2020.11.22.CEZAEVİ YAZILARI-30: AŞK'A VE DEĞİŞMEYE DAİR!
CEZAEVİ YAZILARI-30: AŞK'A VE DEĞİŞMEYE DAİR!
“ 'Bundan böyle kimse az okuduğumu söyleyemeyecek; sabahtan akşama senin mektubunu okuyorum. Bunun beni bilgili yapıp yapmayacağını bilmiyorum, ama daha şimdiden sinirlerim düzeldi.'
Mayakovski, 1918 yılında sevgilisine yazdığı bir mektuba, böyle başlamış. Mayakovski'nin 'Lili Brik'e Mektuplar'ı okuyorum.(*) Mayakovski, bir Sovyet ozanı. Lili Brik, sevgilisi. Kısa ama duygulu, güzel mektuplar yazmış. Mayakovski, Lili'ye Kedi; Lili ona, Köpek, diyor. Köpek ile Kedi'nin sevgi dolu yaşamı bu...
'Hiçbir şey silemez sevdayı,
ne tartışmalar,
ne ayrılık.
Bir de bakarsın yeniden gözden geçirilmiş,
ölçülüp biçilmiş,
üstünde düşünülmüştür.
Ve şimdi düzyazı parmaklı sancağımı kaldırıyor,
doğdum doğalı ve yürekten
sevdiğime,
ölene dek de seveceğime yemin ediyorum.” (Mayakovski/Lili Brik'e Mektuplar'dan.) (1)
“Mayakovski, Lili'ye 'Bundan böyle' diyor, 'sana geceleyin mektup yazmayı ya da seninle ilgili şeyler yapmayı kesin olarak yasakladım, kendime. O saatlerde hep azıcık çılgın oluyorum çünkü.' (Lili Brik'e Mektuplar)...
Mayakovski, yine bir yerde 'Sevdiğini bilen, ayrılığa da kendisinin yol açtığının farkında olan için ne korkunç şey ayrılmak...'diyor. Mayakovski, ayrılığı biliyor. Onun acı tadından tatmış... Mayakovski, gerçekten Lili'ye aşık. Ayrılıyor, yine birleşiyor vb...Aynı olay, Rosa Luxemburg'da da var. Fark, Rosa'nın erkeğine, Mayakovski'nin kadınına aşık oluşunda...İkisi de, deliler gibi aşık ve her şeyi göze alıyorlar...Aşk, bu iki insanda da, yaratıcı etkiye sahip oluyor. Aşk, gençleştiriyor muydu? Katılıyorum... Yeniden de yaratıyor...
Derken akşama doğru, 'lacilerin' gündeme getirileceğinin idarece söylendiği söylentisi geldi...İnanamadık...Deli mi bunlar? Asılsız çıkmasını, yoksa, zaten geçersiz kılınacağını, düşünüyorum... Hiç rahat yüzü yok. İlle bir çomak sokan bulunacak. Bakan ne diyor, maiyeti ne yapıyor?..
Aşağıdan gürül gürül müzik sesi geliyor. Bir de yan koğuştan...Arkadaşlar, coşkulu...Bizde, ayın beşinde olası tahliyenin hazırlığı var. İdare izin verirse, bizim diğer koğuşlardan bazı arkadaşları davet edeceğiz. Çok uzun zamandır, birlikte bir gece yapmamıştık. Özellikle, istiyoruz. Kimi arkadaşlar, o gün video bandı alıp, onu izleyelim, dediler. Fadıl, ben vb. bazı arkadaşlar, oylamayı kaybettik. Çoğunluk, alalım, dediler. İdare izin verirse, video da oynatılacak... Sazı ve gitarı çalanlar, tepki gösterdiler. Aynı havanın doğmayacağından endişe ediyorlar... Mümkün. Ama, demokrasinin cilvesi bu; hep bizim istediğimiz veya doğrular kabul edilecek değil ya... Eğer, doğruların tekelinde olduğuna inanan subjektivist biri değilsen, eğer, her şeyin en genelde en geniş katılımla olabileceğine inanan biriysen, sabırlı olmasını bilen biri olacaksın. Bildiğini okuyanlar için, kolay kabul edilir değil.. Ama, olacak!.. Hala, bu koğuştaki yaşantımızı, rayına oturtamadık... İfrata vardırmalar oluyor. Uzun uzun tartışıyoruz. Hiçbir şey kolay olmuyor... Bayramda tartışmayı düşündüğüm ama kapalı görüşte bir miktar tartıştığımız konu aklıma geliyor. İleride, çok daha uzun, açık ve ayrıntılı tartışmak istiyorum, eğer sen de istersen... Değişmek, eğer gerekli görülüyorsa, kolay olmadığı bilinse de, başarılabiliyor...Yani, öncelikle, bir şeyin gerekli olduğuna inanmak gerekiyor. Sonrada, belli bir zaman içinde, uygun biçimlerde ama inatla, onu başarmaya çalışmak gerekiyor...
Ülkenin içinde bulunduğu nesnel koşullar değişti-değişiyor... Bunu yakalamak, gerekiyor. Artı, bu değişmenin bir yansısı olarak, bizler de değişmeliyiz. Eğer, nesnel koşullardaki bu değişme olmasaydı ve yalnızca kendimizin değişeceğine inansaydık, yine değişirdik. Ama şimdi, değişen nesnel koşullara paralel, bu koşullardan kopmamak için değişmek gerekliliği, ön planda... Bu değişimi reddetmek, dogmatizm olarak kendini gösteriyor... Dogmatizm, önemli bir tehlike. Özellikle, her şeyin, yaşamın bile dondurulmaya çalışıldığı buraları için, özellikle tehlike...Geçen, üstadı okurken, bir bölüm dikkatimi çekti. Okuman için, aktarıyorum. Uzun olacak, bağışla: 'Çağdaş materyalizmin, yani Marksizmin bakış açısından, bilgimizin, nesnel, mutlak gerçeğe yaklaşıklığının sınırları tarihsel olarak koşulludur. Ama böyle bir gerçeğin varlığı koşulsuzdur ve ona yaklaşmakta olduğumuz gerçeği de koşulsuzdur. Tablonun çevre sınırları, tarihsel olarak koşulludur. Fakat bu tablonun, nesnel olarak var olan bir modeli betimlediği gerçeği koşulsuzdur. Şeylerin esas doğası üzerine olan bilgimiz de...tarihsel olarak koşulludur; ama bu tür her keşfin 'mutlak olarak nesnel olan bilgide' bir ilerleme oluşu koşulsuzdur. Tek kelimeyle her ideoloji tarihsel olarak koşulludur, fakat her bilimsel ideolojiye (örneğin, dinsel ideolojiden farklı olarak), bir nesnel gerçeğin, bir mutlak doğanın tekabül ettiği koşulsuz bir şekilde doğrudur...' Bu bölümü, önümüzdeki günlerde, bazılarına okumak zorunda kalacağım. Okumayanın, okumasını sağlamak gerekiyor. Bugünlerde d. Arkadaş 5'teki yazılardan sonra, genelde, bir sosyalizmi ve özel olarak Sovyetleri öğrenme merakı başladı. O konuya, özel olarak eğilenlerden biriydim. Şimdi, o konuda, okunacak boş kitap bulamıyorum. İstediğim kitabın, okunduğunu duyuyorum. Bir yönüyle seviniyorum, ama bir yönüyle kızıyorum; çünkü, moda gibi yaklaşılıyor... Bunu aşmak ve uzun dönemli-kalıcı yaklaşabilmek gerekiyor...” (2)
“...Aşağıdan, gitar ile saz sesi karışımlı türkü sesleri geliyor. Ali ile Ekrem, iyi bir ikili oldular... İnsanların, ortam elverişli olunca, kendilerini aştıklarına, bir kez daha tanık oluyorum. İnsanı, içinde yaşadığı ortamla birlikte ele alan ve değerlendiren bir bakış açısına sahip olan bizlerin, dönem dönem bu bakış açısını unutup; insanı, içinde yaşadığı koşuldan koparan idealist bir düşünceyi savunmaya başlaması, beni utandırıyor. Bu düşüncenin, somuttaki olumsuz yansımalarını göre göre ısrar etmek, çok anlamsız. Veya, aleni bir sapma ve burjuva dünya görüşüne sapış, bu... Bizim koğuşta, aslına ve öze olan bu dönüşten dolayı, mutluyum... Tüm koşulları oluşturamadık ve olması gerekene ulaşamadık; bu bir yerde doğal, bir yerde de bizim beceriksizliğimiz, ama raya girdik. (**)
Ali bey anlatıyordu, ... yazmış: Cumartesi normal görüş dönüşü sonrası, İzmir'de, tanıdık birinin evinde kalmışlar. Eski bir tanıdık ve mahpus arkadaşı, Mehmet, 'Ham Meyva'yı çok severdi, deyip, orada bulunanlara bu türküyü söyletmiş. Bu olay, çok hoşuma gitti. Yıllar sonra, eski bir arkadaş çevrende anılman ve sevdiğin bir şeyin, kulaklarının çınlatılarak yapılması, çok güzel. Gönül, daha farklı ve anlamlı şeylerin de yapılmasını istiyor, ama neyse... Her gece yapışımızda, bu türkü gündeme geliyor. Hep de, söylemem isteniyor. Ah bir sesim olsa ve bir de söyleyebilsem...” (3)
“...Mayakovski'yi soruyorsun ya, Mayakovski'nin Lili Brik'i çok sevdiği belli. Lili Brik'in mektuplarına yer verilmediğinden, bu sevginin karşılığının, ne kadar güçlü ve eş olduğunu bilemiyorum. O zamanki ahlak anlayışı sonucu olsa gerek, Lili'nin bir de kendi kocası var ve Mayakovski ile çok iyi arkadaşlar. Kocası, Lili ve Mayakovski oturup, birlikte konuşuyorlar ve ayrılmama kararına varıyorlar. Bir tahmin ama, Lili yeterince sevmiyor...” (4)
17 Temmuz/01-08 ve 14 Ağustos 1988 Mehmet Erdal”
22.11.2020/Datça/Mehmet Erdal
(*)
(**) Ali beyin, bugün, yurt dışında yaşadığını biliyorum, ama ne iş yaptığını" bilmiyorum. Ekrem (Kılıç), hali hazırda görüşmeye devam ettiğim bir arkadaşımdır. Denizli'de, mali müşavirdir. Gitar çalmaya devam ediyor. Cezaevinde başladığı çizimlere devam etti. Kendini geliştirdi. Karma ya da bağımsız sergi açabilir hale geldi.
19 Kasım 2018 yılı/Kişisel olarak açtığı sergiden/Denizli
(1)17.07.1988
(2)01.08.1988
(3)08.08.1988
(4)14.08.1988
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder