2021.01.09.CEZAEVİ YAZILARI-37: BAZI (KİŞİSEL) 'MUHASEBE' NOTLARI!
BAZI (KİŞİSEL) 'MUHASEBE' NOTLARI!
Aydın'da başlayıp Nazilli'de yenilgi ile sonuçlanan 33 günlük SAG ve o gün, yani SAG'nin bittiği gün farklı nedenlerle eli mecbur kabul edilen koğuş düzenlemesi sonrası içinde yaşanılmaya başlanılan nesnel ve öznel koşulların sonucu, bizim açımızdan hangi yöne, ne zaman ve nasıl evrileceği öngörülemeyen sancılı bir günlük yaşam demekti...
“.., bizim görmediğimiz kadar geziyor. Onun, kültür seviyesinin de gözden ırak tutulmaması gerektiğini düşünüyorum. Ona da yazacağım, yani, ileride, keşke küçükken daha çok okusaymışım diyecek, onun için, şimdiden, daha çok okumalı, büyüdüğünde, ileri düzeyde bir kültürü olmalı. Ben, bunun eksikliğini duyanlardan birisiyim... İleride, özellikle Lise ve Üniversite yıllarında, edineceği kültürün, ona büyük yararı olacak. Ben, bundan sonra, çocuklarımızın, mutlaka, ilke olarak, görülebilen koşullar içerisinde, okullarını bitirmelerini istiyorum. Gerektiğini söylüyorum. Bizler bitiremedik. Çünkü, koşullar böyle gerektirdi. İnsan, içinde yaşadığı koşullardan bağımsız davranamaz...
...Dergide (*) 'Bilinenlerin farklı söylenmesi' başlıklı bir yazı var, orada, ihtiyat bölümü var. ... olan tartışmalarım aklıma geldi. Ona da, herkes, birikimini ortaya koymalı ve aldığı yere, yani yeni kuşaklara ve halka iade etmeli, diyordum. Daha zamanı var, diyordu... Ne zaman? Burada, bir 'ihtiyatlılık' var... Ama aynı zamanda, kendine güvenememe de var... Söylenecek şeylerde, ilk söyleyen olmak, her zaman riskli bir şeydir. Ola ki yanlış şeyler savunursun... Öyleyse, bekle, herkes söyleyince, sen de söyle... Halbuki, o an yaptığın, söylenenlerin tekrarıdır. Söylenenleri tekrar etmek, önemli değil ki... Dergide beğendiğini söylediğin yazıda olan, bazı şeylerin, hem de cesurca, ilk kez söylenmesidir. ... hala bekliyor. Bence, yalnızca söylemde, dönemin değiştiğinin farkında... Gerçekte, buna uygun davranmıyor. Milliyet'teki 'Sosyalist Sol Konuşuyor' dizisinde, İbrahim Sevimli'nin demecinde de, dönemin değiştiğini kavrayamamak vardı... Hala TİİKP ve TBKP'liler dışlanmalıdır, diyor. Yani, 10 yıl öncesine takılıp kalmış... Halbuki olumlu her gelişmeyi görmek ve buna uygun yeni adımlar atmak gerekir. Atamıyor... Bu bakış açısıyla, somut ve ciddi hiçbir adım atılmaz ki... Almanya'da olanların, hapishanede yıllardır yatanlardan farkı olmadığı anlaşılıyor...” (1)(15.1.1989)
“... Bugünlerde, burası yetenek gösterilerine sahne oluyor. Üç kağıdı biliyorum, ama yapamıyorum; becerebileceğimi de sanmıyorum... Seyirci de kalamıyorum, bu kez iyi tepki çekiyorum... Sözlerini anımsıyorum. Üç maymun hikayesini bilirsin: Görme, duyma ve konuşma... Olmuyor ki... Ben tez canlı biriyimdir de...Ben, buyum...Benim gerçeğim, bu... Doğru bildiğini, düşündüğünü yapacaksın ve söyleyeceksin... Yalnız da olsan... Bir buçuk yıl öncesini anımsıyorum ve bir de şimdiyi düşünüyorum... İnsanlar, ne çok değiştiler. Hayret, vallahi hayret...
... Öznel durumumuz, daha da berbat devam ediyor. Ne yapacağımı biliyorum, onun için, pek düşünmüyorum. Kararlı ve ne yapacağını biliyor olmak, çok iyi oluyor...” (2)(22.1.1989)
“... Burada, ... da, bilinenleri değil, daha çok, bilinmeyen yeni şeyler söylemek gerekir, diyor. İyi de, yepyeni şeyler bulup çıkarmak, kolay değil ki... her insan, bilinenden hareketle, bilinmeyeni bilinir kılma doğrultusunda bir adım atar. Önemli olan da o bir adımdır. Veya, bilinenleri yeniden düzenlemek ve farklı sonuçlara varmak da önemlidir. Ben yeni şeyler söyleyeceğim, deyip, kumrular gibi düşünmeye başlarsa, ne olur ki? Ayrıca, yaptığım, olup bitenden hareket etmek, doğru olanların devamını önermek, yanlış, eksik, zaaflı vb. olanların ise terkini istemektir... başka bir şey değil... Kolektif bir çalışmayla, daha iyi şeyler elde etmek mümkün; bireysel ve hele böylesi bir ortamda, daha iyisini başarmak mümkün olmuyor... Mahmut, yani Mahmut Memduh Uyan, cezaevlerinde üretmek, kısıtlıdır... diyor. Doğru...” (3)(29.1.1989)
“...'un mektubunu okumuştun değil mi? Oradaki bir yaklaşıma katılıyorum. Hani evlilik ile ilgili bölüm vardı ya... Her şeyin politikaya indirgendiği, politika bitince, evliliklerin de bittiği, kimlik bunalımına girildiği vb. yollu bölüm. Bunda doğruluk payı büyük... Biçimciliğin, doğal olarak da ağırlıkta olduğu bir dönemde, her şeyi mükemmel yapmak mümkün olmadı. Yanlış veya eksik algılamalar, özün değil, biçimin ön planda olması vb. Politika ağırlıkta olmalı, bu doğrudur, ama 'tek' olursa, bunun dışındaki her şey dışlanırsa, gerçekten, politika bittiğinde, yaşam da duruverir. Evlilik, bu yönüyle, buna örnek gösterilebilir. Olması gereken, daha önce de tartışmıştık, evliliği yeniden ve geçmiş deneyimlerden dersler çıkararak üretmekti... Bizimkiler, normal evliliklerden farklı ve daha özgür olduklarından, ikinci kez yeniden üretilmesinin nedenleri de farklı oluyor. Yani, normal vatandaşın bunalıma giren evliliğinin nedenleri farklıdır. Yeniden üretmek için de farklı nedenlerden hareket etmek gerekir. Ama, bizimkiler de eksik olan tamamlanmalı, veya yeniden olması gereken temellerine oturtulmalı vb... Materyalist olduğumuzu söylüyorsak, her şeye neden-sonuç ilişkisi açısından yaklaşmak gerekiyor. ...'un yazdıkları, bunun güzel bir örneği... Sonuca bakıp, olayı değerlendirmeye çalışmak, insanı yanılgıya götürebiliyor. Bir başka deyişle, kişinin rolünü göz ardı etmeden, bu dönemde olup biten her şeyi, dönemin ve dönemin koşullarının, dahası önceki sürecin ürünü olarak ele almak gerekiyor. Kendimizi aldatmamak için gerekiyor... Sanırım, biz, bu konuda olumlu not alacağız... Kim ne derse desin...
Özal, parlamentoyu, yine tatile soktu. 12 Eylül Anayasası'nın çerçevesini belirlediği bu politik düzenin bu işlevsiz parlamentosunu bile çalıştırmaktan kaçınıyor. Muhalefet bir sese, böylesine tahammülsüz. Bu, bu iktidarın zayıflığının, ama aynı zamanda saldırganlaştığının da göstergesidir. Özal, toplumun politize olmaması için, elinden ne geliyorsa, fütursuzca, hepsini yapıyor. Şimdilik, kazançlı çıktığı görülüyor. Ama aslında, yanıltıcı. Demokratik ve toplumsal muhalefetin örgütsüz, öndersiz ve zayıf oluşunun 'kendisini' kullanıyor. Var olan burjuva muhalefet partileri edilgen, adeta seyirci; Özal, bunu biliyor.. Ve dolu dizgin at koşturuyor. Kaderciliğinden gelen bir cesarete sahip. Ama, her gün daha fazla insanı, yalnızca muhalefet cephesine itmekle kalmıyor, aynı zamanda, düzenden de umutlarını kestiriyor. Yerel seçim sonrası taktiği ne olacak, bakalım...
İnönü ile girdiği 'küçük Turgut' tartışmasını duydun mu? Adam, resmen, politikayı, belden aşağı düşürdü... Seviyesizleştirdi... Burjuva politikacılığının bataklık olduğunu kanıtladı... En iyi yanıtı, Canver verdi. Küçük Turgut'u Semra hanımın daha iyi tanıyabileceğini, onunla onun uğraşması gerektiğini söyledi... Burjuva politikacılığı da onur duyulacak bir şey değil... Böyle olmasına karşın, neden, bizler arasında da uygulayıcıları çıkar, anlayamıyorum. Yani, bilinen-yaşanan geçmiş dönemde, dejenerasyon öyle şeyleri geliştirdi ki, burjuva politikacılığı, hem de çok iğrenç bir biçimde, aramızda da yeşertilmeye çalışıldı. Örn: Bütün devrimci politikacılıkda politikalar esastır. Yani kişinin savunduklarının tartışması yapılır. Kişiselleştirme olmaz, yapılmaz... Ama yapılıyor. Adam, söylenenle baş edemeyeceğinden, boyunla, bıyığınla, kaşınla uğraşıyor. Örneklerinden anlattıklarım olmuştu. Kişi, kendini, söylediğiyle ifade eder. Söylenmeyen düşüncenin kıymeti harbiyesi yoktur. Ne düşünürsen düşün, söylediğin ve yaptığın önemlidir, esastır. Yani,... bizim bir politika yapma tarzımız vardır. Ondan vazgeçemeyiz... Ama vazgeçiliyor. Bu geçici dönem kalıcı olmayacak; unutulacak, unutulmalıdır...” (4)(5.02.1989)
“...Ahlak diyorum da, TV'deki, bu gece oynayan filmi izledin mi? Ben, daha önce, videoda izlemiştim. Konusu basitti, ama anlamlıydı... toplumun ahlaki kurallarını sorguluyordu. Burjuvazinin ve küçük burjuvazinin bile, bu biçimlerde de olsa, var olan toplumsal ahlaki değer yargılarını sorguladığı bir ülkede, daha ileri bir ahlaki değer yargılarının savunucusu olduğunu söyleyen bizlerin, hala feodal ahlak ve değer yargılarını savunuyor olmamız, ne kadar abes bir olay...Böylesi şeyleri aşamazsak, hiç bir şeyi başaramayacağız... ... ile konuşurken, bunların, içinde yaşanılan koşullara göre değiştiğini anlatmalısın. Biz geri bir ahlak anlayışı ve toplumsal değer yargıları değil, ileri bir ahlak anlayışı ve değer yargıları savunmalıyız. Hiç şüphesiz, bundan anladığımız, burjuva ahlakı ve değer yargıları değildir. Ondan öteyedir ve bunu, devingen yaşamın içinde, gıdım gıdımda olsa, yaratacağız... Kolay olmayacak. Olmadığı görülüyor. Ama başaracağız... Başarmak zorundayız. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da, oldukça önemli bir birikime sahibiz...
Halkevi özgülünde, ama Demokratik kitle örgütleri genelinde, içinde ve yönetimde homojenliğin veya heterojenliğin olması sorunu, bir-iki yıldır, oldukça, yeniden, yoğun olarak tartışılıyor. Böylesi demokratik örgütlenmelerde heterojenlik kaçınılmazdır. Dahası, zorunludur. Eğer bu örgütler 'demokratik' ve 'kitle' örgütü olma özelliğine sahipseler, bu örgütlerde, her düşünceden insan yer alabilmelidir. Yeter ki, örgütün ilkelerini kabul etsinler. Bu ilkeler ise, tamamen, onun tüzüğüdür, amacıdır, programıdır...Yönetimde farklı görüşlerden insanların bulunması ise, zorunluluk değildir. Yönetimde, yani önderlikte homojenlik, istenendir. Hiç şüphesiz, bunlar, o örgütlenmenin, demokratik ve kitle örgütlenmesi olduğunu gözden ırak tutmayacaklardır. Yani bu örgütlerin, bir parti veya aynı görüşten insanlardan oluşmadığını unutmamak zorundadırlar. Varsayalım ki, aynı görüşten oluştular, o zaman da, bunun, ekonomik-demokratik mücadele yürütüp-yönlendirecek bir örgüt olduğunu unutmamalıdırlar. Sıkça düşülen hata, yönetimde yer alan aynı görüşten insanların, bu örgütleri, siyasi örgüt gibi çalıştırma eğilimi içine girmeleridir. Farklı görüşten insanlara, yaşama hakkı tanımamalarıdır. Halbuki bu, kısa vadeli bir düşüncenin ürünüdür. Böylesi örgütler, en geniş halkın, örgütlü olarak bir arada yer alabilecekleri taban örgütleridir. Halkı, ayrı ayrı örgütlerde değil, aynı alanda mücadele yürüten aynı örgütlerde örgütlemek gerekir. Böylesi örgütlenmelerin kuruluş aşamasında veya farklı nedenlerden dolayı ileriki aşamalarında da, farklı görüşten insanların yönetimi oluşturmaları savunulabilir. Ama bu, o somut koşullardaki bazı nedenlerden dolayıdır. Yoksa, bu 'bu örgütler zaten ekonomik-demokratik örgütlenmelerdir, herkes aynı şeyi savunur, öyleyse farklı görüşlerden oluşsun' demek değildir. Bu, ekonomizmdir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır ve bu önemlidir. Yani,... Halkevi'nin yönetiminde heterojenlik, somut koşullardaki bazı nedenlerden dolayı mümkün görülebilir. Yoksa, doğrusu bu olduğundan dolayı değil... (**) Asıl önemlisi, çok önceleri de yazmıştım; bu örgütler, ayağa düşürülmemelidir. Yani ciddiyeti ve anlamı olan, halk için çekim merkezi olabilecek, uğraş veren, halkı aydınlatan vb... bir örgütlenme niteliği korunmalıdır... Geçmiş yaşanan deneyimlerden sonra, bunun zorunlu olduğu, öğrenilmiş olmalıdır. Yaşanan 8 yılın ardından, Akhisar'da meşruluk kazanması, kolay olmayacaktır. Karınca sabrı gerekecektir... Uzaktan bakıldığında kaldırımda boş boş oturan, ama yakına varıldığında bıçağını bileyen bir adam gibi belli belirsiz faaliyet yürütebilecektir. Dönem, bu... Toplum, yavaş yavaş değişim gösteriyor. Toplumun bu değişiminden kopuk olmayacak, onun hemen önünde olacaktır. Yani, hem kendi değişecek, hem de değişime katkıda bulunacaktır...”(5)(11.02.1989)
09.01.2021/Datça/Mehmet Erdal
(*) d. arkadaş
(**) 31 yıl önce somut bir olaya ilişkin yazdığım bu düşüncelerimi, o somut olayın gereksinimleri ve o andan önceki süreçte tanık olduklarım ve yaşadıklarım çerçevesinde yazmıştım. Bugün bu konuda ekleyeceklerim, şunlardır: Bir örgütün yönetiminde (her kademede) kimlerin bulunacağına, tartışma götürmeksizin, irade beyanında bulunabilir konumdaki üyeler karar verir/vermelidir. Bu örgütlerin farklı yönetim kademelerinde kimlerin bulunacağına, şu veya bu gerekçe ileri sürülerek, şu veya bu teorik açıklamalarda bulunularak, üyelerden (hele hele üyelerin dışından) birilerinin karar vermesi, yaşanılanların da gösterdiği gibi, doğru değildir. Bu anlamda, ileri sürülen gerekçe ne olursa olsun, bu örgütlerde delege, yönetim vb. seçimlerinde, içeriği önceden belirlenmiş (herhangi bir) 'liste' çıkarılarak seçimlere gidilmesi, beklenen yarardan çok, farklı sorunlara yol açan bir yöntemdir. Seçim yapılacak göreve aday olan üyelere kişi bazında verilecek oyların sonucuna bağlı olarak ortaya çıkacak üye iradesi ile o seçilen kişi/kişiler, o görevi yapmalıdırlar. Böylece, üyeler, o görevi homojen nitelikli bir ekibin mi yoksa heterojen nitelikli bir ekibin mi yapması gerektiğine karar vermiş olur; irade beyanında bulunan ve o göreve seçilen herkes de bu irade beyanına saygı duyar. Bu, her koşulda olmasını istediğimiz şey ile yaşadığımızın şeyin aynı ve bir bütün olması, demektir...
(Aydın'da başlayan ve 18 Kasım'da Nazilli'de biten SAG nedeniyle yapılamayan 29 Ekim açık görüşünün yapıldığı 30 Kasım 1988 günü Nazilli 7. Koğuş'ta çekilen fotoğraf.)
(1)(2)
(3)
(4)
(5)
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder