2021.01.23.CEZAEVİ YAZILARI-39: YENİ DÖNEM!
CEZAEVİ YAZILARI-39: YENİ DÖNEM!
“ Yasak dün bitti. 28.7.1989 tarihli de dahil olmak üzere tüm mektupları ve fotoğrafları aldım... Bugün Aydın'a taşınmayı bekledik. Eşyaları topladık. Belki yarın taşınırız. Taşınırsak, mektubu oradan yazarım. Gerekirse tel çekerim... Not: Biz burada kaldık. Eskişehir Aydın'a geliyor. Değişiklik olursa yazarım, görüşe buraya gel.” (1)(2.8.1989)
“... Cuma ve öğle sonu: Bugün çay servisi yeniden başladı. Üç gündür içemiyorduk. Kantin neyse de, çay içmeyince, bir yerlerimiz eksik kalıyor gibi bir duygu doğuyor. TV'den izliyor ve basından okuyorsundur; keza, bugün postaya verildiği söylenen tel ve kartımdan da çıkarmışsındır; burada kalıyoruz. Aydın'a Eskişehirli arkadaşlar getirildi. Ama, Aydın, onlara uğurlu gelmedi. Nazilli'nin bize uğursuz gelmesinden daha uğursuz geldi. İki ölü verdiler.(*) Biraz önce, susamış insanların suya saldırması gibi gazeteleri okuduk. Olayların iç yüzüne en yakın anlatım, Cumhuriyet'inkiydi... Alışmış kudurmuştan beterdir. Ölümün, su kaybından olması çok zor. Ölen arkadaşlar, ag'ne en son katılanlar. Birisi, geçen yıl Aydın'daydı. Tünel, onların koğuşunda çıkmıştı. Sonra Eskişehir'e sürülmüşlerdi. Bu PKK'lılar, müthiş özverili ve dirençli insanlar. Sanırım, bunu, ilk Barzani veya Talabani teslim etmişti. Saygı duyuyorum... Eleştirilecek yönleri ayrı bir olay. Dün sabah TV haberlerinden beri, yüreğimiz kan ağlıyor. Cumhuriyet muhabiri doğru tanımlamış; şok halindeyiz... İnsan, böylesi anlarda açığa çıkan duygularıyla neler yapmaz ki? Kamuoyu, bir volkan gibi patlamış. Basının önemli bir kısmı suskun ve iki yüzlü, ama bu olayın, Ekim-Kasım 1988'den daha çok toplumu sarstığını sanıyorum. Toplum, giderek, asıl suçlunun düzenin sahibi olduğu kadar, kendilerinin de hiç suçsuz olmadığını kavrayacaktır... Bu, her yerdeki insanlar için geçerlidir... Üç ay öncesini düşünüyorum ve öyle rahatım ki...
Eşyalarımız hala denklenmiş durumda. Burada kalacağımızı öğreneli beri, yeniden yerleştirmeye elimiz varmıyor. Buranın yönetimi Aydın'a gitti, Eskişehir'in yönetimi bize geldi. Haliyle her şey değişti. Onun curcunasını yaşıyoruz. Bakalım ne zaman rayına girecek. Ve yine bakalım, yeni yönetimle olumlu veya daha olumsuz anlamda neler değişecek?... Daha önce de yazmıştım; bu üç ay'a adım atarken karar verdiğim gibi, yeni bir döneme geçiyorum...
...Dile kolay, tam dört görüş, dört açık görüş göremedim seni. Öyle içime oturdu ki, her açık görüş günü, arkadaşlar taşı savurup duruyorlardı... Ama bir insan, bir şeyi yapmak zorunda olduğunu görüyor ve bundan kaçamayacağını biliyor, sonra da yapıyorsa, tahmin ettiğinden de farklı sonuçlarla karşılaşmasına karşın, tüm yükü gönül rahatlığı ve huzurlu bir şekilde göğüslemelidir. Ben, bu üç ay boyunca, hep böyleydim... Düşüncem, beni anlamanız ve bana hak vermenizdi. Mevcut durumdan doğrudan etkilenen biri olarak, sizin düşünceniz ve tepkiniz, can alıcıdır. Ya bana güç verecektir ya da derinden sarsacak ve dah(ak)i davranışlarımda, bana ket vuracaktır... Nazım, elbette bu dönemi yaşamadı, ama her dönemi ve her ülkeyi içerecek şekilde, yanılmıyorsam, 'Bir mahkumun karısı, daima iyi şeyler düşünmelidir.' diyordu. (**) Ben, senin özgülünde yineliyorum... Aslında, böylesi bir ülkede ve böylesi koşullarda-dönemlerde, yüklen(il)mesi gereken tüm yükü bazılarımız değil, tüm toplum, tüm yüklenmesi gereken insanlar yüklense, yük daha az ve başarı şansı daha yüksek olur. Ama olmuyor... Sosyal Demokrasi, daha gelişmeden ve toplumda 74'lerde olduğu gibi umut haline gelemeden iflas ederken, ilginçtir, bazı insanlarda Sosyal Demokrasi ve Sosyal Demokratlar umut haline geliyor veya umut olmayı koruyor. Kendine özgüven kayboluyor... Bunun sonu nereye varır? Böylesi durumlarda, sürü'ye uymak ya da zamana ve tarihe karar vermeyi havale ederek cesurca ileri doğru adım mı atmalı? Ben, ikinciyi yeğlediğimi gösterdim, sanıyorum... İnsan yaşamında bazen öyle anlar olur ki, ya onu yapacak ve insan olmanın gereğini yerine getirecek, ya da utanç içinde (elbette böyle bir duygu duyanlar-duyacaklar için) kahrolacaksın...
Bulgaristan göçmenlerinin Ege'ye çokça yığıldığını, Manisa'da, onları işe yerleştirmek için işçi çıkarımı olduğunu ve bunun da hoşnutsuzluklara neden olduğunu duyuyoruz. Sizin orada böylesi olaylar var mı? Bulgar yönetiminin tavrına ilişkin, İşçilerin Sesi'nin bir yazısında kısa ama oldukça iyi bir yaklaşım vardı. Jivkov, resmen Bulgar milliyetçiliği ile davranıyor. Mevcut 'Sosyalist' ülkeler, tıkanmış ve kendi iç sorunlarını bile çözemeyecek durumdalar. Kitlelerin edilgen olup, etken ve belirleyici kılınamadığı bu rejimlerin çözüm yolu, yine kitlelerin harekete geçirilmesinden geçiyor. Yalnız, 2000'e (Doğru) ve SAÇAK'ta Doğu Perinçek'in tavrı gibi, kitlelerin eyleminin niteliğine bakılmaksızın kitleler önünde secdeye varmak çözüm değil. Taner Akçam'ın temeldeki hatası da aynı; kitleler ne yaparsa iyi yapar, diyorlar. Bunun için 1950 DP olayını olumluyorlar. Şimdiki (eski Yeni Gündem) Birikim de aynı görüşte. Biz kitlelerin eylemini olumlamalıyız, ama bilinçli ve örgütlü eylemini yaratmayı önümüze hedef olarak koymalı ve bunu yeğlemeliyiz... Kitlelerin inisiyatifi dışında davranmak, bir avuç bürokratı öne çıkarıp belirleyici, giderek 'efendi' yapıyor. Bulgaristan'ın Türk azınlığa yönelik politikası, Özal'ın imdadına can simidi gibi yetişti. Aylarca, kamuoyundaki içe yönelik tartışmaları, bu konuya yöneltti. Ve çelişkilerin derinleştiği, politik arenanın kızıştığı bir dönemde, çok da kötü oldu...
Çin olayları da tam anlamıyla rezalet. Sovyetler ve Çin, bugün, aralarındaki nicel farklılık bir yana, aynı yolun yolcusu. Sözde reformlar yapıyorlar, kitleler adına ve kitlelere rağmen... Kitleleri sürü görüyorlar. Bu sosyalizm değil... 'sosyalizm'dir. Sosyalizm, etken ve tarih yapan, tarih yaptığının bilincinde olan kitlelerin eseridir. Kitleler olmadan, sosyalizm olmaz... Bu noktada, bizde, bugünden, kitlelerin öz gücünün ifadesi olan kitle örgütlenmeleri önem kazanıyor. Her türden kitle örgütlenmeleri, ama ille komiteler... Bu dönemde, 'Nasıl bir demokrasi?' tartışması içinde de, en çok bu örgütlenme biçimi tartışılacak. Bu konudaki tartışmaların derinleşmesi ve yaygınlaşması çok önemli... Elinden gelen, bu konuda katkıda bulunmalı...” (2) (4-5-6/8/1989)
7 Ağustos'da yine açlık grevindeyiz. Yeni mektup ve görüş yasağı yok. Kısmi bir koğuş düzenlemesi yapıldı ve ben 6. Koğuştan, aynı avluya bakan karşı 14. Koğuşa geçtim. (3)
Yeniden görüş ve mektup yasağı geldi. 15 Eylül'de, isteyenin istediği koğuşa geçmesi hakkı tanındı. 12. koğuşa geçtim.
“Ha şöyle, doğrudan yazmanın tadı başka oluyor. Mektup ve görüş yasağımız, tümümüzün, bugün kaldırıldı. Bu sabah mektuplar verildi....Önce, buradan, farklı olarak ya da yeniden yazma gereksinimi duyduğum şeyleri yazayım...15 Eylül günü, isteyenin istediği temelde koğuş düzenlemesi olacağı söylendi. Ben, şimdiki havalandırmaya bakan iki koğuştan birine geçmeyi düşünüyordum. Kimlerle değil, hangi koğuşta kalacağım önemliydi. Buraya geçince, buraya geçenler olarak küçük bir düzenleme yaptık ve ben, bu koğuşa geçtim. En son mektup yazdığın..., 7'nin karşısındaki koğuşa geçtiler.(***) 7'den ve oradan bazı arkadaşlar 7'ye, olmazsa 15'e geçmemi önerdiler, ama ikisi de, bu aşamada uygun olmayacaktı. Burada kalmakta ısrarlı oldum ve kaldım. 10 kişiyiz ve oldukça sakin bir koğuş. Şimdilik herhangi bir sorun yok, ileride de olmayacağını sanıyorum. Birkaç gündür de mektup ve görüş yasağının kaldırılacağı söyleniyordu, biz de istiyorduk. Bu sabah mektuplar geldi. Anladığım, iki yasak arasında yazdığım bazı mektuplar ya hiç gönderilmemiş ya da geç gönderilmiş. Zaman içinde, her şeyi, yeniden yola koymaya çalışırım... Aklıma bir şey geldi, yazayım, yoksa unutacağım; bu AG'den dolayı algılama ve düşünme yeteneğimi büyük ölçüde yitirmişim. Yazarken, okurken ayrımına varıyorum. Çok sık unutuyorum. Bazı SAG'leri, bizi duman etti. Bunların verdiği zararın ölçüsü yok, hesabı mümkün değil... Bugünlerde 'Lenin ve Eğitim' ile 'Gülün Adı' var elimde. İlgimi zor topluyorum, ama yine de okumaya çalışıyorum. Dergileri falan okuyorum...”(4) (27.9.1989)
2-4-5-6-7 Ağustos/ 27 Eylül 1989/Nazilli
23.01.2021/Datça/Mehmet Erdal
(*) 35. bölümde (Bknz: CEZAEV YAZILARI-35: HER KOŞULDA YARATICI OLMALIYIZ), 17 Ekim'de Aydın'da başlayan ve 18 Kasım'da Nazilli'de biten SAG'ni anlatırken, bizim Aydın'dan Nazilli'ye sevk edilmemizden sonra, Aydın Cezaevine, Eskişehir'de yatan ve SAG yapan siyasi mahkumların sevk edildiğini, bu sevk sırasında iki PKK'lı mahkumun öldüğünü yazmıştım. Bilahare, notlarımın ileriki bölümlerinde, ki bunlar bugün yayınladıklarımdır, Eskişehir'den Aydın'a olan bu sevkin ve iki mahkumun ölümünün o tarihte değil, bu yazıda anlattığım süreçte olduğunu gördüm ve haliyle, bu yazıda, bu notlarımdan hareketle doğrusunu yazarak, bu hatamı düzeltiyorum.
(**) Bu vesileyle, mahpusta şiirleri ve bütün yazdıkları ile her daim bizimle olan Nazım'ı sevgiyle anıyorum.
(***) 15. Koğuş
----------------------------------------------------
(19 Eylül 1989/8-12. Koğuş bahçesi)
(1) (2.8.1989)
(2) (4-5-6/8/1989)
(3) (7.8.1989) (4) (27.9.1989)
Geçmişini yeni nesıle yolunu şaşıranlara bir örneksın çok tşk ederim
YanıtlaSil