4 Haziran 2021 Cuma

2021.06.05.CEZAEVİ YAZILARI-59: DEJAVU

  Hiç yorum yok

 

     CEZAEVİ YAZILARI-59: DEJAVU

     'Cezaevi Yazıları' başlığı altında yayınladığım yazılarım, ki bu bölüm ile birlikte 59 bölüm oldu, bir kaç tanesi hariç, tamamen, o dönemde yazdığım ve bugüne kadar bir biçimde koruna gelmiş yazılarımdır.

     Burada yayınladıklarım, 1981 yılı Nisan ayı ile 1991 yılı 1 Ağustos tarihleri arasında yazdığım yazılarımın tümü değildir; kayıp olan ve hala bir biçimde aramaya devam ettiğim ya da bu başlık altında yayınlamayı uygun bulmadıklarım da vardır. Keza, paylaştıklarım, bazıları hariç, paylaştığım yazının bütünü de değildir.

     Umuyorum ki, aynı süreci birlikte ya da benzer koşullarda yaşadığımız başka arkadaşlarımız da benzer paylaşımlar yaparlar ve beni, çok mutlu ederler. Çünkü, yalnız olmadığını bilmek, güzel bir duygudur!

     ***

     Bugünkü yazılarım, Aralık 1990 tarihli; tahliye olmamıza daha 7 ay var. Haliyle, biraz daha devam edeceğim...

     ***

     “... Yani, herhangi bir konuda kendi düşüncesini, doğrudan birinci tekil şahıs olarak ifade etmiyor; bunun yerine, bana yönelik olarak, söylüyor. Sanki, bu, onun belirgin bir davranışı... Bu duruma, (bir-iki olsa belki kızmam) kızıyorum. Bence, burada, böyle davranmanın anlamı yok; keza, dışarıda da... Ne düşünüyorsa, ya açıkça söylemeli ya da söylememeli... Bu davranışı, politik bir davranış olarak falan da değerlendirmiyorum. Bu, biraz kurnazlık, biraz da karşıdakini kullanmaya çalışma oluyor. Bizim arkadaşlar arasında da -yıllarca- böylesi davranışlara tanık oldum. Böylesi davranışlar karşısında, çoğunlukla, rıza gösteren bir tavır içerisine girmiyorum. Hey, benim omuzumdan ateş etme, diyorum. Hemen, omuzumu açıyorum, bak, iyice nasır bağladı, diye sesleniyorum. Buca'da iken, bir futbol (maçı) sırasında -83'de- yere düştüğümde yara olduğundan ve onun izi kaldığından, bu omuz açmam, oldukça yerinde bir davranış oluyor...

     ... Bu iktidar, ne kadar dirense de, artık, yükselen dalganın etkisiyle, daha çok alabora olup duracak. Biraz önce, tv'de, 200'den fazla metal iş yerinde yeni grev kararı alındığı, söylendi. Bu, çok iyi oldu. Bu büyük ölçüde kendiliğinden yükselen dalga, SHP ve DYP'nin 'erken seçim' hesaplarına yarıyorsa da, onların bu hesaplarını aşma potansiyeli de taşıyor. Akbulut, SHP'nin toplumsal hareketlilikler yaratma eğilimine karşı, bunun çok iyi düşünülmesi gerektiği uyarısını yaptı. İktidar, burjuva muhalefetin, sine-i millet vb. tehditlerinden değil, asıl bu olaydan öcü gibi korkuyor. Çünkü, bu tür kitlesel hareketlilikler, bileşik kaplar yasası gibi, yeni hareketlilikleri yaratıyor, özendiriyor; toplumu her yönden sarsıyor, tıpkı Zonguldak'ta yaşanılan grev gibi... On binler, on günden fazladır, sokaklarda; korkuyu üzerlerinden atıyor, bütün özlem ve istemlerini haykırıyor. En önemlisi, çok şey öğreniyor. Gazeteler, eyleme, yalnızca işçilerin değil, onların eşlerinin, çocuklarının; esnafın, belediye işçilerinin, tüm demokratik kuruluşların... katıldığını yazıyor. Zonguldak, şimdi, bir anlamda, laboratuvar görevi görüyor. Önemli olan, bunun kendiliğindencilikten kurtarılması ve bilinçli olarak yönlendirilen bir eylemliliğe dönüştürülmesidir. Önümüzdeki günlerde, eğer, bu işçi direnişleri, diğer işçilerce, öğrencilerce, esnafça, aydınlarca, köylülerce vb. çalışan, en genel anlamıyla, bu iktidara muhalif güçlerce desteklenebilirse, çok harika olacak. SHP ile DYP'nin 'erken seçim'i sağlama doğrultusundaki ortak tavırları, bu eylemlilikleri geliştirebilir. Bu anlamda, iyi olur... Ama, yalnızca onların 'erken seçim' hesaplarına hizmet eder ve o noktayı aşamazsa, oldukça eksik ve haliyle kötü olur. Yer yer harekete geçmiş bir potansiyel, yeterince değerlendirilememiş olur. Bir-iki gün önce, Mümtaz Soysal bile, SHP ve DYP'nin, Zonguldak'tan öğreneceği çok şeylerin olduğunu yazıyor ve onlara, alkışlama -SHP, öğle saatlerinde alkış ile protesto etme önerisi getiriyormuş, halka- eylemini aşacak bir tavrın geliştirilmesi gerektiğini, yazıyordu. İktidar, ekonomik açıdan, işçiler de dahil, çalışan kesimlerin ekonomik istemlerini bile karşılayacak durumda değil... O nedenle, istese bile, ekonomik istemleri karşılayıp, bu toplumsal muhalefeti pasifize etmeyi başaramayacak, gibi görünüyor. Bu noktada önemli olan, bu hareketliliklerin, ekonomik haklarda bir uzlaşma yolu bulunup bitirilmemesi ve giderek siyasallaşması gerektiğini kavramaktır. İktidarın dayanacak hiç bir dayanağı kalmadı. Ordu kesiminden bile emin değil... Irak ile olası bir savaş, o da belki, onun imdadına yetişebilir. Ama, olası savaş durumunda kesilmeyen, aksine büyüyen bir toplumsal hareketlilik, onun için iyice kötü olur. Şimdi, darbe vb. korkularına aldırmadan, bunları da önleyebilecek tek gücün toplumsal hareketlilik olduğunu bilerek, ileriye doğru yürümek gerekiyor... TBKP sekreteri Kutlu, serbest piyasa ekonomisi anlayışı açısından, ANAP'a yakın olduklarını söylemiş... TBKP, legalleşmenin ANAP'ın hoşgörüsüne-onayına bağlı olduğu varsayımıyla hareket ederek, ANAP'a fazla karşı çıkmıyor; ama, bu tavrı, onun canına ot tıkama tehlikesini de gündeme getiriyor. TBKP, 'yeni düşünce biçimi' gereği, giderek yükselen bir toplumsal muhalefet ve onun içinde örgütlenme anlayışı yerine, onun dışında kalarak örgütlenmeye çalışma anlayışını savunuyor, gözüküyor. Bu nedenle, mevcut toplumun savunucusu tüm kesimler nezdinde meşrulaşmaya çalışıyor, ama en sağdaki-reformist muhalif güçlerin bile gerisinde kalan bir konumlanma içerisine düştüğünü göremiyor veya bunu yeğliyor...” (1)(12.12.1990)

     “... TV, Özal başkanlığında toplanan hükumetin, olağanüstü hal yasasında bazı değişiklikler yaptığını, söyledi. Özal, son günlerde kaybettiği puanları, yeniden kazanmaya çalışıyor, olmalı. Ama, bunun için, yine, insanları kör ve aptal yerine koyma, yani onları aldatma yolunu deniyor. İnsanların ağzına bir parmak bal çalıyor ve bununla yetinin; uslu durursanız, arkası gelir; benden umudu kesmeyin, diyor. Bugünkü değişikliklere, Doğu'da işlerin iyiye gittiğini gerekçe gösteriyor. Halbuki, Yüzyıl, bir subaya atfen, istisnalar dışında, her çatışmada, ordunun daha çok kayıp verdiğini yazıyor. Buna göre, ordu, kayıplarını gizliyor ve PKK'yı 'kaybeden' taraf olarak göstermeye çalışıyor. Savaşan taraflar açısından, bu, anlaşılır bir şeydir. Ama, gerçek bu iken, bugünkü değişikliğin nedeni olarak Doğu'da 'işlerin iyiye gittiğinin' söylenmesi bir yalandır. Asıl neden, son haftalardaki siyasal gelişmelerdir. Bu değişikliklerin bir aldatmaca ve oyalamaca, var olan toplumsal muhalefetin ve tepkilerin bir kısmını pasifize etme çabası olduğunu ortaya koymak gerekiyor. 'Allah sevdiği kula, önce eşeğini kaybettirir ve sonra buldururmuş.' Özal/ANAP iktidarının yaptığı da, budur. Önce kepçeyle alıyorlar ve sonra, kaşık kaşık veriyorlar...” (2) (16.12.1990)

     (12/16 Aralık 1990/Nazilli)

     05.06.2021/Datça/Mehmet Erdal

     (1) 12.12.1990




     (2) 16.12.1990


Hiç yorum yok :

Yorum Gönder