21 Mayıs 2021 Cuma

2021.05.22.CEZAEVİ YAZILARI-57: ÖRGÜTLENME, BİRLİK VE MÜCADELE ÜZERİNE (5)

  Hiç yorum yok

 

     CEZAEVİ YAZILARI-57: ÖRGÜTLENME, BİRLİK VE MÜCADELE ÜZERİNE (5)(*)

     (Geçen bölümün devamı)

1-İLK GÖRÜŞMELER=ŞAŞKINLIK VE BAŞARI SARHOŞLUĞU

     İlk grubun sürdürdüğü AG'nin son günü, yani 14 Kasım günü gecesi, yönetim, temsilcileri görüşmeye çağırdı.

     Görüşmeye, yönetimin çağırdığı altı temsilci katıldı: PKK, ÇS, DY'cuların (B) kesimi (**), DY'cuların (P) kesimi (***), TKKKÖ (****)ve TBKP (*****)temsilcileri. Bunların ilk üçü, oluşan 'birliğin'; son üçü, koğuşlarının temsilcisiydi.

     Altı temsilcinin katıldığı ilk görüşmelerin ilk bölümünde, yönetim, şunları söylüyordu: PKK'lı tutsaklardan oluşan ilk grubun dilekçelerinde yazdıkları 31 maddelik talebin büyük çoğunluğunu kabul ediyorlardı. Geride kalanların bazıları bakanlığın iznini gerektiriyordu. Diğerleri ise zaman içinde çözülebilirdi; kendilerine zaman tanınmalı ve güvenilmeliydi.

     Görüşmelerin ilk bölümünün ardından, temsilciler, koğuşlara dağıldılar. Yönetimin söylediklerini aktaracaklar, siyasi tutsaklarla tartışacaklar, değerlendirme yapacaklar ve görüşleri öğreneceklerdi. Yönetim, bunu biliyor ve izin veriyordu.

     29 Ekim günü sonrası yapılan tartışmalarda ayrıntılı özetlenen düşünce, görüş ve önerilerden de anlaşılacağı üzere, siyasi tutsakların hiçbirisi, bu satırların yazarı da dahil olmak üzere hiçbirisi, tam olarak, yönetimin bu kadar kısa bir sürede görüşmeleri başlatabileceğini ve bu kadar çok talebi kabul edebileceğini ve böyle bir yaklaşım içerisine girebileceğini öngörememişlerdi. Şimdi, ortaya 'sürpriz' bir durum çıkmıştı. Bu, önce, bütün siyasi tutsakları 'şaşkınlığa' sürükledi. Bu şaşkınlık içerisindeki siyasi tutsaklar, kendilerini hızla bir 'başarı sarhoşluğuna' kaptırdılar. İçerisinden kurtulamadıkları bu şaşkınlık ve başarı sarhoşluğu ile doğal olarak çok kısa süren o arada, yönetimin yaklaşımı ve 'kolay' elde edilen bu başarının nedenleri üzerinde yeterince bir değerlendirme yapamadılar; eğer, bütün taleplerin karşılanmasında diretirlerse ve bunun için gerekirse, iki-üç gün daha 'eyleme' devam ederlerse, bütün sorunlarının çözülebileceği ve bunun kesin olduğu kanısına vardılar. Bu kanı nedeniyle, görüşmelerin ikinci bölümünde, yönetimden, verilen hakları yeterli bulmadıklarını ve bütün taleplerin kabul edilmesini istediklerini belirterek, 88 Ekim-Kasım öncesi var olan ve sonraki süreçte gasp edilen bütün hakların istenmesini; yönetimin tavrı 'olumsuz' olursa, yönetime, eyleme devam edileceğinin bildirilmesini; bu nedenle, 15 Kasım sabahı eylemi bırakması gereken ilk grubun birkaç gün daha eyleme devam etmesini, yönetimin yanlış bir kanıya varmaması için bunun zorunlu olduğunu kararlaştırdılar.

     Siyasi tutsaklarla görüştükten sonra görüşmelerin ikinci bölümüne katılmak için geri giden temsilciler (biraz sonra açılacağı gibi, bu kez altı değil dört temsilci), yönetimden, bütün taleplerin karşılanmasını istiyorlar. Yönetim, görüşmelerin ilk bölümünde kabul ettiklerinden daha fazlasını kabule yanaşmıyor. Bunun üzerine, eyleme devam edileceği ifade ediliyor. Yönetimin tavrı, siz eylemleri sürdürmek için bahane arıyorsunuz, biz yapabileceklerimizin hepsini yaptık, bize güvenmeniz ve zaman tanımanız lazım, biçiminde oluyor. Kesin bir cevap istiyor; eylem bitecek miydi? Yoksa devam mı edilecekti?

     Dört temsilci, yeniden koğuşları dolaştılar ve düşünce, 'devam' olarak ortaya çıktı. Bu, yönetime iletildi.

     15 Kasım sabahı, ilk grubun AG'ni sürdürmeye devam ettiği bir eylemlilik sürecinde, ikinci grup AG'ne başladı. Böylece, iki grup, AG'ni birlikte sürdürmeye başladılar.

     Aslında, siyasi tutsakların, 14 Kasım gecesi yaptıkları değerlendirme ve ortaya koydukları, ki iki-üç gün içinde ve kesin olarak bütün taleplerin kabul edilebileceği kanısını taşıyorlardı, 'devam' tavrı yanlıştı. Bunu, 15 Kasım günü akşama doğru anlamaya ve itiraf etmeye başladılar.

     14 Kasım günü gecesi yapılan değerlendirmenin aksine, Diyarbakır'daki direniş, o gün bitirilmişti, ki elbette bunu bilememek, onlardan kaynaklanan bir hata değildi. Bu nedenle, bakanlığın, Diyarbakır direnişi ile başlayan ve Gaziantep-Amasya Cezaevleri'ndeki SAG'leri ile büyüyen eylemlilik sürecinin N..... Cezaevi'nin (******) de katılımıyla daha da büyümesini istememe ve N..... Cezaevi'ndeki eylemi bitirerek, bu eylemlilik sürecini var olan boyutunda tutma; bir başka deyişle, bu üç cezaevindeki ve özellikle Diyarbakır'daki direnişi yalnız bırakma gibi bir düşüncesi ve yaklaşımı, bu düşünce ve yaklaşımın bir sonucu olarak N..... cezaevi yönetimine, buradaki eylemi mutlaka bitirmeleri gerektiği konusunda sıkıştırması söz konusu değildi. Tam aksine, 14 Kasım günü Diyarbakır'daki direniş bitmiş ve bu direnişin bitmesiyle, bir 'rahatlama' içerisine girmişti; rahat bir nefes almıştı. Diyarbakır Cezaevindeki sorunları çözerken ortaya koyduğu bakış açısı ile N...... Cezaevindeki sorunların çözümünü de gündeme getirmişti. Bu bakış açısının ne olduğunu yönetim anlatmış ve sorunların bu çerçevede çözülmesini istemişti. Yönetim, bunun sonucu olarak, eylemin daha başlangıç aşamasında, bu kadar çok talebi kabul etmişti. Eylemin başlamasından önceki süreçte yapılan tartışmalarda, bu kadar kısa sürede ve bu kadar çok talebin karşılanabileceğini tahmin edemeyen siyasi tutsaklar, içine girdikleri şaşkınlık ve kendilerini kaptırdıkları başarı sarhoşluğu ile, bütün haklarını, hem de birkaç gün içinde elde edebileceklerini düşünmüşlerdi, daha doğrusu düşlemişlerdi. Halbuki, bakanlık, Diyarbakır'daki direnişin bitirilmesinin de verdiği rahatlıkla, Diyarbakır'da ortaya koyduğu bakış açısının ötesinde sorunların çözümünü ve böyle bir çözüme yanaşmayı düşünmüyordu. Eğer, N...... Cezaevindeki tutsaklar, daha ötesinde bir çözümde diretirlerse, ki öyleydi, buyursunlar diretsinlerdi. Nitekim, öyle de oldu. 15 Kasım günü akşama doğru, Diyarbakır'daki direnişin bitirildiğini öğrenen tutsaklar, hata yaptıklarını ve aslında, dün gece eylemi bitirmeleri gerektiğini söylemeye başladılar. Çünkü, onlar, akşam kabul edilen hakların, üç aşağı beş yukarı, ki öyleydi, Diyarbakır'daki tutsaklara verilen haklar olduğunu, akşam 'devam' demekle, bundan ötesini istediklerini; şimdi, ülke genelinde süren eylemlilik sürecinin büyük ölçüde güç kaybettiğini, bu durumda, daha çok 'yalnız' kalacaklarını, kamuoyunun ve basının ve demokratik kuruluşların cezaevlerine olan ilgilerinin ve duyarlılıklarının azalacağını, bunun sonucu, omuzlarındaki yükün artacağını; halbuki, bu yükü kaldıracak ve istedikleri tüm taleplerin kabul edileceği bir başarıyı elde edecek bir güce sahip olmadıklarını görüyor ve düşünüyorlardı. Her şeyi 'risk'e sokmuşlardı. Bundan sonra, 14 Kasım gecesi 'şans'ı bir daha yakalayabilirlerse bile, iyiydi. İkinci kez aynı 'şans' yakalandığında, aynı haklar yeterli görülerek veya bir-ikisinde, daha iyi bir çözüm sağlanarak, eylem bitirilmeliydi.

     Öte yandan, siyasi tutsaklar, bu kez, mutlaka ve mutlaka, küçük de olsa, bir başarı kazanmaları gerektiği gerçeğini, o şaşkınlık ve başarı sarhoşluğu içerisinde, unutmuşlardı. Yani, onlar, daha tam bir 'yengi' düşü görerek ve bunun için 'devam' diyerek, 14 Kasım gecesi elde edilen başarıyı da risk'e atmakla kalmamışlar, aynı zamanda, olası bir 'yenilgi' durumunda, bu cezaevindeki siyasi tutsakların büyük çoğunluğunda var olan ve 2 yıldır devam eden yılgınlık, umutsuzluk, karamsarlık, kendi özgücüne güvensizlik ve teslimiyet eğilimlerini geliştireceklerini ve kalıcılaştıracaklarını, bunun sonucunun bir yıkım ve bir daha belini doğrultamama olacağını da göz ardı etmişlerdi. Çünkü, pek çok kez örneği görüldüğü üzere, yönetimler, pek çok etkene bağlı olarak, eylemin herhangi bir aşamasında kabul ettikleri haklardan, eylem devam ettiği takdirde vermekten vazgeçebiliyor ve eylemin yenilgi ile bitmesi için koşulları zorlaştırıyor ve işi yokuşa sürüyorlardı. Siyasi tutsaklar, 88 Ekim-Kasım ayında, bunu yaşamışlar ve bunun sonucu, 2 yıldır içinde yaşamak zorunda kaldıkları dönem gündeme gelmişti.

     15 Kasım'dan sonraki günlerde, 14 Kasım gecesi elde edilen şansın bir daha yakalanabilmesi için, gerekirse koşulların kendilerince yaratılması düşüncesi gelişmeye ve yaygınlaşmaya başladı.

     Yine 15 Kasım'dan sonraki günlerde, eylemin başarı şansını yok edebilecek nitelikte iki olumsuz gelişme yaşandı:

     1- 14 Kasım gecesi, yönetim üzerinde daha iyi bir baskı oluşturabilmek ve yönetimin yanlış bir kanıya varmasını önlemek için bir-iki gün daha eylemi sürdürmeleri söylenen ilk gruptaki PKK'lıların, eylemi SAG'ne çevirecekleri duyuruldu. Bu, yalnızca PKK'lıların kendi kararlarıydı. Kendiliğinden bir gelişme olarak ortaya çıkmıştı. PKK'lılar, bu kararı alırken, esas olarak, Aydın Cezaevinde sürdürülen AG'nin SAG olduğunu duymalarından ve düşünmelerinden yola çıkmışlardı. Mademki Aydın cezaevindekiler SAG yapıyorlardı, o zaman kendileri de, burada, eylemi SAG'ne dönüştürebilirlerdi. Zaten, baştan beri de SAG'ni düşünüyorlar ve öneriyorlardı.

     PKK'lıların bu tavrına, yalnızca DY'cuların (B) kesimi itiraz etti, ki bu satırların yazarına göre de, bu itiraz çok doğru ve yerindeydi; PKK'lılar, hemen eylemi bırakmalılar ve DAG programının yaşama geçirilmesine devam edilmeliydi.

     DAG programına 'evet' diyenlerden hiçbirisi, PKK'lıların bu tavrı karşısında itiraz etmediler. PKK'lıların tavrını doğru buldukları için değil, başka nedenlerden, asıl olarak da PKK'lılara itiraz eden birisi olmak istemedikleri için itiraz etmediler.

     Gerçeklikte, PKK, bir kez daha bildiğini okuyor ve 'emrivaki' bir durum yaratıyordu. Halbuki, bunu yaparken, DAG'ni kendiliğinden SAG'ne dönüştürmeye çalışırken, eylemin geleceğini tehlikeye soktuğunu göremiyordu. Çünkü, bu yönelimleri ile programı alt-üst ediyorlar, ipin ucunun elden kaçmasına neden oluyorlar ve siyasi tutsakların çoğunluğunu, baştan kendilerini hazırlamadıkları ve bunun için kabul etmedikleri bir SAG yükünün altına sokuyorlardı. Baştan öngörülmeyen ve kendiliğinden gündeme gelen böylesi bir SAG'ne katılan çok az insan olurdu. (Bu satırların yazarı, böyle bir SAG'ne katılmayı kesinlikle düşünmüyordu.) Katılanların bir kısmı ise, SAG'nin olası bir uzun sürümü halinde, doğal olarak dökülürdü. Cezaevindeki tutsakların yarısını bile kucaklayamayacak böylesi bir SAG'nin, hakları alma yeteneği hiç yoktu.

     Nihayet, bir ve ikinci gruplar, birlikte, AG'ni sürdürürken, bu durum, bir öneri ile tartışmaya açıldı: DH, ÇS, TDY, KAVA, TKP-ML TİKKO, KUK, TKP-B ve THKP-D ACİLCİLER siyasi hareketleri, tartışmaya sundukları önerilerinde, ya bu eylem SAG'ne dönüşecek ya da 15'er günlük AG ile DAG programı, yeni bir biçimde devam edecek, diyorlardı. Kendileri, ikincisinden yanaydılar.

     DY'cuların (B) kesimi, SAG'ne 'hayır, diğerine 'evet' dedi.

     TBKP ve aynı koğuşta yaşayan 'örgütsüz-bağımsız' kabul edilen tutsaklar, eski program sürdürülmeli, dediler.

     Bu düşünceler, PKK'lılara iletildi; ama onlar, 'doğru bildikleri yolda' yürümeye devam ettiler.

     'İmdada', yönetim yetişti!

     2- 14 Kasım gecesi yapılan görüşmelerin ilk bölümüne katılan altı temsilciden ikisinin bu katılımı, TKKKÖ ve DY'cuların (P) temsilcilerinin katılımı, 'birlik' temsilcisi üç temsilci tarafından ve ilk görüşmelerin ilk bölümü sonrasındaki arada bu durumu öğrenen 'birlik' üyesi diğer siyasi hareketlerin temsilcileri ve tutsakları tarafından, tepkiyle karşılanmıştı; TBKP temsilcisinin katılımına bir şey demiyorlardı. Çünkü, onlar, DAG programını kabul etmişlerdi. Peki TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimi ne yapmıştı? TKKKÖ, tartışmalara katılma ve önerilere yanıt verme gereği bile duymamıştı. DY'cuların (P) kesimi ise, yalnızca slogan atmış ve kapı vurmuştu... Pöh... Şimdi, ikisi de, utanmadan, görüşmelere katılıyorlardı. Ayıp diye bir şey vardı. İnsan utanır ve görüşmelere gelmezdi. Madem geldiler, hiç olmazsa, müdüre, diğer arkadaşlar ile görüşmeleri yürütün, biz katılmıyoruz, demeliydiler. Ama, nerede? Bunlarda, utanma duygusu yoktu. Üç temsilci, ilk bölümde, ayıp olur diye, çıkın ve gidin, dememişlerdi; yanlış yapmışlardı. İkinci bölümde, bunu söylemeliydiler. Ne işiniz var, burada, demeliydiler.

     İkinci bölümde, gerçekten, üç temsilciden birisi, diğer TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimi temsilcilerine, böyle söylüyor; ve onlarda, çıkıp gidiyorlar. Ondan sonra, görüşmeleri, dört temsilci sürdürüyor.

     15 Kasım'dan sonraki günlerde PKK, DH, ÇS, TDY, KAVA, TKP-ML TİKKO, TKP-İS, KUK, SVP, TKP-B, THKP-C ACİLCİLER ve DY'cuların (B) kesimi imzalı bir açıklama yapılarak, bundan sonraki olası görüşmelere, TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesiminin temsilcilerinin katılmasını istemedikleri, genele duyuruldu; yönetim ile yapılan pazarlık, DAG'nin pazarlığıydı. Bu eyleme katılanlar ise belliydi. Bu eylemin dışında kalanlar, istiyorlarsa, yönetim ile ayrıca pazarlığa oturabilirlerdi.

     TBKP, bu öneriye karşı çıktı; bugün, öncelikle eylemin çıkarları düşünülmeliydi. TKKKKÖ ve DY'cuların (P) kesiminin temsilcilerinin, koğuşlarını temsilen, görüşmelere katılmalarının sakıncası yoktu; hatta yararı bile vardı.

     TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimi, yanıt vermekte gecikmedi; onlar, yönetim çağırdığı için oraya gitmişlerdi. Ayrıca, bu eylem, ilk başlarda, yalnızca, 29 Ekim'de yapılmayan açık görüşün yerine yeni bir açık görüşün verilmesinin sağlanması için neler yapılabileceğine ilişkin yapılan tartışmaların sonucunda gündeme gelmişti ve kendileri de, bu eylemlilik sürecinde, bir biçimde yer almışlardı. Onlar, yönetim ile AG'nin pazarlığını yapmıyorlardı. Böyle bir şey de düşünmemişlerdi. Ancak, bu ortak yapılan ve kendilerine alınan bir tavrı ifade eden açıklamadan sonra, ayrı görüşmeler yapmaları için zorlanmış oluyorlardı... Öyle de yapacaklardı...

     Aslında, ilk 'birlik' içinde yar alan siyasi hareketler, bu cezaevindeki 2 yıllık pratik içinde TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimine karşı içlerinde oluşan birikimi, bir biçimde boşaltıyorlardı; yani, bu son eylemlilik sürecindeki 'bardağı taşıran' son 'pasif' tavırları karşısında ve ilk görüşmelerin 'olumsuz' sonuçlanmasının ardından oluşan psikolojik ortamda öfkelerine yeniliyorlardı. Öyle ki, böyle bir ortamda ve eylemlilik süreci devam ederken ortaya koydukları bu tavrın, insanlar ve eylemlilik süreci üzerinde yaratabileceği olası olumsuz sonuçları hiç düşünmemişlerdi. Halbuki, o ortamda, insanlar, mantıklarıyla değil, duygularıyla hareket ederlerdi; bunun sonucu, birbirlerine karşı, esnek değil, alabildiğine tepkici ve sekter davranırlardı. Ayrıca, dört temsilcinin bir, diğer iki temsilcinin bir, ama ayrı ayrı yönetimle görüşmeleri, yönetimin lehine olurdu. Yönetim, bu bölünmüşlükten yararlanırdı.

     TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimi ise, sanki, DAG'ni sürdürenlerin dışında görüşmelere katılmalarının herhangi bir anlamı ve pratik yararı olurmuş gibi, ayrı görüşmeleri yapabileceklerini söylerlerken, yanılıyorlardı. Çünkü, bir yerde, daha çok sayıda insan, daha üst düzeyde bir eylemi yaşama geçiriyorsa, nesnel olarak, süreci, o eylem ve o eylemi yaşama geçirenler belirlemeye başlar. Bunun dışındaki eylemleri yaşama geçirenler ve o eylemler, otomatikman, ikinci plana düşer. Özgülde olan, bundan başka bir şey değildi. Bu durumda, TKKKÖ ve DY'cuların (P) kesimi, baştan beri, bunun bilincine varmış olarak hareket etmeliydiler. Halbuki böyle değil, farklı bir görüntü içinde hareket ediyorlardı. Öte yandan, bu tavır alma karşısında, öncelikle, hem 2 yıllık dönemde hem de bu son eylemlilik sürecinde içine girdikleri konumlarını sorgulamalılar ve kendilerini yeniden gözden geçirmeliydiler. Ama, hayır, öyle bir şey yapmaya niyetleri yoktu... (Bu arkadaşlar, daha sonraları, iki biçimde kendilerini savunmaya yöneleceklerdi: Birincisi, bu elde edilen hakların, böyle bir eylemliliğe girişilmeden verileceğini eskiden beri biliyorlardı. Bu nedenle, bu hakların alınmasını, bu eylemlilik sürecine mal edilmesi doğru değildi. İkincisi, haydi, AG'ne başladıkları için ilk ve ikinci grupta yer alanlara bir şey demiyorlardı. Ama TBKP ve DY'cuların (B) kesiminin kendilerinden ne farkı vardı? Fark, onların AG'ne 'evet' demiş, kendilerinin 'hayır' demiş olmaları mıydı? Hem, kim biliyordu, belki de, AG'nin ileriki aşamalarında, kendileri de AG'ne katılmayı düşünüyor olabilirlerdi...)” (28.12.1990/Nazilli) (1)

     (Devam edecek)

22.05.2021/Datça/Mehmet Erdal

     (*) Bu yazı, Aralık 1990 tarihinde yazılmış ve cezaevi dışındaki arkadaşlara gönderilmiştir. Oldukça uzun olması nedeniyle 6 bölüm halinde yayınlanmaktadır.

     (**) 9-13. Koğuşlar/Devrimci İşçi

     (***) 7. Koğuş

     (****) Türkiye Kuzey Kürdistan Kurtuluş Örgütü

     (*****) Türkiye Birleşik Komünist Partisi

     (******) Nazilli Cezaevi

     (1) 



Hiç yorum yok :

Yorum Gönder