2020.09.21.CEZAEVİ YAZILARI-21: PARİS KOMÜNÜNE DAİR! (4)
CEZAEVİ YAZILARI-21: PARİS KOMÜNÜNE DAİR! (4)
(Paris Komünü'nün 117. yıl dönümünde Aydın E Tipi Özel Kapalı Cezaevinde yapılan çalışmanın dördüncü bölümü)
***
Önceki “... bölümde devrimin mevcut burjuva devleti parçalaması gereğini, mevcut burjuva devleti aynen devir alması halinde bu devletle istemlerini gerçekleştiremeyeceğini tartışmıştık. Ancak mevcut burjuva devletin parçalanıp yok edilmesi ereğini yalnızca Marksistlerin önlerine koymadığı biliniyor. Marksistler dışında anarşistler de mevcut burjuva devletin parçalanıp yok edilmesi ereğini savunuyorlar.
Peki öyleyse, sorun nedir? Yani hem Marksistler hem de anarşistler mevcut burjuva devletin parçalanıp yok edilmesini savunuyorlar ve bu konuda hem fikir iseler, aralarında veya en azından bu konuda aralarında bir fark yoktur diyebilir miyiz? 'Hedef olarak' diyor Lenin, 'Devletin ortadan kaldırılması noktasında anarşistlerle aramızda hiç bir anlaşmazlık yok.' (Devlet ve İhtilal, syf. 80)
Ama yalnız bu kadar. Yani bir çakışma var ama yalnızca bu noktada. Bu çakışma noktasından önce veya sonra, aynı değiller. Uzlaşmaz bir biçimde ayrılar. Bunu iyi kavramak gerekiyor.
***
Bilindiği gibi bazı oportünistler, Marks'taki 'Devletin sönmesi' tezini, mevcut burjuva devletin parçalanıp ortadan kaldırılması noktasından önce, yani M-L devrime gereksinim duymaksızın olabileceğini savunuyorlardı. Bu noktada Marksist devrim teorisini inkar ediyorlardı. Anarşistler ise mevcut burjuva devletin parçalanıp ortadan kaldırılması sonrası, bunun yerine başkaca bir aygıtın konmasına karşı çıkıyorlar ve burjuva devletin ortadan kaldırılmasını, aynı zamanda her tür otoritenin ortadan kaldırılması olarak ele alıyorlardı. Marksistler her iki anlayışla da uzlaşamıyorlardı.
Anarşistler, proletaryaya ve proletarya devrimine inanmıyorlar. Onlar, soruna, çok kabaca söylersek, sınıfsal bir perspektiften bakmıyorlar. Ama işin aslında, toplumsal gelişme ve evrimleşme sürecinde yok olan küçük burjuvazinin perspektifinden bakıyorlar. Yok olmaya karşı bir tepki, bir öfke bu. Küçük burjuvazinin küçük burjuva mülkiyeti koruma temelindeki küçük burjuva özgürlüğünü savunuyor. Bu özgürlüğü yüceleştiriyor. Yani birey ve bireyin özgürlüğü, siz bunu özünde küçük burjuva ve küçük burjuvazinin özgürlüğü olarak anlayabilirsiniz, anarşizm için her şeyden yücedir.
Bu bireyi ve onun özgürlüğünü tehdit eden her şey anarşizm tarafından kabul görmüyor; anarşizm, çok doğal olarak, ona karşı çıkıyor. Kapitalizm koşullarında, özellikle modern kapitalizmin küçük burjuva mülkiyeti ve küçük meta üretimini yok ederek geliştiği koşullarda kapitalizme karşı; onu can düşmanı görüyor, ona saldırıyordu. Bu ilk anda yanıltıcı olabiliyor... Anarşistler ve anarşizm, kapitalizme karşı olan ve kapitalizmin mezar kazıcısı rolünü üstlenen proletarya ve onun bilimsel dünya görüşü olan Maksizm ile eş veya aynı şey olarak görülebiliyor. Halbuki bu, kim tarafından yapılırsa yapılsın, yanlıştır.
Anarşizm, proletaryaya ve onun bilimsel dünya görüşü Marksizme inanmadığı için, mevcut burjuva topluma sınıfsal temelde ve örgütlü olarak karşı çıkışı savunmuyor. Mevcut burjuva devletin ve burjuva toplumdaki her kurumun, proletaryayı ezdiği ve sömürdüğü açıdan değil, kendi bireysel özgürlüğünü yok ettiği açıdan yok edilmesini savunuyor. Aynı mantık, kendine düşman gördüğü her şeye, kendi toplumsal sisteminde küçük burjuva mülkiyeti ve küçük meta üretimini de ortadan kaldırarak kolektif mülkiyeti ve üretimi savunan proletaryaya ve onun bilimsel dünya görüşü Marksizme de yöneliyor. Onu da düşman görüyor. Kapitalizm koşullarında kalındığında bu düşmanlık ideolojik düzeyde kalabiliyor, ama sosyalizmde fiili saldırı düzeyine varabiliyor. İşte tam da bu noktada, karşı-devrimci bir kimliğe bürünebiliyor.
***
Ama yalnızca sosyalizmde mi karşı-devrimci kimliğe bürünerek proletaryanın davasına ihanet etmiş oluyor? Hayır! O, kapitalizm koşullarında da proletaryanın davasına ihanet ve burjuvazinin hizmetine geçme noktasına da düşüyor.
Proletarya, mevcut burjuva devlete sınıfsal açıdan bakıyordu. Mevcut burjuva devleti burjuvazinin egemenliğinin ve bu egemenliğin kendisine karşı uyguladığı zor'un örgütlenmiş biçimi olarak görüyordu. O halde, proletaryanın görevi bu mevcut burjuva devleti ortadan kaldırmaktı. Ortadan kaldırmaktı ama bunun anarşizmin savunduğu gibi bireysel temeldeki saldırılarla değil, ancak örgütlü ve burjuvaziyi alt edebilecek bir gücün yaratılmasıyla mümkün olacağına inanıyordu. Bu noktada, anarşizm ile temelden ayrı düşünüyorlardı. Bu noktada, proletarya ve Marksistler için örgüt ve örgütlü güç, can alıcı bir öneme sahipti. Hiç şüphesiz, nasıl bir örgüt sorusu sorulabilir ve tartışılabilir, ama şimdiki konumuz bu değildir. Yani, Marksizm, mevcut burjuva devletin anarşizmin anlayışı ve yöntemleriyle yok edilebileceğine inanmıyordu.
Anarşizm, mevcut burjuva devleti ortadan kaldırmayı amaç olarak görüyordu. Çünkü o bu burjuva devletin yerine başkaca herhangi bir şeyi geçirmeyi düşünmüyordu. Onlar ister burjuva ister proleter olsun, devlete tümden karşı idiler. Halbuki Marksizm, burjuva devleti ortadan kaldırmayı amaç olarak görmüyordu. Yani, Marksistler, devletin en nihayetinde bir gün yok olup gideceğini ve tarih sahnesinden silineceğini biliyorlardı; bunu söylüyorlardı. Nihai amacı bu idi. Ama devletin bu anlamda yok oluşu, sınıfların yok oluşuna bağlı idi ve ondan uzak ele alınamazdı. Yani sınıfsız ve devletsiz bir toplum, Marksistlerin ideali idi. Ama bu farklıydı, anarşistlerin burjuva devleti ortadan kaldırmaya yaklaşımları (da) farklıydı. Lenin, bu konuyu çok açık olarak şöyle belirtiyor: 'Marksizm, her zaman, sınıfların ortadan kalkmasıyla birlikte devletin de ortadan kalkacağını öğretmiştir. Anti-Dühring'teki 'devletin yok olup gitmesine' ilişkin ünlü bölümde anarşistler, devletin ortadan kaldırılmasından yana çıktıkları için değil, devletin 'akşamdan sabaha' ortadan kaldırılabileceğini savundukları için suçlanmaktadırlar.'(Devlet ve İhtilal, syf. 78)
Marksistlere göre proletarya devriminin ön koşulu mevcut burjuva devleti parçalamak ve yok etmekti. Yani amaç değil, ön koşuldu. Çünkü burjuva devletin parçalanıp yok edilmesiyle devrim bitmiyordu. Ancak ve ancak birinci aşaması, yani politik devrim aşaması sona eriyordu. Proletarya devriminin amacı Komünizm olduğuna göre, proletarya devriminin politik devrim aşamasında sona ermesi düşünülemezdi. Devrim, sosyal devrime dönüşmeli ve bu biçimde devam etmeliydi.
O halde Marksistler ile anarşistler, amaçta da farklı düşünüyorlardı. Anarşistler, amaçlarının bireyin kurtuluşunu sağlamak olduğunu söylüyorlardı. Marksizm ise küçük burjuva bireyin değil, insanın özgürleşmesinin ve gerçek kurtuluşunun Komünizmde sağlanacağını söylüyorlardı. '...Marx, Komünizm diye anılmaya layık tek toplumsal düzenin insanla doğa ve insanla insan arasındaki çelişkileri ortadan kaldıran, insanın duygularını insanlaştırıp onları insanın toplumsal ve doğal özüne uygun hale koyan ve 'onun kalıcı gerçekliği olarak bütün bu duygularla donanmış zengin insanı' (1844 Ekonomik Felsefe El Yazmaları) doğuran bir düzen olduğu düşüncesinin üzerinde önemle durdu. Bundan dolayı, geleceğin toplumunu, insanın kişiliğinin gelişip serpildiği, maddi ve manevi ihtiyaçlarının tüm olarak tatmin edildiği ve bireysel ve toplumsal çıkarlarının uyumunu içinde taşıyan en yüce insani ilkelerin karşılandığı ve doyurulduğu bir aşama olarak gördü.' (Biyografi, syf.70)
Ama bunu, mevcut burjuva devletin ortadan kaldırılmasının hemen ardından değil, bir geçiş sürecinin yaşanmasından ve sosyalizmin inşa edilerek Komünizme ulaşılması ile gerçekleşeceğini söylüyorlardı. O halde, bu inşayı başlatmak ve tamamlamak için burjuva devletin yerini alacak ve proletaryanın yönetimde olacağı bir aygıt gerekiyordu. Çünkü bu inşayı ancak proletarya tamamlayabilirdi.
İşte, 'Marksizm, anarşizmden, genel olarak devrimci dönem ve özel olarak da kapitalizmden sosyalizme geçiş dönemi boyunca devletin ve bir devlet iktidarının zorunluluğunu kabul etmesi ile ayrılır.' (Nisan Tezleri, syf.50)
O halde, burada iktidar sorunu gündeme geliyordu. Proletarya devriminin amacı, mevcut burjuva devleti parçalayıp yok etmek ve onun yerine kendisinin iktidarda olduğu yeni bir devleti geçirmek değil, sınıfsız olan Komünizmdir. Proletarya devrimini böyle kavramak, soruna daha geniş bakabilmektir. 'Her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur.' diyordu Lenin ve bu proletarya devrimi için de geçerlidir. 'Bu, iktidarı almakla, iktidarı ele geçirmekle yetinmek gerekir, demek midir?' diye soruyor, Stalin ve yine kendi yanıtlıyor: 'Hayır, bu demek değildir. İktidarın ele geçirilmesi, ancak başlangıçtır. Bir ülkede devrilmiş olan burjuvazi bir çok nedenden ötürü onu deviren proletaryadan daha güçlü olan durumunu uzun zaman korur. Bundan dolayı iktidarı korumak, sağlamlaştırmak, yenilmez hale getirmek her şeyden önce gelir. Bunu sağlamak için ne gereklidir? Hiç değilse zaferin ertesi günü proletarya diktatörlüğünün önüne çıkan üç belli başlı görevi başarmak gerekir:
a)Devrimin iktidardan devirdiği ve mülksüzleştirdiği büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin direncini kırmak, onların, sermayenin iktidarını yeniden kurma girişimlerini başarısızlığa uğratmak.
b) Bütün emekçileri proletaryanın çevresine toplayarak kuruluş çalışmasını örgütlendirmek ve bu çalışmaya, sınıfların ortadan kalkmasını hazırlayacak biçimde yön vermek.
c)Dış düşmanlara karşı savaşım için, Emperyalizme karşı savaşım için devrimi silahlandırmak, devrim ordusunu kurmak.
Bu ödevleri yerine getirmek için proletarya diktatörlüğü gereklidir.' (Leninizmin İlkeleri, syf. 42-43)
Anarşistler, soruna böyle bakmıyorlardı. Temeldeki sorunu, iktidar sorunu olarak görmüyorlardı. Böyle olunca da, burjuva iktidarını temelden tehdit edemiyorlardı. Tam da bu noktada, burjuvaziye hizmet, proletarya devrimine ihanet ediyorlardı. Yani proletarya devriminin perspektifini bulanıklaştırıyorlardı.
***
Tam bu noktada, Marksistler ile anarşistler arasında Devlet konusunda çıkan tartışmada Marks'ın özellikle üzerinde durduğu bir noktaya dikkati çekelim: Lenin'e göre 'Marx,...Anarşizme karşı yürüttüğü mücadelenin gerçek anlamının çarpıtılmasını önlemek için proletaryanın ihtiyaç duyduğu devletin 'devrimci ve geçici biçimini' özellikle vurgulamıştı. Proletaryanın devlete ancak geçici olarak ihtiyacı vardı.'(Devlet ve İhtilal, syf.80)
İşte, Paris Komününde, Paris proletaryası mevcut burjuva devletin parçalanıp yok edilmesi ile yetinmediğini gösterdi ve 'Komünün ilk buyrultusu (kararnamesi) sürekli ordunun kaldırılması ve silahlı halk ile değiştirilmesi oldu.' (Marx-Engels/Seçme Eserler/Cilt 1,syf.263)
Bu, gerçekte 'Devlet olmayan devlet', yani 'yok olup gitmekte olan ''yok olup gitmeye başlayacak ve yok olup gitmeden edemeyecek biçimde kurulmuş' olan bir 'Devletti.' Marx, bu devleti 'hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletarya' olarak tanımlar.
Bu 'Devlet olmayan Devlet'te, proletarya egemen sınıftır. Her şeyin sahibidir. Kendi özgür iradesine ve öz gücüne dayanan devrim ile mevcut devleti yıkan halk, kendi yönetimini kurmuştu. Bu Komün idi. Örgütlenmesini buradan sonra tartışacağımız Komün, aksi iddialara karşın, özünde, bir işçi hükumeti ve proletarya diktatörlüğü idi. Marx, bunu, çok açık belirtir: 'Komünün gerçek gizemi şudur: O, özel olarak bir işçi sınıfı hükumeti, üreticiler sınıfının temellükçüler sınıfına karşı mücadelesinin ürünü, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan en sonu bulunmuş siyasal biçimi idi. Bu son koşul olmasaydı, Komünsel kuruluş bir olanaksızlık ve aldatmaca olurdu.'(Marx-Engels/Seçme Eserler/cilt 2,syf.267)
Engels de, yirmi yıl sonra yazdığı ön sözde, Marksın bu yargısını pekiştiren şu ünlü vurgulamada bulunur: 'Eh baylar, bu diktatörlüğün neye benzediğini bilmek ister misiniz? Paris Komününe bakınız. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğü idi.'(a.g.e. Syf.226)
Evet, Paris proletaryası, Komün örgütlenmesi ve Komün yönetimi ile ilk kez bu teorik önermeyi hayata geçiriyordu.
'Teorik önerme' diyoruz, çünkü proletarya diktatörlüğü tanımı, Marksist teoriye ilk Paris Komünü ile girmiyor, Marksist teoride çok önceden beri yer alıyordu.
Bilindiği gibi Marksizm, proletarya devriminin amacının Komünizme ulaşmak olduğunu söylüyordu. Bu ise, politik iktidarın ele geçirilmesi ile ilk adımı atılan ama ondan sonra daha uzun, daha çetin, zorlu ve karmaşık gelişecek bir sürecin yaşanması ardından gerçekleştirilecek bir şeydi. Politik iktidarın ele geçirilmesi sonrası yaşanacak bu süreçte, proletarya yönetimde olmalıydı. Marx, bunu çok özlü olarak şöyle ifade ediyordu: 'Kapitalist toplum ile Komünist toplum arasında birinciden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada, devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.' (Marx-Engels/Seçme Eserler/Cilt 3, syf. 31-32)
Bu süreç bütün alanlarda sosyalizmin inşasının tamamlandığı, sınıfların ve bu arada bir sınıf olarak proletaryanın kendisinin ortadan kalkacağı, devletin sönerek yok olacağı bir süreçtir. Marksist teori, ilk andan itibaren hep bu perspektife sahip olmuş ve bir an bile bu perspektifini kaybetmemiştir. Proletaryanın iktidara gelmiş olması, sınıf mücadelesinin sona ermesi anlamına gelmez. Tam aksine '...bu dönem kaçınılmaz olarak, görülmemiş ölçüde keskin biçimlere bürünmüş, eşine rastlanmamış ölçüde şiddetli bir sınıf mücadelesi dönemidir.' (Devlet ve İhtilal, syf. 48) Bu dönem yalnızca '...sınıf mücadelesinin farklı evrelerinden en akli ve en insani bir şekilde geçilebileceği akli ortamı sağlar.'(Biyografi, syf. 551) Yani sınıf mücadelesi, proletaryanın avantajlı olduğu bir ortamda Komünizme kadar devam eder.
İşte bunun için 'Tek bir sınıfın diktatörlüğünün, yalnızca genel olarak bütün sınıflı toplumlar için değil, yalnızca burjuvaziyi alaşağı etmiş olan proletarya için değil, aynı zamanda kapitalizmi sınıfsız toplumdan, Komünizmden ayıran bütün bir tarihi dönem için de gerekli olduğunu kavrayan kimseler, Marksın devlet teorisinin özünü kavramış sayılabilir.' (Devlet ve İhtilal, syf.48)
Marksist teori, sosyalizmin inşasından ne anlaşılması gerektiğini, proletaryanın diğer sınıfların yanı sıra kendisini de nasıl ortadan kaldıracağı, devletin nasıl sönerek yok olacağı gibi konuları hep tartışmış ve giderek ayrıntılarıyla da öz olarak düşüncelerini ortaya koymuş, ama bu konuda Lenin, Marksist teorinin önerilerini daha da geliştirmiştir.
Proletarya iktidarı sorununa ilk kez Alman İdeolojisi'nde rastlıyoruz. Alman İdeolojisi'nde proletarya diktatörlüğünün adı açıkça geçmiyordu. Yıllar sonra Engels, bu kitaba atfen şöyle diyecektir: 'Marx ve ben, 1845'ten beri gelecekteki proletarya ihtilalinin nihai sonuçlarında birinin Devlet denilen şu siyasi örgütün adım adım çözülmesi ve en sonunda yok olması olacağını söyledik; ama bununla birlikte her zaman, proleter sınıfın gelecekteki toplumsal ihtilalin öteki önemli sonuçlarından şuna ya da buna ulaşabilmesi için ilkin kendisini devletin örgütlü gücüyle teçhiz etmek ve bunun yardımıyla kapitalist sınıfın direncini bastırmak ve toplumu yeniden örgütlemek zorunda kalacağını da söyledik.' (biyografi, syf.109)
Burada, konumuzu bugün için ilgilendirmediğinden daha fazla ayrıntıya girmeden geçeceğimiz, proletaryanın bir sınıf olarak kendisini yok etmesinin felsefi düzeyde Feuerbach Üzerine Tezler'de ve Alman İdeolojisi'nde ele alınıp tartışıldığını belirtelim.
Komünist Manifesto'da da açıkça proletarya diktatörlüğü adlandırmasına rastlanmaz. Bilindiği gibi mevcut burjuva devletin yerini neyin alacağı sorusunun yanıtına Manifesto'da 'Hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletarya'nın 'demokrasi savaşına kazanılması'nın alacağı verilir. Ama ' proletaryanın bu örgütlenmesinin hangi somut biçimleri alacağı ve bu örgütlenmenin demokrasi savaşının en eksiksiz, en tutarlı bir şekilde kazanılmasıyla hangi kesin biçimde birleştirileceği sorusunun cevabını kitle hareketinin tecrübesinden bekliyordu.'(Devlet ve İhtilal, syf.54-55)
Marksın Manifesto'da yaptığı bu tanım, ünlü ve özlüdür. Ama bunun hangi somut biçimi alacağı belli değildir. Bu, Komün deneyiminde, Komün olarak karşımıza çıkar. Yani Komün, hem ilk proleter devlet hem de onun somut biçimidir.
Komünden önce tarihsel süreçte çok önemli bir yer tutan 1848 Şubat işçi ayaklanması ve Fransız burjuva ihtilali gündeme gelir. 1848 sınıf savaşımlarının incelendiği iki kitaptan ilkinde Marx, ilk kez proletarya diktatörlüğü terimini kullanıyordu. Şöyle diyordu: '...Proletarya, git gide devrimci sosyalizmin çevresinde, bizzat burjuvazinin Blanqui adını taktığı Komünizmin çevresinde toplanıyor. Bu sosyalizm, genel olarak, sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması, sınıf farklılıklarının dayandıkları bütün üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılması, bu üretim ilişkilerine uygun düşen bütün toplumsal bağlantıların ortadan kaldırılması, bu toplumsal bağlantılardan doğan bütün düşüncelerin alt-üst edilmesine varmak üzere devrimin sürekliliğinin ilanıdır. Zorunlu bir geçiş noktası olarak proletaryanın sınıf diktatörlüğüdür.' (Marz-Engels/Seçme Eserler/Cilt 1, syf. 341)
Hemen ardından 18. Brumaire çalışırken yazdığı bir mektupta bu terimi yine kullanır: '...2) sınıf savaşımının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne vardığını, 3) bu diktatörlüğün kendisinin bütün sınıfların ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız bir topluma geçişten başka bir şey olmadığına...' diyordu. (a.g.e. Syf.637)
Evet, böylece, proletarya diktatörlüğü özlü ifadesine kavuşuyordu. İşte Komün, sınıf mücadelesinin zorunlu sonucu olarak, proletarya diktatörlüğünün somut bir biçimi olarak gündeme gelecektir...
Aydın/1988” (Devam edecek)
21.09.2020/Datça
Mehmet Erdal
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder