2021.02.20.CEZAEVİ YAZILARI-43: SAFLARIMIZDAKİ FAŞİZM TARTIŞMALARI ÜZERİNE BAZI NOTLAR VE SORULAR
CEZAEVİ YAZILARI-43: SAFLARIMIZDAKİ FAŞİZM TARTIŞMALARI ÜZERİNE BAZI NOTLAR VE SORULAR
Bugün, o günlerde yayın hayatına başlayan 'Devrimci Gençlik' dergisinin ilk sayısında çıkan R.Ertuğrul imzalı 'ÜLKEMİZDE FAŞİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE BUGÜNKÜ NİTELİĞİ' başlıklı yazı üzerine yazdığım bir yazıyı paylaşıyorum:
“SAFLARIMIZDAKİ FAŞİZM TARTIŞMALARI ÜZERİNE BAZI NOTLAR VE SORULAR
Faşizm konusu, ilk sayıdaki R. ERTUĞRUL imzalı yazıda yer yer genelde ve teorik soyutlama düzeyinde ele alınsa da, ağırlıkla ülkemiz özgülünde tartışılmaktadır...
1- 1950 sonrası sömürge tipi faşizmin egemen devlet biçimi olduğu ülkemizde, yaşanan '... açık faşizm dönemleri; 12 Mart ve 12 Eylül darbesi ve askeri yönetim dönemleridir' (Ana dava ortak savunma). Yazıda bu bakış açısının egemen olduğu görülmektedir.
a) Bütün yeni-sömürge ülkelerde açık faşizm, her zaman, askeri bir darbenin ürünü olarak mı gündeme gelir? (Bu soruya, ilk kez, 12 Eylül'ün hemen öncesi günlerde muhatap ve tanık olmuştum.)
b)Yazıda 'Bir dizi önemli neden, açık faşizmin sürekli veya uzun süreli bir yönetim biçimi olmasını engellemekteydi.' derken, kastedilen, 'Açık faşizm=Askeri Faşist Cunta Yönetimi' yaklaşımından hareketle, 12 Eylül Askeri Yönetimi'nin 'sürekli veya uzun süreli' olamaması mıdır? Yine, ülkemizin bugünkü durumunun açık faşizm olarak nitelendirilmemesi gerektiği tartışılırken, askeri yönetimin bugün sürmediği mi anlatılmak istenmektedir? Daha açık sorayım: Bütün yeni-sömürge ülkelerde, açık faşizm, her zaman, askeri faşist cunta yönetim dönemlerinde mi söz konusu olur? (Bu soru, ilk kez, 1983 Sonbaharında sorulmaya başlanmıştı.)
c) Türkiye devrimi üzerine ilk ciddi ve yol gösterici teorik çalışmalar yapan ve devrimci hareketimizin ilk önderlerinden olan Mahir Çayan, firar sonrası açık faşizm koşullarında da yazmaya devam ettiği yazılarının 'Kesintisiz Devrim 2,3' başlığıyla bilinen kısmında, sömürge tipi faşizmin '...açık icrası sürekli değildir. Genellikle, ipin ucunu kaçırdığı zaman başvurduğu bir yöntemdir.' der. Mahir arkadaş, bunun dışında, açık faşizm konusu üzerinde uzun boylu durmamıştır (ya da ben anımsamıyorum). İlk açık faşizm uygulamasının yaşandığı o günkü nesnel ve öznel koşullar düşünüldüğünde, bu, çok normal ve doğal bulunmalıdır.
Devrimci hareketimiz, 12 Eylül yenilgisi öncesi döneminde de, ülkemizdeki sömürge tipi faşizm hakkında pek çok yazı yazıp yayınlamasına karşın, açık faşizm konusu üzerine özel olarak eğilmemiştir. (Şu an içinde bulunduğum koşullarda sahip olduğum olanaklarla, yanılıp-yanılmadığımı son bir kontrolden geçirmem mümkün değildir. Ama, örn: yayınladığınız 'DEVRİMCİ GENÇLİK-SEÇME YAZILAR' başlıklı derlemedeki ilgili iki yazıda rastlamadım.) 12 Eylül öncesi ('yakın geçmişimiz' dediğimiz) pratiğimizin gereksinimlerine yönelik teorik bir faaliyet yürütmeye özen gösterdiğimiz dikkate alınırsa, bunu da çok normal ve doğal karşılamak gerekiyor.
Ancak, 12 Mart ve 12 Eylül öncesi geçmişlerimizde bu konu üzerinde yeterince durulamayınca, Mahir'in (ve THKP-C'nin) görüşlerini 'aynen' savunduğunu söyleyen kesimlerde (ve devrimci hareketimiz saflarında), yıllarca, açık faşizmin her zaman 'geçici' olacağı şeklinde bir algılayış geçerli olagelmiştir. Bu algılayışta, Mahir'in yukarıda alıntı yaptığımız görüşleri temel etkendir. (Nitekim, THKP-C 'kökenli' olduklarını söyleyenlerden DK-'Kasabalılar'-ın, 1983 Sonbaharında, bulunduğumuz birimlerde, Mahir'in bu görüşlerine atıfta bulunarak, açık faşizmden gizli faşizme geçildiği yollu düşüncelerini dile getirişine tanık olmuştuk.)
Yazıda, 12 Eylül Açık Faşizm döneminin 1983 Sonbaharında sona ermesi ve gizli faşizme geçiş sürecinin başlaması tartışılırken, 'Açık Faşizm zaten 'geçici' olur' mantığıyla hareket edilmediği görülmektedir. Bunun yerine '...açık faşizmin sürekli veya uzun süreli bir yönetim biçimi...' olamamasının nedenleri üzerinde durularak, yaşanan gerçekliğin nesnel olarak saptanmasına çalışılmaktadır. Bu yaklaşımı paylaştığımı söylemeliyim.
Ülkemizdeki iki açık faşizm (12 Mart ve 12 Eylül) uygulamasının 'geçici' olduğu ve bu anlamda Mahir arkadaşın bu değerlendirmesinin (ve bu değerlendirme içinde örtük olarak var olan öngörüsünün) pratikte doğrulandığı söylenebilir. Ancak, Mahir arkadaşın, zaman ve ülke ayrımı gözetmeksizin, açık faşizmin 'geçici'liğini genelleştiren bu ifadesi esas alınır ve bakış açımızın özünü oluşturursa, o zaman, yazısında R. ERTUĞRUL arkadaşın yaptığı gibi, yaşanan gerçekliğin saptanmasına çalışılması gereksizleşir. Bu durumda da, a) Ülkemizde, önümüzdeki süreçte yaşanması olası (ve sürekli/uzun dönemli) açık faşizm uygulamaları karşısında yanılgılara sürüklenmemiz kaçınılmaz olabilir, b) Dünya'da yaşanan Ziya ül Hak/Pakistan, Pinochet/Şili... örneklerini 'yok' saymak gerekebilir. Bir başka deyişle, bu konuda, Mahir Çayan ile 'çelişmeme' düşüncesi, bizi, yaşanan gerçekliklerin dışına itebilir...
Bu noktada, Mahir arkadaşın, bu ifadesinin (açık faşizmin 'geçici'liğini genelleştirdiği için) eksik ve bu ifade üzerinde yükseltile gelmiş algılayışın yanlış olduğunu söylemek gerekiyor.
2- Yıllarca, herkesçe, 24 Ocak Ekonomik İstikrar Kararlarının, bir başka deyişle ihracata yönelik ekonomik modelin (yakıştırılan ama doğru olmayan adıyla Serbest Piyasa Ekonomisi'nin), 12 Eylül Askeri Darbesi yapılmasaydı tam anlamıyla /hatta hiç uygulanamayacağı ve Tekellerin ondan beklediği 'başarıları' sağlayamayacağı söylene geldi. Bu söylemin doğal sonucu olarak, halihazırda uygulanan ekonomik model, açık faşizm uygulaması ile eşleştirildi. Bu eşleştirme, 1983 Sonbaharından itibaren, ülkemizin bugününün açık faşizm mi, yoksa gizli faşizm mi olarak nitelendirilmesi gerektiği şeklindeki tartışmalarda, yeniden ve yeniden gündeme geldi. Açık faşizm denmesi gerektiği şeklindeki görüşlere 'kanıt' olarak ileri sürüldü. Yaşadığım kadarıyla, hiç kimse, bunun 'kanıt' olarak ileri sürülmesine şaşırmadı...
Bugün, bu ekonomik model, daha da geliştirilmiş bir biçimde varlığını koruyor. Yazı ise, ülkemizin bugünkü durumunu, 12 Eylül öncesi olandan önemli farklılıklar içeren bir gizli faşizm dönemi olarak nitelendiriyor. (Yazının, bu noktada da benim için oldukça aydınlatıcı olduğunu söylemeliyim.)
Burada, bu şekildeki bir eşleştirmenin yanlış olduğu, bir başka deyişle, bu ekonomik modelin, 1961 Anayasası koşullarında, 12 Eylül öncesi gizli faşizm koşullarında uygulanamayacağının, uygulanmasının olanaksız olduğunun söylenmesinin daha doğru olacağı söylenebilir mi?
3- 1961 Anayasası'nın, yazıda belirtildiği gibi, 12 Eylül öncesi dönemde, bazı sağ sapmalarca, var olan düzenin 'burjuva demokrasisi' (Kısıtlı Burjuva Demokrasisi vb adlarla) olarak algılanmasında ve nitelendirilmesinde (yanılsamasında) etkili olduğu doğrudur. Bizim, bunlara karşı, devletin biçiminin burjuva demokrasisi olarak değil, faşizm (Sömürge Tipi Faşizm) olarak nitelendirilmesi gerektiği şeklinde bir mücadele yürüttüğümüz de doğrudur.
Ancak, yazıda '...bir orijinalite olarak şekillendiği ve sömürge tipi faşizmin biçimleniş sürecinde bir sapma olarak belirdiği...' tespiti yapılan 27 Mayıs'ın ürünü 61 Anayasası'nın devletin biçimi olan sömürge tipi faşizm ile ilişkilendirilmesinin üzerinde yeterince duramadığımız açıktır. Bu konu üzerinde ilk kez uzun boylu ve oldukça aydınlatıcı bir biçimde duran, 12 Eylül yenilgisi sonrası başlayan 'Ana Dava'daki bir arkadaşımız olmuştur. ( TCK'nın 146. Maddesinin devrimcilere uygulanamayacağı ve 61 Anayasası'na, gerçekte kimlerin karşı olduğu ve kimlerce ilga edildiği bağlamında.)
Bu eksikliğin, 12 Eylül öncesi ve sonrası şu olumsuzluklara yol açtığı söylenebilir:
a) 12 Eylül öncesi var olan gizli faşizm, saflarımızda, 61 Anayasası'nın çerçevesindeki bir olgu olarak algılanmıştır. Bir anlamda 'Gizli faşizm=61 Anayasası'nın çerçevesini çizdiği politik düzen' eşitlemesi söz konusu olmuştur. Bunun uzantısı olarak, 12 Eylül sonrasındaki açık faşizm/gizli faşizm tartışmalarında, kendiliğinden, 'Açık faşizm=82 Anayasası'nın çerçevesini çizdiği politik düzen' eşitlemesi gündeme gelebilmiştir. (Bunda, 'Ana Dava'daki bir arkadaşımızın, 82'deki ilk sorgusunda söylediği 'Açık faşizmin kurumsallaştırılmaya çalışıldığı' yollu sözü de etken olmuştur. 'Buradaki kasıt 82 Anayasasıdır.' denilerek...)
b) Faşizm tartışmalarında, siyasi muarızlarımız karşısında devrimci görüşlerimizin savunulmasında, faşizm ile 61 Anayasası'nın ilişkilendirilmesinde tereddütler ve zorlama/yer yer eksik/bireysel yorumlar gözlenebilmiştir.
c) Faşizme karşı yürütülen anti-faşist mücadelede, faşizme karşı yürütülen mücadelenin, özünde bir devrim sorunu olması ile 61 Anayasası karşısındaki devrimci tavrın ne olması gerektiğinin ilişkilendirilmesi mümkün olamamış ve pratikte, saflarımızda, 61 Anayasası'nın hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığı şeklinde genel bir anlayış süre gelmiştir.
d) 'Ana Dava' ilk sorguda ve ileriki, aşamalarda dile getirilen devrimci görüşler üzerinde, siyasi muarızlarımızca yoğun spekülasyonlar yapıla gelmiştir. ('DY'cular Anayasayı yıkmaya değil, savunmaya çalıştıklarını söylüyorlar'... '61 Anayasası uygulanabilse burjuva demokrasisi gelirmiş'...vb.)
4- Yazıda, açık faşizm'den gizli faşizme geçiş süreci olarak 1983-1988 genel 'seçimleri' arası süre kabul ediliyor ve '...88 seçimlerinin bu kritik dönemeci sembolize ettiği söylenebilir.' deniyor. Burada, örtük bir biçimde, bunun tartışma götürür olduğu kabul ediliyorsa da, benim, buna itirazım var:
Yeni dönemdeki (24 Ocak+12 Eylül 1980'de ülkemizin içine sokulduğu tarihsel süreç) gizli faşizmin içeriğini ve hukuki çerçevesini 82 Anayasası'nın ifade ettiğini kabul etmek gerekiyor. 12 Eylül Askeri Yönetimi, 82 Anayasası'na koyduğu geçici maddeler ve oluşturduğu geçici kurumlar ile, 82 Anayasası'nın (gizli faşizmin) tam olarak hayatiyet bulmasını, 1989 Sonbaharı sonrası için 'uygun' görmüştü. Bir başka deyişle, ellerini, yerini bırakacağı 'sivil' yönetimlerin yakasından, bu tarihte çekecekti. (Hatta, eski burjuva politikacılarının önde gelenlerine konulan 'politika yasağı' 1992'de sona erecekti.) Bu süre, geçiş süreci olarak değerlendirilmelidir. Cunta'nın bu planı, özde bozulmadı. Süreç devam etti ve noktalandı. (Yalnızca, 1987 yılındaki referandum ile '10 yıllık yasağa' dahil eski burjuva politikacılarının 'yasak'larının kalkması ve bu çerçevede bir 'olağan dışı' gelişmenin yaşanması söz konusu olmuştur. Ki bu, süreci kısaltan önemli bir etken olmamıştır.
Bu durumda, açık faşizmden gizli faşizme geçişin, 1989 Sonbaharı yerine 1988 Genel Seçimlerinde gerçekleştiğini söylemek yanlış olmuyor mu? (Bugün, yani 1990'da, gizli faşizme geçildiğinde hem fikir olunması halinde, bu tartışmanın, bugün için pek önemi yoktur. Bu tartışma, asıl olarak, 'geçiş süreci'nde yükseltilecek devrimci mücadele açısından önemliydi. Örn: 'Geçiş süreci'nin 1989 Sonbaharında tamamlanacağının kabul edilmesi halinde, 'geçiş süreci' içinde kalan 26 Mart 1989 Yerel Seçimleri sonrasında ortaya çıkan siyasi konjonktürde, 'geçiş süreci'ne müdahale açısından yapılabilecek çok şeylerin olduğunu kabul etmek gerekiyor. Öznel koşullar yeterli olsa ve bu 'tarihsel fırsat' değerlendirilebilseydi, 'geçiş süreci' daha farklı bir biçimde noktalanabilirdi...)
5- 82 Anayasası'nın parlamentoyu güçsüz, buna karşın yürütme'yi (Hükumet ve Cumhurbaşkanlığı nezdinde) yetkin kıldığı; MGK'nu birinci otorite durumuna getirip, ordu'yu fiilen yönetime ortak ettiği; olağanüstü hal yasası ve DGM'ler ile Askeri Yönetimi ve Askeri Yargıyı olağanlaştırdığı... biliniyor. Bu gerçeklik karşısında, artık, açık faşizme başvurulmasının gereksizleştiği ve açık faşizm olasılığını öngörmenin doğru olmadığı/olmayacağı söylenebilir mi? Bunun uzantısı olarak, 12 Eylül öncesi dönemde, açık faşizm tehlikesi karşısında, açık faşizme karşı da bir mücadeleden bahsederken, bugün böyle bir görevin söz konusu olamayacağı ileri sürülebilir mi? Ya da, (bir ölçüde) bunu, bugün, olağanüstü hallere karşı bir mücadele olarak algılamak mümkün müdür?..
14.2.1990”/ (1)Nazilli
20.02.2021/Datça/Mehmet Erdal
(1) 14.2.1990
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder