2020.06.22.CEZAEVİ YAZILARI-8: İDEOLOJİK-TEORİK ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR
CEZAEVİ YAZILARI-8: İDEOLOJİK-TEORİK
ÇALIŞMA GEREKLİDİR, ZORUNLUDUR VE MÜMKÜNDÜR (2)
Birinci bölümünü geçen hafta
yayınladığım 'İdeolojik-teorik çalışma gereklidir, zorunludur
ve mümkündür' başlıklı yazımın 2. ve 3. bölümlerini bu
hafta yayınlıyorum; elbette, yine, bazı imla düzeltmeleri
dışında, orijinal haliyle.
(2)
“12 Eylül öncesi ve sonrası
Türkiye gerçeği ve bu gerçeklikte ideolojik, teorik ve politik
eğitim açısından ne yapılması gerektiği, Dimitrov'dan 1.
bölümde yaptığımız alıntıda yıllar önce açıkça
belirtildiği gibi belli idi. Ancak hızla yaygınlaşan ve
silahlı-kitlevi biçimler alan devrimci sınıf mücadelesinin
yükseltilerek yürütülüp-yönlendirilmesi çalışmaları içinde
çok sayıda kadro kaybına uğranıldığı; artan görevleri yerine
getirme ve her yere yetişme uğraşı içindeki kadroların
ideolojik, teorik, politik, pratik ve çok yönlü eğitiminin olması
gerektiği gibi iradi olarak, her kadroda “...kişiliğini
geliştiren, varlığını yalnızca dar çerçevesinde değil,
dünyanın sonsuz zenginliklerinde bulan, bu anlamda ideolojik istimi
sonradan gelen kişisel ayrımların üzerine çıkan, bağımsız
olarak faydalı işler yapabilen, düşünce üretebilen ve söyleyen,
ayrılık kadar mutabakata inanan...” (M.Tanju Akad- Türkiye
Sorunları 2) tek başına kaldığında yaşayabilen, karar
verebilen, emekçi kitleleri örgütlemeye, bulunduğu yerde devrimci
sınıf mücadelesini yürütüp-yönlendirmeye ve geliştirmeye
devam edebilen vb. özelliklere sahip bir iç dinamizm yaratmayı
başaracak şekilde, yukarıdan aşağıya, sistemli ve kapsamlı bir
biçimde yapılamadığı açıktır. Bunun sonucu, kadroların
ideolojik, teorik ve politik, örgütlenme, devrim ve çalışma
tarzı anlayışı vb. yönlerden bilinç seviyelerinin ve bakış
açılarının olması gerektiği gibi olamadığı biliniyor. Yazılı
materyalleri okuyamamış, kavrayamamış, özümseyememiş vb.
durumda ama aktif eylemlerde yer almış insanlarımızın olduğu
biliniyor. M.Tanju Akad'ın şu sözleri ve tespiti, bu konuyu büyük
ölçüde ortaya koyuyor: “...Ne var ki, 1975-80 döneminin ilan
edilmemiş iç savaş ortamında insanları yetiştirmeye gereken
önemin verilmediği görülüyordu. İnsanlar deliler gibi oradan
oraya koşturuyorlar, somut durumların yarattığı binlerce
gelişmenin karşılanması gerekliliği, aslen çok yetersiz
kişileri, iyilerle birlikte öne fırlatıyordu. Sosyalist hareket
alabildiğine yayılıyor, yayıldıkça kültür ortalaması
düşüyordu. Bu hareketin yaygınlaşması açısından olumlu bir
gelişme olmakla birlikte insanların yeni bir kültürle yoğrulması
elzemdi. Halbuki, eğitim işleri sıradan bir can sıkıcılık
olarak görülüyor, adeta sosyalistlerin sırf kendilerini öyle
tanımlamalarıyla bazı vasıfları kazanmış olacakları var
sayılıyordu. Hoş, sosyalistlerin çoğu da kendilerini öyle
görüyorlardı ya, neyse!...Kültür ve eğitim ortalamasının
düşmesi, nitelik, kavrayış ve yeni durumlara uyum zayıflığını
da beraberinde getirdiğinden, sosyalist hareketi yaralıyor, kitle
bağlarını baltalıyordu. Faşist saldırılar çoğu kez kitle ile
kestirme yoldan bir bağ kurulmasını sağlıyordu. Ancak ilişki
ağırlıkla can ve mal güvenliği sağlama temeli üzerinde
gelişince-ki bu en önemli ve acil sorundu- bunun ortadan
kalkmasıyla birden zayıflayıveriyordu. Aslında sorunun çok
yönlülüğü bilinmiyor da değildi ama kitle çalışması bazında
nasıl çözüleceği konusunda niteliksiz sosyalistler kitleyi
yabancılaştıracak son derece kritik acemilikler yapıyordu. İyi
niyet hiç bir zaman acemiliği affettirmez. Bir yandan faşist
saldırılar dışındaki somut sorunlar konusunda daha fazla somut
program götürülmeli, bu arada kitle çalışmasının nasıl
yapılacağı da başlı başına bir eğitim konusu olmalıydı. Bu,
oturup kalkmaktan saygılı ilişki kurmaya, konulara hakim olmaktan
ekonomik-demokratik sorunlara önderlik etme yollarına ve hukuk
sistemine az çok vakıf olmaya kadar uzanan konular içeren bir
eğitimdir. Ama genelde oldukça sallapati yapıldığı veya hiç
yapılmadığı bilinmektedir.” (Türkiye Sorunları 2)
Nedenleri ile birlikte daha
ayrıntılı olarak üzerinde durulması gereken bu çok önemli
eksiklik, 12 Eylül sonrası koşullarda, özellikle merkezi yapının
dağıtıldığı, insanların bölgelerinde yapayalnız kaldığı,
hiç bir yerle bağ kuramadığı, haber alamadığı ve ne
yapacağını bilemez olduğu ilk anlardan itibaren bocalama,
bölgesini terk etme, atıl kalma, teslim olma, örgütlülük
dışında kendi başının çaresine bakma, 'kurtuluşu' yurt
dışında bulma vb. türden her biri olumsuz gelişmelerde önemli
bir paya sahiptir. Bu insanlar o koşullarda, devrimci sınıf
mücadelesini yükselterek yürütüp-yönlendirecek politikalar
üretememiş ve hayata geçirememişlerdir.
Bu insanlardan cezaevlerine
düşenlerin büyük bir kısmı ilk anlarda bocalamış, atıl
kalmış, var olan duruma müdahale edip cezaevinde ve mahkemelerde
yapılması gerekeni saptayıp hayata geçirilmesine yönelik gerekli
çabayı gösterememişlerdir. Eski alışkanlığın devamı olarak
bir 'bekleme' tavrı gözlenmiştir. Yapılması gerekenler
'iletilecek' ve bundan sonra bu insanlarımız da yapacaktı.
Koşullar 'iletilmeyi' olanaksız kılınca, yapılacak bir şey yok
demekti. Yani aynı insanların cezaevi öncesi ve cezaevindeki, bu
anlamdaki davranışları arasında tam bir uyum söz konusudur. Daha
sonraki süreçte bu insanlardan direnme tavrını sürdürenler,
direniş çizgisi temelinde yapılması gerekenlerin üretilip
iletilmesinden sonra büyük bir kararlılık göstermiş, bunları
hayata geçirmeye çalışmış ve var olması gereken saflarda
yerlerini almaya devam etmişlerdir. Dahaki süreçte bu eksikliğin
devam etmesinin ve giderilip aşılamamasının ne tür sonuçları
olduğu, hiç şüphesiz, bu aynı süreci aynı veya farklı
cezaevlerinde yaşayanlarca değerlendirilebilecektir.
İnsanın içinde yaşadığı ve
aynı zamanda değiştirmeye çalıştığı toplum, maddi ve
toplumsal tüm özellikleriyle kişideki değişimin tamamlanmaması,
eski kişiliğinden kalan ve yok etmeye çalıştığı kalıntıların
yok olmaması ve gelişip palazlanması doğrultusunda 'besleyici'
bir rol üstlenir. İlerlemeyi durdurma ve geriye dönüşü sağlama
doğrultusunda zorlamada bulunur. Bu, çok doğaldır. İnsan, İÇİNDE
YAŞANILAN VE DEĞİŞTİRİLMEYE ÇALIŞILAN MEVCUT TOPLUMDAN GELEN
BU KARŞI-DİRENİŞE YENİK DÜŞMEMEK İÇİN İNATÇI VE SİSTEMLİ
BİR SAVAŞ YÜRÜTÜR, YÜRÜTMELİDİR.
Cezaevleri, insanların eski
kişiliklerinden kalan burjuva, küçük-burjuva, feodal vb.
kalıntıların beslenip gelişebileceği ve cezaevi öncesi dönemde
devrimci kişiliğini kazanma doğrultusunda atılan adımların ve
alınan mesafenin yok olabileceği elverişli koşullara sahip
'ideal' yerlerdir. Karşı-devrim, 12 Eylül sonrası, cezaevlerinin
bu olumsuz rolünü alabildiğine arttırıcı uygulamaları gündeme
getirmiştir. 12 Eylül sonrası cezaevleri, karşı-devrimce
beklenen ölçüde olmasa da, 12 Eylül öncesine kıyasla,
kendisinden beklenen bu işlevi fazlasıyla yerine getirmiştir.”
(3)
“Cezaevlerine düşen ve direniş
çizgisini hayata geçiren insanlar, dışarıda ve aktif mücadelede
örgütlü olarak yer alsalar idi gösterdikleri gelişmeleri
cezaevlerinde oldukları için gösteremedikleri gibi (ki bu doğaldır
ve zamana, değişen koşullara ayak uyduramama anlamında bir
gerilemedir), cezaevlerine düştüklerinde sahip oldukları bazı
olumsuz özellikleri aşmaya çalışmışlar ve aşmışlar, ama öte
yandan sahip oldukları pek çok özellikte, bilinçten değer
yargılarına, günlük yaşantının örgütlenmesinden davranış
biçimlerine kadar küçümsenmeyecek bir erozyon yaşamışlar, eski
kişiliklerinden kalan kalıntılar cezaevlerinde edinilen yeni
olumsuzluklarla beslenerek gelişip güçlenmiştir. Bugün, bu
yönden, her insanın yapacağı bir irdelemenin sonucu, bu noktanın
önemini ortaya koyacaktır.
Yaşanılan cezaevlerinde,
insanların bu olumsuz restorasyon sürecini adım adım şu veya bu
noktaya kadar yaşamaları karşısında, o cezaevi özgülünde
merkezi, kolektif ve sistemli olarak yapılması gerekenlerin ne
ölçüde yapılabildiği, hiç şüphesiz tartışmaya değerdir.
Yine bu olumsuz süreç içinde bu
gidişin dışında kalmaya, kendisine ve bulunduğu yerde yakın
çevresine yönelik olumlu ama özünde kendiliğindenci bireysel bir
çaba içerisine girmeye çalışmış insanlar olmamış mıdır? Bu
çaba içerisine girmeye çalışmış insanlardan bir kısmı da
yaşadıkları çevreden etkilenip şu veya bu oranda benzer olumsuz
özellikler göstermekten tam anlamıyla kurtulabilmişler midir?
Genelde var olan ve devam ede
gelen durumun adeta doğal karşılandığını ve giderek yadsınmaz
normal bir hal aldığını söyleyebiliriz.
Yapılması gereken, teorik olarak
bu tür bir çözümleme yapıp ideolojik, teorik ve politik eğitimi,
genel bir eğitim çalışması temelinde kişisel ve kolektif
olarak sistemli bir biçimde yapmak, güncel yaşantıdaki olumsuz davranışların
ve anlayışların üzerine gitmek, sağlıklı bir
eleştiri-özeleştiri mekanizmasını çalıştırmaktı. Genel
anlamda bunlar yapılamamıştır. Nedeni ve niçini ayrı bir
tartışma konusu olmak kaydıyla mevzii ve bireysel düzeyde
yapılanların genele egemen kılınmasının başarılamadığını
söyleyebiliriz.
Biraz daha açarsak:
Cezaevlerine düşen insanların
var olan direnme özünün yeniden geliştirilmesi ve o insanlardaki,
içine girilen yeni dönemden kaynaklanan yılgınlık eğilimlerinin
yok edilmesi gerekiyordu. Bu, somutta her türlü baskı, ezme,
faşist terör, kişiliksizleştirme, zorunlu eğitim, yaşam
koşullarının kötülüğüne karşı direnme çizgisinin hayata
geçirilmesi ile mümkündü. Ama bu yetersizdi. Aynı zamanda, bu
insanlarımızın, koşullar elverdiğince koşullara uygun
ideolojik, teorik ve politik eğitiminin yapılması gerekiyordu. Bu
ikisi birbirinden koparılamazdı. İkinciden kopuk birincisi, yalnız
başına hayata geçirilmeye devam edilirse, süreç içerisinde,
insanlarda, hayata geçirilen direnme çizgisine ayak uyduramama,
bocalama ve dökülme görülebilirdi. Çünkü cezaevlerine düşen
insanların pek çoğu pek çok olumsuz etkilenme altındaydı.
Karşı-devrim bütün gücüyle çok yönlü bir saldırıyı
gündeme getirmişti. Bu koşullarda bu olumsuz etkilenmeleri
gidermek de ideolojik, teorik ve politik eğitimin görevidir.
İnsanların yapacakları eylemin
ve hayata geçirecekleri direniş çizgisinin anlamını ve önemini
bilmeleri gereklidir. Devrimci niteliklerini ve kişiliklerini
geliştirmeye çalışmalıdırlar. Bunlar onlara, yapılacak
eylemlerin ve hayata geçirilecek direniş çizgisinin nedenini ve
sorumluluğunu anlatmakla sınırlı bir şey değildir. Bu gerekli
ama yeterli değildir. Bir insan bir eylemi, bir çizgiyi doğru
bulabilir, ama o eylemi, çizgiyi hayata geçirecek gücü kendinde
görmeyebilir. Bu güç bilince bağlı inançtır, kararlılıktır,
istektir vb. Yapılması gereken, insanlarda bu gücü yaratmaktır.
İçinde yaşanılan dönem, bunu her zamankinden daha çok zorunlu
kılan bir dönemdi. Dahası dışarıya çıkacak insanların
yeniden mücadeleye devam edecek bilince, isteğe, inanca ve
kararlılığa sahip olmaları gereklidir. Tüm bunlar ise koşullara
uygun ve gerekenlerin-gereksinimlerin tespiti temelinde yürütülecek
çok yönlü bir eğitimin görevidir.
Halbuki, genelde
kendiliğindencilik aşılamamıştır.
Burada, bir yönüyle "kendiliğindencilik" ile "kendiliğinden harekete geçme yeteneğine" sahip olma durumu birbirine karıştırılmıştır, denilebilir.
Kendiliğindencilik, her şeyin kendi haline bırakılmasını, bu
anlamda bir insanın kendi başının çaresine bakmasını
anlatıyor. Kendiliğindencilik, iradi müdahaleyi ve
örgütlü-kolektif bir çabanın sorumluluğunu dışlıyor.
Halbuki ikincisi, olması gereken bir bilincin kazanılmış olması
halini anlatıyor. Makarenko, "kendiliğinden harekete geçme yetisi" konusunda şöyle diyor: "... Kendiliğinden harekete geçme yetisi,
gerçekleştirilecek bir iş ve bu işi yapma zorunluluğu,
topluluğun gereksinimlerini karşılama, toplu bir yaşantı
oluşturma sorumluluğu duyulduğu zaman edinilebilir ancak." (Yaşam
Yolu, cilt 2)
Bu ise eğitim ile
kazanılabilecektir.
12 Eylül sonrası koşullarda,
cezaevlerindeki yoğun baskının, faşist terörün istikrarlı bir
yaşantının oluşturulmasının ve cezaevlerinin, ideolojik-teorik
çalışma yapılacak materyallere kapalı olmasının, eğitim
çalışmalarının yapılmamasında en büyük engel olduğu savı
genellikle ileri sürüle gelmiştir.
İşin gerçeğine bakılırsa,
ileri sürülen bu savların, bir noktadan sonra haklılığı
tartışma götürürdü. Yani bunlar, istenirse aşılabilecek
şeylerdi.
Bugün bu savların hiçbiri ileri
sürülememektedir.
Bugün başka savlar ileri sürmek
mümkündür.
Ama bugün ileri sürülebilecek
her savın hiçbirinin tartışılabilirliliği bile söz konusu
değildir.
Bugün, ideolojik-teorik çalışma
yapmak her yönden mümkündür.
İdeolojik-teorik çalışma,
zorunlu bir olay olarak görülüp, olması gereken içerik, biçim
ve hak ettiği önemde hayata geçirilmelidir.
Bugün insanlar, dünden beri
devam edegelen eksikliklerini gidermek, birikiminin ve yeteneklerinin
elverdiği ölçüde ilgi duyduğu alanlarda ve en genelinde
Maksist-Leninist teoride bilgisini derinleştirmek zorundadır.
Bu yapılamaz değildir. Bu
yapılabilir ve olanağı var olan bir şeydir.
İdeolojik-teorik çalışma,
bireysel ve kolektif çalışma bütünselliği ile iki biçimde
olacaktır. Bu, iradi bir yönlendirmeyi, geneli içeren kolektif
bir katılımı, yaşamın örgütlenmesini ve kişisel istek duymayı
ve çabayı gerektirmektedir.
Ne tek başına kişisel çalışma,
ne tek başına kolektif çalışma ve ne de özel-genel yaşamın
örgütlenmesinin dışında yürütülecek kişisel-kolektif
çalışma yeterlidir. Yapılması gereken tüm unsurlarının bir
arada bulunduğu olması gereken ideolojik-teorik bir çalışmadır.
Bu ise bizlere bağlıdır.
Xxxxx 18.10.1987”
22.06.2020/DATÇA
Mehmet Erdal
Hepsini okuyabileceğiniz bir adres varmıdır??
YanıtlaSilEmegıne saglık kolay iş değil saatlerce ugraştın
YanıtlaSilEmegıne saglık saatlerce emek verdın kolay değil umarım okuyanlar ornek alır
YanıtlaSil