2020.02.21.FAŞİZME KARŞI DİRENİŞTE ÖLENLER 'PİYON' MUYDU?
FAŞİZME KARŞI DİRENİŞTE
ÖLENLER 'PİYON' MUYDU?
Bir süre önce, 'GÜNİZİ' adlı
bir dergide, Salih Korkmaz imzasıyla, 'PİYON' başlıklı kısa bir
öykü yayınlandı; adı geçen derginin okuyucuları ya da farklı
İnternet sitelerinde farklı imzalar ile paylaşılan eleştirilerden
dolayı öyküden haberdar olup okuyanlar, bilirler.
***
Öykü, altmış yaşında olan
birisinin, ''...On sekiz yaşında ayrılmış olduğu...Doğup,
büyümüş olduğu sahil kasabasına...'' yıllar sonra dönüşünü,
dönüş yolunda, içinde yer aldığı ve hiç unutamadığı bir
olayla ilgili anımsamalarını ve bu olay çerçevesindeki iç
hesaplaşmasını anlatmaktadır.
***
Öyküyü okurken anlıyoruz ki,
öykünün kahramanının anımsadığı olay 12 Eylül 1980 Askeri
Darbesi sonrası koşullarda yaşanıyor. ''...1980 yılı,...Askeri
darbe olmuş, koyu bir karanlık ülkenin üzerine yayılmaya
başlamıştı...'' diyor Salih Korkmaz ve devam ediyor;''...Devrim!
Bugün yarın olacağını bekledikleri 'devrim' artık uzak bir
ihtimal bile değildi. Bütün umutları ve hayalleri ile bağ evinde
kıstırılmışlardı işte. On dört erkek, bir kadın. Kadın! On
sekiz yaşında olan bir kız ne derece kadın olabilirdi ki? Çocuktu
aslında. Her fraksiyon dağılırken, her hücre evi basılırken
bir araya gelmişler ve ancak o bağ evine sığınabilmişlerdi...''
***
Salih Korkmaz, öykünün
kahramanın da içinde olduğunu söylediği bu grubun bir bağ
evinde jandarmalar tarafından kıstırılmadan önceki dönemde
neler yaptıklarına ve yaşadıklarına, neden bu bağ evine
sığınmak zorunda kaldıklarına ve jandarmalar tarafından
sarıldığına dair başkaca herhangi bir açıklama yapmamakta ve
bilgi vermemektedir.
Öyküden, Salih Korkmaz'ın
ifadesiyle, bu kişilerin ''Devrim'' hayali içerisindeki bir
fraksiyonun ve bu fraksiyonun da bir ya da birkaç hücresinin üyesi
'Devrimciler' olduklarını; Askeri Yönetimin operasyonları
nedeniyle, o bağ evine sığınmak zorunda kaldıklarını
anlıyoruz.
Bu ''...On dört erkek, bir kadın.
Kadın! On sekiz yaşında olan bir kız...'' bu bağ evine
sığınmadan önceki dönemde nerede ve neler yapıyorlardı? Hepsi
o kasabalı mıydı? İçlerinden, başka yerlerden gelenler var
mıydı? Var idi ise, nereden ve neden gelmişlerdi? Nerelerde
kalıyorlardı? Nasıl geçiniyorlardı? Onlara yardım edenler var
mıydı?vb.vb.
Öykünün kahramanının ağzından
da olsa, bu sorulara dair, tek bir cümle bile açıklama
yapılmıyor..
Salih Korkmaz, bu konuları pas geçmeyi yeğliyor ya da bugünden geriye baktığında, bu dönemi
konuşmaya ve üzerinde durmaya değer bulmuyor.
Onun için önemli olanın,
jandarmalar tarafında sarılması sonrası o bağ evinde
yaşanılanlar ve içeride kıstırılan bu ''on dört erkek ve bir
kız çocuğundan'' oluşan grup üyelerinin her birinin gösterdiği
tepkiler olduğu anlaşılıyor; nitekim, öyküde, bu bölüm ön
plana çıkarılmış ve öykünün kurgusu bu çerçevede
yapılmış.
Eyvallah!
***
Öykünün kahramanının
anlatımına göre, bu on dört erkekten ve bir kadından/kız
çocuğundan oluşan grubun sadece dördünde silah vardı; gerisi
silahsızdı ve dışarıdan 'Teslim olun' çağrıları yapılıyordu.
Grup, bu 'Teslim olun' çağrıları
karşısında, aralarında, çok kısa bir görüşme yapıyor;
anlatılanlardan, grup üyelerinin kendi aralarında fazla
konuşmadıklarını ve tedirgin olduklarını; dışarıda var olan
ve bulundukları kulübeyi saran resmi güçlerin gücüne,
niteliğine ve niyetlerine dair kafalarında soru işaretleri ve
kuşkular olduğunu anlıyoruz.
İşte böyle bir anda, o on dört
erkek dururken ve içlerinden birisi bile somut herhangi bir tavır
ortaya koymazken, bu on dört erkeğin yanında bulunan o tek kız
çocuğu/kadın ''...Dışarıya ben çıkarım ama bana bir tabanca
verin...'' diyor; o on dört erkekten birisi, öykünün kahramanının
ve haliyle Salih Korkmaz'ın adını vermediği ve kim olduğuna
dair, açıkça herhangi bir şey söylemediği birisi, adı Ayfer
olan o kız çocuğuna/kadına silahını veriyor; silahı veren ve
diğer üç silahlı kişi dahil toplam on dört erkek, o kız
çocuğunun/kadının dışarıya çıkmasına ''olur'' diyor. Ayfer,
dışarıya çıkıyor, o on dört erkek bekliyor. Bekliyor...Sonra
silah sesleri...O on dört erkek, ''Aniden başlayan yaylım ateşi
ile donup kal...''ıyor.
***
Salih Korkmaz, öyküsünde,
öykünün kahramanının ağzından, tam da bu olayı sorguluyor.
***
Salih Korkmaz, bu sorgulamayı,
öyküsünün kahramanının ağzından da olsa, olayın kendi
gerçekliği içerisinde ve bu tür toplumsal/beşeri olaylara
ilişkin tanımlamaları kullanarak açık ve yalın bir dille değil;
bir filmde izlediğini ya da bir romanda okuduğunu ve hatta,
hayvanlar alemine dair kendisine anlatıldığını söylediği başka
başka olaylar ile bu olay arasında benzerlikler kurarak yapmayı
yeğliyor.
Grubun on sekiz yaşındaki tek
kız/kadın üyesi, düşmanları tarafından çevrilen bir grubun
diğer üyelerini kurtarmak için geride kalacak ve kendisini feda
edecek olan grup üyesinin kim olacağının belirleneceği ''Kısa
çöp, uzun çöp!'' oyununda bilerek ve isteyerek, yani 'hile' ile
'kısa çöpü' çeken üyeye benzetilebilir miydi? Öyle ya,
''...Dışarıya ben çıkarım ama bana bir silah verin...' demişti,
Ayfer.
Salih Korkmaz'a göre, bu,
''...Geride kalan, diğerleri için hep bir soru işaretidir. O soru
işareti zihnin bir köşesinde her zaman çengel gibi asılı
durur.''
Sorgulama, devam eder: ''Peki ya
öne atılan, önden giden?''. Yani, öyküdeki adıyla Ayfer; onu
nasıl değerlendirmeli?
Salih Korkmaz, öykünün
kahramanının üzerinden bu soruya yanıt arar; öykünün
kahramanı, avcı bir arkadaşının kendine anlattığı bir olayı
anımsamaktadır. Öykünün kahramanının anımsadığına göre,
avcı arkadaşı, bostanına dadanan bir domuz sürüsüne, bostana
her gelişlerinde tüfeği ile ateş ediyor ve içlerinden birisini
vuruyormuş. ''...Bir zaman sonra sürü bostana hemen girmemeye
başlamış. Önce yavru bir domuzu gönderiyorlarmış bostana. Ateş
açılıp da yavru vurulmazsa sürü bostana giriyormuş. Domuz
sürüsü kendi güvenliği için yavru bir domuzu piyon olarak
kullanıyormuş. Sürünün diğer elemanları için bir yavru domuz
gözden çıkarılıyor...''muş.
Öykünün kahramanı, bu
hikayeyi, belli ki, o bağ evinde kıstırıldıktan (ve muhtemelen,
doğup büyüdüğü o sahil kasabasını terk ettikten) sonraki
dönemde avcı arkadaşından dinliyor, dinlediği an, arkadaşının
anlattığı olayla kendi yaşadığı bu olay arasında benzerlikler
kuruyor ve o nedenle de, Salih Korkmaz, ''...Duyunca şaşırmıştı
bu hikayeyi...'' diye yazıyor.
***
Salih Korkmaz, tam da bu noktada,
öykünün kahramanının ağzından, öyküsünde bahse konu ettiği
Ayfer ve arkadaşlarının şahsında, 12 Eylül 1980 öncesi ve
sonrası faşizme karşı direnen bütün Sol, Sosyalist, Devrimci,
Demokrat ve Devrimcilere yönelik ne hissediyor ve düşünüyor ise,
onu, tabiri caizse, kusuyor; Ayfer'i, geride kalan on dört erkek
için kendisini feda eden ''yavru domuz'a/piyon'a''; Ayfer'in bu rolü
kendiliğinden üstlenmesine karşı çıkmayan, 'o rolü sen değil,
ben üstlenirim' demeyen ve dahası, Ayfer'e ''olur'' diyen o on dört
erkeği de, kendi güvenlikleri için yavrulardan birisini ''piyon''
olarak kullanan ana, baba ve diğer yavru domuzlardan oluşan bir
domuz sürüsüne benzetiyor.
Salih Korkmaz, hayır bu doğru
değil, bu zorlama ya da bu ifrata varan bir yorum; ben böyle bir
şey söylemiyorum, diyemez.
Diyemez, çünkü, öykünün
ilerideki bölümlerinde, aynı örneği yeniden ve yeniden vermeye
devam ediyor. Bir yerde ''...Dışarıya ben çıkarım ama bana bir
tabanca verin...Ayfer'di konuşan. Ayfer on dört arkadaşı için
önden gitmek istiyordu...'', diyor, biraz daha ileride ''...Bostana
salınan yavru domuz...Yıllarca aklını kurcalamıştı...'' diye
devam ediyor.
***
'Piyon' öyküsünü okurken,
gerçekte, bu toplumda en aşağılayıcı ifade biçimlerinden
birisi olarak kullanılan 'Domuz', 'Domuz yavrusu' ve 'Domuz sürüsü'
benzetmeleri ile Ayfer ve arkadaşlarını 'aşağılamaya çalışan'
(!) Salih Korkmaz hakkında, kabaca da olsa, bir kanıya
varabiliyoruz; o, yalnızca kendisinin bildiği ve içinde sakladığı
ya da yakın çevresinin de bildiği ama bizim, yazdığı bu öyküyü
okurken ve dahası bu yazıyı yazarken bilemediğimiz bir ya da bir
çok nedenden dolayı, 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası, dahası
bugün de faşizme karşı direnmeye devam eden bütün Sol,
Sosyalist, Devrimci, Demokrat ve Yurtseverlere karşı içerisinde
nefret duyguları taşıyan bir zavallıdır.
***
Salih Korkmaz, bu öyküden dolayı
kendisini farklı düzlemlerde eleştirenlere verdiği cevapta iddia
ettiği gibi, somut herhangi bir olayı kast etmeyen, tamamen
varsayımsal bir öykü yazmış olsa bile, öyküsünde, kendince,
belli bir tarihsel dönemi (12 Eylül 1980 öncesi ve hemen sonrası)
ve o tarihsel dönemde kendilerini 'Devrimci' olarak tanımlayan
kadınların ve erkeklerin mücadelesini sorgulamaya soyunması
nedeniyle, şu soruyu, çok açık bir dille sormaya hakkımız
olduğuna inanıyoruz: 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası faşizme
karşı savaşanlar ya da bugün hem bu savaşanlara sahip çıkan
hem de kendisini Sol, Sosyalist, Devrimci, Demokrat ve Yurtsever
olarak tanımlayan kişiler, çevreler, gruplar ve siyasi partiler ya
da bu çerçevede kendisini değerlendirenlerden birisi olarak bu
anlatım biçimini, benzetmeleri ve çıkarsamaları 'Doğru',
'Masumane', 'Hoş görülebilir' vb.vb. olarak görebilir ve kabul
edebilir miyiz?
***
Salih Korkmaz'ın, bu öyküyü
yazmasındaki ve bugün yayınlamasındaki muradını bilemiyoruz;
öyküyü her okuyan kadın ve erkek, hiç şüphesiz, bu muradın ne
olabileceği konusundaki kendi yorumunu kendi içinde ya da yüksek
sesle çevresine yapacaktır.
Bizce, bugünkü 'Devlet aklı'
tarafından bile göstermelik de olsa yargılanan ve suçlu bulunarak
mahkum edilen 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi Cuntacılarına karşı,
dahası, bir bütün olarak faşizme karşı direnirken öldürülen
kadın-erkek bütün Solcular, Sosyalistler, Devrimciler, Demokratlar
ve Yurtseverler bizlerin ve bu ülkenin emekçilerinin,
yoksullarının, ezilenlerinin...adlarını saygı ve sevgi ile
andıkları en onurlu insanlardır.
Benzer bir biçimde 22 Eylül
1980'de İzmir/Urla'da öldürülen Mine Bademci, 10 Ekim 1980'de
Uşak/Eşme'de öldürülen Abdurrahman Çetin, 31 Ekim 1980'de
Denizli/Buldan'da öldürülen Harun Gökkaya, Kasım 1980'de
Uşak/Ulubey'de öldürülen Himmet Uysal, 17 Ocak 1981'de
Uşak/Ulubey'de öldürülen Himmet Tarhan,14 Şubat 1981'de
Uşak/Ulubey'de aynı gün ve aynı yerde öldürülen Cemil
Tıpırdamaz ve Cengiz Şahin, 27 Mayıs 1981'de öldürülen Selim
Martin, 21 Nisan 1984'te Denizli'de öldürülen Mehmet Ali Sağıt,
7 Eylül 1989'da İzmir'de öldürülen Recep Demir...ve ülkemizin
pek çok yerinde 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası öldürülen
diğerleri, bizim ve bu ülkenin onur savaşçılarıdır; hep öyle
kalacaklar ve öyle anılacaklardır.
***
((Salih Korkmaz'ın, 'Piyon' adındaki
öyküsüne konu ettiği anlaşılan olay, İzmir ili Urla İlçesi
'Peynir Dağı mevki' olarak bilinen bir bölgede 22 Eylül 1980 günü
gecesi gerçekleşen ve Mine Bademci arkadaşın ölümüyle
sonuçlanan çatışmadır.
Öyküde anlatılan ve Salih Korkmaz tarafından yoruma tabi tutulan konular çerçevesinde, bu olayla
ilgili olarak, çok özet bir biçimde, şunları söyleyebiliriz:
12 Eylül 1980 öncesi dönemde
Urla'da yürütülen Anti-Faşist mücadele içerisinde yer almak
için farklı bölgelerden Urla'ya gelen Devrimci Yolcular ile
doğma-büyüme Urlalı olan Devrimci Yolcular, Urla'da, Urla
halkının var olan sorunlarının çözümü çerçevesinde,
ilçedeki Anti- Faşist mücadeleyi yürütüp yönlendirmeye
çalışıyorlardı.
Bu Devrimci Yolculardan birisi de,
Buca Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi bölümü öğrencisi Mine
Bademci idi. Mine, doğma büyüme Alaçatılı idi. Ağabeyi Salih Bademci, İstanbul'da öldürülen bir Devrimci Solcu idi. Arkadaşı
Sevinç Eratalay'a göre, Mine Bademci Buca Eğitim'e gelirken,
'Fırtına gibi bir kız geliyor' demişti, tanıyanlar.
12 Eylül 1980 Askeri Darbesi
sonrası, mavi bir cip ilçe sokaklarında tur atıyor ve önceden
adları belirlenmiş ya da bir biçimde şikayet edilen kişileri
evlerinden, iş yerlerinden alıp alıp götürüyormuş.
Mine Bademci'nin içlerinde olduğu
Devrimci Yolcular, bir yandan merkezi ilişkileri yeniden kurmaya
çalışırken bir yandan da yakalanmamaya çalışıyorlarmış.
Olayın olduğu gün, bir süredir
saklandıkları kulübe, muhtemelen önceden birileri tarafından ya
da birisi tarafından yapılan ihbar sonucu olsa gerek, jandarmalar
tarafından sarılıyor. Saat, gece yarısı civarı. Dışarıdaki
nöbetçiler, jandarmanın kulübeyi sardığını görünce
muhtemelen panikliyor ve kaçıyorlar; kaçarken, kulübe
içindekilere seslenip seslenmedikleri, seslendiler ise ayrıca
jandarma ile çatışmaya girip girmedikleri bilinmiyor. Jandarmanın
kulübeyi sarmaya başladığı ve sardığı anda kulübe içinde üç
erkek ve bir de Mine Bademci bulunuyor. Nöbetçilerin seslenmesi ya
da jandarmaların 'Teslim olun. Çevreniz sarıldı.' anonsu üzerine,
ki bu ikinci olasılık daha doğru olabilir, içeridekiler
uyanıyorlar; aralarında tek bir kelime bile konuşmadan, Mine
fırlıyor ve kulübeden dışarıya çıkıyor. Silah sesleri
geliyor. Hangisi tabanca sesi, hangisi makinalı tüfek sesi?.. Silah
sesleri uzun süre devam ediyor. Sonra, silah sesleri kesiliyor.
Projektörler, kulübenin kapısını gündüz gibi aydınlatıyor.
'Teslim olun' çağrıları devam ediyor. İçerideki üç kişi,
kulübeden dışarıya çıkıyor ve teslim oluyorlar. Kulübeden
çıktıktan ve jandarmalar tarafından derdest edildikten sonra,
jandarmaların aralarındaki konuşmalardan Mine Bademci'nin
öldürüldüğünü öğreniyorlar; vücuduna onlarca mermi isabet
etmiş.
İşte, öyküye konu olan olay ve Salih Korkmaz'ın ''Piyon'' olarak tanımladığı Mine Bademci gerçeği,
böyle bir şeydir.
Salih Korkmaz'ın değerlendirmesi
ne olursa olsun, arkadaşlarının gözünde Mine Bademci, Urla'nın
Hasan Tahsini dir; İzmiri işgal edenlere ilk kurşunu gazeteci
Hasan Tahsin, 12 Eylül Askeri Darbecilerine de Urla'da ilk kurşunu,
arkadaşlarının 'fırtına gibi bir kız' dedikleri Mine Bademci
sıkmıştır.
Kim bu gerçeği değiştirebilir
ki?
Not: BİREŞİM yayının
yayınladığı 'UNUTULMASINLAR DİYE' ile İZDÜŞEN YAYINCILIK
tarafından yayınlanan 'ONLARIN ANISINA' kitaplarındaki Mine
Bademci bölümünde yazılı bazı bilgiler yanlıştır ve haliyle
düzeltilmeye gereksinim bulunmaktadır. ))
21.02.2020/Datça
Mehmet Erdal
Vurulduk,paslı hancerlere geldi arkamızdan,yağlı urganlar geçti boyunlarimiza ,itlerin ulumasi hiç durmadı.vaz geçtikmi sevdamız dan kimimiz Mahir kimimiz ulaş,deniz mine, cidem ,Nergiz .bak yoldaşlar yeniden yeniden geldik.
YanıtlaSil