışmalarıdır. Söz konusu olan, her ikisidir. İnsanların
kendilerini değiştirme süreci, toplumu değiştirme süreci ile
çakışır.
“...İdealist düşüncelerin
aksine Marks, salt teorik eleştirinin gerçekliği değiştirmeye
yetmediği üzerinde duruyordu: Aslolan pratik-eleştirisel ihtilalci
faaliyette bulunmaktır: Aslolan yalnızca düşünceyi değil,
varlığı da değiştirmektir. YALNIZCA İHTİLALCİ PRATİK SÜREÇ
İÇİNDE İNSAN HEM KENDİNİ HEM DE ÇEVRESİNİ DEĞİŞTİRİR...”
(Biyografi, shf. 94/95)
Savaşın dünkü, bugünkü ve
yarınki aşamasında, bu iki yön birbirinden ayrı düşünülemez,
düşünülmemelidir. Bu ikisi birbirini geliştirir veya aksi
doğrultuda geriletir.
Bu iki değişimin aynı anda
tamamlanacağı, bunlardan birinin daha önce tamamlanmasının
mümkün olamayacağı savı ileri sürülemez. Yani toplum Sosyalist
olmadan, toplumu Sosyalist yapma uğraşı veren kişi Komünist
olamaz, denemez. Kişinin kendindeki değişim ve bunun sonucu yeni
devrimci kişiliğe sahip oluş, o kişinin savunduğu düşünceleri,
eylemleri ve bir bütün olarak çok yönlü yaşantısı ile belli
olur. Kişideki bu değişim, toplumun değişiminden önde
gidebilir, devrimci mücadele sürecinde, toplumun değişimi
tamamlanmadan tamamlanabilir.
Kişideki bu değişim, tıpkı
toplumun değişiminde olduğu gibi kolay olmaz. Kısa bir sürede
başarılamaz. Bu değişim, biçimsel bir değişim de değildir.
Elverişli koşullar söz konusu olduğunda, yeni kişiliği edinme
sürecinde yavaşlama, yerinde sayma ve hatta olumsuz bir gerileme de
gözlenebilir.
İnsanın içinde doğduğu,
büyüdüğü ve yaşaya geldiği maddi ve toplumsal koşullar
tarafından şekillendirilmiş kişiliğini terk edip yeni bir
kişilik edinmeye çalışması, yaygın olarak, İNSANIN
PROLETERLEŞMESİ olarak algılanabilmektedir. İçeriği doğru
olduktan sonra, bu adlandırmanın pek bir zararı yoktur. Ama
bundan, insanın bir proleter gibi giyinmesi, sigara içmesi,
konuşması, yaşaması, aynı mahallede ve aynı evlerde oturması,
aynı filmlerden ve müzikten hoşlanması vb. anlaşılabilmektedir.
Bu tür bir algılama, biçimsel bir yorumlamanın sonucudur. İçeriği
göz ardı etmektir.
“...Marks'ın bir sınıfın
ideologları, basındaki ve siyasetteki sözcüleri ile sınıfın
kendisi arasındaki ilişkiler hakkında söylediği oldukça önemli
şeyler vardı. İdeologların mutlaka sözcülüğünü yaptıkları
sınıfın bütün kitlesi ile aynı toplumsal statüye sahip olması
ve aynı hayat tarzını sürdürmesi... gerektiği düşüncesinin
bayağı (vulgar) bir düşünce olduğunu gösterdi. Bir siyasetçi
ya da bir yazar belirli bir sınıfın sözcüsü, ideoloğu olur.
Çünkü o teorik olarak o sınıfın bütün sıradan üyelerinin
kendi acil maddi çıkarlarının ve kendi tecrübelerinin
kendilerini yöneltmiş olduğu yargıların aynılarına varır ve
aynı yükümlülükleri üstlenir...” (Biyografi, shf.272-277)
Anlaşılması gereken, insanın
Komünist olmasıdır. Böyle bir nitelik kazanmasıdır.
İnsan, devrimci kişiliğini,
Komünist niteliğini devrimci sınıf mücadelesi içinde kazanır.
Devrimci sınıf mücadelesinin biçimini ise, içinde yaşanılan o
toplumsal aşamadaki sınıflar çatışması belirler. Bu
mücadeleden uzak bir değişim mümkün değildir ve savunulamaz.
Çünkü değişimin denek taşı pratiktir. Değişimin "olmazsa
olmaz" türünden ikinci parçası ise, iradi olarak yapılan
eğitimdir.
Eğitim, çok yönlü bir olaydır.
İdeolojik, teorik, politik ve pratik boyutu vardır. İnsanın
duygu, düşünce, eylemleri, tavırları vb. ile eğitilmesini
içerir. Bunlardan bazılarını yerine getirip bazılarını yerine
getirmemek, eğitim olayının tam anlamıyla yapılmaması demektir.
Eğitim, hem kişinin istemi ve
kişisel çabasıyla, hem de içinde yer aldığı örgütlülük
tarafından kolektif bir çaba ile yapılır. İkisinden biri tek
başına yeterli değildir. Sonuç alıcı değildir. İkisi birlikte
var olmalı, birbirlerini geliştirmeli ve tamamlamalıdır. Her
insan kendi geçmişini bu açıdan değerlendirebilir ve burada
ortaya konulduğu üzere bir eğitimden geçip geçmediğini
irdeleyebilir.
Her insan, devrimci sınıf
mücadelesinde, örgütlü olarak uzun veya çok kısa bir dönem yer
almış olabilir. Bu yaşa, ilgiye, devrimcilerin çalışmasına,
olayların gelişmesine, devrimci sınıf mücadelesinin bulunulan
yakın çevreyi kucaklamasına vb. bağlıdır. Özellikle emekçi
halkımızın faşistlere karşı mücadelesinin yükseltilmesinde ve
örgütlenmesinde hızlı bir gelişmenin gözlendiği bölgelerde
toplu veya kendiliğindenci eylemlerde yer almış ve tutuklanmış
bazı insanlarımızın mücadele çizgisi çok kısadır. Bu çok
doğal ve yadsınmaması gereken bir olgudur. Eylemin biçimi ve
boyutu ne olursa olsun, toplu eylemler özünde kitle eylemleridir.
Kendiliğindenci eylemler ise, irade dışı olan eylemlerdir.
Kendiliğindenci eylemler, var
olan örgütlenmede ve halkımızın mücadelesini yönlendirme
çalışmalarında bir eksikliği, ama aynı zamanda halkımızdaki
canlılığı, harekete geçmeye hazır, yer yer şu veya bu yerde ve
zamanda, şu veya bu biçimde harekete geçen potansiyeli anlatır.
Yapılması gereken, bu tür bölgelerde tüm halkı -kadın, erkek,
yaşlı, genç- yediden yetmişe örgütlemek ve doğru bir çizgide
doğru bir hedefe yönlendirmek olmalıdır. Devrimci iradeyi,
önderliği ve örgütlülüğü orada egemen kılmak olmalıdır. 12
Eylül öncesi dönemde yürütülen devrimci sınıf mücadelesinde,
bu olması gerektiği biçim ve boyutta başarılamamıştır. Hiç
şüphesiz, bunun nedenleri ve yol açtığı sonuçlar çok yönlü
irdelenmeye değerdir.
Devrimci hareketimizin ideolojik,
teorik ve politik yönden; devrim, örgütlenme ve çalışma tarzı
anlayışı yönünden diğer siyasi hareketlerden, partilerden ve
gruplardan farklı olduğu; devrimci sınıf mücadelesini
yürütüp-yönlendirme temelinde üretildiği ve mücadele içinde
hayata geçirilmeye çalışılarak doğrulandığı; insanların
teorik, ideolojik ve politik olarak yetkin olmaya çalıştıkları
biliniyor. Yapılması gereken, bu insanların iradi olarak yaygın,
sistemli, sürekli ve çok yönlü bir eğitime tabi tutulması ve
bunun her koşulda sürdürülmesi idi. Dimitrof'un şu sözleri,
sanki 12 Eylül öncesi ve sonrası Türkiye gerçeğini ve bu
gerçeklikte ne yapılması gerektiğini anlatır:
“...Bir yandan en değerli
kadrolarımızı kavga içinde kaybederken, diğer yandan kadro
meselesini önemsemeyen bir tutuma girmek asla hoş görülemez.
BİZLER BİR BİLGİÇLER DERNEĞİNİN DEĞİL, HER ZAMAN ATEŞ
HATTINDA OLAN BİR HAREKETİN İNSANLARIYIZ. EN DİNAMİK, EN CESUR
VE EN BİLİNÇLİ UNSURLARIMIZ EN ÖN SAFLARDA YER ALMAKTADIRLAR.
DÜŞMAN ÖNCELİKLE FAŞİST ÜLKELERDE, İLK ÖNCE BU ÖN SAFTAKİ
ADAMLARIN PEŞİNE DÜŞMEKTE, ÖLDÜRMEKTE, HAPSE VE TOPLAMA
KAMPLARINA ALMAKTA, AKIL ALMAZ İŞKENCELER YAPMAKTADIR. BU DURUM
SAFLARIMIZI DURMADAN YENİLEMEMİZİ, BİR YANDAN ESKİ KADROLARI
ELDE TUTMAYA ÇALIŞIRKEN DİĞER YANDAN DA YENİ KADROLAR
YETİŞTİRMEMİZİN VE EĞİTMEMİZİN GEREKLİLİĞİNİ AÇIKÇA
ORTAYA KOYMAKTADIR.
Kitle Birleşik cephesi
hareketinin bizim etkimiz altında büyük bir güç kazanması ve
ortaya binlerce yeni işçi sınıfı militanı çıkartması,
kadroların hızla eğitilmesi için ayrı bir sebep ve zorunluluk
olmaktadır. Bunun da ötesinde, yalnız genç unsurlar ve işçiler
değil, daha önce politik bir harekete karışmadığı halde
saflarımıza katılan kişiler de devrimci bir nitelik
kazanmaktadırlar. Sosyal Demokrat partinin eski üyeleri ve
militanları büyük gruplar halinde bizden tarafa geçmektedirler.
Teorik eğitimden yoksun olan bu yeni kadrolar eylemlerinde kendi
kendilerine çözmek zorunda kaldıkları önemli meselelerle
karşılaşmaktadırlar. Bu da kendilerine, özellikle yasal olmayan
Komünist Partilerinde, özel bir çaba harcanmasını
gerektirmektedir.” (F.K.B.C. Shf.145) (a.b.ç.) (Devam edecek)
*****18.10.1987"
(1)Oğuzhan (Müftüoğlu)
abinin 'Bitmeyen Yolculuk' kitabından, hatta daha öncesinden, Orhan
Savaşçı'nın 'Cepheden Anılar'ından Erdinç Obuz'un 'Yüreğim
Sol'madan'ına ve en son çıkan Hüseyin Yavuz'un 'Eylül'le
Büyümek' kitabına kadar (okuyabildiğim ya da okuyamadığım)
bütün anı (kişisel tarih) kitaplarını çok değerli buluyorum
ve bu tür yazılı (ve sözlü) anlatımları, yakın geçmişi
yaşamış her bir arkadaşın tartışılamaz hakkı olarak
görüyorum; bu konudaki düşüncelerimi, daha önce bir vesile ile
yazdığım bir yazıda çok net olarak ortaya koymuş ve
paylaşmıştım.(Bknz: 2018.11.04. Yol'da yaşananlar çerçevesinde
yazılan kitaplar üzerine/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com
)
Ancak, yeri gelmişken not olarak
düşmek istiyorum; bence, bugünkü duruşu ne olursa olsun, yakın
tarihi yaşamış bizlerin (kendi geçmişine yönelik olarak bir
pişmanlık içerisinde "yaşayanlar" ve külliyen reddi miras
yapanlar hariç), bu "kişisel tarih yazım" sürecinin yanı sıra
ya da daha doğrusu, bu süreci geride bırakma/aşma iradesini
göstererek; farklı düzlemlerde ve ortaklaşa, bu dönemi, yani
bizim bir biçimde içinde yaşadığımız ve öznesi olmaya
çalıştığımız yakın tarihi merak eden ve inceleme konusu
yapmak isteyen genç araştırmacılar ile birlikte yazılması
sürecine evrilmesi gerektiğini ve bunun da zamanının geldiğini
düşünüyorum.
15.06.2020/Datça
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder