2020.09.22.DATÇALI ÜRETİCİLERİN SONBAHARI!
DATÇALI ÜRETİCİLERİN SONBAHARI!
15 Eylül Salı günü öğle üzeri, önceki bölümde (Bknz: Datçalı Pazarcıların Sonbaharı) adından söz ettiğim adaşın (Mehmet Kuzu) ablasının ve eniştesinin çalıştırdığı Eda Market'e uğradım; bu, benim için, rutin bir olaydı.
Adaş, 14 Eylül Pazartesi günü akşama doğru bir arkadaşı ile birlikte Denizli Hali'nden mal almak için yola çıkmış ve ertesi günü öğle civarı Datça'ya dönebilmişti. Dönüşünde, her zaman yaptığı gibi, ilk iş olarak markete uğramış ve getirdiği sebze ve meyvelerin bir kısmını, onun adına satmaları için markete indirmişti.
Ben markete vardığımda, oradaydı. Hayırdır! dedim, bu hafta Özbel Köylü Pazarı'na tezgah açma sırası sende değildi; ne oldu? Evet, çıkmıyorum, dedi. Eee o zaman bunlar neyin nesi? Yoksa, daha önce sana zorluk çıkaran marketlere, yine, toptan mal mı vereceksin? Yok, dedi, onlara değil, pazarda tezgah açan köylülere vereceğim. Anlamadım? Köylülerin tarlasında ürün mü kalmadı? Evet, dedi, pek çok köylünün tarlasında şimdilerde ürün yok ve tezgahlarında, sağdan soldan aldıkları mallar da var.
Bunu ilk duyuyor değildim! Belediye başkanımız bile, ikidir, olağan belediye meclis toplantılarında, Korona virüs salgını ile mücadele sürecinde Datça'da gündeme getirilen tek-çift numara uygulamasından çok mağdur olan pazarcıların ve üreticilerin durumları, belediyenin, bu mağduriyetlerin giderilmesi konusunda bir şeyler yapması gerektiği dile getirildiğinde, tezgahında kendi üretmediği malları da satan Kızlanlı bir üreticiyi örnek veriyor ve onun üzerinden, belediyenin bu süreçteki konumunu savunuyordu.
Sohbetin konusu, üreticiler olunca, hani dedim, sen beni Kızlan Ovası'na götürüp bazı üreticiler ile görüştürecektin? Pandemi ile mücadele kapsamında gündeme getirilen tek-çift numara uygulaması nedeniyle toplanamayan ve tarlalarda kavrulup yok olan salatalıkların, kabakların vb. resimlerini çekecektik? Geçen hafta, pazarcıların Sonbaharını yazdım ve yayınladım. Dün-bugün esnafları dolaşıyorum. Ama benim için öncelikli olan, üreticilerdir. Tamam, dedi, bu Cumartesi günü pazarda, Pazar günü de ovada üreticiler ile seni görüştüreyim. Anlaştık, dedim. Cıllımak yok, ama? Yok, yok dedi.
***
Cumartesi günü, saat 13.00 gibi, pazar yerine vardım. Eniştesi Bahri, pazarda terlik satıyor. Ona, adaş geldi mi?, diye soruyorum. Anne (kaynana) ile geldiler, biraz önce sebze ve meyve bölümüne girdiler, diyor. Tamam, ben bir bakayım, diyorum. Sebze ve meyve bölümünü dolaşıyorum. Bulamıyorum. Adaşa, telefon ediyorum. Açmıyor. Adaş, senin adını değiştirmeli, sen Mehmetlerin yüz karasısın, diyorum, kendi kendime.
Bazı satıcıların tezgahları gözüme çarpıyor; bunlar, diyorum, muhtemelen yalnızca kendi ürünlerini satıyorlar. Bahri'nin yanına varıyorum; bazı tezgahların fotoğraflarını çekmek istiyorum. Şunları, diyorum, bazı tezgahları uzaktan işaret ederek, tanıyor musun? Evet, hadi gidelim, diyor.
İki bölümün tam orta yerindeki merdivenden aşağıya iniyoruz. Sol tarafta bir tezgah var, sahibi orta yaşlarında bir erkek. Tezgahın üzerinde fazlaca mal kalmamış. Bahri, işte bu tezgahtaki her ürünü kendisi üretiyor, diyor. Adı, Burhan Çetin. Kızlanlı. Tezgahının fotoğrafını çekebilir miyim?, diyorum. Elbette, ama fazla malım kalmadı, diyor. Önemli değil, ben yalnızca kendi ürününü satan tezgahları görmek istiyorum; üretici, bugün neleri satıyor?, onu tespit etmek istiyorum. Tezgahın bir adet fotoğrafını çekiyorum. (1) Sohbete başlıyoruz.
Kızlanaltı denilen (Denizliler Sitesi'nin yanındaki azmaktan SHELL petrol istasyonuna/Gebekum'a kadar olan) bölgede 21 yıldır sonuçlanmayan ve 400 dönüm (400 bin m2) civarında bir alanı içeren on sekiz (18 ) uygulaması kapsamındaki bölgede bulunan arazilerin kaçta kaçı köylülerin?, kaçta kaçı o bölgeyi yatırım amaçlı alanların?, diye, soruyorum. 1970'li yıllarda Billurkent kurulurken, bazı köylüler, para etmiyor, diye, yerlerini sattılar ve ellerine geçen para ile altlarına birer araba çektiler, her şey böyle başladı, diyor. Bugün Mülayim'in Yeri olarak bilinen restoranın yerine o yıllarda Berduş'un yeri derlermiş. İşte, altına araba çekenler, o Berduş'un yeri ile Körmen (Karaköy) arasında gidip gelir ve diğer köylülerine hava atarlarmış. Bunu gören diğer bazı köylüler de, bizim neyimiz eksik, deyip, başlamış onlar da yerlerini satmaya ve altlarına araba çekmeye. Gel zaman, git zaman, bugün Uşaklılar Sitesi olarak bilinen bölgenin neredeyse %70'i satılmış. Sonra, Kızlanaltı'ndaki diğer yerler ve Kızlan civarı... İyi de, bugün neden satıyorlar?, diyorum. İhtiyaçtan, diyor. Köylü evini yapacak, düğününü yapacak; nasıl yapacak? Elindeki tarlayı, arsayı satarak. Bunu duyunca, bir süre önce, evlerinin çevresine çekilecek duvar, evin tadilatı, pergole vb. için ellerindeki iki dönüm tarlayı satan Kızlanlı bir aileyi anımsıyorum...
Şu an, bu pazarda kaç tezgah yalnızca kendi ürettiği ürünü satıyordur?, diyorum. Olsa olsa on, diyor. Toplam olarak, yirmi civarındadır. Anladım, bugün çift numaralar var, tek numaralıları da hesap edersek, o kadar? Evet, diyor. Çok az, diyorum, içimden; Kızlanlı, Karaköylü, Emecikli, Reşadiyeli...Çok az!
Burhan Çetin'le ayak üstü yaptığımız sohbette, köy yerleşim/gelişim alanları içinde kalan arazilere verilen imar izni ve bu çerçevede belediye meclis toplantısında da kısmen gündeme gelen tartışmalara değiniyoruz... Sonra, teşekkür ediyorum ve yalnızca kendi ürününü satan başka tezgahların fotoğraflarını çekmek için ayrılıyoruz.
Bahri, bu nitelikteki başka bazı tezgahları da gösteriyor ve ben önce hayırlı işler diliyorum, sonra da izin isteyerek, o tezgahların fotoğraflarını, çekiyorum. (2)
***
İlginçtir, Bahri'nin tezgahında da, sohbete gelen bazı tanıdıklarla, ağırlıkla, köy yerleşim/gelişim alanlarında verilen imar izni ve belediyenin bu konudaki tavrı üzerine sohbet ediyoruz; Pazartesi günü yaptığım bazı esnaf ziyaretlerinde ve sonrasında yaptığım söyleşilerden anlıyorum ki, bu konu, Datça'da çok güncel ve çok popüler. Ben, 1 Eylül günü, belediye meclis toplantısında belediye başkanının, AKP ve CHP grup başkan vekilleri ile CHP belediye meclis üyesi Hayriye Yılmaz Balkan'ın bu konudaki konuşmalarını dinlemiş ama bu konunun bu kadar popüler bir konu olduğunu fark edememiştim. Bu, benim, imar ile ilgili rant tartışmalarından olduğu kadar, bir siyasi partinin ilçe başkanı olarak, Datça'da günlük hayatta yaşanan bazı gelişmelerden bihaber oluşumu da gösteriyordu! Bunu, aklımın bir köşesine yazmalıydım.
***
Bahri ile Cumartesi günü sözleştiğimiz üzere, Pazar günü öğle civarı Eda Market'e gidiyorum; Bahri'nin ön gördüğü gibi, adaş ortalarda yok. Evdedir, diyor ablası.
Bugün Kızlan Ovası'nı dolaşacağız...
Kahvaltıları bittikten sonra Bahri, kızı Eda ve ben, benim araba ile yola çıkıyoruz. Bak, diyorum, beni hep CHP'ye ve haliyle belediyenin her yaptığına karşı olanlar ile görüştürme; yarın, Erdal, yalnızca AKP'lileri dinlemiş ve onlardan duyduklarını yazmış, demesinler. Ben herkesi dinlemek ve yazacağım konuların aslını astarını öğrenmek istiyorum. Tamam, diyor, birazdan, seni birisine götüreceğim.
Burgaz ören yerine paralel uzanan yoldan ve Denizliler Sitesi'nin önünden ilerledikten sonra sahile kıvrılıyoruz. Belediyenin WC ve büfe olarak ihaleye çıkardığı yerin yanından geçiyoruz.Yapılan yapıları ve çevrilen alanı görüyoruz. Burası için ihaleye girip de ihaleyi alanların ve bu yapıları yapanların bildikleri bir şeyler var ki, bunca masrafı göze almışlar, diyorum Bahri'ye; yoksa, bu upuzun ve ıpıssız sahilde kimler buraya gelecek de bunca masraf çıkarılacak ve üstüne ekmek yenilecek?
Sahil boyunca, hafta sonu nedeni ile ailesini yanına alarak ya da kendi başına arabasına atlayıp balık avlamaya ya da yüzmeye gelenlere rastlıyoruz. Yol tozlu, o nedenle 1. ya da 2. vites ile yol alıyoruz.
Uşaklılar Sitesi'ne yaklaşırken domates fidanı dikilmiş tarlalar görüyoruz. Arabayı sağa yanaştırıp, fotoğraf çekiyoruz. (3) Bu tarlaları kimin işlemiş olabileceğine dair fikir yürütüyoruz. Domates tarlalarının biraz ilerisinden, Uşaklılar Sitesi'ne varmadan, sola dönüyoruz. Aha! diyor Bahri, bizim “Deli!” orada. İleride küçük bir kulübe görünüyor. Araba ile kulübenin yanına yaklaşıyoruz. Arabanın kontağını kapatıp, iniyoruz. Selam veriyoruz. İki erkek ve bir kadın; oturmuş sohbet ediyorlar.
Hoş beşten sonra, konuya giriyoruz. Derdimizi anlatıyoruz. Sohbet başlıyor. Biraz önceki domates tarlaları Ercan'ınmış. Ercan, ileride, başka bir tarlaya da domates dikmiş ama orası, bir başkası ile ortakmış. Dışarıdan mı bu arkadaşlar, diyorum. Hayır, buralı imişler. (Bahri, bir gün önce, pazarda, Burhan Çetin ile sohbet yaparken, bugün, Kızlanlıların bir kısmının, sattıkları arazilerinde, arazilerini satın alanların haberi olmaksızın ya da belli bir ücret ödeyerek ekim-dikim yaptıklarını, hatta, bu konuda Datça dışından gelip de Datça'da ürün yetiştirmeye çalışanlarla rekabet ettiklerini; dışarıdan gelenlerin, Kızlanlılardan üç kuruş daha fazla icar parası vererek tarlaları ekip-biçtiklerini vb. anlatmıştı.) Dışarıdan gelip de üretim yapanların tarlaları daha içerilerde imiş. Bu bölgede Kızlanlılara ait araziler ile Kızlanlıların elinden çıkan arazilerin oranını soruyorum; %65 civarında yerlilerdedir, diyor. Bahri söze katılıyor. Yarı yarıyadır, diyerek ortak fikre varıyorlar.. Datça-Marmaris yolunun öte tarafında, Kızlan köyü civarında durum ne?, diye soruyorum. Orada, yerlilerin elindeki arazilerin oranı biraz daha fazla imiş. Bu çerçevede konuşmaya devam ediyoruz...
Size ne ikram edelim? Karpuz? Ya da başka bir şey?, diye soruyor. Hayır, teşekkür ederiz, diyoruz. Kalkıyoruz. Bir fotoğrafınızı çekebilir miyim?, diye soruyorum. Elbette, diyorlar. Biz vardığımızda “ Deli” ve eşi ile sohbet eden diğer erkek, beni çekmeyin, diyor ve yerinden kalkıp, biraz uzaklaşıyor. Geri kalanların fotoğrafını çekiyorum.(4)
Arabaya binince, bu arkadaşın adı ne?, diye soruyorum. Bahri, Mehmet Karaçoban ama kimse onu bu adı ile bilmez, sen, 'Kızlanlı Deli', de; herkes öyle bilir, diyor. Ayıp olmaz, değil mi?, diyorum. Hayır, diyor. Bu Mehmet'i sevdim, dedim; tam benim kafadan. Anam da bana, hep, 'Deli Memedim', derdi.
Uşaklılar Sitesi'nin yanından Datça-Marmaris ana yoluna çıkıyoruz. Datça'ya doğru dönüyoruz. Bahri, yoldaki manavlar ile ilgili bir şeyler söylüyor. Devam edelim, diyorum. Senin kayınpederinin yanına gidelim. Bahri ve Selda, bu bölge ile ilgili en sağlıklı bilginin babalarından, yani Hasan Kuzu'dan alınabileceğini, bu nedenle onunla da konuşmamı söylemişlerdi.
Hasan Kuzu, iyi adamdır. Dahası, oğlunun deyimi ile eski 'Demokrat'tır, yani Menderesçidir (rahmetli babam Hardal Musa da öyleydi); ama geçtiğimiz yerel seçimde, İnci (Bilgin) hanım, eşi Fatma Kuzu'nun çocukluk arkadaşı olduğu için, evlerine kadar gelen Feyzullah Gülada'ya değil, Gürsel Uçar'a oy vermişlerdi; bunu da, Feyzullah Gülada'nın yüzüne açıkça söylemişti Fatma Kuzu.
Evet, Hasan Kuzu, iyi bir tanık ve iyi bir danışmandı, bu yazının konusu olan konularda.
***
Ana yoldan sapıyoruz; Kızlanaltı'na doğru, toprak yolda, yavaş yavaş ilerliyoruz. Hasan Kuzu'nun evine varıyoruz. Arabadan iniyoruz. Benim adaş, belden üstü çıplak, biraz ileride, tarlaların içinde, elinde dirgen, büyük baş hayvanlarına saman veriyor. Adaaaşşş! diye sesleniyorum, senin adını değiştireceğiz; hiç sözünde durmuyorsun. Evin ön kısmındaki veranda'da Hasan Kuzu, bir kanepenin üzerine, arkaya doğru yaslanarak oturmuş. (5) Nasılsın?, diyorum. Hoş geldiniz, diyor. Ayağımdaki terliği çıkararak, verandaya adım atıyorum. Hasan Kuzu'ya yüzüm dönük olarak, bir sandalye çekip, oturuyorum.
Sohbete başlıyoruz...
Adaş, Bahri ve Fatma hanım da zaman zaman sohbete katılıyorlar.
***
Sohbet, benim için oldukça doyurucu oluyor. Sohbetinin sonuna doğru, dünden beri yaptığım söyleşilerden ve dolaşırken gördüklerimden çıkardığım sonuçları , orada, onların huzurunda, üç (3) maddede özetliyorum; istiyorum ki, bunlar, yani şimdi burada okuyacaklarınız, yalnızca benim vardığım sonuçlar olmasın; ortak bir yargı oluşturalım ve onu paylaşalım.
1) Datça'daki pazar yerlerinde 28 Mart'tan beri uygulana gelen Tek-Çift numara uygulamasının üreticiler üzerindeki etkisi, oldukça yıkıcı olmuş. Bu konuda daha önceki tarihlerde yazdığım yazılarda da örneklerini verdiğim üzere, üreticiler, gerçekte, ürettikleri ürünleri, 15 günde bir tezgah açıp satabilmeleri nedeniyle, bazı ürünleri toplayamamış ya da topladıkları ürünleri satamamışlardı; haliyle, çok ciddi zararları söz konusu idi. Bu durum, üreticilerin şevkini kırmıştı. İçlerinden, tarlaya, hiç bir şeyi ekmek gelmiyordu. Sohbet sırasında, buraya gelirken, yol üzerinde gördüğümüz bir patlıcan ve kabak tarlasının da fotoğraflarını çekebileceğim, söyleniyor. Sahiplerinden izin almadan olmaz, diyorum. Sorun olmaz, patlıcanların sahibinin haberi var, kabak tarlasının sahibi ile de konuşuruz, deniyor. Konuşuluyor. İzin alınıyor.(6)
2) Havaların sıcak olması ve mevsim değişikliği nedeniyle, şu ara yeni ürün yetişmiyormuş. Yolda gelirken görüldüğü üzere, güz (Sonbahar) için dikilen domatesler yenice çiçek açmaya durmuşlar, diğer kışlık sebzelerin de (lahana, karnabahar vb.) zamanı değilmiş.
3)Maliyenin itirazı nedeni ile iptal edildiği söylenen Kızlan altındaki on sekiz (18 ) uygulamasının ileride yeniden gündeme gelmesi ve kesinleşmesi ile bugünlerde üzerinde hararetle fikir yürütülen köy yerleşim ve gelişim alanlarına imar izni verilmesi konusunda kafalar karışıktı.
Hasan Kuzu'ya göre, Erol Karakullukçu, tamam, zamanında, şunu yapmıştı bunu yapmıştı ama on sekiz (18) uygulamasını, Ankara'dan habersiz kafasına göre de gündeme getirmemişti. Bu nedenle, bu konuda geriye dönüş olmazdı. Ama iki yıl sonra, ama üç yıl sonra ya da hadi diyelim ki beş yıl sonra, bazı parsellerde yeni değişiklikler yapılır ve bu on sekiz (18) uygulaması kesinleşirdi. Bu konuda, zerrece şüphesi yoktu. Ona ve adaşa göre, Kızlanlıların Kızlanaltı'nda şu an sahip oldukları araziler, öyle söylendiği gibi çok fazla değildi; % 20-30 gibi bir orandaydı... Bu on sekiz (18) uygulaması kesinleşir de buralara, öyle düşünüldüğü gibi on (10) dönüm üzerinden oteller yapılmaya başlanırsa, bu otellerde çalışacak onca çalışan nerede yatıp kalkacaktı? Elbette, bunlar için de evler, çocukları için okullar, parklar, bunca insan için cami, hastane, alış-veriş merkezleri vb. yapılacaktı. Haliyle, bu on sekiz (18) uygulaması şu anki sınırlarında kalmaz ve Datça-Marmaris ana yoluna kadar dayanırdı. Hatta yolun Kızlan köyü tarafına da geçerdi. Yok, olmaz, o kadar da değil, diyerek, kimse ne kendini ne de bir başkasını aldatmaya kalkmasındı. Peki, bu iyi bir şey miydi? O konuda kafalar karışıktı. İyi olur, diyen de vardı, kötü olur diyen de. Peki, Kızlanaltı'na oteller, geriye kalan, yani yolun her iki tarafında kalan yerlere de evler yapıldı, Kızlanlıların ellerinde ekilip biçilecek hiç arazi kalmadı; bu durumda, diyelim ki on (10), yirmi (20) yıl sonra Kızlanlıların çocukları ya da torunları ne yapacaklardı? Şu an ferah ferah evlerinde yaşayan, bahçelerinde dolaşan köylüler, sıkış tepiş, iç içe geçmiş evlerinde nasıl yaşayacaklardı? Hasan Kuzu'ya göre, köylü, şimdilerde eline geçen paraya bakıp yerini satma yanlısıydı. Ama, dediğin gibi, diyordu, bana dönerek; bugün sattın, eline geçen para dağ olsa dayanmaz, gün geldi, bitti, sonra?... Sonra, Billurkent'te olan olacak. Nasıl ki, zamanında Billurkent'in kurulduğu yerdeki arazilerin sahiplerinin çocukları bugün Billurkent'e çalışmaya gidiyorlar ise, bugün bu ovadaki ya da köy civarındaki yerleri satanların çocukları da yarın o otellerde çalışmaya gidecekler. Bundan kaçış yok! Ben bu öykünün bir benzerini, yıllar önce, Marmaris/İçmeler'de de dinlemiştim, diyorum. Orada da, en baba yiğitleri, İçmeler-Marmaris dolmuş hattında çalışan bir minibüs sahibi olabilmişlerdi. O kadar! Çoğunun çocuğu, İçmelerdeki otellerde temizlikçi, güvenlikçi vb. olarak çalışıyorlardı...
Hasan Kuzu sessiz, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan, kendi halinde ve çok çalışkan birisi; geçmişteki mesleği nedeni ile, namı diğer, Kasap... Bu yaşta, soruna bakışı ve akıl yürütmesi, çok duru. Bugünü ve gidişatı iyi analiz edebiliyor.
Fatma Kuzu, hadi bakalım, yemek zamanı, diyor. Veranda da ki masanın başına toplaşıyoruz, sofraya konulan yemekleri yiyoruz. Çayımızı içiyoruz. Sonra, Eda'yı, anneannesine bırakıp araba ile yola koyuluyoruz. Fazla ilerlememiştik ki Bahri'nin telefonu çalıyor; WhatsApp'dan görüntülü arayan, Eda. Nice zamandır kayıp olan kedi yavrusunu bulmuş eski evin oralarda bir yerde, babasına onu gösteriyor. Neşeli sesini duyuyorum; bulduğu kedi yavrusunu seviyor. Biz yolumuza devam ediyoruz. Yazılacak daha çooook konu var, 1991 sonrası dönemde beni rehabilite eden ve şimdi yurdum olan Datça'da, diyorum, kendi kendime... Yazmaya devam!
(Not: Şimdi, on sekiz (18) uygulamasının iptal edildiği, köy yerleşim/gelişim alanlarının yapılaşmaya açılıp açılamayacağına dair Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın ilgili biriminden beklenen yazının geldiği bugünlerde, özellikle, yerelde, uygulamanın başında olup uygulamalara dair yasal tasarruf yetkisine sahip yerel yöneticiler başta olmak üzere Datça'da var olan bütün siyasal partiler, kitle örgütleri, platformlar ve Datça'da yaşayan yurttaşlar, şu konuda, çok net olarak, düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmalıdırlar.
Bugün dahi su sıkıntısının çekildiği, bu gidişle yaşayanların susuzluktan kırılmasının olası olduğu, tarım alanlarının yok edildiği, Kızlan Ovası'nın ve diğer yerleşim yerlerinin betona gömüldüğü, denizinin kirlendiği... bir Datça mı?
Yoksa, tarım alanlarının büyük ölçüde korunduğu, denizine girilebildiği, havası nedeniyle her yurttaş için çekici olmaya devam eden, ekoturizmin temel alındığı ve gelirinin Datça'da yaşayanları doyurduğu... bir Datça mı?)
22.09.2020/Datça
Mehmet Erdal
(1) Burhan Çetin'in tezgahı;
(3) Kızlanaltı'nda bir domates tarlası;
(4) Mehmet Karaçoban'ın mekanı; (5) Hasan kuzu; üstte, yalnız ve altta, oğlu Mehmet kuzu ile;(6) (İdris Dören'in kabak tarlası)
(Fehmi Bıçak'ın patlıcan tarlası)
paylaşım için teşekkürler ..................8
YanıtlaSil