25 Aralık 2020 Cuma

2020.12.26.CEZAEVİ YAZILARI-35: HER KOŞULDA, YARATICI OLMALIYIZ!

  Hiç yorum yok

 

     CEZAEVİ YAZILARI-35: HER KOŞULDA, YARATICI OLMALIYIZ!

     PKK'lı mahkumların tünel girişiminin 20.05.1988 günü patlak vermesi sonrası cezaevi yönetimince gündeme getirilen resmi terörü, sürgünleri ve hak gasplarını protesto etmek amacıyla başlatılan SAG(Süresiz Açlık Grevi)'nin bitirilmesinin ardından yapılan koğuş düzenlemeleri ile birlikte, yani Haziran ayı sonu Temmuz ayı başlarından itibaren, rahat bir nefes alabileceğimiz bir döneme geçmeyi umut etmiştik. Ama gelişmeler, umut ettiğimiz gibi olmadı. Her gün yeni bir söylenti ortalıkta dolaşır oldu; tahliyeler nedeniyle azalan koğuş sayımız öne sürülerek yok 7. Koğuşa geçilecek, yok geçilmeyecek de koğuşlar arası günübirlik gidip gelme düzenlemesi yapılacak; yok topluca Nazilli'ye, yok Bursa'ya sevk olunacak; 25 Eylül referandumunda istediği sonucu elde edemeyen Özal yok ortamı yumuşatmaya, yok baskıcı politikalara yönelmeye çalışacak ve bu gelişmeler, çok doğal olarak, etkisini cezaevlerinde de gösterecek vb.vb...

     Bu süreçte önce cezaevi yönetimi değişti; yeni savcı, Nural Uçurum ve yeni müdür, Soner Köstereli oldu. Sonra, Özal hükumetince, özellikle siyasi nitelikli diğer cezaevlerinde olduğu gibi bizim kalmakta olduğumuz Aydın E Tipi Özel Kapalı Cezaevinde de bazı hak gaspları gündeme getirilmeye başlandı.

     Bu gelişmeler karşısında, ne yapmalıydık?

     Mayıs ayı sonlarında başlayıp 20 Haziran günü bitirdiğimiz SAG'den dolayı her yönden çok yıpranmıştık ve aradan çok kısa bir süre geçtiği için de kendimizi daha tam anlamıyla toparlayamamıştık. Robot değildik ki akşamdan sabaha tepeden tırnağa elden geçirilip tamir edilebilelim. Gündeme getirilen bu hak gaspları karşısında, o günlerde başka bir seçenek bulamadık ve 17 Ekim 1988 günü, bir kez daha SAG'ne başlama kararı aldık.

     “Cuma, 20.00:...Geçen, Güneş'te 'Af yok, İnfaz var' diye, birinci sayfadan, tüm sütunları kapsayan bir manşet vardı. Bakanın uzun anlatımı bir yana, özü, yeni infaz yasası ile 2 günlük bir indirim oluyor ay'da. Dağ fare doğuruyor, yani. 6-8 veya 9 gün olayı, daha iyi idi. İlk anda, herkesi bir sevinç sardı, sonra hikaye olduğunu gördük. TCK değişikliğinin dışında çıkacak, sanırım. Şimdi önemli olan TCK değişikliği. Kimler çıkacak? Ne zaman çıkacak? Hangi düşüncenin ve hangi hesabın sonucu çıkacak? Ayırım olacak mı? Eşitsizlik nasıl telafi edilecek? vb... Bakanlığın, tahminlerimi doğrularcasına, bol reklamlı ve sansasyonel, özünde var olan ve oluşan birikimi eritmeyi amaçlayan uygulamaların biri olarak, bu infaz olayını gündeme getireceği açık. Özal Hükumetinin, yapacağı yegane şey bu... Ekonomik alanda attığı adımlar, kapitalistleri bile tedirgin etti... Daha da edeceği cabası...Özal, sonuçsuz kulaçlar atıyor. Kıyıya ulaşamayacak. Ulaşır, diyen, hiç bir ekonomist veya uzman yok... Özal'ın gemisi batıyor. Hızla, toplumsal tabanın yitimi devam edecek. Onun için sosyal, siyasal vb... alanlarda sansasyonel ve reklamı bol bazı uygulamalar yapacak. Bunlar da çare değil...Özellikle ağır cezalılar için, hiç bir anlamı yok. Bazı az cezalılar ise çıkıyor. Bazılarınınki de azalacak. Ama hepsi o kadar... Bütün cezaevlerinde merkezi olarak gündeme getirilen yeni hak kısıntılarının, bu infaz söylentileri ile birlikte gündeme getirilmesi ilginç... Ama sonuçsuz. Irmak, akması gereken doğrultuda akar... Bunu geciktirmek belki mümkün, ama durdurmak mümkün değildir.

     Cumartesi günü ... yatırdığı dergiyi alamadık. Hiçbir dergiyi alamıyoruz. Yeni bir uygulama ile yasaklanmış... Bu konuda, siyasi cezaevlerinde ilk örnek oluyoruz... aklın alacağı iş değil. Yahu ben, başkaları gibi düşünmek zorunda mıyım? Düşünmüyorum yahu... Düşüneceksem, burada işim ne? Bunlar boş uygulamalar, sonuçsuz uygulamalar... Geçmiş sekiz yıl, bunun çarpıcı kanıtıdır. Daha nice yıllar yaşansa ne yazar ki?.. Ama 88 dünyasında ve Türkiye'sinde, zamana uymayan tüm hesaplar kısa ömürlüdür ve boşa çıkmak zorundadır... Kaçınılmaz kaderdir, bu...

     ... Demirel, Türkiye'de, üç ay sonrası için tahminde bulunmak güç, diyor...Cezaevlerinde, bugün, ertesi gün için tahminde bulunmak güç...

     Pazar, 15.00: Dünden beri, çay alıyoruz. Sorunların çözümü doğrultusunda yaprak kımıldamıyor. Ama her uzun sessizliğin, aslında fırtınanın belirtisi olabileceği de bilinir. Bekleyelim. Göreceğiz. Çayı özlemişim. Yavan ama, çok nefis geliyor...”(16.10.1988)(1)

     17 Ekim 1988 Pazartesi günü sabahı SAG'ne başladık. 4 gün sonra, 21 Ekim 1988 günü, Nazilli E Tipi Özel kapalı Cezaevine sevk edildik. 1986 yılı Sonbaharında Aydın E Tipi Özel Kapalı Cezaevinin olduğu gibi Nazilli E Tipi Kapalı Cezaevinin de ilk mahkumları biz olduk.

     Aydın'da başlayan ve Nazilli'de de devam eden SAG'miz 33 gün sürdü ve yenilgi ile sonuçlandı. 

     “20 Ekim tarihli mektubunu, bugün aldım. Mektuplar, ilk, bugün verildi... Ne zaman görüşeceğiz? Nasıl görüşeceğiz? Getirdiklerini yiyebilecek miyim? Ne halde olacağım? Hiçbir şey bilemiyorum...Gidiyoruz, tarihsel yolumuzda. Basından izliyorsun...Daha eşyalarımın çoğunu alamadım. Ne kadarı kayıp değil? Bilemiyorum...Geleceğe ilişkin, bir sürü iş düşlerim var. Buralarda ölmeyeceğim, çıkacağım, birlikte olacağız... Sağ kalmayı becerebilirsem, ileride uzunca yazacağım. Yazacak çok şeyim var... Şimdi çok yorgunum...Halsizim...”(16.11.1988)(2)

     “Bu gece (22 Kasım, 22.00) başlayabildim, yazmaya...En çok sevindiğim, tüm açlık grevi boyunca korktuğum düşünsel olumsuz gelişme olmamış. Unutkanlık, düşünsel yorgunluk vb. gibi. Bundan korkumdan, her an her şeyi düşünmeye çalışıyordum. Düşünmeliydim, düşünce tembelliği iyi değildi.

     ... Bu açlık grevinin çok yönlü ve çok önemli sonuçları oldu. Olmaya da devam ediyor. Kendim dahil, başta, kimsenin, böylesine devasa bir olay yaratılacağını tahmin ettiğini, sanmıyorum. Ama, bilinmeden, öyle tarihi bir noktada gündeme gelmiş oldu ki, kendi nezdinde pek çok şeyi ifade ettirmeye başladı. Düzen sorgulanmaya başlandı, düşün. Elbet, bunun, yakın ve uzun dönemde, olumlu ve olumsuz sonuçları arttı. Bu yükü, baştan hesaba katmayanlar, bu yükün altında ezildi. Onun için, Örn: Meclis olayı yanlıştı. Uzun dönemde, olumlu sonuçları olmuş olabilir, ama yakın dönemde bize yönelik somut sonuçları olumsuz oldu. Genelde, 17 Ekim sonrası, giderek ülke genelinde yaygınlaşan eylemlilik süreci, ayrıntılı ele alınıp incelenmeli. Çok önemli dersler var ve öğrenilecek çok şeyler olduğunu görüyorum...

     Açlık grevi bitinceye kadar, aynı koğuşta kaldım. Bittiği gün, bu koğuşa geçtim. (*) Nasıl geçtiğimizi ve nasıl moralimizin bozulduğunu, o kötü görüş yerinde duyabildiğin kadarıyla, anlatmıştım. (**)Dönem aşılırken, beklenen ve olması gereken, insanların da kendilerini aşmalarıdır. Olmuyor...Burası yeni bir bina, havaları çok yağışlı ve nemli, müthiş üşüyoruz. Her şey ıpıslak. Öyle de kötü bir koğuştayız ki...Aydın'da da böyleydi. Koğuş dağılımında, hep kazıklanırdık. Banyosu yok. Bu bakımdan diğer koğuşlar daha iyi. Belli ki binayı yapan mimar, milyarları cebe indirmiş. Öyle kötü kalorifer tesisatı var. Ne ısıtıyor, ne de bir şey. Kendimize iyi bakmaya çalışıyoruz. Yarından itibaren tabldot tavuk vb. alıp yemeye başlayacağız. Bu kez, hem bitimden, hem de olanaklardan dolayı, yeterli ve dikkatli bir beslenme yapamadık. İlk lokmalarımdan sonra, rahatsızlanıp düştüm, ama kendimi çabuk toparladım. Bu eylem süresince, hiç doktora çıkma gereği duymayan ve bu anlamda sağlığı yerinde gözüken insanlardan biriyim. Ama bu kez, her bakımdan duman olduk. Sevk, koğuş değişimi, kış günü oluşu, şekersizlik ve tuz olmaması, bizi çok sarstı. Ayrıca çok kısa aralıkla ikinci uzun açlık grevine başladık...”(***)(22.11.1988)(3)

     “...bugün (Pazar) öğleyin,...Bugünkü Cumhuriyet'te, Yaşar Kemal'in uzunca, duygulu, hümanist ve güzel bir mektubu yayımlandı. Hoşuma gitti. Okumuş muydun? Bu mektup, bir anlamda, 17 Ekim'den bugüne süregelen ve ülkenin gündeminde birinci sıraya yükselen Süresiz Açlık Grevlerini noktalıyordu. Bence bu, çok önemli ve uzunca-ayrıntılı-derinlemesine tartışılması gereken bir dönem olarak kabul görmelidir. Bugüne ve yarına yönelik, zengin dersler çıkarılabilecektir. İleride, bu açlık grevlerinin boşa yapılmadığının ve tarihsel bir önem kazandığının ve etkileri kısa-orta-uzun dönemde görülecek çok önemli gelişmelere yol açtığının kabul ve teslim edileceğini sanıyorum. Umuyorum. Bir arkadaş, Cumhuriyetteki ilanları, Şili'deki tencere eylemlerinin başlaması-yayılması ve bir mücadele biçimi olarak kabul görmesi ile benzeştiriyordu. Veya, despotizmin hüküm sürdüğü bir ülkede, gecenin ileri bir saatinde, evlerdeki ışıkların bir süre yakılması ve böylece, karanlığı kabul etmediğinin bu yolla ifade edilmesi, bu ışıkların artması, karanlığı her gün daha çok aydınlatması ile benzeştirmesi söz konusu oldu. Yani her koşul, ne kadar zor olursa olsun, çaresizliğin ilan edileceği değil, yaratıcılığın ilan edileceği anlamında ele alınmalıdır. Çaresizlik, insanları bitirir. Biz, eğer bu bilimsel düşünceye sahipsek, çaresiz olmayız. Olmamalıyız. Biz yaratıcıyız ve yaratıcı olmalıyız. İlanlar, halkımızın, bir protesto, bir destek, bir istem, bir dayanışma, bir silkiniş, bir atılım, var olan durumu asış biçimi oldu. Bir tanıdık, açlık grevinin başındaki ilgisizlikle, sonlardaki yoğun ilgi arasında, bunu çok güzel somutlamıştı. Bu tanıdık, mapus değil, bir avukattı. Herkes, bu muhteşem olayda, rol ve onur sahibiydi. Öyle de görülmelidir...”(04.12.1988)(4)

     1988 Aydın/Nazilli

     26.12.2020/Datça/Mehmet Erdal

                                                  

     (*) 7. Koğuş.

     (**)


     (***) Cezaevinden çıktıktan bir süre sonra bir vesileyle söz açlık grevlerine geldiğinde, 10 yıl 7 ay kadar süren son (4. kez girdiğim) cezaevi dönemimde (toplamı 11 yıl 7 ay 10 gündür), bir yıldan daha uzun bir süreyi, yani her on günün bir gününü açlık grevlerinde geçirdiğimi hesaplamıştım.

     (1)





     (2)


     (3)



     (4)


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder