7 Haziran 2020 Pazar

2020.06.08.CEZAEVİ YAZILARI-6 EĞİTİM; HER ZAMAN HER YERDE!

  Hiç yorum yok

     CEZAEVİ YAZILARI-6: EĞİTİM; HER ZAMAN ve HER YERDE!
     14 Şubat 1981 günü Uşak ili Ulubey İlçesi Büyükkayalı köyü Banaz ırmağı kıyısındaki sığınakta baskına uğrayıp yakalandıktan, Bekilli ve Denizli Jandarma Karakolları ile İzmir Emniyet Müdürlüğünde (1) takriben 66 gün sorgulandıktan sonra, Denizli Emniyet Müdürlüğü görevlileri tarafından, Nisan ayı sonlarında, Denizli T Tipi Kapalı Cezaevi'ne (2) teslim edilmiştik. (3)
     ***
     Denizli Kapalı Cezaevi, benim, Temmuz 1979 tarihinde Önder Güner arkadaş ile birlikte tutuklanarak konulduğum ve bir süre tutuklu kaldıktan sonra, yine Önder ile birlikte (4) 1979 yılı Aralık ayında firar ettiğim cezaevi idi.
     Cezaevi müdürü, emekli olmasına karşın 12 Eylül sonrası yeniden göreve çağrıldığı söylenen M. Kemal Kuzu adında yaşlıca birisi; baş gardiyanlar ise yine Mehmet Karaçay ile Ahmet Güzel'di. Mehmet Karaçay, CHP'li olarak biliniyordu. (5) Cezaevindeki uygulamaları esas alındığında, her üçü, tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş, misali, birbirlerini tamamlayan kişilerdi.
     Cezaevine ilk vardığımız gün (emniyetten getirilenlere ya da ilk gelenlere) yapılan olağan sağlık kontrolünde bir şeyiniz yok, diyen cezaevi doktorundan, oooo ihtilal olmasaydı, Denizli valisi olacaktın he mi?, diyen görevliye kadar pek çok görevlinin içinden iki kişinin daha adı hala belleğimdedir: birisi, ilk teslim edildiğimiz gün alındığımız müşahedede (can sıkıntısından) diğer hücrelerdeki arkadaşlar ile yüksek sesle konuşmamı bahane edip ellerimi elindeki cop ile balon gibi şişiren CHP'li Hasan Barış; diğeri ise, 1981 Sonbahar (Eylül ya da Ekim) aylarının birisinde bir sabah ezanı vakti bir grup arkadaş ile birlikte müşahedeye alınmamız sonrası, omuzlarımdan ayaklarıyla bastırarak beni cezaevi avlusundaki havuza sokup sokup çıkaran, sabahın o soğuğunda tepeden tırnağa ıslak bir biçimde tir tir titrerken, bahçede, bir yandan öbür yana, elinde copla döve döve koşturtan, namazında niyazında bir kişi olarak bilinen dindar Abalı'dır. (6)
     ***
     Müşahede, kadın ve çocuk koğuşu, ayrıca üç ana bölüm ve her bölümün içinde üç ile beş koğuştan oluşan bu cezaevinde,12 Eylül öncesi dönemde Sol, Sosyalist ve Devrimci olarak bilinen siyasi tutuklular büyük çoğunlukla müşahedenin üst katında, Faşist tutuklular ise çocuk koğuşunda kalıyorlardı. 12 Eylül 1980 darbesinin ertesinde Sol, Sosyalist ve Devrimci tutuklular, müşahededen koğuşların olduğu bölümlere kadar olan boş alanda oluşturulan iki taraflı jandarma koridorundan ölesiye dayak altında geçirilerek koğuşlara getirilmiş ve karıştır-barıştır uygulamasına geçilmişti.
     Adli mahkumlar, faşistler ve biz devrimciler, koridora ve koğuşlara bitişik nizam yerleştirilmiş iki katlı ranzalarda ve yatak eksikliği nedeniyle yerlerde karışık bir biçimde yatıyor ve yaşıyorduk.
     Günlük yaşamda korku, asli unsurdu.
     Bir kısmımızın tutuklu olarak on bir ay kaldığı bu cezaevindeki siyasi mahkumların büyük çoğunluğu çatışmalarda, baskınlarda, tuzaklarda yakalanan ya da o günkü koşullarda bir nedenle kendi ayağı ile gelip teslim olan biz DY davası tutukluları idi; ayrıca, benzer bir biçimde tutuklanan çok az sayıda Halkın Kurtuluşu ve Devrimci Sol davalarından yargılanan kişiler de vardı.
     ***
     Cezaevinde, başlangıçta, kaldığımız koğuşlarda ikili, üçlü, beşli... ya da cezaevi avlusuna çıkışlarımızda, volta atarken, kendiliğinden başlayan sohbetlerimizde, güncel gelişmeler üzerine ve eğer soran olursa, o güne kadar savunduğumuz görüşler ve pratiğimize dair karşılıklı olarak konuşuyorduk; içinde bulunduğumuz haleti ruhiye nedeni ile olsa gerek, bundan ötesini yapmamız olası değildi.
     1981 Sonbaharında yapılan açlık grevi sonrası ilk kim önerdi ya da hangimiz böyle bir şeye gereksinim duydu ve bu ortak bir fikre dönüştü, bilemiyorum; ama sonunda, ben, üç konuda, bilebildiğim ve algılayabildiğim kadarıyla, yazmaya başladım; "Devrimci mücadele ve Mücadele biçimleri üzerine", "Devrim Teorisi ve Halk Savaşı Üzerine", "Örgütlenme Sorunu".
     Her konuyu, mektup kağıtlarına (onları ikiye bükerek) çok küçük harfler ile yazıyor ve sol taraftaki bölümde kalan Muammer Özdemir'e (7) gönderiyordum; yazılar, elden ele dolaştırılarak okunuyordu.
     O günkü koşullarda o cezaevinde, elimizde, bırakın dişe dokunur herhangi bir ideolojik-teorik yazılı malzemeyi, okunabilecek ve haliyle böylesi çalışmalarda alıntı yapılabilecek/atıfta bulunabilecek kitap bile olmadığı için, tamamen aklımda kalanları yalın bir dille yazıya aktarmıştım. (8)
     ***
     1982 yılı Mart ayında Buca Bölge Cezaevine vardığımızda beni Yeni bölüm 13. koğuşa vermişlerdi. DY'cuların oldukça çok olduğu bir koğuştu; karşı 12. koğuşta da Aslan Yalçın ve başka arkadaşlar vardı.
     Buca'ya vardıktan bir süre sonra, aynı gereksinimin orada da olduğu tespitinden yola çıkarak aynı yazıları, bu kez, bir biçimde elden ele aktarılarak var ola gelen Kesintisizlerden ve başka yazılardan/kitaplardan yararlanarak daha geniş bir biçimde yazma düşüncemi önerdim Aslan'a ve bazı arkadaşlara; olur denilince de, yazdım. Bu kez yazdıklarım, önce, cezaevinde DY'cular arasında işleri koordine eden ben, Aslan Yalçın ve bazı arkadaşlar arasında okunuyor, tartışılıyor ve bilahare, ben, bizim koğuşun alt katındaki yemekhane masalarının birisinde, bir kaç arkadaşa bu yazıları çoğalttırıyordum. Her yazıdan birer nüsha, ziyaret günlerinde ya da mahkemelere gidip gelirken bir biçimde diğer koğuşlara iletiliyor; oralarda, farklı biçimlerde, oturulup tartışılarak ya da elden ele dolaştırılarak, eğitim malzemesi olarak kullanılıyordu.
     Bu yazılara ek olarak, örn: Aslan Yalçın, felsefe konusunda ya da bizler, cezaevindeki güncel gelişmelere dair DY'cuların ortak hareket etmelerini sağlayabilmek adına, ortaklaşa, farklı yazılar da yazıyor ve aynı yollardan dağıtımını yapıyorduk.
     ***
     1983 yılı Mart ayında gündeme gelen Tek Tip Elbise uygulamasına karşı Buca Bölge cezaevinde başlayan direniş sırasında (örn: ben, Aslan Yalçın, Behçet Dağdelen ve başka bazı arkadaşlarla Yeni Bölüm 15. koğuşa) konulduğumuz müşahede bölümlerinde, ilk başlarda, yalnızca güncel gelişmelere müdahale çerçevesinde yazılar yazabiliyor idi isek de (9), 1984 yılında benim de içinde yer aldığım Eski Bölüm 4. Koğuşta, yine Tek Tip Elbise uygulamasına karşı yürütülen direniş sırasında daha kapsamlı ve verimli, tamamen kolektif ve orijinal çalışmalar yapıp yazıya dökmeye ve bunları, diğer müşahede bölümlerinde olup da Tek Tip Elbise direnişini sürdüren DY'cu arkadaşlara da ulaştırarak, eğitim çalışmalarında kullanmaya başlamıştık. (10)
     ***
     1985 yılı ile 1986 yılı ilk yarısında kaldığım Şirinyer Askeri Cezaevinde bir süre bulunduğum ilk koğuşumda, tamamına yakını DY'culardan oluşan arkadaşlar ile oturup güncel politik gelişmelere ve günlük yaşamımızdaki sorunlarımıza dair karşılıklı sohbetler yapabiliyorduk ise de bazı "algı" sorunları ve bu sorunların yol açtığı tamamen kişisel/psikolojik tepkisel yaklaşımlar nedeniyle (nesnel koşullar elverişli olmasına karşın) ne o koğuşumuzda ne de daha sonra geçtiğim ve cezaevindeki DY'cular arasındaki işlerin koordine edildiği koğuşta, Buca'daki çalışmalarımızın bir benzerini bırakın, oradaki çalışmaların yanına bile yaklaşabilecek herhangi bir çalışma yapıldığına tanık olmadım; her birimiz, kendi alemimizde yaşayıp gidiyorduk.
     ***
     1986 yılı sonbaharında ilk olarak (Buca'dan) bizim getirildiğimiz Aydın E Tip Özel kapalı Cezaevi'nde ise, ülkenin farklı yerlerindeki cezaevlerinden ve cezaevi dışından getirilen DY'cu tutsaklar arasında, asıl olarak günlük yaşamda var olan sorunlar eksenli başlayan tartışmalar kendi gerçekliğinde ele alınıp tartışılmak ve çözümlenmeye çalışılmak yerine, önce (sorun morun yok; bunlar hezeyanlardır, denilerek) inkar ve bir süre sonra da cezaevi ve hatta yurt dışı kaynaklı bazı gelişmeler ile ilişkilendirilerek karşılanıp mahkum edilmeye çalışılınca; bu tartışmalar, bu kez, mecburen, karşılıklı olarak, bir üst düzeyde devam ettirilmeye başlanmıştı.(11)
     ***
     DY'cuların 9, 11 ve 13. koğuşlarda kaldığı ve sayılarının 70'li rakamlara dayandığı 1987 yılı yaz aylarından itibaren günlük yaşamımızdaki ilişkilerde ciddi gerginliklere yol açan bu gelişmelerin cezaevi içindeki ve dışındaki (ailelerimiz ve arkadaşlarımız arasındaki) yansımaları ve sonuçları, o günleri yaşayanların çok iyi bildiği ve şimdi bu yazıları okuyanların da tahmin edebileceği üzere çok farklı oldu...
     ***
Bu tartışmaların yoğunlaşmaya başlaması çerçevesinde, 9. Koğuş ile çatı katı olan 11. Koğuş arasındaki merdiven boşluğunun 11. Koğuş kapısının önündeki giriş bölümünde ben, Fadıl Öztürk ve ilk başlarda bizimle birlikte benzer şeyler savunan bir arkadaş birer masa koymuş ve orada 24.00/sabah 06.00 arası gece çalışmaları yapıyorduk; benim açımdan oldukça verimli geçen bu gece çalışmalarında kişisel okumalar ve çalışmaların yanı sıra üçlü tartışmalar da yapıyorduk ve ben, bu tartışmaların çok yararını görüyordum.(12)
     Bir kısmı "CEZAEVİ YAZILARI" başlığı altında yayınlanan ve yayınlanmaya da devam edilecek olan yazılarımı yazmadan önce, bu gece çalışmalarında, özellikle Fadıl Öztürk ile yaptığımız sohbetlerden çok yararlandığımı, burada not düşmeliyim; Fadıl'ın, şimdilerde, ARTI GERÇEK'te yayınlanan denemelerinde de belirgin bir biçimde görülebilen sorgulayıcı bir bakış açısı vardı. (13)
     ***
     Aydın E Tipi Özel Kapalı Cezaevinde, bu yıllarda, 1988 yılı Ekim ayı sonlarında Nazilli E Tipi Özel Kapalı Cezaevine toplu sevk edilinceye kadar, görece değişiklikler olsa da, koşullar toplu eğitim çalışmaları yapmaya elverişliydi ve yazılı materyal açısından da görülmemiş bir bolluk vardı.
     Biz, ısrarla, yazılı ve sözlü olarak, ille de ideolojik-teorik eğitim, deyip duruyorduk.
     Peki, bunu ne kadar başarabildik ve el birliği ile bu koşulları/olanakları ne kadar değerlendirebildik?
     Bunun yanıtını, o günleri yaşayıp da bu yazıları okuyanlar ve o süreçte bizleri (bugün de) tanıyanlar verecekler!..
     08.06.2020/Datça
     Mehmet Erdal
     (1) İzmir Emniyet Müdürlüğü, o yıllarda Çankaya'daki binasındaydı ve bilahare, şimdi Konak'ta bulunan binasına taşındıktan sonra, benim gibi binlerce insanın işkence görüp sorguya çekildiği o Çankaya'daki bina özel bir dershaneye dönüşmüştü.
     (2)Denizli T Tipi Kapalı Cezaevi'nin yeri, şimdilerde, yeşil alan olarak kullanılmaktadır.
(21.10.2018/Hüdai Mohan, ben ve Ali Haydar Aktaş/Denizli T Tipi Kapalı Cezaevinin şu anki hali)

     (3)14 Şubat 1981 günkü baskında yakalanan diğer üç arkadaş Uşak Emniyet Müdürlüğü'ne gönderilmişler; ben, Hüdai Mohan ve Halil Öter Denizli kapalı Cezaevine getirilmiştik.
     (4)
(22.10.2018/Önder Güner ve ben/1979'da kaldığımız ve firar ettiğimiz müşahede bölümü)

     (5)Yıllar sonra, SHP/CHP'den Denizli Belediye Başkanı olarak seçilen Ali Marım zamanında işe alındığı ve belediyenin Pamukkale Tesislerinde (BEL-TES), işçilerin başına sorumlu olarak atandığı söyleniyor.
     (6)Cezaevi yönetimi, 1981 yılı Sonbahar ayında, bir sabah, benim de içinde olduğum sekiz devrimciyi ve bir adli mahkumu müşahedenin alt katındaki bölüme almış, dayak faslından sonra hücrelere koymuştu. Bunun üzerine biz, tamam, yeter, buraya kadar, deyip, açlık grevine başlamış ve koğuşlardaki arkadaşlar da, her biri koğuşa yönelik olarak, ben de açlık grevine katılıyorum, diye açıklama yaparak, bizlere katılmışlardı; böylece, o günlerde yönetimce hiç öngörülemeyecek bir biçimde, korku duvarını aşmış ve ne olacaksa olsun, demiştik; mevcut durumdan çıkışın başka bir yolunu bulamamıştık. Yedinci günün sonunda, her birimiz dilekçe yazıp su da içmemeye başlamış ve onuncu gün, yani hiç su içmediğimiz üçüncü gün, o dönem Denizli sıkı yönetim komutan yardımcısı olarak bildiğimiz Cengiz adındaki bir binbaşı, (sonradan edindiğimiz bilgilere göre, yazıp yolladığımız dilekçelerimizi okuyunca) ne oluyor bu cezaevinde, hele bir bakalım, diyerek bulunduğumuz hücrelere gelmişti. O dönemde az bulunur subaylardan birisi olarak belleğimizde iz bırakan Cengiz binbaşı bizi dinlemiş ve tamam, şikayetlerinizi dikkate alacağız, demişti. Bu söz üzerine, açlık grevini bitirmiştik. Gerçekten, o günden sonra, cezaevindeki uygulamalar da yumuşamalar olmuş ve haliyle, hem adli mahkumlar nezdinde itibarımız tavan yapmış hem de psikolojik olarak rahatlamıştık; bütün gardiyanların tavrı da değişmişti. Hiç unutmam, 1982 Mart ayında, Buca Cezaevi'ne sevkimiz çıktığında, kahramanlar gibi uğurlanmıştık.
     (7)Neden Muammer? sorusunun yanıtını 05.09.2018 tarihinde yazdığım "Kim Yolcu ? Kimler Yollarda?" başlıklı yazımda açıklamıştım. “...Biz, kuşak olarak Kaypakkaya'yı, Mahir Çayan'ı, Deniz Gezmiş'i, Kızıldere'yi... okumuş, dinlemiş ve de kendimize örnek almıştık. Ama ben (o zamanki değerlendirmelerime göre) örnek alınan bu kişilere ve çıkılan yola, bu yolda benden beklenen tavra yaraşır bir "tavır" gösterememiş; "yakalanma" ve "sorgulanma" sırasında "zaaflı" davranmıştım. Bence bu, "DY'cu OLAMAMAK" idi..
     Cezaevi süreci "yeni bir süreç'"ti ve mücadele edilmesi gerekiyordu; pek çok insan bana bakıyor ve benden bazı şeyleri bekliyorlardı; bunun böyle olması da doğaldı.
     Bana göre, bu beklentiyi ben değil, bir başka arkadaş karşılamalıydı; bu kişi veya kişiler, yakalanma anında ve sorgu sürecinde 'en iyi' tavrı gösteren kişi veya kişiler olmalıydı.
     O dönemde bu çerçeveye en uygun arkadaş, Muracalı (Kutlubey'li) Muammer Özdemir'di: Bu arkadaşımız Jandarma ile çatışarak yakalanmıştı. (1986 yılında Buca Cezaevinde iken SİROZ teşhisi konuldu ve bilahare tahliye edildikten sonra vefat etti.)
     Başka bazı arkadaşlarla konuştuk ve ona bu görevi alması gerektiğini söyledim; aldı.
     Teorik olarak yeterli değildi ve bizim, bu konuda kendisine yardımcı olabileceğimizi söyledim; yardım ettik de... ” (Bknz: http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )
     (8)Eğitim konusunda benim bakış açım, yaş ve cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin, "Bilen bilmeyene; çok bilen (görece), az bilene öğretir" şeklindedir; gönlümüz her zaman en iyisini ister ama bunun olmadığı ya da olamayacağının anlaşıldığı koşullarda, bu bakış açısı, doğru olandır ve her zaman işe yarar.
     (9) Bu konuya örnek olarak 04.09.2018 tarihinde yazdığım "BUCA CEZAEVİNDE TEK TİP ELBİSE UYGULAMASI" başlıklı yazıma bakılabilir. (Bknz:http://mehmeterdalyazilar.blogspok.com )
     (10)“...1984 yılında, Buca Bölge Cezaevinde, Eski Bölüm 4. Koğuşta, biz DY tutsakları, o günlerde dayatılan Tek Tip Elbiseye ve baskılara karşı ortaya koyduğumuz direnişler çerçevesinde sıklıkla gündeme getirilen 15'er günlük hücre hapsi cezalarının arasında, aramızda yaptığımız eğitim çalışmalarında kullanılmak üzere, elde var olan dergilerden, gazetelerden ve kitaplardan yararlanılarak, bazı arkadaşların görev almasıyla, farklı konularda oldukça kapsamlı çalışmalar yapıyorduk. Bunlardan birisi, Mehmet Şahin ve B.E arkadaşların araştırmasını ve taslak halde yazımını üstlendikleri "Yeni Döneme Geçerken Üst Yapıda Merkezileşme" başlıklı oldukça ayrıntılı bir çalışma idi. Umarım, bir gün bir yerlerden bu yazılar çıkar ve onları da yayımlar, tarihe not olarak düşeriz...” (Bknz: 04.05.2020/Var olan Bilgi ve Deney birikimimiz üzerine/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )
     (11) “...Aydın'a ilk gelen DY'li grup içerisinde, öncesinde kalınan Şirinyer Askeri ve Buca Bölge Cezaevlerinden beri var olagelen bazı sorunlar söz konusu idi; ama bu sorunlar,, muhataplarınca, farklı nedenlerle belli bir noktanın ötesine geçirilmiyor ve tabiri caizse, bir biçimde 'içe' hapsediliyordu...Diğer siyasi hareketlerdeki durum üzerine herhangi bir şey söyleyemem ama, farklı illerdeki Askeri ve Sivil cezaevlerinde ya da (yıllardır içeride tutsak olduğumuzdan) bihaber olduğumuz cezaevi dışındaki farklı koşullarda bir başlarına yaşamaya ve ayakta kalmaya çalışan DY'liler, Aydın'a gelirken, yalnızca kendilerini ve özel eşyalarını değil, aynı zamanda, o tarihe kadar yaşadıkları yerlerde kendilerince ürettikleri ve doğru bildikleri düşünceler ile içinde yer aldıkları ya da tanık oldukları tartışmaları da getiriyorlardı; bundan doğal bir şey de olamazdı.
     Tanışma fasılları geçildikten sonra, biraz da giderek değişen ortamın etkisiyle, herkes, bulunduğu yerlerdeki 'içe' yönelik tartışmaları, tanık ya da taraf olduğu, eleştirdiği ya da savunduğu ölçüde birbirine aktarıyor; böylece, giderek yükselen farklı sesler ve adı konulmamış, ne kadar sağlıklı olduğu tartışma götürür, farklı gruplaşmalar gözle görülür hale gelmeye başlıyordu.
     Yer yer, fazlaca taraf bulmayan ve haliyle derinleştirilmeyen bazı bireysel çıkışlara ya da zorlama sürtüşmelere tanık olunsa da, bu sürecin, bir yerde, aleni ve ortak bir tartışmaya evrilmesi kaçınılmazdı; doğal olan da bu idi; nitekim, öyle de oldu...” (Bknz: 04.05.2020/Var olan Bilgi ve deney birikimimiz üzerine/ http://mehmeterdalyazilar.blogspot.com )
     (12) "...Yarından itibaren gece yaşamına dönüyorum. Gece 24.00-08.00 arası, çalışacağız. Uykuyu, 18.00-24.00 arasına alacağız. Bir kaç arkadaş. başka türlü olmayacak. Yılbaşına kadar, sıkı bir çalışmaya girmeliyim. Yoğun yaşamalıyım. Bir şeyler yaratabilmeliyim. Şu yaşanan on bir gün boşa gitmemeli...Bir daha zor yaşanır on bir gün. Bir süredir pek çok şeyi, hep erteleyip durdum. Ama daha fazla ertelenemez noktaya geldiler..." (15.11.1987)


     (13) Fadıl, o günlerde iyi şiirler yazdığı gibi (şimdilerde ne ölçüde zaman ayırıp çizebiliyor, bilemiyorum) iyi çizimler de yapıyordu; öyle ki, ilk ödülünü, Enver Gökçe şiir yarışmasında "Suyu uyandırın sesim olsun" şiiri ile almıştı ve çizimleri de kart olarak basılmış ve biz onun, basılmış ya da özel olarak çizip verdiği kartlarını kullanmaya başlamıştık.

                                                             (Fadıl'ın ilk şiir kitabı)

                   (1987 yıl sonunda Kızım Ayşe'ye gönderdiğim, Fadıl'ın ilk basılan kartlarından birisi)
                            (23.12.1987 tarihinde Sevda'ya gönderdiğim Fadıl'ın özel çizim bir kartı)

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder