2021.02.06.CEZAEVİ YAZILARI-41: BU 'YOL'LAR YOL DEĞİLDİR!
CEZAEVİ YAZILARI-41: BU 'YOL'LAR YOL DEĞİLDİR!
Aydın'da (gönüllü 21 kişi olarak geçtiğimiz ve Nazilli'ye sevk oluncaya kadar bir süre kaldığımız 8. Koğuş hariç) ve Nazilli'de (7. Koğuş) kaldığım koğuşlarda bulamadığım huzuru büyük ölçüde bulabileceğimi düşündüğüm 12. Koğuşta ve keza aynı avluya birlikte çıktığımız karşı 8. Koğuşta, benim gibi DY davalarının herhangi birisinden yargılanmış başkaca tek bir arkadaş bile yoktu.
Bu iki koğuşta kalan arkadaşlar (şimdi aklımda kalanlar çerçevesinde yazıyorum) TDY (Türkiye Devrim Yolu), ÇS (Çayan Sempatizanları), ODAK, KAVA, TKP-B, TSİP, PKK... davalarından yargılanıp gelmiş arkadaşlardı.
1981 yılı Nisan ayı sonunda tutuklanıp konulduğum Denizli ve ardından sırasıyla kaldığım Buca, Şirinyer, Buca, Aydın ve hatta bu Nazilli Cezaevinde birlikte kaldığım DY'cu arkadaşlarımın hepsi ile (içinde yaşadığımız nesnel ve öznel koşulların da bir sonucu olarak) her konuda ve her zaman aynı şekilde düşünmüyordum; ama, birlikte kaldığım DY'cu arkadaşlarımın mutlaka şu ya da bu sayıdaki bazılarıyla aynı, benzer ya da paralel düşünüyor; en kötü ihtimal bazılarıyla oturup sohbet edebiliyor; bazılarıyla dertleşebiliyor; bazılarına şu ya da bu konuda ne düşündüğünü sorabiliyordum vb.vb... O nesnel ve öznel koşullarda bu yazdıklarımın ne kadar önemli (bazen ekmek ve sudan bile çok daha değerli/can alıcı) olanaklar olduğunu, ancak benzer koşullarda yaşayanlar bilebilir...
Şimdi, bu olanakların hiç birisine sahip değildim. Şimdi, bana bazı konularda yardım eden ve bana 'itici' davranmayan dostların arasındaydım ve bu dostların bazıları, mektup yasağımın olduğu dönemde, kendi adları altında, bana, dışarısı ile yazışma olanağı bile sağlamışlardı; eyvallah, ama bunlar bir önceki paragrafta yazdıklarımla aynı ya da eş değerde şeyler değillerdi.
Şimdi, bir yanda, farklı cezaevlerinde birlikte olduğum bazı arkadaşlarımın da aralarında bulunduğu DY davalarından yargılanmış mahkumlardan ayrı olmanın yarattığı iç burukluk (içimi acıtan) ama öte yanda, bu koşullarda kalmanın bir zorunluluk haline geldiğine olan inanç (beni ayakta tutan)... Anlaşılacağı üzere, bu iki duygu arasında gidip gelen 'yalnız bir kişi' olarak haleti ruhiyem allak bullaktı ve bu da çok berbat bir şeydi...
Bu koşullarda, 1989 yılı, bitti. (1)
Şubat ayı içerisinde, Sosyalist Birlik dergisinin 10. sayısında çıkan ve DY'un 28. sayısına yönelik bir iddiayı içeren bir yazıya yanıt niteliğinde yazı yazdım ve adı geçen dergiye yolladım. (2)
“BU 'YOL'LAR YOL DEĞİLDİR!
Sosyalist Birlik okuru, 10. sayıda yayınlanan Muzaffer Beken imzalı 'Hariçten tutulmuş notlar' başlıklı 'yazı'yı da okumuş olmalıdır.
Muzaffer Beken'in 'yazı'sı, tıpkı, hatta biraz da ondan esinlenmiş bir havada, 8. sayıda yayınlanan Ayşe Koç imzalı 'Belleksiz muhasebelerin yukardan söylemi' başlıklı 'yazı' gibi, Taner Akçam'ın 6. ve 7. sayılarda yayınlanan yazılarından yola çıkarak, Devrimci hareketimizin hiç de uzak olmayan geçmişini 'eleştirmektedir' (*)
Devrimci Yol saflarında aktif ve aktif olmayan her kişinin, bu iki 'yazı'nın içeriği üzerine çok şeyler söylemek isteyeceğini düşünüyorum.
Ben, bu yazımda ise, yalnızca ve yalnızca 'yazar'ımızın mantığını ve 'yazı'sının niteliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koyacak derecede önemli bir nokta üzerinde duracağım.
***
'Yazar'ımız, 'Memur Devrimciliği'ni ele aldığı 'Hangisi doğru?' ara başlıklı bölümün bir yerinde, şöyle yazıyor: ' Örneğin çıkarılan Devrimci Yol dergisini ele alalım: Hangi farklı görüşlere yer verilmiştir? Küçük farklılıklar bile yansıtılmamıştır. Tüm yazılar, 'tek ses, tek nefes olarak' Devrimci Yol imzasıyla yayımlanmıştır.' Sonra, devam ediyor: ' Hele bir sayıda-galiba 22- Sovyet nüfus alanlarından, yaygınlaşmasından söz eden bir yazı yayınlandı diye hemen toplatılmıştır.'(**) Ve sonuç: 'Bu da Devrimci Yol'un sansürüdür, yasakçılığıdır.'
Şimdilik, böyle bir yazı var mıdır, böyle bir 'toplatılma' olayı olmuş mudur'u bir kenara bırakarak, bir an için, böyle bir yazının varlığını ve böyle bir olayın 'doğruluğunu' kabul edelim.
Bu varsayım temelinde, 'yazar'ımızın mantığının 'tutarlılığını' görelim.
Devrimci Yol'un bütün sayılarında hiç bir farklı görüşe yer verilmemiş, hatta '... küçük farklılıklar bile yansıtılmamış...' ve '...Tüm yazılar 'tek ses, tek nefes olarak' Devrimci Yol imzasıyla yayınlanmış...' ise, söz konusu edilen yazı, 'yazar'ımızca, bu çerçevede yayınlanmış olduğu kabul edilen/ilan edilen bir yazı olmuyor mu? 'Yazar'ımızın 'değerlendirme'sinin doğal uzantısı olarak, yanıt, 'evet' olmalıdır. Peki, bu durumda, bu yazı, neden dolayı 'toplatılmış' oluyor? 'Toplatılmış' ise, nasıl 'Devrimci Yol'un sansürü..., yasakçılığı...' olarak görülüyor? Bir başka deyişle, bu durumda, Devrimci Yol, kendine karşı 'sansürcü' ve 'yasakçı' olmuş olmuyor mu? Oluyor... Peki, o zaman kendi nesnel gerçekliğini nasıl yansıtıyor?
Ama, hayır... 'Yazar'ımız, 'Hele... bir yazı yayınlandı diye hemen toplatılmıştır' derken, örtük bir biçimde, bu yazının 'aykırı' bir yazı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Bu durumda da, Devrimci Yol, bu yazıdan dolayı bu sayıyı 'toplatarak', bu yazıyı yazan birisine ya da birilerine karşı 'sansür' uygulamış (!) ve 'yasakçı' davranmış oluyor (!) Peki, bu durumda, 'yazar'ımızın, Devrimci Yol'un yayın politikası üzerine yaptığı 'değerlendirme' ne oluyor?
Muzaffer Beken, Sosyalist Birlik yayıncılarını vebal altında bırakmadan, benim bir türlü çözemediğim ve anlayamadığım bu mantık çelişkisini, açık ve seçik bir biçimde anlatmalıdır.
***
'Yazar'ımız düşüne dursun, biz devam edelim.
Gerçekte, bay Muzaffer Beken'in mantığındaki tutarsızlık, olmamış bir şeyi, olmuş bir 'Olay' gibi sübjektif olarak kabul etmesinden kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle, böyle bir 'toplatılma' olayı yoktur. Ama böyle bir söylenti vardır. 'Yazar'ımız, kaynağı belirsiz ve belli bir kesimde sözlü olarak yaygınlaştırılan bir söylentiyi 'yazı'ya dökme 'tarihi misyon'unu üstleniyor. (Ayakları havada bir biçimde) Misyon bu olunca, bu mantık tutarsızlığı da doğal oluyor.
Sosyalist Birlik yayıncılarının, yayınlanmak üzere gönderilen yazıların ne ölçüde doğruyu ve yanlışı içerdiğini araştırmak gibi özel bir görevleri olamaz. Bu, tamamen, yazarların sorumluluğundadır. Bir yönüyle de, bu, yazarların devrimci ahlakına ve insafına kalmış bir şeydir.
Bu anlamda, 'yazar'ımız, 'yazı'sını yazmaya başlamadan önce, bilgilenmesinin ne ölçüde doğru olduğunu araştırmalıydı. Öyle sanıyorum ki, bulunduğu birimde, bunun olanağı da vardı. Eğer böyle yapmış olsaydı, bir söylentiyi 'yazı'ya geçirme 'tarihi misyon'unu üstlenmez ve aynı zamanda da, bu mantık tutarsızlığına düşmezdi.
Ama, hayır... 'Yazar'ımızın böyle bir sorunu yoktur. Onun sorunu, tanıdığımız ve yazısından da anladığımız kadarıyla, yalnızca ve yalnızca, her şeyi, hatta kaynağı belirsiz söylentileri bile ('Amaca ulaşmak için her yol mübahtır' mantığıyla) kullanarak, Devrimci Yol'u 'eleştirebilmektir'. Yakın geçmişte 'sol'dan, bugün sağ'dan 'eleştirirken' de...
Kendisi bilir!...
***
Evet, doğrudur. Devrimci Yol Dergisi'nin birinde kastedilen yazı yayınlanmıştır.
Başlığı 'ORTADOĞU'DA AMERİKAN VE SSCB POLİTİKALARI VE KÜRT HAREKETİ'dir ve 28. sayıda yayınlanmıştır. 'Yazı'sındaki '-galiba 22-' biçimindeki söylemden anlaşılan odur ki, 'yazar'ımız ya bu yazıyı hiç okumamış ve yazı hakkında kulaktan dolma bilgilenmiş (komik duruma düşerek!!!), ya da çok uzun yıllar önce okumuş ve derginin sayısını bile unutmuştur. (Hala 'sol'da ve sağ'da yaygınca gözlenmeye devam edildiği gibi...)
Her ikisi de mümkündür.
Yazı'da kastedilen ilgili bölümün aslı şöyledir:
'Burada yeri gelmişken bir parantez açarak, Sovyetler Birliği'nin dünya çapında uyguladığı dış politikasının, ABD'nin ekonomik-siyasi ilişki alanlarını daraltma ve buna karşılık da kendisinin ekonomik-siyasi ilişki alanını genişletme esasına dayalı olduğunu hatırlatmakta yarar vardır. Bu anlayış dünya çapında ABD ve Sovyetler arasındaki bir 'nüfuz alanı' mücadelesi olarak ortaya çıkmaktadır. Onlar bunu 'barış içinde ekonomik yarış' modern revizyonist teorileriyle açıklamaktadırlar...
...Oysa Sovyetler Birliği'nin herhangi bir devleti ya da hareketi desteklemesinin temel kriteri kendi ilişki çevresi içine girip girmeyeceği, ABD ile giriştiği 'nüfuz alanı' mücadelesinde kendi lehine bir gelişme yaratıp yaratamayacağıdır. Ağırlıkla ekonomik yarar ilkesi her şeyden önce gelmektedir' (Vurgu, yazının aslında vardır.)
Devrimci hareketimiz, bugüne kadar olduğu gibi bugün de bu görüşleri savunmaktadır.
Biz bunu söyleyince, 'sorun' bitmiştir diyebilir miyiz?
Yanıt, normalde 'Evet' olmalıdır.
Ama 'yazar'ımız, bir söylentiyi, araştırmadan, doğrulatmadan, bir 'gerçek'miş gibi 'yazı'ya dökme 'tarihi misyon'unu üstlenebilen birisi olduğu için, beyan esas olmasına karşın, büyük bir olasılıkla 'Hayır' diyebilir.
Üstüne üstlük, bir de yemin billah etsek, yanıt yine değişmeyebilir.
Zevahiri kurtarmak için, başka söylemler tutturabilir.
Bu nedenle, biz, hiç bir zorunluluğumuz olmamasına karşın, yine de 'yazar'ımızın bize 'tanıdığı bu olanaktan' (!) yararlanarak, 'yazar'ımıza ve 12 Eylül sonrasının cezaevlerinde çıkarılan 'af' söylentileri biçiminde (***) 'açıklanabildiğine' tanık olduğumuz bu söylentiye yatkın çevrelere, bu yazıdan dolayı bu sayının toplatılmadığının delilini gösterelim.
***
Özü itibarıyla, bu söylentiden ne anlaşılıyor? (Ya da bu söylentiyi yayanlar neyi anlatmak istiyorlar?)
İster Devrimci Yol imzalı, ister 'aykırı' bir yazı olsun, Devrimci Yolcularca bu yazının içeriğinin savunulmadığı ya da savunulmaktan vaz geçildiğini...
O zaman, buyurun:
'... Burada ABD'nin Ortadoğu politikalarına işaret edilince hemen Sovyetler Birliği'nin bölgedeki durumu ve Sovyet politikalarının etkileri de akla gelmektedir. Ve 'Kürt sorunu' karşısında Sovyetlerin pozisyonunun nasıl olduğu ya da nasıl olacağı sorusu ortaya çıkmaktadır. Bugüne kadar Sovyetlerin gözleyebildiğimiz tutumu (ve özellikle Ortadoğu Bölgesindeki tutumu) ABD ile bölge çapında giriştiği 'nüfuz alanı' rekabetine göre şekillenmektedir. Sovyetlerin herhangi bir devlet ya da hareketi desteklemesinde bu rekabetin belirleyici bir rolü ve etkisi olmaktadır. İşte, Sovyetler, Kürt sorununa ve Kürt hareketlerine Ortadoğu Bölgesindeki devlet politikalarına ve ABD'nin politikalarının gerçekleşmesinin engellenmesi (bir nevi onların yaptığının tersini yapmak) amaçlarına bağlı olarak yaklaşmaktadırlar. Örneğin, ABD Kürt sorunuyla oynayarak bazı sonuçlar almaya yönelmişse, Sovyetler Birliği'de ABD'nin elde etmek istediği sonuçları engellemek için pekala aynı sorunla (Kürt sorunuyla) Amerikalıların oynadığının tersi yönde oynamayı çıkarlarının bir gereği olarak gündemlerine .koyabilirler. Ve Kürt sorunuyla Sovyetler Birliği'nin bu tarzda oynama ihtimali de az değildir.
Bu bizim, bugüne kadar Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu politikalarından çıkartabildiğimiz bir gözlemdir. Ve Devrimci Yol dergilerinde Sovyet politikalarının eleştirileri çeşitli kereler yapılmış, bunların sosyalist politikalar olmadığı gibi çok yanlış ve zararlı politikalar olduğu da gösterilmiştir. Örneğin, Sovyetlerin Afganistan işgalinin ve Ortadoğu politikalarının eleştirileri. (Devrimci Yol'un 28. sayısında vd. Sayılarında yer almıştı.)' (Ortak Savunma-Bknz. 'ABD Emperyalizmi ve Kürt Sorunu' bölümü...)
Bu sözler, 28. sayıdan tam 10 yıl sonra, Devrimci Yol 'Ana dava' ortak savunmasında söyleniyor...
'Yazar'ımızı bilemem, ama okuyan ve okuduğunu anlayan birinin, artık, teslim bayrağını göndere çekmesi gerekiyor...
***
Son bir-iki söz:
Kolektif bir iradenin ifadesi ya da tamamen bireysel olarak, gönüllü bir biçimde üstlenilen böylesi bir 'tarihi misyon', her insana nasip olmaz. Yakın geçmişte, başka bazı söylentilerde de, 'sol' ya da sağ kesimlerimizde, benzer 'Tarihi misyon'ları üstlenenler olmuştur. Ama bunlar, kimseye bir şeyler kazandırmamıştı. 'Yazar'ımıza da kazandırmayacak...
Çünkü, bu 'yol'lar yol değildir... 5.2.1990/NAZİLLİ
DİP NOTLAR:
(*)-Ayşe Koç, yazısında açıkça belirttiği gibi, yakın geçmişte, Devrimci hareketimizin saflarında yer aldığını söylüyor. Mümkündür.
'Yazar'ımız Muzaffer Beken ise, yazısının başlığı olan 'Hariçten tutulmuş notlar'dan anlaşılacağı üzere, Devrimci Hareketimiz saflarında yer almadığını ima ediyor. Ama 'yazı'sının içeriğinde, yer yer, kendisini şahsen tanımayanları yanıltabilecek türden, yani kendisi hakkında, sanki yakın geçmişte, Devrimci hareketimiz saflarında yer almış birisi kanısı uyandırabilecek bir söylem tutturmayı yeğliyor.
Biz, 'yazar'ımızı şahsen tanıyoruz. Hiçbir zaman, Devrimci hareketimiz saflarında yer almamıştır. Aksine 'sol'dan 'eleştiriler' yönelten bir konumlanışı olmuştur. Şimdi, 'yazı'sının 2 nolu dip notundaki 'THKP ideolojisinde 'ekonomik' izler var. Örneğin, sürekli faşizm tespitinde. D. Yol miras olarak alıyor ve sürdürüyor.' yollu ifadesinden, tam ters, sağ'dan 'eleştiri' yönelten bir konumda mevzilendiğini görüyoruz. İyi yolculuklar!...
(**)-Burada bir kalem sürçmesi ye de basım hatası olduğunu sanıyorum. Şöyle ki: 'nüfus' değil, 'nüfuz' olmalı. Ayrıca, alışık olduğumuz söyleme uygun olarak 'yaygınlaşmasından' olmaz, olsa olsa 'yayılmasından' olabilir. 28. sayıdaki yazıda, kastedilen ve bunun karşılığı olabilecek olan 'genişletme' kelimesi olmalıdır. Başka bir şey ise, öyle bir şey yoktur.
(***)- 12 Eylül sonrasının cezaevlerinde, 'af' söylentileri çıkaran adli mahkumlar, tanıdıkları bir kişinin askerde ve komutanının şoförü olduğunu, komutanlarının 'af' üzerine yaptıkları konuşmalara tanık olduğunu ve bu konuşmayı, kendilerine ya da bir yakınlarına aktardığını.... 'kanıt' olarak ortaya koyarlardı. 'Af' söylentilerinin ne kadar doğru çıktığı bellidir.” (3) (5.2.1990/11.2.1990/Nazilli)
06.02.2021/Datça/Mehmet Erdal
(1) 07.01.1990
(2) 05.02.1990
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder