2021.01.16.CEZAEVİ YAZILARI-38: YOL'DA, BAZEN, TEK BAŞINA DA YÜRÜNÜR!
CEZAEVİ YAZILARI-38: YOL'DA, BAZEN, TEK BAŞINA DA YÜRÜNÜR!
Nisan ayı içerisinde, şimdi ayrıntısını çok fazlaca anımsayamadığım bazı nedenlerle, hem bizim bulunduğumuz Nazilli E Tipi Kapalı Cezaevinde hem de başka cezaevlerinde, muhtemelen birbirleriyle ilişkili ya da birbirlerini tetikleyen SAG (ya da Ölüm oruçları) başlamıştı; Nazilli Cezaevinde, bu açlık grevine, Devrimci Yolcu (her iki kesimdeki) mahkumlar ile örgütsüz-bağımsız olarak adlandırılan mahkumlar katılmamışlardı.
Diğer koğuşlardaki DY'cu arkadaşlar nasıl bir yol izleyerek bu eyleme katılmama kararı almışlardı, bilemiyorum, ama biz, 7. Koğuşta, bu konuyu kendi aramızda tartışmış ve bu eylemin, yanlış bir eylem olduğu sonucuna varmıştık.
Yalnız, tartışılması gereken, şöyle bir sorun vardı:
Bizim bulunduğumuz cezaevinde açlık grevine katılan mahkumlar, koğuşlarından müşahedeye alınırken, şu veya bu nedenle, yönetimce, sıra dayağından geçirilmiş miydi yoksa o duyduğumuz bağırtılar ve sloganlar, müşahedeye alınma sırasında, müşahedeye alınmaya çalışılan mahkumlar tarafından atılan ve haliyle doğal karşılanması gereken sloganlardan mı ibaretti?
7. Koğuştaki tartışmada, biraz da yönetimle görüşmeye giden temsilci arkadaşın aktarımlarının etkisiyle, açlık grevine katılan arkadaşların müşahedeye konulması sırasında herhangi bir şiddet görmemiş olabileceği kanısı, çoğunlukça genel kabul gördü. Haliyle, somut olarak herhangi bir tepki gösterilmesine de gerek yoktu.
Bence, duyduklarımız, normal sloganlar değildi. Sloganların yanı sıra duyduğumuz bağırmalar, atılan dayağın yol açtığı bağırmalardı. Yönetim, atılan dayağı kabullenecek ve evet, o gece onları bir güzel ıslattık, demeyecekti. O nedenle, yönetimin ne dediği önemli değildi. Biz, o gece, açlık grevine gidenlere dayak atıldığını kabul ederek, somut bir tepki göstermeliydik. ( Bu konuda, böyle düşünenin, yalnızca ben olduğum, iddiasında değilim.)
Tartışmanın seyri içerisinde, belki, olup bitene mutlaka bir tepki göstermeli ve gerekirse bunu ben yapmalıyım, diyerek; belki, anlaşılan ayrılma vakti geldi, şimdi değilse ne zaman?, diye düşünerek; belki.... bir başka nedenle ya da bir çok nedeni içinde taşıyan bir kararla, ki bugün bile bugünden geriye baktığımda hala net olarak şu veya bu nedenle diyemiyorum (yalnızca, o günden bugüne kadar, bir kez bile olsun, keşke ayrılmasaydım, dediğim olmadı), istiyorsan sen tepki göster, şeklindeki yaklaşımların da etkisiyle, dayak olayını protesto etmek amacıyla (yanılmıyorsam, üç günlük) açlık grevine gitmeye karar verdim.
“ Canım Kızım,
Hani, uzun bir süre önce öykülerini anlattığım Yenilmez var ya, işte o, bir gün dağda dolaşıyormuş. Daha doğrusu, kovalanıyormuş. Elinde de, bir ipe bağlı fare mi desem, yoksa tavşan mı desem, işte öyle bir hayvancağız varmış. Kaçmış, koşmuş, kovalamış.. Elindeki hayvancağızı hiç bırakmamış. Nihayet, bir uçurum kenarına varmış. Yakın mı, yoksa derin mi iyi anımsamıyorum, o uçurumun dibinde bir ırmak varmış. Yenilmez'e, bu, evlerinin yanındaki dere gibi geliyormuş. Yenilmez, uçurumun başına oturmuş. Bilmiyorum neleri, ama düşünmeye başlamış. O sıra, elindeki hayvancağız kunduz gibi olmuş. Uçurumdan aşağıya inmeye başlamış. İnerken bir insana, bir kıza dönüşmeye başlamış. Yenilmez, gözlerine inanamamış. Bu çok güzel bir kız oluyormuş. Aaa... yahu, kendi kızıymış. Yüreği ağzına gelmiş. Uçurumdan aşağıya doğru inen kızına gözlerini dikmiş. Kızı, bir taşa takılıp tökezlemiş. Eyvah, demiş. Ama, kızı düşmemiş. Aşağıya inmeyi başarmış. Irmak'taki su, azıcıkmış. Suyun içinde, aralıklı taşlar varmış. Taşların üzerine basmış. Aaa... elinde bir olta belirivermiş. Oltayı suya atmış. Yenilmez, yukarıdan hayranlıkla seyrediyormuş. O sıra, kendisini almaya geldiklerini görmüş. Bir balık tutmaya çalışan kızına, bir kendisini almaya gelenlere bakmış. Gözleri kızında, boğazına bir şeylerin tıkandığını hissetmiş. Gözleri dolmuş. Ağlamak üzere olduğunu düşünmüş. Yerinden kalkıp, kendisini almaya gelenlerle gitmeden önce, sanki, bir daha, kızını hiç göremeyecekmiş gibi bir duyguya kapılmış. Gözlerinden ilk göz yaşı taneleri gelirken, kızına seslenmiş, belli belirsiz, duyulur duyulmaz bir sesle; 'Hey Çingene, seni çok seviyorum.' O ara, kendine gelmiş. Meğer, Yenilmez, rüya görüyormuş. Gerçekten, iç çeke çeke ağladığını görmüş. Öykünün, yani rüyasındaki öykünün devamını düşünmüş. Çıkaramamış. Rüyayı yorumlamaya çalışmış, bir sonuca varamamış. Yalnızca kızını çok sevdiğini düşünmüş. Hani ben Özgün'e (*) 'Çingene' derim ya, onun gibi, 'Çingene' sevgi ifadesiymiş. Kızını bu ifadeyle çağırması, onu çok sevdiğinin göstergesiymiş.
Bu rüyayı bana anlattı. Ben de bir şey söyleyemedim. Dur dedim, Ayşe'ye yazayım, belki, o ve annesi bir şeyler çıkarabilir. Ne düşünüyorsun?
Bugünlerde, Yenilmez, bana, öyle düşler anlatıyor ki, hep kızı ve karısıyla ilgili. Hangi düş olursa olsun, içinde, mutlaka kızı veya karısı, bazen ikisi birden bulunuyormuş.
Bence, ne iş yapmak isterse istesin, her işin sonuçlarından birinin kızı ile karısına yönelik olacağı çok açık. Bunun için, kızı ile karısı düşlerine bile giriyor.
Ama bir tanem, bazen, insan, mutlaka yapması gereken şeyler olduğuna inanır. Bu noktada, bazı şeyleri göze alması gerektiğine inanır. Sence, ne yapmalı?
Ben diyorum ki, o insan, yapması gerektiğine inanmalı... İnandığını da yapmalı...
Bunu yaptığında, onu sevenlerin onu anlaması gerekir. Ben derim ki, mutlaka anlamaları gerekir...” (1) (30.4.1989)
“... Karşı koğuşa gelen yenilerden bir arkadaş, 'Senin için dışarısı ne? Dışarı diye bir şey var mı?' diye sordu. Düşündüm. Algılayabilmem ve kavrayabilmem mümkün değil. Dışarısı diye bir şey var ama, benim tarafımdan bütün gerçekliği ile tanımlanması olanaksız. Aynı şeyin, sizin açınızdan, burası için söz konusu olduğunu sanıyorum. Buranın koşulları, psikolojik havası, ilişkileri, duyguları vb... dışarıdaki biri tarafından, zor algılanır. Dolayısıyla, buranın 'gerçekliği' içinde yaşayan birinin gösterdiği tavırları algılamak da çok zordur. Bütün bunları biliyorum. Peki 'olması gereken' nedir? Her iki koşuldaki iki insanı tatmin edecek tavrı nasıl göstereceğiz? Kolay gibi görünüyor, ama aslında, o kadar zor soru ki... Bazen, ben, herhangi bir konuda mırın kırın eden arkadaşın birine 'Devrim özveri ister' diyorum... 'Bu sözü söyleme, illet oluyorum' diyor. 'Hoppala', diyorum... 'Eskiden hoşumuza giderdi.'... Koşullar, dönem, insanlardaki erozyon... Kimler, bu süreçte şu veya bu ölçüde aşınmadı ki?... Pazar, 16.30 civarı; Burada, belki son yazacağım mektup olacak. Biraz önce tüm kartları yazıp bitirdim. Kızımın mektubunu yazdım. Biraz duygusal oldu sanırım. Bilemiyorum. Tepkilerini yazarsın...” (2) (30.4.1989)
“Pazartesi, 23.00 civarı;...Bu mektubu tv kapanıp kapılar kilitlendikten sonra yazmaya devam ediyorum. Herhangi bir gelişme olmazsa, bir süre 'dinleneceğim.'... Sabun, diş fırçası, kağıt, kalem, havlu... falan hazırladım. Yanıma vereceklerini sanıyorum. Bu bayram (**) görüşemeyeceğiz. Cezaevinin yarısı görüşmezken görüşmenin tadı tuzu olmuyordu zaten, biliyorsun. Muhtemelen bu mektubumu, görüş sonrası, o 'kızgınlıkla' okuyor olabilirsiniz. Bilemiyorum. Bazı tanıdıklardan doğru-yanlış şeyler duymuş olabilirsiniz. Hiç önemsemeyin. Her şeyin aslını, ileride, ben size anlatabilirim. Bunu unutmayın. İnsanlar, bir başkalarının olayları yorumlayışlarını, tepkilerini, psikolojik hallerini, duygularını vb. zor anlayabilirler. Bu, maharet ister... İnsan, bazen, olası sonuçlarını düşünse de, bazı şeyleri yapmaya zorunlu olduğunu görüyor. Tarihin getirip omuzuna yüklediği bazı şeylerden kaçamıyorsun. İki seçenekten birini seçmek zorunda olduğunu görüyorsun. Her iki seçeneğin de, o andan sonra farklı iki süreç ifade ettiğini biliyorsun. Düşünüyorsun. Hesabı yapıyorsun. Ve adımını atıyorsun. Böylesi anlarda karar vermesini bilmek gerekiyor. Karar verebilecek cesarete sahip olmak gerekir. İnsan, ikircikli yaşayamaz. İkircikli durumuna son vermesi gerekir. Attığı adım doğrultusunda yürümesi gerekir. Bu mektubumu okurken, kafanızdaki tüm olumsuz düşünceleri silebileceğime, tüm soruları yanıtlayabileceğime inanıyorum. Zaten, buna inanmasam, bu adımı atmazdım. Son bir yıl içinde bu kadar düşünüp adım attığım ikinci olay oluyor, bu. İlkinin sonu, benim açımdan çok yararlı olmuştu. Bunun sonucunun da üçümüz için yararlı ve olumlu olacağını düşünüyorum. Bu adımı atmadan önce çok düşündüm ve bazı arkadaşlarla tartıştım. Bazı arkadaşlar, hep sizi göz önüne getirmemi söylediler. Ben, beni anlayacağınıza inandığımı söyledim. Sizleri ikna edebileceğime inandığımı söyledim. Buna inanmasam, bundan en küçük şüphem olsa, inanın, tek bir adım dahi atmazdım. Canlarım olan sizler, yaşamımın ayrılmaz bir parçasısınız ve hep öyle kalacaksınız...”(3) (1/2.5.1989)
Açlık grevine gittikleri için müşahedeye alınanlara atılan dayağı protesto için açlık grevine gideceğimi bildirdikten sonra, beklediğim üzere, 7. Koğuştan alındım; müşahedeye konuldum. Açlık grevim bittikten sonra, yine beklediğim üzere, 7. Koğuşa değil, o günlerde boş olan 6. Koğuşa, verildim. Ardından, üç aylık görüş ve mektup yasağım olduğu bildirildi...
30 Nisan/1-2 Mayıs 1989/Nazilli
16.01.2021/Datça/Mehmet Erdal
(17.05.1989/6. Koğuş/Nazilli)
(*) Özgün (Öztürk); Fadıl-Bircan Öztürk'ün kızları
(**) 6-7-8 Mayıs 1989/ Ramazan Bayramı
(1) 30.04.1989
(2) 30.04.1989
(3) 1-2/05.1989
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder